okyanus01 tarafından postalanan herşey
-
taklitci olmayin
Merhaba yam yam arkadas, ilgine tsk ediyorum ilk önce . Profiline baktimda agirlik olarak burada Din konusu ile meskulsün .Ileti sayin 741 kez ve 91 % oraninda .Cok güzel. Niye cok güzel dedim ? Bir gün etrafinda bes duyundan ibaret gördügün cahil ( müslüman ) toplumun hal ve vaziyetinden dolayi , elestirmeye calistigin gercek ISLAM DINI ni bu vesileyle belki bir gün ögreneceksin.Bu isin sevindirici yönü. Ancak Ömrünü Islam dininin gercegini özünden objektiv bir bicimde ögrenmeye , anlamaya calismak yerine sadece elestirmekle gecirirken , ansizin o gelen GONG sesi ile kendini öteki boyutta buldugun zaman, surada sadece elestirmekle gecirmekte oldugun vakti arastirmakla gecirememenin kaybini büyük bir pismanlikla yasamani sahsen ben ÜMID ETMIYORUM . Bu isin üzücü yönü. YA HERSEYI YANLIS DUYDU VE DEGERLENDIRDIN ISE , HALIN NICE OLUR DERSIN ??? Simdi güzel kardesim , ALLAH ki kendi Resulünü dahi sadece tebligci oldugunu , kesinlikle insanlar hakkinda zorlayici olmadigini hatirlatirken, diger ayetlere yüzeysel bakipta türkce meali sadece böyledir deyip kendini onunla kayitlaman ISLAM in degil kendi anlayis zayifligindandir sadece. Simdi hepimiz bir gün vaktimiz doldugunda ki bu biraz sonra olabilir , yarinda olabilir ölümü tadacagimiza göre , hangimiz bir digerimizi mazaret olarak gösterebiliriz ??? Bana göre senin inanip inanmaman ne ISLAM dinine bir kazanctir , nede bir kayip ! Sen ben hepimiz , zaten bu sistemin dislileriyiz ,ki görev vaktimiz bitince uyanacagiz uykumuzdan ! Allah in Resulünü bu denli uyarmasi bizlerede diger insnalar hakkinda hüküm verme hakkimiz OLMADIGINI vurgular ayni zamanda. Dolayesiile benim seni elestirdigimi falan sanma sakin.Ben herkesi oldugu gibi severim ve sevmem gerektigine iman ediyorum. Bak ben kendimle alakali bir itirafimi dile getireyim sana . Ben burada Insanlarla fikir alisverisi yaparken sunu ögrendim . Örnegin Kader ve Taktir konusunda arastirma yaparken birde bakmisim ki su an Kuràn la dost olmusum, meselelere sadece tek kisinin yorumundan degil, bi cok yazarin tercümelerine baka baka arastirmayi ögrendim. Türkce tercümelerin Kur `an dilini anmak icin yetersiz kaldigini gördüm. sana kücük bir misal vereyim : Kuran da abd kelimesi türkcede kulluk demektir.Kulluk ise birimin vazifesi demektir. Kur `an daki " ibadihi ,, türkcede ibadet anlamina gelir. Ibadeti bu günün insanlari adeta tanriya tapinma , onun gönlünü hosnud icin yapilan ritual zannederler . DIKKAT !!! Ibadet ile kulluk ayni ifade kesinlikle degildir . 1. ALLAH Resulü kendisinde ilham olunani insanlara teblig etmekle RESULLUK vasfina sahiptir. böylelikle Resullük nedir onu anliyalim ilk önce. 2. KULLUK vasfina sahip olmakla , yaradaninin programini yeryüzünde uygulayicisidir !. Ikincisi olan KULLUK vasfina her yaradilan yani Insan hayvan bitki canli cansiz algilanan hersey Kulluk vasfina sahiptir. KULLUGUN MANASI BIR NEVI KENDI ÖZGÜR IRADESI OLMAYAN BIR BIRIMIN VAZIFESI dir . Gelelim IBADET in manasina : Ibadet , icinde yasamakta oldugumuz hayat sisteminde kosul ve sartlarina karsi elde edecegimiz BAGISIKLIGIN ADIDIR IBADET . Bir nevi antivirus programi gibi yani. Gerek bes duyumuzla algiladigimiz, gerek ise bes duyumuzun disinda algilayamadigimiz seylere karsi korunmak icin almak zorunda oldugumuz enerjilerin adidir IBADET . Bir arkadasimiz ben anlatirken bu mevzulari , kendisini bir atari oyunundaki kahraman gibi algilamis ne tuhaftir ama yanlista anlamamis hani. Istersen meseleye böylede bakabiliriz hani : Bir kac evre ( level ) lik bir oyun düsünelim , bu oyundaki kahraman birinci levelde yapmasi gereken seyler sunlar : 1. icinde yasadigi hayat maratonunda hem önüne cikacak olan engelleri asmaya caliscak , hemde ayni zamanda o engellere karsi kendini savunmak ve o engelleri asmak icin gerekli enerjileri elde etmeye calisacaktir. 2. Bunlari niye yapacaktir ? hayatini ayni mücadelerle devam edecegi bir baska evrede yani 2 nci levele sürdürebilmesi icin. Sayet birinci levelde gereken korunma lari , gereken enerjileri topliyamadi ise ikinci levelde karsisina cikacak olan olaylarda büyük sorunlar yasiyacaktir . Karsisina cikacak o dev ates toplarina karsi korunmaya calismak, hele hele hic evvelden görmedigi tanimadigi o dev mahlukatlara karsi direnmek bi hayli güc olsa gerek Ben önceden hatirliyorumda bu tip oyunlarda 2 nci levele saglam giremedi iseniz 3 ncü levele girmeniz cok uzun zamanlar aliyor Defalarca ölüyor insan Ve oyun sürekli gittikce zorlu evrelerle ( levellerle ) süregider Tabi bu oyunun sonu da var hatirlarsaniz oyunun sonunda genel puan degerlendirmesi olur sergilediginiz performansa göre hesap yapilir O hesaplara göre Isminiz iyilerin listesine alinir . BAKIN SIMDI GARIPSEDIM YA , canim kardeslerim benim. O ALLAH ki , cok merhametlidir ,hepinizi korunanlardan taktir etmis olsun, amin. Simdi siz benim sadece herhangi bir oyundan bahsettigimi sanar , olayin yüzeyinde kalirsaniz , hayatinizla alakali alinmasi gereken yeni kararlara kapali kalacaksiniz elbette . Bakin güzel insanlar, olaki olayin mecaz seklini anliyamayanlar cikar da hayatini sadece eylence ile gecirip göcerler bu dünyadan . Evrende kendi yerini , farkini , boyutunu MAHIYETINI bilmeye calisin korunmak istiyorsaniz.ANLATTIGIM OYUN UN ADI mario nun degil INSANIN KADERI . Level 1 . DÜNYA Level 2 . KABIR Level 3 . KIYAMET ANI Level 4 . MAHSER YERI Level 5 . CEHENNEMIN ORTASINDAN GECEN SIRAT KÖPRÜSÜ ( bogaz köprüsü degil ) Level 6 . FINAL , YA CEHENNEM , YA ISTEDIGIN SEKILDE AT KOSTURABILECEGIN CENNET ORTAMLARI ( uzaktan baktim hic yok , yanina vardim bi cook ) ( uzaktan baktim biii coook , yanina vardim hic yok ) EL CEVAP : INSAN YOK TAN VAR EDILEN SEN , adi ISLAM olan bu sistemin icindesin istesende istemesende.Yok saysanda saymasanda. Bu sistemin icindeki ibadet adi altindaki enerjileri diler alirsin , hem bu hayatta hem ölüm ötesi hayatta faydalarini görürsün. Dilersen almazsin , hem bu hayatta , hem ölüm ötesi hayatta zararlarina PASA PASA katlanirsin. Simdi bu mantiga göre sen korunanlardan olmak istiyorsan eger , acilen icinde yasadigin SISTEMI OKUMAYA baslayip ,gereken önlemleri almaya calisirsin . Olaki sana taktir edilmistir. Ey güzel insan , Körlerin Fil i nasil tarif ettiklerini bilirmisin sen ? Hani biri bacaginda tutar , agac bu ! der . Hani biri fortumundan tutar , yilan bu ! der. SEN BU KÖRLERDEN OLMA LÜTFEN Sen sen ol denizin dalgalari ile bogusmaktan vazgec , zararin neresinden dönersen kardir . Güzellikleri ancak derinlere dalmakla görürsün OKYANUSUN , seni koruyacak olan hersey o derinlerdedir. Elestirdigin hersey OKYANUSUN dalgalaridir , dalgalarca bogusmak akil isi olmasa gerek. Hem o veya bu sekilde nasil olsa gececeksin 2 nci Level`e . SISTEMDE DUYGULARA YER YOKTUR , FALANCA VEYA FILANCA MAZARET SAYILMAYACAK !!! Tek basina canli ve suurlu olarak konulacaksin kabre !!! KURAN in hic bir yerinde öleceksin demiyor ,ölümü tadacaksin diyor !!! Körler elbette farkli degerlendirirler !!! Dili ALLAH ca olan adi ISLAM olan icinde yasadigimiz SISTEM i özünden yeniden arastirip idrak etmeye mecburuz , sayet korunmak istiyorsak. Korunmak istemeyenlere elbette sözüm olamaz. Mahiyetimiz bir damla su oldugumuzu ne cabuk unutmusuz !!! Evrensel düsünmeden , yerel veya kisisel algi araclarimiza göre degerlendirmelerle MUSALLA TASINA düsünebiliriz . Hepinizi cok seviyorum . INSANI SEVELIM , CÜNKI O DA SENSIN !!! iyi aksamlar, selam üzerinize olsun
-
allah faili muhtar olmayıp mucibun bizzattır
Selam üzerine olsun Kardes, Bir nokta ilgimi cekti,sen karsindaki insan hakkinda sürekli böyle önyargilimisin ? yoksa bana mi öyle geliyor? Cok hyperaktiv oldugunu anliyorum, bir ton yazinla yanit verdigini saniyorsan yaniliyorsun kardesim. Senin pisirdigin corbanin corba oldugunu kabul ediyorum , lakin sen corbani zehirle doldurmussun be güzel kardesim. Gerci hos bu FAKR herseyi cektigi gibi sineye senide ceker sinesine , degilmiki hersey ALLAH TAN hos gelmis sefa gelmis ! Satirlarina dua etmemi yanlis buldugunu söylemekle baslamissin . Zaten bu noktada benim yazdiklarimi anliyamamis oldugunu vurguladin önyarginla. Diger satirlarini zaten muhatap almadim cünki basinda hakkimda yanilgiya düsüyorsun . Ha bu arada Hz.Resulullah in " FAKR imla iftihar ederim " hadisinide okumussundur sanirim 100.00 adet okudugun hadislerin icinde. Nedir bu Fakr in manasi ? Birimin , algilanmakta olan tüm mevcudatin aslinda sadece hayal olup , hicligini idrak etmesi ve algilanan herseyin sadece ama SADECE Allah in bir ilmi oldugunu vurgulamaktir FAKR. Yani güzel insan birim Allah tan gayri hicbir seyin olmayisin ITIRAFIDIR.Anlatabiliyormuyum ??? Hicligini Itiraf eden bir insanin , dua etmesi , ibadeti , sözü , fiili , her ne ise olsun , rüya hükmündedir. Ki bu rüya bu dünyada ve ölüm ötesi hayatta ve her evrede dahi rüya hükmünde devam eder. Dünya veya ölüm ötesi evreler ve sonrasi diye algiladigimiz zihnimizdeki mekansal tüm söz düsünceler dahi Rüya hükmündedir. Kisi bu dünyada kendini su an nasil birseyleri hissettigini sanir ise , bu ZAN ebedi sürecektir. Algilanan hersey ama hersey ALLAH in ilminden ibarettir , ILMINDEN IBARETTIR DIYORUM ! VE HIC BIR ZAMAN VÜCUD SAHIBI OLMADILAR !!! Halife makami insanligi bir merdiven olarak düsünürsek , sen , ben , onlar diye algiladigimiz hersey ALGILADIGIMIZ diyorum hersey bu merdiven aleminde birer basamaktir. Her basamak kendinden sonra ki icin bir zemindir , CÜNKI O HER AN YENI SANDADIR . Bir kamyon yükü kadar bilgi toplamis olabilirsin, benim bilgisayarimda da var bu kadar bilgi !!! Kim ki ben su kadar biliyorum der , esasen bununla hicbirsey bilmedigini vurgular !!! bilgisayarinizda kamyon yükü kadar bilgi olabilir , unutmayin deccal virusü girdigi zaman o beyine ne bilgi kalir , nede kendisi artik !!! SEN SEN OL , ANTIVIRUS OLAN ALLAH A TESLIMIYET PROGARMINI BIR AN ÖNCE YÜKLEMEYE CALIS BEYNINE !!! Varsa taktirinde basarirsin , sen dene . DUA dan hic sasma güzel kardesim edecegin dua da ALLAH in taktirindendir. Allah bir kulunu hidayete nasip etmisse o kuluna dua etmeyi programlamistir kaderine Sana bir recete vermek isterim nolur beni yanlis anlama . Acilen gururunu bir kenara birak ,bilgilik taslama böbürleneni 3000 defa Nas suresini idrak ederek okumani tavsiye ediyorum acilen . Cünki cok karisiksin muhtemelen cinlerin telkini altindasin . Dua et , cünki dua insanin derunundaki rabbani kuvveleri harakete gecirir.Olaki nasibinde vardir. Allah in hidayet etmesinin isaretidir dua, kisinin mutlulugu ve huzurunu dilemisse yaradan önceden ona dua etmeyi taktir etmistir !!! -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Allah in Kurani Kerimde birimlerin kendine özgür iradelerini olmadigini bildirmesi ve buna ragmen Resulüne söyle yap böyle yapin diye buyruklari seni sasirtmasin. Bir senaristin filim icinde figuranlara talimat vermesi sasirtici olmamasi gerek , hatta bu filmin nasil bitecegini bilmesine ragmen. Cünki orada islenen bir konu sadece , düsünülmüs bir konu. Sen olayi bir birim olarak yani bir insan olarak degerlendirdigin icin tüm olaylara Allahtan gayri vücud sahibi varmis gibi düsünüyorsun, buda sana Resulünü veya bizi yaniltiyor gibi geliyor . OYSA, VAHDET demek ALLAH tan gayri veya ayri hicbirsey yok demektir .Hic birsey vücud kokusu dahi almamistir. Allah ta bunun böyle bilinmesini Kur `ani kerimde Ihlas Suresinde izah etmistir. Bu sübhesiz haddini bilmeyen adem ogluna acikca beyan edilmistir . Ben sana bilgi veya ilim taslamiyorum . Neden sana bunlari acilma geregini hissettim ? Forumdaki tüm yazilarin senin kaoslarda oldugunu acikca gösteriyor , sen bunun farkinda degilsin. Iyi düsün senin ilmine göre insan nefes dahi almamali cünki ezelde taktir olunana karsi gelmektir bu . Dua etmemeli , cünki Allah in taktirine karsi gelmektedir. Iyi o zaman , namazda kilmayalim, oruc turmayalim , nasil olsa hersey taktir edilmis . ELBETTE ALLAH HERSEYI TAKTIR ETMIS . Melek , ve Cin diye bizim göremedigimiz varliklardanda bahsediyor ALLAH , ne dersin ? Bak kardesim lafin özü su : ALLAH in programi su bana göre . Melek ve Cin alemi Kitap lar - yani bilgiler. ( insanlar kitap denilince bugünki altin yaldizli sayfa saniyorlar herhalde ) Resuller Insan alemi Hayvan alemi Bitki , canli cansiz nebat Evren . veya yeryüzü , dünyalar Bu varsaydigimiz hersey aslinda YOK , var ama sadece ilimden ibaret !!! Nasil sen kafanda birsey canlandiriyorsun ,iste öyle bir sey. Simdi bu siralamayi geri kombine yapalim istersen ; Yeryüzünde ve evrenlerde yasayan bitki ve hayvan alemi ile birlikte Insanlarinda yasadigini , bu Insanlara Nebi ve Resuller gönderildigi , ve bu Nebi ve Resullerin kendilerie Melekler araciligi ile bilgiler ilham olundugunu ( kitaplar gönderildigini ) , ve tüm bunlardan murad sadece ins ve cinlerin Allah a olan kullugu vurgulanmasidir . Bu kulluktan murad Allah in sadece kendini seyretmesidir , Resulullah in bunu " zerre küllün aynasidir " seklinde yorumuda eklenirse . SU cikiyor karsimiza mana itiari ile . Senin insan dedigin , hayvan dedigin, tas , bitki , ot , söz , fiil kavramlar,kisacasi hic biri ESASEN YOKTURLAR , VAR OLAN SADECE O KENDISI. Bizim seninle ele aldigimiz bu konuya KADER ve TAKTIR konusuna yani , Allah ü teala bu noktaya kadar ilim vermis sinirini burada belirlemistir !!! Biraz öteye gecmeye calisanlar kaybolmuslardir , ki sende bu kaybolmuslarin arasinda degilsindir umarim. Amel ediniz , herkese ameli kolaylastirilmistir ! cennetlik olana cennetlik fiiller , cehennemlik olana cehennemlik fiiller kolaylastirilmistir . Sen niye Allah hem taktir etmis hem de niye söyle yap böyle yap diye emir eder diye sorarsan sayet , veya sorarlarsa eger , sorunun cevabini Allah Ihlas suresinde vermis , tüm cevaplar insanoglunun bu Surenin icinde, bu Sure seni hicligine kavusturacak Sure. Hicligine kavustugun zaman ancak seyredersin alemi , sormassin bu neden niye diye .... KALDIR KENDINI ARADAN , CIKSIN ORTAYA YARADAN Halife olmanin amaci sadece Allah a ermek , Allah a ermek icin hersey birer aractir,bu insan olsun , nebi olsun Resul olsun, melek olsun, kitap olsun. Hersey Halifeligin geregi olan Allah in ismi sifatlarinin idrak ve yasanmasi icin halkolunan sebeblerdir !!! Allah `a ererse bir kisi , sormaz artik bu neden ve nicindir . Yasar hicligini ve seyreder alemi . Yakmaz artik onu hic bir sey. O artik Korunanlardan ve Arinmislardan olmustur . Ermistir Onun gözüne artik hic bir sey cirkin görünmez , hersey yerli yerince ve güzeldir onun icin . Yaradan herseyi güzel yaratmistir onun icin . Varliligi sadece Allah in varligi ile kaimdir onun. En büyük mertebe HIC lik mertebesidir artik onun icin . Kendini bir birim kabul eden ilk Iblis ti.O bugünki müslümanlardan daha cok idrak etmisti varligin , yaradilmis oldugunu kendi lisani ile defalarca itiraf etmistir Kur ani kerimde.Ona ragmen iltibasa ( ikileme düstü ) neden ? Senaryo böyle idi , Maridye nefs mertebesinden en asagiya düsmesi gerekecekti. Neden ? Allah ü tealanin bir cok Ismi manalari bu mertebelerde anlasilacakti , idrak edilecekti. Cennette sabir ismi nin manasi anlasilmayacakti mesela, sabrin ne oldugu sadece birim boyutunda yasanacakti cünki. Buna benzer Allah in bir cok Ismi sifati yeryüzünde yasanmasi icin dirki Halife yaratildik . Ve emin olunuzki yapmakta oldugunuz her fiiliniz halifeliginiz geregidir. Allah in kul olarak yarattiginin O nun dileginin , iradesinin , isteginin , nasil adlandirirsaniz adlandirin disina cikmasi mümkün degildir. Hersey hal ve vaziyeti ile ona boyun eymektedir . Bize göre farkli görünsede , algilansada . Hakkini helal et güzel insan .
-
Hz. Muhammed'e çirkin saldırı!
Selam üzerinize olsun, Resulullah a yöneltilmeye calisan cirkin hitap ve fiiller hakkinda Mü`minleri sogukkanliga davet ediyorum. Ürünlere boykot veya cehalete ayni derecede cehaletle karsilik vermek Akilci bir yöntem degildir. Akli Selim bir Müsliman bu tür provakalara aldanmaz . " köpek denize pislemekle , deniz pislenir mi sandin ? " " günesi üflemekle , günes söner mi sandin ? " Mevlana gökyüzündeki yildiza tüküren kisi ,yildiza mi tükürmüstür ? yoksa kendi yüzüne mi? bu fakir Bir Köpegin bile rizkini esirgemeyen Allah a ragmen bizler kim oluyouz da bir baskalarin rizkina engel olmaya calisiyoruz ? Cahilin kalemi var istedigini karalayip duruyor , " Allah isteseydi herkes iman ederdi " Ayetini ne tez unutuyoruz ??? Cehalete cehaletle cevap verilmez . Cahilin yaptigi fiil ve ettigi sözü ne Islam dini muhatap alir nede O dinin tebligcisi olan Resulullah !!! Intternette ne siteler var Resulullah in yedi ceddine küfür savuranlar ! hemde ( türk ) hangi birini yargilayacagiz ? Allah kendi din ve Resulünü bizden iyi korur emin olunuz . Kaale almaya degmeu bu tip provakalar !!! Yoksa tüm dünyaya 11 Eylül den bu yana hic bir sey degismedigini vurgulamis olursunuz sadece. Mü `min bu tür oyunlara gelmez,ALLAH herseyi hakkiyle gören ve bilen ve bizzat Taktir edendir. Saygilar
-
taklitci olmayin
TAKLITCI OLMAYIN Taklitçi olmayın, güdülen durumundan kurtulun! İlim sahibi olun ve yaşantınıza kendiniz yön verin! Soru ilmin yarısı ise, kapasiten ne kadar çalışıyorsa, o kadar soracak sorun var demektir. Kişi soracak soru bulamıyorsa, o zaman da kafası çalışmıyor demektir. Hiçbir şeyi taklit yollu yapmayacaksın; eğer, “ben bir insanım” şuuruna sahipsen!. O böyle yapıyor, ben de böyle yapayım demeyeceksin!. “İnsan, en şerefli mahlûktur” denilmiştir. İnsanlık şerefine ulaşmanın ilk basamağı, neden, niçin suallerini kullanmakla başlar. Benim Kitabım Kur'ân!.. Tâbi olduğum kişi de Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâm.!. İmân ettiğim, yakînine erdiğim varlık, "ALLAH"!. Ben bütün insanları severim. Hiçbir insanı ayırmam. Hangi görüş, hangi düşünce, hangi din, hangi mezhep, ne olursa olsun. İmânlı olsun, imânsız olsun!. Hepsini severim. Hepsi de insandır, birer değerdir. ALLAH’ın yaratmış olduğu varlıktır. "Allah", gereksiz, yersiz iş yapmadığına göre, "Allah'ın" her yarattığı bir hikmete bağlı olarak yaratılmış olduğuna göre, bir değerdir. Öyleyse ben, var olan her varlığı severim. Size tavsiyem; insanlar arasında hiçbir şekilde ayrım yapmayın!. Onlar arasında ayrım yapma hakkı, sadece ve sadece onları yaradana aittir. Ben, O'nun bir hikmetle yarattığı varlığı hor görmem, hakîr göremem. Varsa onun eksiği kusuru, ALLAH’ın indinde o, ALLAH'la onun arasında olan bir şeydir. Hz. Muhammed Aleyhisselâm'n getirdiği din anlayışındaki insana bakış açısı budur. Benim anlayışımda insanlara zorlama yoktur. İnsanlara şunu yap, bunu yapma demek yoktur. Ben bilebildiğim kadarı ile; şu, şöyle yapılırsa böyle yarar sağlar, yapılmazsa şöyle zararı olur, diye izah ederim. O kişi artık nasıl dilerse öyle davranır, ister yapar, ister yapmaz. Çünkü, temeldeki prensip: "İslâm dini uygulanmasında zorlama yoktur!" Niye yoktur?.. Çünkü, zorlama ile insanlara bir şey yaptırmanın yararı yoktur. Şeklen, eliyle ve diliyle yapıyordur ama, içiyle yapmıyordur. Zorlama, insanı Münafıklığa sokar. İmânlı olanın imanını elinden alır. Onun içindir ki, dinde zorlama yoktur. Hz. Rasulullah’a gelen hitap; “Onları uyar! Tebliğ et!.. Sen onlar üzerinde zorlayıcı değilsin! Vazifen bu kadardır!.” Allah'ın yaratmış olduğu her bir birimde bir hikmet, bir kemalât, bir güzellik vardır. Ama, yanlış işler yapıyor?.. Yapar!.. Hepimiz yanlış iş yapıyoruz. Yanlış iş yapıyor diye başkasını suçlayacağımıza, önce kendi yanlışlarımızı görelim, onları düzeltelim. Öbür tarafa gittiğimizde bize falâncanın, filâncanın yanlışlarını sormayacaklar. Kendi yanlışlarımızın pahasını ödeyeceğiz. Öyleyse, burada kendi yanlışlarımızı düzeltmeye bakalım. Allah, bizi, başkalarını terbiye edelim diye yaratmadı. Kendi kendimizi terbiye edip, geliştirip, Allah’ı bilip, bulup, anlayıp, O'na yakîn elde edelim diye yarattı!.. “Allah” diyoruz! Hangimiz, bu kelimenin mânâsını biliyoruz?. "İnsan"a “Eşrefi Mahlûk” deniyor! Niçin?.. Yaratılmışların en şereflisidir. Ancak, yaratılmışların en şereflisi olabilmesi için aklını kullanabilmiş olması lâzım. "Aklı" olmayanın "imânı" da olmaz!. İman da akla bağlıdır. İmân olabilmesi için şuurun yerinde olması lâzımdır. Sarhoşun imânı olmaz!. İmân olabilmesi için belirttiğimiz gibi mutlak ve mutlak şuurun yerinde olması lâzımdır. Sarhoşun şuuru yerinde değil!. Onun için, Hz. Rasûlullah diyor ki; “İçki içip, sarhoş olarak ölmüş kişi, imânsız olarak ölür.” Sarhoş olmuş insanda şuur durur. Şuur durmuş bir vaziyette vefat ederse ne oluyor? Şuursuz bir vaziyette imânsız olarak vefat etmiş oluyor. Hz. Rasûlullah’ın her söylediği mutlaka belli bir sebep ve hikmete göre söylenmiştir. Ama, ne yazık ki, bizler araştırmıyoruz. Ne demek istemiştir diye araştırma yapmıyoruz, sorgulamıyoruz. Hz. Rasûlullah’ın söylediği sözler, kişinin şartlanmasına ters düşünce, hiç araştırma yapmadan, düşünmeden, ”olmaz böyle bir şey,” diyor. İyi ama, senin şartlanman lokalize bir şartlanma, lokalize bir değer yargısı!. Birisi Türkiye’nin bilmem neresinde doğmuş, büyümüş... Bu kişi, doğduğu toplumun değer yargılarına göre yetişmiş, büyümüş, oranın şartlanmalarına göre hareket ediyor. Diğeri ise Avrupa’nın bilmem neresinde büyümüş, yetişmiş... O da, içinde bulunduğu toplumun şartlarına göre hareket ediyor, olayları değerlendiriyor. Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı değerlendirebilmek için evvelâ evrensel düşünebilme kapasitesine ulaşmak lâzım. Böyle bir kapasiteye ulaşmamış, göresel değer yargıları ve şartlanmaları olan insanların, Hz Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’ı anlamaları ve değerlendirebilmeleri asla mümkün değildir. Yöresel değer yargılarından arınıp, evrensel düşünebilmek düzeyine çıkabilen biri ancak Hz. Rasûlullah’ı değerlendirebilir. Hz. Muhammed s.a.v. sistemi "OKU"duktan sonra, İslâm Dini'ni tebliğ etti. Sen SİSTEM'i "OKU"dun mu?.. Hayır!.. O halde, şartlanma yoluyla gelen birikimler insana gerçeği göstermez!. İnsan, aklını ve mantığını kullanabildiği kadar değerlidir. Tarih, insana gerçeği değil, saptırmaları gösterir. Ne Emevi, ne de Abbasi tarihine inanırım. Ne Âlevi tarihine, ne de Sünni tarihine inanırım. Efendimizden 30 sene sonra, saltanat devirleri başlamış. Sultanların yönetimi altında tarihçiler, tarih yazmaya başlamışlar. Sultanların, diktatörlerin baskı rejimi altında yazılan tarihlere ne kadar inanabilirsiniz ki? Şimdi, bu dedikodularla kafanızı yormak yerine, yaşamın gerçeklerini görüp, değerlendirmek ve o gerçeklere göre de hayatımızı bir düzene sokmak gerek!. Ne yapacağız, bunun için?.. Bunun için Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ın karşısına oturacağız. Onun dediklerini anlamaya çalışacağız. Onun anlattıkları istikametinde Kur'ân'ı anlamaya çalışacağız. Ve, Kur'ân'ı anlamak için de, yaşamın gerçekleri ile âyetleri özdeşleştirerek, bütünleştirerek, deşifre etmeye çalışacağız. Yaşamın gerçeklerine, SİSTEM'in gerçeklerine uymayan bir şeyin Kur'ân'da olduğunu söylerlerse, onu söyleyene kesinlikle uymayın! Çünkü Kur'ân, Yaşamın ve Sistemin gerçeklerini açıklayan bir Kitap'tır. Bunu başka türlü nakleden ya ard niyetlidir, ya da Kur'ân'ı anlayacak bilinç düzeyine sahip değildir. Kurân'da, akıl ve mantık dışı tek bir hüküm yoktur. İslâm Dini'ni kabullenmenin şartı: Hz. Muhammed Aleyhisselâm'ın Nebilerin sonuncusu ve Allah Rasûlu olduğunu kabul etmek; ''Allah'' adıyla işaret edilene iman etmek; Ölüm sonrasında hayatın devam edeceğine inanmak; Her şeyin Allah’ın kuvvet ve kudretinden, O'nun takdiri ile meydana geldiğine inanmak... Bunlara inandığın anda sen "mü’min"sin!.. İslâm'da, kimsenin kimseyi ne dine alma ve ne de dinden çıkarma hakkı vardır. Din konusunda kimse kimseye hesap verme zorunda değildir. Herkes hesabını ALLAH’a verecektir. Bu konu bu kadar açık, basit ve net iken, bu konuyu zorlaştırırlarsa, bunun hesabını çok ağır öderler. Halbuki, Hz. Muhammed Aleyhisselâm diyor ki: “İnsanlara kolaylık gösterin, zorlaştırmayın!. Sevdirin, nefret ettirmeyin!." Halkın müslümanlık anlayışı başka; “Namaz kılıyorum, oruç tutuyorum; o halde ben müslüman’ım,” düşüncesi hakim. Geçenlerde, “elhamdülillah ben müslüman’ım” diyen birine; “Peki sen öldükten sonra ne zaman dirileceksin?” diye sordum. Cevap olarak; “Kıyamette dirileceğim,” dedi.. Dedim ki, “ “Bak, sen şu anda 'elhamdülillâh müslüman’ım,' diyorsun ama, İslâm Dini'nin esas inancını benimseyememişsin!. Çünkü, hiçbir insan ölüp de kıyamette dirilmez!. Bütün insanlar, ölüm dediğimiz olayla birlikte boyut değiştirip, aynen kaldığı yerden yaşantısına kesintisiz devam eder. Bütün insanlar diri diri mezara girer, aklı başında ve şuurlu olarak!. Ölüm, bu bedenle kişinin alâkasının kesilmesi ve bu beden üzerindeki tasarrufunun kalkmasıdır. Ölüm yok olmak değildir. Kişi kesintisiz olarak ruh boyutuyla yaşamına şuurlu olarak devam eder..” diye açıklama yapmak durumunda kaldım. Kişi rüyâ görürken, rüyânın içinde iken; “Ben bu rüyayı beğenmedim, biraz da başka tarz bir rüya göreyim,” diyerek gördüğü rüyayı arzusuna uygun olarak değiştirebilir mi?.. Hayır!.. Aynı şekilde, tüm dünya yaşamında beynine, “ben bu bedenim!.” düşüncesi yerleştiği için, ölümü tatma anından itibaren bu bedenle ilgin tamamen kesildiği halde ve ruh bedenle yaşam boyutuna geçmiş olmana rağmen, bu fizik-biyolojik bedeni bırakıp gidemiyorsun. Ruhuna yüklenmiş olan kayıtlar; “ben bu bedenim” şeklinde olduğundan, sen de cesetle birlikte diri diri toprağa giriyorsun. Üzerine toprak atılıyor ve orada kalıyorsun!.. Bu dünyada yaşadığın süreç içinde “ben bu beden değilim“ bilincini oluşturamadığınız sürece âkıbet budur. Yanarak ölen biri için de, aynı şey!. Kendisini beden zannettiğinden, korkunç bir acı çekerek, bedeninin yanışını seyrediyor. Bir rüyâda boğazını kestikleri, veya vücuduna bıçak sapladıkları zaman ne hâle geliyorsun?. Rüyada gerçekten bedene verilen bir ezâ, cefa var mı? Hayır!. Ama, öyle olmasına rağmen o rüyada ne hâle geliyorsun, bir düşün! Oysa olay, ruh boyutunda oluyor. İşte kişi, kabre girdiği zaman da olay, tamamen ruh boyutunda cereyan ediyor. iyi aksamlar ,
-
allah faili muhtar olmayıp mucibun bizzattır
Selam üzerinize olsun, Sayin Kürsat Otcu, meseleleri anlatirken cümleler uslub bir dille ve mümkünse her üc cümlede bir veya durumuna göre bosluk birakirsaniz iyi olur diye düsünüyorum. Bizim icin algilamasi daha iyi olur, eger konularin anlasilmasini ümid ediyorsaniz, bunu elestri saymayiniz lütfen. Tesekürler. Cüzi Irade , Insanin kendine ait özgür bir iradesi olmasini hayal bile edemiyorum. ALLAH in yaninda veya ALLAH ve düsünmek ne kadar mantiksiz ,hele hele Ahadiyet makamini taniyanlara elbette . Konunuza hemfikir olmamla birlikte , daha sade bir dille okurlara yardimci olmak istiyorum. FAKR im la iftihar ediyorum bende cok sükür , ALLAH indinde hicligimi idrak etmeye calisan biri olarak . Allah her bir birimin gelecegini an be an bilir diyoruz , sübhe etmiyoruz hatta bu konuda, Allah tan izinsiz bir yaprak dahi kimildamaz diyoruz laf basina gelince , Allah in taktirini herhangi bir tanidigimiz insani beklemedigimiz anda kaybettigimiz an hatirlar ,( taktir böyle imis deriz ) Sorsaniz Allah oynanacak olan maclarin skorlarinida bilir mi diye ? ne derler acaba ? Sübhesiz evet diyecekler , dilde . Allah ta resulüne cok defa onlara sorarsan evet diye cevap verirler , sübhesiz onlar gercegi örtenlerdendir buyurulur !!! TIPKI ; 2 cevab var : Ya Allah oynanacak olan maclarin skorlarini önceden bilmiyor , sadece seyrediyor , oda sonunda ögrenecek ( HASAA ) bu durumda O nu bilgisizlikle kayitlamis oluruz , ki Allah bu sekil degerlendirenlerden taktir etmemis olsun. Ya Allah her macin skorlarini bilir , macin icindeki gececek pozisiyonlari an ve an biliyor önceden. Birince cevap Allah i ACZ iyetle sinirlamaya calismak olur, ikinci cevap olan ve olusacak olan her fiil in , FAIL i O anlamina gelir, Elbette ikinci cevap dogru olan. Ya sizinde söylediginiz gibi insanlar Kur `an daki tüm meselelere beseri deger yargilarla yaklasmislar,dolaysi ile Kur `an bugün tam anlasilamamistir. Kur `an arapca degil - Kur`an ALLAH ca dir . Kur `ani arapca okumaya calisanlarin hali ortadoguda ve dünyada durumlari belli , ki buda TAKTIRDENDIR . Oysa Resulullah sünnetullah üzre gelmemismiydi ? Allah ahlaki ile ahlaklanmak degilmiydi olay ? Allah ahlaki ile sereflendirilecek olan Insan imtihana tabi tutulurmu ? buda ayri bir soru . Körlerin Fil i izah etmesinden farksiz olan bugünki Islam anlayisi ile karsi karsiyaz. Bu günki kader anlayisi ile , Taktir anlayisi ile hic bir konu acikliga kavusmaz . Insanoglu yukarilardan birseyler beklemeyi terketmedikleri sürece hidayete eremiyecekler . Yukarida ve ötelerinde bir tanri anlayisi icinde yasayan , ve o inandiklari tanriyi ALLAH ismi ile etiketliyen topluluklari Allah hidayete erdirmiyecek taktire göre. 90 dakikalik macin oyuncularindan al teknik kadroya kadar, saniye saniye neler olacagini bilindigine göre , elestirilerimizi yaparken kimi ve ya neyi elestiriyoruz acaba ??? Oynanmis maclarin tekrarini izliyoruz , ve bundan gafletteyiz , NE YAZIK. Ya Allah in 99 ismi manalari var , biz daha Allah bizleri sadece ibadet ve imtihan icin yaratti diyoruz EL INSAF. NERDE KALDI BIZIM HALIFELIGIMIZ , yeryüzünde 2 milyar ( müslüman ) kaci haberdar halifeliginden ? Neyse ey güzel insan , bu FAKR in dili sülci lisan olduysa affola , ALLAH HADDINI ASANLARDAN EYLEMESIN - Amin. ALLAHA emanet ol
-
cahiliye toplumunda kadin karakterleri - 1
Üstelik dedikodu yapan bu insanlar, aynı şeyin kendileri için de muhakkak yapılacağını, bunun cahiliyenin kesin bir kuralı olduğunu bilirler. Ama bundan hiç hoşlanmazlar. Başka kişilerin kendileri hakkında konuştuğunu duyduklarında büyük bir sıkıntı yaşarlar. Ama kendileri için son derece hassasiyet gösterirken, başkalarının canının yanmasını umursamadan böyle çirkin bir tavra başvurabilirler. Arkadaş toplantıları Ev kadınlarının vazgeçemedikleri en büyük alışkanlıklardan biri de kendi aralarında "gün" adını verdikleri, kadın kadına yapılan yemekli toplantılardır. Böyle bir toplantıda, yaptıkları kek hakkında aldıkları bir övgü onların mutlu olması için yeterli olurken, yine aynı şekilde eşleri izin vermediği için bu toplantılardan birine katılamamış olmak da belki haftalarca süren bir huzursuzluk ve mutsuzluğa neden olur. Bu onların ne kadar sınırlı ve küçük bir dünyada yaşadıklarını görmek açısından dikkat çekicidir. Çünkü bu tip toplantılarda konuşulanlar, yapılanlar bu kişilerin ahiretlerine bir fayda sağlamaktan uzaktır. Söz konusu toplantılar, bu insanları dünyaya çekmeye yöneliktir. Ahireti, herşeyin yaratıcısı olan Allah'ın yüceliğini, Kuran'da emredilen güzel ahlakı yaşamayı hatırlatmak yerine boş konular tartışılır, gereksiz olayların kritikleri yapılır. Önceki bölümde bahsedilen dedikodular, televizyonlarda yayınlanan pembe dizilerin en son bölümünde olup bitenler ya da kek pasta tarifleri bu toplantılarda konuşulan en hayati konuları oluşturur. Televizyon izlemek Cahiliye toplumunda ev kadınlarının yaşamlarının büyük bir bölümü televizyon karşısında geçer. Ancak elbette bu sadece kadınlara has bir alışkanlık değildir. Aynı şekilde eşlerinin ve çocuklarının da katıldığı bu saatler, cahiliye toplumunun en özel zevklerinden ve en önemli meşgalelerindendir. Ne izledikleri ise çoğu zaman o kadar da önemli değildir. Asıl önemli olan oyalanmak ve yaşadıkları sıkıntılı ortamdan biraz olsun uzaklaşabilmektir. Gün boyu her ne iş yaparlarsa yapsınlar sürekli televizyonları açık olur. Fakat özellikle de "pembe diziler" adı verilen günlük diziler başladığı zaman neredeyse televizyon ekranına "kilitlenirler". Bu dizilerde yaşanan romantizm onlara ayrı bir haz verir. Bu nedenle de tüm günlük programlarını bu dizilerin saatlerine göre düzenler ve bir yere gitmeleri gerektiğinde bile bir şekilde dizinin video kasetlere kaydedilmesini sağlarlar. Eğer böyle bir imkanları yoksa, bu durumda da işleri biter bitmez bir komşudan ya da yakınlarından büyük bir heyecanla dizideki son gelişmeleri öğrenirler. Kendilerine bu pembe diziler yerine, ufuklarının gelişmesine yönelik, daha kaliteli filmler, kültürel ya da sanatsal içerikli programlar önerildiğinde bile cahiliye kadınları yine de bu dizilerden vazgeçmek istemezler. Çünkü onların dünya görüşlerini, hayatlarını ve zevklerini en iyi yansıtan programlar bu dizilerdir. Yanlış olan sadece tercih ettikleri dizilerle de sınırlı değildir. Ev işlerinden ve çocuk bakımından arta kalan tüm vakitlerini miskin bir şekilde televizyon karşısında oturarak geçirirler. Televizyon seyretmek elbette ki sakıncalı birşey değildir. İnsan bu şekilde vaktini çok güzel ve fayda verecek şekilde de geçirebilir. Ama tüm vakti bu şekilde geçirmek ve daha önemli ya da daha faydalı bir iş söz konusu olduğunda yine de bu alışkanlıktan kopamamak yanlış bir tavırdır. Telefon sohbetleri Cahiliye toplumundaki kadınlar sabah kalkar kalkmaz ilk iş olarak telefonun başına geçerler. Günlük haberleri öğrenmek ve son dedikoduları aktarmak için arkadaşlarının her birini teker teker ararlar. Aile içinde gelişen son olayları, eşleriyle aralarında geçen tartışmaları, alışverişte neler aldıklarını, eve hangi misafirin geldiğini, neler konuştuklarını hiç üşenmeden tek tek anlatırlar. Bu telefon konuşmalarının bir kısmı saatlerce sürer ama konuşmaların çoğu hikmetsizdir. Sosyetik kadın karakteri Sosyetede gelişen kadın karakterinin temelde "ev kadını karakteri"nden pek bir farkı yoktur. Kişilik özellikleri ve alışkanlıkları birbirine çok benzerdir. Ancak sosyete ortamındaki şartların ve imkanların orta halli bir ev kadınınkinden daha farklı olması, farklı alışkanlıkları da beraberinde getirir. Bu kimseler yaşadıkları çevreye ayak uydurma endişesine kapılmışlardır. Bu nedenle de kendi istekleri, zevkleri ya da alışkanlıkları doğrultusunda değil de, daha çok sosyetenin beklentileri yönünde hareket ederler. Sosyetenin beklentileri ise para ve hava atma üzerine kurulmuştur. Bu nedenle bu hayat tarzını benimseyen kadınlar günlerini öncelikle sosyetede, o günlerde moda olan faaliyetleri takip etmek ve mümkün olduğunca bu hayata ayak uydurmaya çalışmakla geçirirler. Söz gelimi herkesin gittiği tatil merkezlerine gitmek, lüks terzilere kıyafet diktirmek, sosyete kuaförlerinde ya da solaryum merkezlerinde dedikodu yapmak, lüks restoranlarda buluşup öğlen yemekleri yemek, pahalı mağazalardan ya da yurt dışından alışveriş yapmak, en önemlisi de tüm bunlarla birbirlerine 'hava atabilmek' sosyete kadınlarının dünyasını özetlemek için yeterlidir. Dıştan bakıldığında çok renkli bir hayatları varmış gibi görünse de aslında onların hayatı da en az ev kadınlarınınki kadar monotondur. Her gün öğlenlere kadar uyuduktan sonra günlük gazetelere ve sosyete haberlerinin yer aldığı magazin dergilerine bir göz atar ve ardından da günlük programlarını yapmaya başlarlar. Gün boyunca akşam katılacakları davette ne giyeceklerinin hazırlığını yapar, kuaföre gider sonra da gece geç saatlere kadar bu davetlerde vakit geçirirler. Gece hayatının verdiği yorgunluk ve fiziksel yıpranma nedeniyle genellikle kötü bir uykunun ardından baş ağrısıyla uyanırlar. Onların günlük hayatlarında, ev kadınlarının karşı karşıya olduğu ev temizliği, çocuk bakımı gibi konular daha az yer kaplar. Genellikle bu tip sorumlulukları yanlarında çalışan yardımcılarına bırakmış olmanın umursuzluğu içerisindedirler. Ancak hiçbir sorumluluk yüklenmemiş olmaları yaşadıkları umursuz karakterin daha da gelişmesine neden olur. Hayatlarında elde etmek istedikleri herşeyin önlerine hazır olarak gelmesi, çocuklarının, evlerinin başkaları tarafından yönlendirilmesi ve kendilerinden "sosyetik" olmaları dışında bir şey beklenmiyor olması onları çok kısa bir süre içerisinde tatminsizliğe ve büyük bir boşluğa sürükler. Elde etmek istedikleri bir şeye sahip olur olmaz, bu konudaki isteklerini ve şevklerinin yitirirler. Bunun ardından hemen yeni bir şeye kendini kaptırır, onun peşinden koşmaya başlarlar. Maddi anlamda istedikleri pek çok şeye sahip olurlar, ancak hiçbir zaman manen huzurlu olamazlar. Ne evliliklerinde ne de arkadaşlıklarında sadakat, güvenilirlik, sevgi, saygı gibi özellikleri bulamazlar. Görüldüğü gibi çözümü bu karakterde arayan kimseler de aslında yine tatminsizlik ve huzursuzluk içerisindedirler. Dünya hayatının tüm imkanlarını devreye soktukları halde mutlu olamazlar. Sosyetede yaşanan dejenerasyonun etkisi tüm hayatlarına yansır. Böyle bir yaşantıda, yalancılık, sahtekarlık, basitlik gibi her türlü ahlaksızlık son derece normal karşılanır. Kendi ahlak bozuklukları dönüp dolaşıp kendilerine zarar verecek hale gelir. Kendileri dedikodu yaparlar ama başkaları da onları çekiştirip durur. Özel yaşamları hakkındaki her türlü ayrıntı hatta bazen de asılsız iftiralar kolaylıkla etrafa yayılır. En yakın arkadaşlarına verdikleri bir sır ertesi gün magazin dergilerinde manşet olur. Onlar başkalarına karşı yapmacık bir sevgi ve sahte bir dostluk anlayışıyla yaklaşırlar. Ama kendileri de aynı şekilde karşılık görürler. Hiçbir zaman gerçek, candan bir dostları olmaz. Kimseden samimi düşüncelerini yansıtan samimi konuşmalar duyamazlar. Edilen her iltifat, söylenen her söz yapmacıklığa dayalıdır. Ne arkadaşlıklarında ne de evliliklerinde asla sadakati yaşayamazlar. Eşleri de dahil olmak üzere kimseye güvenemezler. Seçtikleri bu hayat tarzı da diğer cahiliye karakterleri gibi dinden uzak sistemin bir ürünüdür. Bu nedenle de mutlaka açmazdadır. Ancak tüm yaşamları boyunca yaşadıkları sıkıntılı ortama rağmen mutluluğu yine de dinde, güzel ahlakı yaşamakta aramazlar. Aynı bozuk sistem içinde çözümler bulmaya çalışırlar ama bunda başarılı olamazlar; gitgide daha da açmaza girerler. İŞ KadInI Karakterİ İş kadını karakteri toplumda ev kadını karakterinden daha çok itibar görür. Çünkü ev kadınından daha önemli idealleri ve daha kayda değer sorumlulukları olduğu düşünülür. Nitekim iş kadını olmaya karar veren kişinin asıl amacı da, ev kadını kimliğinden ve bu kimliğin neden olduğu kompleksten kurtulup daha itibarlı bir konuma gelebilmektir. İş hayatı ona herşeyden önce farklı bir kimlik kazandıracak, "kendi ayakları üzerinde durmasını" sağlayacak ve onu erkeklerle büyük ölçüde eşit şartlara getirecektir. Nitekim cahiliye toplumunda bir iş kadınından beklenen de budur. Dinden uzak yaşayan insanlar için en önemli kıstas maddi güç yani para olduğu için, bu imkana sahip kadınları diğerlerinden üstün görürler. Bu insanların sahip olduğu ahlak değil, sahip oldukları banka cüzdanları, tapular, şirket yetkileri bir saygı sebebidir. İşte toplumdaki bu kıstasların farkında olan iş kadınları da işlerine büyük bir hırsla sarılır ve sahiplenirler. Mesleklerinde ne kadar başarılı olurlarsa o kadar şahsiyet kazanacaklarına inanırlar. Bu nedenle de işyerindeki herkese karşı kendilerini ispatlama yarışına girerler. Eğer o işyerinde çalışan erkeklerin üst kadrosuna geçebilirlerse bunu büyük bir başarı olarak kabul ederler. Bu onların komplekslerini tatmin edebilmeleri için çok önemli bir fırsattır. Etraflarına sürekli emirler yağdırır, yanlış yapılan ya da geciken bir iş olduğunda bu kimseleri herkesin ortasında azarlamaktan çekinmezler. Bir yandan erkeklere karşı kendilerini bu şekilde ispat etmeye çalışırlarken bir yandan da işyerindeki kadınlarla rekabete girişirler. Her fırsatta onların beceriksizliğini dile getirerek kendilerini ön plana çıkarmaya çalışırlar. Ev kadını karakterinden sıyrılmış olmaktan dolayı sevinir ve yaşadıkları bu hayatla mutlu olurlar. Oysaki değişen çok az şey olmuştur. Belki dünyanın sorunlarından biraz daha haberdar olmuş, biraz daha fazla sorumluluk almış ve biraz daha şahsiyet kazanmışlardır, ama temelde yaşadıkları kadın karakteri yine aynı şekliyle durmaktadır. Değişen sadece mekanlar ve kişiler olmuştur. Evinin, ailesinin sorunlarını kafasına takıp, kocasıyla ya da annesiyle çekişen ev kadını gitmiş, yerine iş yerindeki sorunlarla ve çalışanlarla rekabete girişen, kendini ispatlamaya çalışan iş kadını gelmiştir. Dedikodular, çekişmeler, kıskançlıklar ya da duygusallıklar aynı hızıyla devam eder. Çünkü insanın içinde bulunduğu sıkıntılı yaşamdan, karanlık ruh halinden kurtulabilmesi cahiliyenin bir karakterinden diğerine geçmesiyle değil, ancak ruhunda Kuran'a uygun bir değişiklik yapmasıyla mümkün olabilir. İşte, iş kadınları bu önemli gerçeği göz ardı ettikleri için yine cahiliyenin klasik kadın karakterini yaşamaya devam ederler. SEKRETER KARAKTERİ Cahiliye toplumunda bazı meslekler diğerlerine göre daha havalı, bazıları ise daha sıradan bilinir. Sekreterlik pek çok mesleğe göre daha sıradan görülenlerdendir. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise kuşkusuz ki sekreterliğin başlı başına bir meslek olmayışı, çok fazla vasıf gerektirmemesi ve bu kimselerin bir kişinin yardımcısı olarak çalışıyor olmalarıdır. Bu nedenle sekreterler kendilerine meslekleri sorulduğunda çoğu zaman "asistanlık yapıyorum" gibi cevaplar vererek kendilerini daha nitelikli göstermek ister. Bu mesleğin toplumda fazla itibar sağlayacak bir özellik taşımaması nedeniyle, kariyer sahibi patronlarıyla ve onların yardımcısı olmakla övünmeyi tercih ederler. Oysa bir insanın temiz bir işte, helal yollarla para kazanabiliyor olması onun için yeterli olmalıdır. Hiç kimsenin cahiliye ölçülerine göre üstün bir mevkiye sahip olması, etrafındaki insanlardan itibar görmesi gerekli değildir. Bir insanı değerli kılan ve ona hem dünyada hem de ahirette güzel bir yaşam sağlayacak olan, Allah'ın rızasını gözeterek yaptığı işlerdir. Cahiliye ahlakı ise başta da belirttiğimiz gibi bambaşka ölçülere sahiptir. Bu değer yargılarını benimsemiş olan sekreterler de içten içe patronlarına karşı büyük bir hayranlık beslerler. Onları velinimetleri gibi görürler. Bu nedenle de kendi üzerlerinde her türlü hakka sahip olduklarını düşünürler. Ters tavırlarından, emirler yağdırmalarından ya da her türlü işlerini yaptırmalarından hiçbir şekilde alınmaz ve rahatsızlık duymazlar. Aksine onlar beklenilenin daha da fazlasını yapar ve patronlarını memnun etmek için büyük bir çaba harcarlar. Çünkü patronları bir anlamda onların geleceği demektir. Onları iş hayatında daha iyi bir konuma getirebilecek, çevre edinmelerini sağlayabilecek ve hatta eğer zorda kalırlarsa yardım elini uzatabilecek tek kişinin yine patronları olduğunu düşünürler. Aslında yaptıkları görevlerden çoğu bir sekreterin iş tanımında yer almaz. Ama cahiliye toplumunda sekreterler kendilerine verilen her görevi yapmakla yükümlüdürler. Bunu fırsat bilen patronlar da onları olabildiğince çalıştırırlar. Gün içinde sinirlenerek sekreterlerine sürekli bağırıp çağırırlar. Sekreterler tüm bunlara ses çıkarmaz, patronlarının yüzüne karşı güler, ama fırsat buldukça da arkalarından çekiştirirler. Bu arada sekreterler de patronlarından gördükleri iş ahlakını başkalarına uygularlar. Onlar da kendi çalıştıkları ortamda emirler yağdırıp işlerini yaptırabilecekleri birilerini mutlaka bulurlar. Bu kişiler genellikle çaycılar ya da temizlikçilerdir. J Özellikle üst düzeyde çalışan birinin sekreterliğini yapanlar, şirketin diğer çalışan elemanlarına karşı oldukça kibirli tavırlar gösterirler. Çünkü kendilerini büyük bir şirketin patronuna en yakın kişi konumunda görürler. Bu gerçekten de böyledir. Cahiliye sisteminde holding patronunun sekreterinin şirket içinde bir üstünlüğü vardır. Tüm müdürler patrona ulaşmadan önce onunla muhatap olmak zorundadır. Çoğunlukla patronun ruh halini sekreterinden sorarlar. Sekreterler de bu durumu fırsat bilerek, diğer çalışanlara sürekli emirler yağdırmayı, özellikle alt kademedeki personeli tersleyerek konuşmayı tercih eder. Bu karakterde yalan söylemek, tüm tavır bozukluklarına göz yummak, arkadan çekiştirmek ve ikiyüzlü davranmak gibi daha pek çok cahiliye tavrını görmek mümkündür. Tüm bunlar tek bir kişinin beğenisi kazanarak ondan menfaat elde etme amacını taşır. HEMŞİRE KARAKTERİ Hemşireler içerisinde bulundukları ortamdan dolayı doktorların çizdiği karaktere benzer bir karakter gösterirler. Onlar da gün boyu en ağır şartlar altındaki hastalarla iç içe yaşadıkları için hastaların tüm sorunlarına alışmışlardır. Hatta vicdani yönden iyice körelmiş olan bir kısmı, şefkat ve merhametle yardım etmek yerine sakin ve umursuz bir tavırla hastaları bekletmeyi, anlayışsız davranmayı ve hatta azarlamayı bile olağan tavırlar haline getirmiştir. Böyle kişiler, hastaların çoğunun hasta psikolojisiyle hareket ettiklerini ve durumlarını abarttıklarını düşünmekte ve kendilerinden talep edilen yardımı esirgeyebilmektedir. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, bunlar karşılıklı davranışlardır. Kötü bir tavır gösteren hemşirenin karşısındaki hasta kişi de cahiliye sistemini uygulamakta ve gerçekten de anlayışsız bir tavır sergileyebilmektedir. Aslında tüm bunlar cahiliyenin getirmiş olduğu sıkıntılı ruh halinin sonuçlarıdır. Acizlik içerisindeki hastaların kendilerine muhtaç olduğunu bilmeleri cahiliye karakterindeki kimi hemşireleri kibirli bir tavra yöneltir. Hastalara karşı üstten bakan, onları küçümseyen ve hatta bazen de aşağılayan bir tavır gösterirler. Çünkü kendileri muhtaç olunan insan konumundadırlar. Onlara göre bu kadar 'önemli insanların' sıradan insanlara karşı olan tavırları da doğal olarak kibirli ve ters olmalıdır. Birbirlerine karşı olan tavırları da hastalara olan tavırlarından pek farklı değildir. Herkese bulunduğu mevkiye göre davranırlar. Söz gelimi başhemşireye çok saygı gösterirken, diğer hemşireleri küçümserler. Ev kadınlarının fikirleri nasıl evin dört duvarı arasına sıkışıp kalmışsa, hemşireler de aynı karakterle hastane sınırlarına sıkışıp kalmışlardır. Bu dünya içerisinde kendilerini gözlerinde çok büyütür ve kibire kapılırlar. İnsanlara şifa dağıtanın kendileri olduğunu zanneder, sadece bir vesile olduklarını düşünmezler. Halbuki hasta yatağına yattıklarında kendilerine şifa veremediklerine, zararı engelleyemediklerine kendileri de açıkça şahit olurlar. Ama yine de bu inançlarından vazgeçmezler
-
cahiliye toplumunda kadin karakterleri - 1
ev kadini Ev kadını denince herkesin gözünde belli bir insan tipi canlanır. Sabahları erkenden kalkıp, kocasını ve çocuğunu uğurlayan, evi toplayıp temizleyen, kocasının ve çocuklarının çamaşırlarını yıkayan, ardından akşam yapacağı yemeği düşünen ve gününün çoğunu da mutfakta yemek yaparak geçiren bir kadın... İşte klasik olarak herkesin ev kadını denince aklına gelen özellikler bunlardır. Aslında bu rutin alışkanlıkların hiçbirinin özenilecek ve tercih edilecek bir yönü yoktur. Aksine pek çok insan için tüm bunlar hem yorucu hem de sıkıcı faaliyetlerdir. Ancak buna rağmen cahiliye kadınlarının çok büyük bir bölümü bu sahneleri hayranlıkla seyreder ve bir gün aynı şartlarda olabilmenin hayallerini kurarlar. Peki nedir bu hayat şeklini onlara bu denli cazip kılan şey? Sadece gelenek olduğu için mi özenirler? Yoksa hayatlarına bir renk katmak için mi? Bu seçeneklerin hepsi de doğrudur. Ancak bu hayatı son derece cazip görmelerinin sebepleri bu kadarla da sınırlı değildir. Bu sebepler kişilere, şartlara göre değişkenlik göstermekle birlikte genellikle çoğu kişi için ortak birkaç başlık altında toplanır. Bunlardan en önemlilerinden biri, genç kızların evlilikle birlikte kişisel özgürlüklerini elde edeceklerine olan inançlarıdır. Senelerce ailelerinin gözetiminde ve onların koymuş olduğu kurallar altında yaşayan gençler bu baskıdan kurtulmanın en kısa ve en kolay yolunun evlilik olduğunu düşünürler. Bu nedenle de çoğu zaman uygun buldukları ilk insanla evlenirler. Yoksa cahiliye kadınları bir yandan özenmekle birlikte diğer yandan da evliliğin getireceği zor şartların farkındadırlar. Ama sadece kendilerinin söz sahibi olup, kendi kurallarıyla diledikleri gibi yaşayacakları bir hayatın özlemi bu zorluklara aldırmamalarına neden olur. Artık kimse onlara karışmayacaktır; canları istediği zaman iş yapacak, istedikleri yere gidecek ve tüm bunlar için hiç kimseye hesap vermeyeceklerdir. Ancak elbette ki tüm bunlar sadece bir temenni niteliğindedir. Gerçek hayatta olaylar çok daha farklı gelişir. Evlilikle birlikte kadınların üzerine daha önce belki de hiç ilgilenmedikleri konularda hem maddi hem de manevi açıdan pek çok sorumluluk biner. Ayrıca artık kendi kurallarıyla yaşamaları ya da özgür hareket etmeleri gibi bir durum da söz konusu olmaz. Çünkü cahiliye sisteminde genellikle eve hakim olan taraf erkektir ve kadının tüm hayatını kendi kuralları ve kendi inançları doğrultusunda yönlendirir. Dolayısıyla değişen pek bir şey olmaz. Ailelerinin yerini artık eşleri almıştır. Ev kadınlığına özenmelerinin altında yatan bir başka önemli sebep de evliliğin sağlayacağı maddi imkanlardır. Özellikle de orta halli ailelerin kızları için evlilik, hayatlarının akışını değiştirebilmek için en önemli fırsat olarak değerlendirilir. Öyle ki, çoğu zaman genç kızlar aileleri tarafından "mantık evliliği" yapmaları konusunda uyarılır ve teşvik edilirler. Bu durumda genç kızın evlilikte ölçü alması gereken tek kriter para ve zenginlik olur. Ahlakından, tavrından ya da kişiliğinden hoşlandıkları bir insanla evlenmektense, kendilerine iyi bir gelecek sağlayabilecek ya da en azından ailelerinin içerisinde bulunduğu şartlardan daha iyi bir hayat sunabilecek birini tercih edeceklerdir. Buna karşılık onlar da gerekirse hayatlarının sonuna kadar erken kalkıp yemek yapmak, çocuk bakmak, çamaşır yıkamak, ev temizlemek gibi işleri yapmayı göze alabileceklerdir. Görüldüğü gibi, cahiliye kadınlarının çoğunun, zorluklarına rağmen "ev kadını" modelini seçmelerinin altında yatan asıl sebepler bu tür menfaatlerdir. Hem ailelerinin baskısından kurtulacak, hem yaşam standartlarını artırarak kendilerine iyi bir gelecek sağlayabilecek, hem de bu şartlardan ailelerini ve akrabalarını da yararlandırabileceklerdir. Ancak ilk günlerde ağır basan bu menfaatler nedeniyle cazip görünen ev kadınlığı bir süre sonra yerini, monoton ve sıkıntılı hayat nedeniyle pişmanlığa bırakır. EV KADININ KISILIGI Cahiliye kadınları önceki bölümlerde de anlatıldığı gibi, zaten toplumun kendilerine empoze ettiği karakterin etkisi altındadırlar. Çocukluklarından itibaren belki de binlerce ev kadını görmüş ve onların tüm tavırlarını ve tepkilerini ister istemez bilinçaltlarında muhafaza etmişlerdir. Kendileri aynı şartlarla karşı karşıya kaldıklarında ise, bu birikimlerini farkında olmadan hayata geçirir ve bir anlamda da kişiliklerine yön vermesine izin verirler. Bu nedenle de cahiliyedeki ev kadını karakterlerinin büyük çoğunluğu ortak bir yapı gösterir. Hepsi de önceki gözlemlerini ve tecrübelerini hayatlarına geçirirler. Hatta üniversitede okuyan, canlı, geniş bir arkadaş çevresi olan ve klasik genç kız karakteri taşıyan bir kişi bile evlendiği günden itibaren bambaşka bir yapıya bürünür. Öyle ki bir hafta önce son derece aktif, dışa dönük bir kişiyken birdenbire "evinin kadını" havasına girerek, eski arkadaşları tarafından tanınmayacak bir kişiliğe bürünebilir. Onlara bu kişiliği kazandıran asıl etken ise cahiliyenin evlilik sistemindeki bozukluklardır. Bu, ev kadınlarının kişiliğini incelerken göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir konudur . Duygusal olmaları Cahiliye kadınlarının hoş karşıladıkları özelliklerden biri de Kuran ahlakına taban tabana zıt olan duygusallıktır. Duygusallığın kadını tamamlayan ve hatta ona önemli ölçüde renk katan bir yapı olduğuna inanırlar. Cahiliye toplumunun kadından beklediği karakter de zaten bunu gerektirir. Onlara göre kadın her zaman için sığınan, kollanan ve güçsüz olan konumda olmalıdır. Ev kadınları bu telkinlerin de etkisiyle zorlukla her karşılaştıklarında duygusal bir havaya girmekten hiç çekinmezler. Bunu bir zayıflık olarak görmez, aksine bu şekilde kendilerine şefkat duyulacağını ve ilgi gösterileceğini düşünerek kendilerini duygusallığa daha da kaptırırlar. Zaten bu yapıları çevreden de teşvik görür. Cahiliye sisteminde duygusallaşan bir insana gerçekten de sempati duyulur ve böylece bu tavrı uygulayan kişi istediği sonuca ulaşmış olur. Bunun yanında cahiliye kadınında görülen daha şiddetli bir duygusallık türü vardır ki, bu artık kasıtlı olarak yapılan ve menfaat elde etme amacını aşmış, kişinin tüm karakterine hakim olmuştur. Yaşadığı huzursuz ortamdan ve bunun yanında Allah'a ve kadere teslim olmamasından kaynaklanan bu duygusallık şekli kadının tüm hayatına yansır. Öyle ki, duygusal bakış açıları nedeniyle asla sağlıklı düşünemez, akılcı kararlar alamaz ve mantıklı hareket edemezler. Olayların hep olumsuz yönlerini görür, hep ezildiklerini düşünür, hatta bu konuda kafalarında duygusal senaryolar kurarak bu ruh haline daha geniş çaplı bir zemin hazırlar. Evliliğe yönelik hayallerinin bekledikleri gibi gerçekleşmemiş olması, ilk günlerdeki heyecanlarını, sevgilerini ve saygılarını kaybettiklerini görmüş olmanın verdiği hayal kırıklığı onları bu ruh haline yöneltir. Bunun bir dışa vurumu olarak da sürekli gözleri dolan, hüzünlenen, mutsuz bir karakter geliştirirler. Söz gelimi özenle hazırladıkları yemekler hakkında tek bir iltifat gelmemesi, yeni alınan bir kıyafetin fark edilmemesi ya da isteklerinin yerine getirilmemesi hemen duygusallaşmalarına neden olur. Yanlışlıkla söylenen bir söz, bir espri hatta çoğu zaman tek bir kelime bile akıllarına takılması ve duygusallaşmaları için yeterlidir. Gün boyu bu olayı unutamaz ve zihinlerinde sürekli olarak bu konuya dair çıkarımlar yaparlar. Oysaki ortada hiçbir şey yoktur ve hatta belki de karşı taraf kullandığı bu kelimenin farkında bile değildir. Ama duygusallığı kişiliğinin bir parçası olarak benimsemiş olan cahiliye kadınlarının muhakemesi, bunu göremeyecek derecede zayıftır. Bunun bir sonucu olarak cahiliye kadınlarının hayatlarına hakim olan bir diğer özellik de ağlamak olur. Evde gerçekleşen her türlü olay onlar için bir hüzün ve ağlama vesilesidir. Ailevi geçimsizlikler, çocukların büyütülmesinde karşılaşılan zorluklar ve bunlar gibi pek çok sebep, bu ahlakın yaşanması için onlara uygun bir zemin oluşturur. Özellikle de çocukları büyümeye başladıkça, eşleri tarafından ikinci plana atıldıkları izlenimine kapılır ve çocuklarına her öncelik tanınışında bir yandan sevinir, bir yandan da kendileri adına üzülerek duygusallaşırlar. Hatta bu yapıdaki insanlar duygusal olma konusunda o kadar ısrarlıdırlar ki, bulundukları ortamda sıkıntı verici bir şey olmasa bile ağlayacak, üzülecek bir konu bulabilirler. Örneğin televizyonda seyrettikleri bir dizide rol gereği ölen bir insanın ardından dakikalarca gözyaşı dökebilir veya 10 sene önce arkadaşlarıyla dinledikleri bir müziği duyduklarında aniden duygulanıp ağlamaya başlayabilirler. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yaşadıkları bu ahlak cahiliye kadınlarının çok kısa süre içerisinde hem ruhen hem de bedenen çökmelerine neden olur. Allah Kuran'da insanların ancak Kendisini andıkları, O'na teslim oldukları, ahirete hazırlık yaptıkları sürece dünyada güzel bir hayat yaşayabileceklerini ve kalben huzur bulabileceklerini haber vermiştir. Ancak burada tarif ettiğimiz karakterdeki insanlar kendilerini yaratan sonsuz güç sahibi Allah'ı unutmuş ve bundan dolayı da büyük bir sıkıntı içine düşmüşlerdir. Bu dünyada sürekli üzülüp ağlayacak bir konu bulan bu insanlar unutmamalıdırlar ki, Allah'a nankörlük ettikleri için ahirette de sonsuza kadar hüsran içinde bir yaşam sürebilirler. ALINGAN OLMALARI Cahiliyedeki ev kadını karakterinin belirgin özelliklerinden biri de alınganlıktır. Bu kişiler bilinç altlarında pek çok korkuyla yaşarlar. İkinci plana atılma, terk edilme, aldatılma gibi korkular bunların başlıcalarıdır. Cahiliye sisteminin çürük bir temele dayalı olduğunu bildiklerinden her an bir vefasızlık ile karşılaşabileceklerini düşünürler. İşte bu nedenle de karşılaştıkları her olayı, duydukları her sözü bu psikolojiyle değerlendirirler. Söz gelimi evlilik yıldönümü, doğum günü vs. gibi önemli bir günün, eşleri ya da çocukları tarafından unutulmuş olması cahiliye kadınlarının alınganlıkları ve kaprisli tavırları için çok uygun bir zemin oluşturur. Basit bir unutma vakası dahi olsa, bu olayın altından anlam çıkarmaya çalışır ve artık sevilmediklerini, önemsenmediklerini ya da ikinci plana atıldıklarını düşünerek alınganlık hissine kapılırlar. Bu ruh halleri çoğu zaman büyük tartışmalara ve gergin ortamlara neden olur. Mümin bir kadının karakterinde ise, böyle bir ahlak bozukluğu yoktur. O herşeyden önce Allah'ın emri dolayısıyla ne insanlar ne de olaylar hakkında bir zanda bulunmaz. Ortada tam anlaşılmayan bir söz ya da bir tavır varsa bunu mutlaka netleştirir, karşı tarafın amacını ve niyetini öğrenir ve bu doğrultuda açık bir tavır koyar. Ama hiçbir zaman için ne olduğunu tam anlayamadığı bir konu ya da bir söz hakkında tahminlerde bulunarak bunlara dayalı alıngan bir davranış göstermez. Zaten Kuran ahlakında alınganlık gibi bir kavramın yer almadığını da bilir. Bunun yanında mümin bir kadının evliliği ya da dostlukları da yine müminlerle olacağından zaten böyle şeylere sebep verebilecek karmaşık bir durum da oluşmaz. Çünkü mümin karakteri, sözlerin açık ve doğru konuşulmasını gerektirir. Allah imalı bir sözden ya da cahiliye ahlakında yer alan "laf dokundurma" gibi bir ahlaktan müminleri men etmiştir. Görüldüğü gibi, mümin kadın Kuran'a uyması dolayısıyla böyle bir ahlak bozukluğunun etki etmediği son derece huzurlu ve güvenli bir yaşam sürer. SIKAYETCI OLMALARI Bu tavrı herşeyden önce ev kadınlığının bir gereği olarak benimsemişlerdir. Onlara göre gün boyu yemek yapıp, ev temizleyip, çocuk bakan ve belki de tüm gençliğini, enerjisini bu uğurda feda eden bir kadın için "söylenmekten" daha olağan bir şey yoktur. Hatta kendilerince bu, onların en doğal hakkıdır ve çevreleri tarafından da anlayışla karşılanmalıdır. Onlara göre, yaşadıkları evliliğin monotonluğunu, hayatın sıkıntılarını, yorgunluklarını en çok tadan kendileridir. Yine kendi düşüncelerine göre, evli oldukları kimseler bu hayatın daha çok maddi yükümlülüklerini üstlenmişlerdir. Dolayısıyla da kendileri söylenmeye, şikayet etmeye ve yakınmaya daha çok hak sahibi olmalıdır. Bu nedenle kimi erkekler de, kendileri rahatsız olmakla birlikte eşlerinin ancak bu şekilde deşarj olabileceklerini ve sıkıntılarından ancak bu şekilde uzaklaşabileceklerini düşündükleri için bu karakteri bir dereceye kadar kabullenirler. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, bu insanların şikayet etmeye pek hakları yoktur. Çünkü zaten böyle bir yaşamı kendileri bilerek ve isteyerek seçmişlerdir. Ama yine de kendi talepleriyle seçtikleri bu yaşantının her anında şikayet etmekten vazgeçmezler. Ev kadınlarında çok sık rastlanan ve artık doğal bir hak olarak görülen bu şikayet alışkanlığı günlük hayatın her anında kendini belli eder. Öyle ki, sergiledikleri bu tavırdan dolayı evlerindeki ortam artık son derece sıkıntı verici bir hal alır. Küçük büyük herşeyden şikayet etmek öyle bir alışkanlık haline gelir ki, artık evde tek başına olduklarında bile kendi kendilerine söylenirler. Bir yandan ters ve sert hareketlerle evi toplar, bir yandan da dağınıklıklar kime aitse ona hoşnutsuzluk dolu sözler yağdırırlar. Hatta o anda karşılarına ilk çıkan kişiye konuyla hiçbir ilgisi olmadığı halde yakınmaya başlarlar. Bu söylenme alışkanlıkları, tartışmacı bir karakteri de beraberinde getirir. Küçücük bir konuyu bile hemen tırmandırır ve büyük kavgalar çıkmasına neden olurlar. Zıtlaşmaya ve iddialaşmaya çok açıktırlar. Her sözü tersten alır ve ters cevaplar verirler. Bu kimseler ruhlarında yaşadıkları bu hoşnutsuzluk, hırçınlık ve gerilim nedeniyle pek çok rahatsızlığa yakalanırlar. Baş ağrısı, mide ağrısı, uyku bozuklukları ve kısa sürede ortaya çıkan yaşlanma alametleri bunların en yaygın olanlarıdır. Tüm bunlar yaşadıkları sistemin çarpıklığından kaynaklanmaktadır. İmansızlığın ve tevekkülsüzlüğün getirdiği bu ruh halinden ve sıkıntılardan kurtulmanın ise tek bir yolu vardır: Kuran ahlakına teslim olmak ve Allah'ın beğendiği şekilde bir hayat sürmek. Yoksa bunun dışında hangi yol denenirse denensin çıkış imkanı bulunamaz. Cahiliye kadınları da çoğunlukla çözümü doktor doktor gezmekte, her yeni çıkan ilacı denemekte, psikolojik tedavi görmekte, tatile çıkıp dinlenmekte ve kimi zaman da evliliklerine son vererek bu hayattan tamamen uzaklaşmakta bulurlar. Ama bunlar köklü çözümler değildir. Ahlaklarını ve inançlarını değiştirmedikleri sürece, şikayet ettikleri konular, söylendikleri insanlar ya da yaşadıkları mekan değişse de yaşanan hayat şeklinde hiçbir farklılık olmaz. Tüm bu ahlak bozukluklarına karşılık mümin kadının tavrı olumlu ve yapıcıdır. Örneğin "söylenme" gibi bir alışkanlığın basit bir tavır olduğunu bilir. Görünüşte yanlış giden birşeyler varsa bile, bunların Allah katında bir hikmet ile yaratıldığını unutmaz. Bu nedenle de her ne ile karşılaşırsa karşılaşsın memnuniyetsizlik duymak, sıkılmak ya da huzursuz olmak için bir neden göremez. En sıkışık olduğu anlarda bile çevresine karşı mutlaka hoşgörülü, affedici ve müşfik bir karakter sergiler. Eleştirilmesi gereken birşey varsa bile bunun ancak Kuran'ın emrine uygun olarak "güzel söz" ile yapılabileceğini ve bu şekilde çok daha olumlu sonuçlar elde edilebileceğini bilir. Kıskanç ve şüpheci olmaları Cahiliye ahlakında kıskançlığın özel bir yeri vardır. Ancak öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu özellik cahiliye toplumlarında olumlu bir özellik olarak algılanır. Kıskançlığı bir sevgi ve bağlılık alameti gibi göstermeye çalışırlar. Eğer bir insan sevdiği insanı kıskanmıyorsa, onlara göre bu gerçek bir sevgi değildir. İnsan sevdiği bir kişiye sevgisini, ona duyduğu sadakat, bağlılık, şefkat ve ona yönelttiği güzel söz ve tavırlar ile gösterir. Bu da karşı tarafta sevildiğine dair kesin bir kanaat oluşturur. Bunun dışında insanın kendisinden başka hiç kimsenin sevilmesini istememesi ise büyük bir bencillik örneğidir. Cahiliye toplumlarında özellikle de evlilik hayatında kıskançlık sebebiyle büyük sıkıntılar yaşanır. Evli oldukları kişilerin annelerine, babalarına, kızkardeşlerine, arkadaşlarına ve hatta çocuklarına duydukları sevgi bile bu karakteri yaşayan insanlar için önemli bir huzursuzluk kaynağıdır. Böyle kişiler hiç kimseye kendilerinden fazla veya kendileri gibi sevgi duyulmasını istemezler. Ev kadını karakterinde yoğun olarak yaşanan bu kıskançlığın ikinci bir türü de cahiliyedeki evlilik sisteminin çarpıklığını bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü temeli Allah rızasına, korkusuna ve sevgisine dayanmayan hiçbir beraberlikte gerçek sevgi ve sadakat yaşanamaz. Cahiliye kadınları da bu önemli gerçeği fark etmiş olmalarından dolayı her an aldatılmanın, ikinci plana atılmanın ya da unutulmanın korkusunu yaşarlar. Bu nedenle de şüpheli gördükleri her olaydan tedirgin olur ve kıskançlık hissine kapılırlar. Buna çözüm olarak sergiledikleri tavırlar ise durumu iyiye götürmek yerine çok daha çözümsüz bir hale sokar. Sebepsiz kaprisler, küsmeler ve tersliklerle karşı tarafa mesaj vermeye çalışırlar. Her an ilgisiz bir olaydan çok karmaşık bağlantılar kurabilir ve bunlar hakkında geliştirdikleri hayali senaryolar üzerine keskin kararlar alabilirler. Tüm bu tavırlar ise hayatlarını daha da sıkıntılı bir hale getirmekten başka bir işe yaramaz. Ayrıca istediklerinin tam aksine karşı tarafı kendilerinden daha da uzaklaştırmış olurlar. Çünkü ne zaman hangi olaydan ne sonuç çıkaracağı bilinmeyen bir insanla yaşamak son derece huzursuzluk vericidir. Bu nedenle de ev kadınlarının kıskançlık saplantıları genellikle evliliklerin bitirilmesiyle son bulur. EV KADINININ ALISKANLIKLARI "Ev kadını" denilince toplumdaki herkesin aklında belirli ve tek bir model canlanır. Bunun sebebi ise, bu karakteri oluşturan sistemin bir anlamda da gelenekleşmiş olmasıdır. Elbette çeşitli sebeplerden dolayı bu genellemenin dışında kalan ev kadınları da vardır. Ancak burada anlatılan, toplumda en yaygın olarak yaşanan, her an rastlanması mümkün olan ev kadını modelidir. Bir ev kadınının klasik olarak her gün yaşadığı son derece monoton bir hayatı vardır. Genellikle ev kadınının her günkü asli görevi, ailenin diğer üyelerinin odalarını toplama, çamaşırlarını yıkama, yemek hazırlama, alışveriş yapma ve evin diğer temizlik ihtiyaçlarını gidermekten ibarettir. Elbette her insanın bu işleri yapması gerekli ve hatta zorunludur. Ancak burada hatalı olan nokta, insanların bu işleri ahireti tamamen unutarak, dünyaya yönelik bir hırs içinde yapmalarıdır. Ve tüm hayatlarını, düşüncelerini, planlarını bu işler üzerine kurmaları ve kendilerini yaratan Allah'ı razı etmenin yollarını aramak yerine, günlük hayatın küçük meşgaleleriyle tatmin bulmaya çalışmalarıdır. Ancak tüm bu koşuşturmaca arasında ev kadınının asla ödün vermediği birtakım alışkanlıkları da vardır. Bu alışkanlıklar genellikle kadınların çoğunda ortaktır. Bu monoton hayatlarını ancak bu şekilde renklendirdiklerini ve ev ortamının sıkıntılarından bu şekilde uzaklaştıklarını düşünürler. Ellerine geçen her imkanı, her boş vakitlerini bu isteklerini tatmin etmek uğrunda harcarlar. Oysaki detaylıca incelendiğinde tüm bu alışkanlıkların bu kimseleri çok sıradan ve basit bir dünyaya çektiği görülür. Bu alışkanlıklar arasında en yaygın olanlar şunlardır; Dedikodu yapmak Cahiliye toplumunda yaşanan ev kadını karakterinde en yaygın olarak görülen özelliklerden biri "dedikodu"dur. Vakitleri ya da imkanları olmasa dahi bir parça olsun dedikodu yapabilmek için mutlaka bir fırsat bulurlar. Bazen kapı ağzında komşularla, bazen saatler süren telefon konuşmalarında, bazen de çay ya da kahve ziyaretlerinde bu manzarayı görmek mümkündür. Ancak burada asıl önemli olan, dedikodudan derin bir zevk almalarıdır. Çünkü dedikodu sırasında çekiştirilen kişi küçük düşürülüp aşağılanırken, dedikoduyu yapanlar kendilerini büyük göstermeye çalışırlar. Bu nedenle arkadaş toplantılarında konuşabilecekleri pek çok faydalı ya da zevkli konu varken, onlar ısrarla dönüp dolaşıp sözü birilerinin dedikodusunu yapmaya getirirler. Komşuları, dostları, akrabaları, eşleri, televizyon yıldızları ve hatta yoldan geçen yabancı biri bile bu dedikodulara malzeme olabilir. Oysaki bahsedilen kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı hiçbir konuşmayı arkasından yapmak doğru değildir. Eğer gerçekten de eleştirilmesi gereken bir konu varsa ve fayda vermek amacıyla konuşuluyorsa, yapılacak en doğru şey bu durumu ilgili kişiye bildirmektir. devami var
-
cahiliye toplumunda erkek karakterleri
Cahiliye toplumunda geleneklerin etkisini üzerinde taşıyan karakterlerden bir diğeri de "erkek karakteri"dir. Her ne kadar yazılı bir tanımı olmasa da, cahiliye toplumunun her üyesi bu karakterin tüm özelliklerini ezbere bilir. Her aile çocukları daha doğmadan önce eğer erkek olursa, ona bu karakteri nasıl vereceklerinin planlarını yapar, hayallerini kurarlar. Çünkü herşeyden önce bu toplumda bir erkek çocuğu sahibi olabilmek büyük bir gurur vesilesidir. Cahiliye toplumunda saygı duyulan bu özellikler 'erkek adam dediğin...' diye başlayan kalıplarla sık sık ifade edilir. Onlara göre erkek karakterinin ilk prensibi güçlü ve üstün olmaktır. Bu telkin gerçekten de erkeklerde güçlü bir şahsiyet oluşmasını sağlar. Toplumdaki diğer dengeler de zaten erkeğin bu üstünlük iddiasını destekleyecek niteliktedir. Toplumun diğer üyesi olan kadınlar da zaten ikinci sınıf ve ezik bir karakteri benimsemişlerdir. Bu durumda erkeklerin üzerinde daha üstün olabilecek ikinci bir karakter yoktur. İşte bu düşünce kayıtsız şartsız bir yeterlilik duygusunun gelişmesine neden olur. Bu nedenle de genellikle kimseden, ama özellikle de kadınlardan gelecek hiçbir eleştiriye ya da tavsiyeye açık olmazlar. Bunun yanında her erkek kendisini toplumun görmek istediği gibi olmaya mecbur hisseder ve verilen bu kalıpların dışına çıkmamaya müthiş bir titizlik gösterir. Çünkü cahiliye toplumunda erkekliğin gerekliliklerini yerine getirememek son derece küçük düşürücü bir durumdur. Bir erkek, çocukluğundan yaşlılığına kadar her an çok güçlü ve çok cesur olmak zorundadır. Hiçbir konuda asla en ufak bir zayıflık, yenilgi ve erkek karakterine ters düşücek bir tavır göstermemelidir. Öyle ki hastalandığında ya da herhangi bir sebeple acı çektiğinde dahi bunu belli etmemelidir. Çünkü tüm bunlar sadece kadınlara has özelliklerdir ve erkeğin bu tarz acizlikler içerisine girmesi cahiliye toplumunun bakış açısına göre yakışık almaz ya da kendi ifadeleriyle "erkek adam hastalanmaz, acı hissetmez". Ancak şunu da önemle eklemek gerekir ki, toplumun erkeğe verdiği güçlü, cesur ya da hakim karakterli olmak gibi özelliklerin hiçbirinde yanlışlık yoktur ve aslında tüm bunlar güzel özelliklerdir. Ama Kuran ahlakının yaşanmadığı bir toplumda ortaya atılan bir üstünlük iddiası "kibir" ve "büyüklenme" duygularının gelişmesine neden olur ki Kuran'da insanların bu tür tavırlardan sakınmaları emredilmiştir: Bu nedenle cahiliye erkeklerinin aslında temelinde olumlu olabilecek bu özellikleri, büyüklenme eğilimlerinden dolayı olumsuz özelliklere dönüşür. Ortaya üstünlüğünden kesin emin olan, ne kendi hemcinslerinin, ne de diğer kişilerin sözüne itibar etmeyen enaniyetli bir kişilik çıkar. Cahiliye Toplumundaki Erkek Karakterlerinden Çeşitli Örnekler Buraya kadar anlatılanlar, cahliye toplumundaki erkek karakterinin ana yapısını oluşturur. Temelini bu yapıdan alan ancak, aile, çevre, yaşam koşulları gibi faktörlerin etkisiyle gelişen daha pek çok erkek karakterine rastlamak da mümkündür. Bunlardan bazılarını kısaca şöyle sıralayabiliriz; Bir önceki başlıkta bahsi geçen erkek karakterinin tam tersini yaşayan kimseler ise cahiliye toplumunda "kılıbık erkek" olarak adlandırılır. Cahiliye toplumunda yaşanan, üstünlük iddiasındaki erkek karakterinin yerine bu kimseler de kendi haklarını koruyamayacak kadar aşırı pasif bir yapı geliştirmişlerdir. Bu kimseler kendilerinden beklenildiği gibi "erkek adam dediğin..." kalıplarıyla ifade edilen mantıklara uymayan insanlardır. Kendi üstünlüklerini iddia etmek yerine genellikle kadınların ya da başkalarının hakimiyetine sığınmayı tercih eden bu insanlar, cahiliye toplumu tarafından oldukça küçümsenirler. Kişiliksiz, güçsüz ve kendi deyimleriyle "hanım evladı" olarak nitelendirilirler. Cahiliye toplumunda görülen bir başka karakter "kazak erkek" ya da son yıllarda "maço" olarak adlandırılan karakterdir. Bu kimseler "erkeğin kayıtsız şartsız üstünlüğüne" ve "kadının da kayıtsız şartsız zayıflığına" inanmışlardır. Kadının herhangi bir eşya gibi erkeğin bir malı olduğuna, dolayısıyla da gerektiğinde iyi davranılıp ama gerektiğinde de sert davranılabileceğine" kanaat getirmişlerdir. Sert ve haşin hareketlerin, kaba bir üslup kullanmanın ve kısa sürede tersleşmenin kendilerine özel bir hava verdiğini düşünürler. Kadınların zaten kendilerine bu karakterde bir eş aradıklarından emindirler ve bu nedenle de bu tavırlarıyla oldukça cazibeli bir hale geldiklerine inanırlar. Cahiliye toplumunun "akşamcı" olarak adlandırdığı bir erkek karakteri daha vardır. Bu kimseler hayatın en önemli eğlencesinin özel olarak hazırlanan meze sofralarında içki içip, "sarhoş muhabbetleri" yapmak olduğunu sanırlar. Kendileri ile aynı inancı paylaşan bir arkadaş grubuyla birlikte neredeyse her akşam bu alışkanlıklarını yinelerler. Cahiliye toplumunun bu kimseleri "akşamcı" ismiyle anmasının sebebi de bu akşam toplantılarıdır zaten. Geç saatlere kadar süren bu masa sohbetlerinde faydalı ve hikmetli hemen hemen tek bir konu dahi konuşulmaz. Sarhoş olmalarının etkisiyle tamamen boş bir konuya takılıp saatlerce o konu üzerinde "felsefe yapar", nutuklar atar, birbirlerine hayat dersleri verirler. Hatta kimi zaman gecenin ilerleyen saatlerinde tartışmaya başlar ve çevrelerindeki insanlar tarafından zorla kontrol altına alınarak sakinleştirilirler. Bu kimseler genelde, günlük hayatlarında da akşamları yaşadıkları bu sarhoş karakterinin tüm özelliklerini yansıtırlar. Sık sık "akşamdan kalmayım, bana fazla bulaşmayın" şeklinde ifadeler sarfederler. Bu saydıklarımız cahiliye toplumunda yaşanan erkek karakterlerinden sadece bir kaç tanesidir. Bunlar gibi daha yüzlercesine rastlamak mümkündür. Temeli, Kuran'a dayalı olmadığı için, cahiliye toplumunda yaşanan tüm bu modeller çarpık bir anlayış içerirler. Dikkatlice izlendiğinde bu hayatı ve bu karakteri yaşayan kimselerin hayatlarından gerçek anlamda memnun olmadıkları da açıkça görülür. İŞ ADAMI KARAKTERİ Cahiliye toplumunda çalışan erkekler, iş kadınlarından çok daha farklı bir ruh hali içerisindedirler. Çünkü onların çalışmaktaki asıl amaçları üzerlerine aldıkları hayati yükümlülükleri yerine getirebilmektir. İş adamları genellikle evlerinin maddi sorumluluğunu üstlenmiş kimselerdir. Dolayısıyla asıl hedefleri kendilerini ispatlamaktan çok para kazanmaktır. Bu nedenle iş adamı karakterinde maddi çıkarlar psikolojik çıkarlardan daha önce gelir. Bu yapıdaki kişiler, kendilerini dünya hayatının meşgalelerine kaptırmışlardır. Tüm dünyaları işleri, en büyük amaçları ise işlerinde başarı elde etmek olmuştur. İş dışındaki hayatlarına bile yine bu para kazanma tutkusu hakimdir. Aileleri başta olmak üzere çevrelerindeki insanlarla konuştukları konular çok sınırlıdır. Ya işten bahseder ya da hiç konuşmaz saatlerce oturup düşünür, kafalarında daha çok para kazanmanın hesabını yaparlar. Kafaları işle o denli meşguldür ki, genellikle beraber oldukları insanlara karşı olan manevi yükümlülüklerini dahi unuturlar. Her konuyu hep iş merkezli düşünürler. Toplumsal ilişkileri çıkara dayalıdır. Dostluklarını hatta evliliklerini bile bu anlayış üzerine kurarlar. Kendilerine menfaat sağlayabileceğine inandıkları kimselerle ilişkilerini güçlendirirken, kendilerine fayda sağlamayacağına inandıkları kimselerle görüşmeyi de vakit kaybı olarak değerlendirirler. İş yerinde ve evde genel olarak gergin ve stresli bir karakter sergilerler. İşlerinin iyi gitmediği günlerde "dokunsalar patlayacak" şeklinde ifade edilen bir yapıya bürünürler. Bu tip durumlarda son derece tahammülsüz olurlar. Bu hallerine anlayışsızlık gösterildiğinde ise daha da tersleşir ve sinirlenirler. Özellikle de eşlerinin iş hayatını kavrayamadıklarından dolayı anlayışsız olduklarını düşünür ve yakınırlar. Her konuda kendilerinden çok emindirler, akıllarını çok beğenir ve kimsenin sözüne itibar etmezler. Yılların tecrübesini üzerlerinde barındırdıklarını ve dolayısıyla da herşeyin en iyisini ve en doğrusunu kendilerinin bildiğini iddia ederler. Bu nedenle onları inandıkları birşeyin aksine ikna etmek mümkün olmaz. Hata yaptıklarını ya da yanlış düşündüklerini fark etseler bile sözlerini geri almak ve hata yaptıklarını kabul etmek çok ağırlarına gittiği için buna yanaşmazlar. Onları böyle bir karaktere yönelten asıl etken ise başta da belirtildiği gibi "dünya hırsı"dır. Bu hırs nedeniyle pek çok insani yönlerini kaybetmiş, maddi çıkarlar dışında birşey düşünmez olmuşlardır. MÜDÜR VE YÖNETİCİ KARAKTERİ Bu şartların etkisi altında gelişen karakterlerden biri de "yönetici karakteri"dir. Bu karakteri taşıyan kimselerin kendi aralarında çok normal karşıladıkları, ama aslında son derece çarpık bir mantığın ürünü olan bir özellikleri vardır; duruma göre değişip şekillenen iki karakteri aynı anda yaşarlar. Bunlardan biri işyerinde kendilerinden makam ve mevki olarak üstte olan kişilere, diğeri ise alt kadrolarında çalışan kimselere gösterdikleri karakterdir. Bu kimseler patronlarının yanında son derece ezik bir karaktere bürünürler. Onlara karşı her zaman için son derece saygılı, hatta kimi zaman "iki büklüm"dürler. İstenilen herşeyi anında yerine getirir ve en ufak bir kusur işlememeye son derece itina ederler. Patronları kendilerine her türlü sözü söylemeye, gerekirse azarlayıp terslemeye hak sahibidir. Müdürler bu tavırlardan alınmaz ve bunun patronlarının hakkı olduğunu düşünür. Tüm güçleriyle kendilerini beğendirmeye ve onların gözüne girmeye çalışırlar. Hatta onlara "yaranabilmek" için iş dışındaki angaryalarını bile üstlenirler. Tüm bu özverili tavırların sebebi ise çok açıktır; onlara maaşlarını veren ve işyerinin tüm hak ve yetkilerini elinde bulunduran kişi patronlarıdır, dolayısıyla da müdürlerin tüm menfaatleri yine bu kişilerin elindedir. Onların desteğini ve sempatisini kazanmak, müdürlerin kariyerleri ve gelecekleri açısından son derece önemlidir. Bu nedenle şahsiyetlerinden ve onurlarından taviz vermekten kaçınmazlar. Cahiliyenin çarpık mantığına göre kendileri o insanlardan makamca ve maddi olarak üstündürler, o halde onlara her türlü kötü muameleyi yapma hakkına sahiptirler. Artık patronunun karşısındaki o ezik insan gitmiş yerine kibirli, kendinden aşırı emin, "dediğim dedik" bir yönetici gelmiştir. Emrindeki kişilere karşı son derece katı, prensip sahibi ve tavizsizdir. Etrafa emirler yağdırır, herhangi bir aksilik durumunda ise ilgili kişiyi herkesin ortasında azarlamaktan çekinmez. Çünkü bu kimselerden elde edeceği hiçbir menfaat söz konusu değildir. Ayrıca patronlarının kendi üzerlerinde tatmin ettikleri kibirlerini onlar da kendi altlarında çalışan kimseler üzerinde tatbik etmek isterler. Böylece şahsiyet bulduklarını ve patronlarının yanında büründükleri ezik kişilikten kurtulduklarını düşünürler. Bu iki karakter arasındaki zıtlık işyerinin tüm çalışanları ve cahiliye toplumu tarafından oldukça olağan karşılanır Çünkü sistem böyledir; şirketin sahibi müdürlere, müdürler sekreterlere, sekreterler de temizlikçilere ya da odacılara istedikleri tavırları göstermekte serbesttirler. Bu sıralama tersten ele alındığında ise herkes bir üstünün yüzüne karşı elinden gelen en iyi davranışları gösterir ve istenilenleri en titiz şekilde yerine getirir. Ancak birbirlerinin gıyabında nefretlerini dile getirmekten çekinmezler ve duydukları saygı da hiçbir zaman gerçek bir saygı olmaz. Açıkça görüldüğü gibi bu, son derece çarpık bir sistemdir. Çünkü bu insanlar güzel davranmayı bildikleri halde sırf birbirlerinden menfaatleri olmadığı için bu tavırları birbirlerine göstermeye gerek duymaz ve ancak çıkarları söz konusu olduğunda kullanırlar. ALLAH IM BIZI GÜZEL AHLAKA ERDIR VE BIZI GÜZEL AHLAKTAN UZAK KILINMISLARDAN EYLEME ; AMIN
-
KADER ve INSANIN ÖZGÜR IRADESI
Selam Ilk önce böyle hassas bir konuya katkilarinizdan dolayi tesekkür ediyorum.Ve sonra sizlerden ricam elestrilerinizi kisisel degil fikren yapmaya gayret edin lütfen . Kimin ne kadar Imanli oldugu hususunu sadece ALLAH bilir . Bizler Insanlari yargilamak icin degil hakikatlarindaki Allah ismi manalarini idrak etmelerine yardimci olmak maksati ile kullugumuzu yerine getirmek icin YARADILDIK. Birilerin yargilamasi yüzünden , fetvalari yüzünden yeryüzünde ( müslüman alemi ) olarak konumumuzu , farkimizi biliyoruz degilmi ? Herkes sadece KENDI ADINA KONUSUR , ve GERCEK ISLAMI BAGLAMAZ . Bizler anladigimiz kadari konulari ele almaya gayret gösteririz, birbirimizden inanmayi bekleyemeyiz. Ha demek böylede düsünülebiliyormus degip Islami özünden daha iyi kavramaya calisiriz. Bildigimiz kadari ile de kimseyi herhangi bir inancla veya inancsizlakla itham veya yargilama hakkina sahib degiliz. BU KONUDA MUTABIK OLDU ISEK SOHBETIMIZI SÜRDÜREBILIRIZ , ÖN YARGISIZ OLMA SARTI ILE Uslubumuza elimizden geldigi kadar özen ve dikkat gösterelim . Esasen bana göre hos yaklasimlarinizin nasil olacagi hususu, cünki bu dahi ALLAH IN TAKTIRIDIR !!! Dikkatinizi su noktaya cekmek istiyorum: KADER ve TAKTIR konusunda ALLAH in iradesine onun disinda birde BEN im iradem var demekle ne kadar kisitlama getirdiklerinizin farkindamisiniz , farkinda olmadan. Önyargili olmadigimdan yazdiklarinizi degerlendirmeye aliyorum ilk önce , yanitimi sonra verecegim. Simdilik isterseniz bu konuda ayet ve hadisleri incelemenizi tavsiye ederim. Su an yaptigimz bir zikirdir , bir ard niyet olmadigina göre. Ben hicligimi idrak etmeye calisan biri , Sen varligini kanitlamak isteyen biri . Hidayete giden yollar nefsin adedince cok . Bakin ilim dostlarim , ilim dostlarim diyorum cünki insani sevmeyen ONU sevmemis olur. Bana göre yanildiginiz nokta belki ADIL - ADALET kavrami galiba. Insanlar olaylara bakarken hep adalet kavramindan bakmaya calisirlar. Siz adaleti nasil bilirsiniz merak ediyorum ? Ben adalet anlaysimi sunayim sizlere , en azindan bakis boyutumu degerlendiresiniz diye. ADALET , BIRIMIN VAROLUS GAYESINE GÖRE TASARLANMIS VE GEREKEN DONANIMA SAHIP OLMASIDIR. Nasil ? mantikli mi ? Bu HAKKIN bakis acisi !!! Birimin bakis acisi nasil ? Birim derken bu arada insan , hayvan , esya nebat ,yani varsaydiklarimiza birim diyoruz !!! Insan herkese esit dagilimin adina Adalet demis . Burada düsünmek gerekir. Yaradilisimiza bakalim bir ne kadar bi esitiz bu anlayisa göre. Sen bir fabrikatör babanin sulbünden dünyaya gelmissin , ben yollari bile olmayan köyümde fakir bir aileden dünyaya gelme. Senin iki saglam elin ayagin var , bense tekerlekli sandalyeye muhtac bicimde dünyaya gelmisim. Ben bilmem ne adalarinda cennet hayatini yasiyan petrol sahibi bir zengin, sen Irak ta her an basina bomba düsecek korkusu ile ürkek yasayan gariban biri. Sen Afrika ormanlarinin kiyti bir kösesinde bir kabilede aclikla pencelesen , ben soframdaki yemegi ( yinemi et sote diyerek assagilayan ) Yoksa din Kardesim , biz mi irade ettik bu sartlarda dünyaya gelmeyi ??? Aslan mi irade etti kuzulari parcalamayi ??? Timsah mi irade etti camurun icinde aksama kadar bir hayvan beklemeyi ??? Erkek veya Disi , Türk veya Kürt , zengin veya fakir , saglikli veya özürlü olmayi , Amerikada veya Afrikada bir ormanda dünyaya gelmeyi,Imansiz veya Imanli olmayi ,HANGIMIZ KENDISI SECTI ??? Kime soracagiz beni böyle yarattin diye ? Varmi öyle bir muhatabimiz ??? ELBETTE YOK. CÜNKI YARADAN BÖYLE TAKTIR ETMIS. ONA YAPTIGINDAN SUAL SORULAMAZ. Bu haddini bilmeyen insanoglunun adalet anlayisi !!! ------------------------------------------------------------------ Gelelim HAKK in adaletine. ALLAH Sistemi öyle yaratmiski , sistemde bir anayasa vardir. O da güclünün gücsüz üzerinde hakimiyeti dir . Evrende duygusalliga yer yoktur !!! Bu gücsüz kendinden daha güclü olana rastliyana kadar gücsüzü ezmeye calisacaktir. Bu da ALLAH IN ACZ SIFATI OLMAYISINDANDIR !!! Bu SISTEM gecerliligini ta sizin icinizdeki bakteri hücrelerinden alinda ta ölüm ötesi hayatta ki sonsuz evrelerde sürdürmekte ve sürdürecektir. Misal vermek gerekirse : 1. ( uzayda sürekli patlamalar olur ve ucan dev astroidler ( kaya parcalari ) kendilerinden güclü atmosferlerle karsilasinca helak olurlar ) 2. ( milyarlarca spermlerden biri olan sen hep diger gücsüzleri ezdin ve galip gelerek ana rahmine girmeyi basardin ) 3. ( hayvan alemi yasamlarini sürdürmek icin sürekli avlanmak zorundalar ve ac kalmamak icin bir diger gücsüz bulduklari hayvanlari yemek zorundalar.Ta ki kendileri bir güclü hayvana yem olana kadar ) misalleri cogaltabiliriz. Insana deginmeyecegim onu siz taktir edersiniz ! Simdi : Kimse bulundugu boyutu kendi iradesi ile secme hakkina sahip degilken , ister rizasi ile ister zorunlu olarak bu yasaya boyun egmiyorlarmi ??? Elbette. Buyurmuyormuydu ALLAH " yerlerde ve göklerde hersey isteyerek veya istemeyerek boynunu O na egmekte ,, ? SENI YARATAN ALLAH , SENI TASARLAYAN ALLAH , SENI DILEDIGI DONANIMA BÜRÜNDÜREN ALLAH SENIN NASIL HARAKET EDECEGINI BILMIYORMU ??? Bizler herhangi durumumuzdan sikayetci olurken Allah i yaptigi isten dolayi elestirmiyormuyuz farkinda olmadan ??? Düsünmek gerekir. Veya en basit sekilde sorayim , ALLAH a herhangi söz veya fiil kisitlamasi getirebilirmiyiz ? Bizler kendi irademiz var derken ona kisitlama getirmeye kalkismiyormuyuz farkinda olmadan ? Su ayeti hatiliyalim " O her an yeni sandadir ,, yani sürekli tasarruf sahibidir HER BIRIMDE !!! Sadece kudret sahibi O iken , Ondan ayri kudret varsayilirmi ? Ciddi bir sekilde düsünelim lütfen. Bu tür düsünce sadece yukarida biryerlerde bir tanri varsaymakla düsünebilinir.Buda söz konusu degil. Eger Allah yarattiklarina özgür bir irade vermis olsaydi , bu su kaniyida dogurmazmiydi ? Bu halde ALLAH yarattiklari arasinda ayrim yapiyor olmazmiydi ? Biz insana zulmetmedik buyuruyor. Bunu nerden mi cikardim ? Insan , hayvan , esya , zerre , hersey Onun yarattiklari olduguna göre ,onlarinda kendine özgür iradeleri olmak gerekmezmiydi ??? Bu durumda Ayin Günesin diger gezegenleride özgürlüklerinden bahsedilemezmiydi ? Sonucunu diz düsünün . Günes saka ile bir kere dengesini oynatsa saniyede 300.000 kilometre hiz yapan Günes , bir saniye yerinden dengeyi oynatsa .Hm ? Buhar oluruz degilmi ??? Insanin herseyin özüde bir olduguna göre onlarin suursuz ve cansiz oldugunu söyliyemezsiniz herhalde. Güzel Insanlar sadece tefekkür edelim yeter , vicdaniniz size dogrulari yansitacaktir zaten .Aradiginiz her ilim icinizde hakikatinizda var,sadece düsünün. Insana hala düsünmeyecekmisiniz diye kac yerde uyari yapan niye sürekli bunu tekrarliyor ??? Biz , Allah in hepimizden ayni fiilleri bekledigini saniyoruz , Allah in Kur an daki emir leri muhatablarini bulmamasi mümkünmü ? Nasibi olan mutlaka taktiri üzre emir ve yasaklarina uyacaktir.Uymamasi düsünülemez zaten , cünki ALLAH a karsi gelecek güc YOK. Sonuc ; Allah her bir birimi ne icin , hangi gaye icin yaratti ise ,O gayeye ulasak rizkini , gücünü , olaylar dizilimini O birime programlamistir. Evrende hersey bir mükemmel tasarri ve program halinde iken , istedigin gibi davranma özgürlügünü bir sana kiyak cekti Allah öylemi ??? Unutmayin , Ibliste BEN demisti . ALLAH ta sen degil ben bilirim demis ve onu lanetlemisti. Saygilar ,ve iyi geceler herkese
-
Evrensel Gerceklik
EVRENSEL GERÇEKLİK Düşünmeden fark edilemez… İslâm Dini’nin evrensel oluşunun anlamı!. İslâm Dini bir kabîleye gelmiş, onlara özgü bir anlayışa hitâbeden, onlara yön vermek isteyen bir sistem anlatımı değildir!. İslâm Dini, Arap, Acem, Türk, Malezyalı veya bir başka topluma gelmiş, onlara münhasır bir Din anlayışı da değildir!. İslâm Dini, Allah’ın yaratmış olduğu “Evrensel Sistem ve Düzen”in adıdır… İnsanlar, o sistemi ve mekanizmayı anlayabildikleri nisbette, kendilerini dünya ve ölümötesi yaşam boyutlarında huzur ve saadete kavuşturacak imkânları edinirler. İslâm Dini’ne, ırksal, örfsel, kültürel, göresel değer yargılarıyla yaklaşanlar, asla orijinde anlatılmak istenen evrensel gerçekleri değerlendiremezler… Günümüz kavram kaosunda, insanların tefekkürden ve sorgulamadan uzak taklîde dayanan değer yargıları ardında, İslâm Dini, âdeta görünmez olmuştur; …Lâfzen denmektedir ki, İslâm Dini evrensel’dir!… Ardından, neredeyse hemen her fikirle, bu gerçek inkâr edilmektedir farkında olunmadan!. Evrensel Din ne demektir?… Türk’e, Arab’a, Amerika’lıya, Meksika’lıya, Eskimo’ya, Japon’a, Çin’liye, kısacası tüm toplumlara eşit mesafeden hitâbeden ve tümüne yararlı olmak isteyen Din demektir!. Türk’ün örf, âdet, anânesiyle kayıt altına girmeyen!… Arab’ın örf, âdet, anânesiyle kayıt altına girmeyen!… Uzak Doğu veya Eskimo’ların örf, âdet, anânesiyle kayıt altına girmeyen!… Evrensel gerçeklerden kaynaklanan ve “Evrensel Sistem”e dayalı olan Din anlayışıdır bu!. Allah Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselâm Arap toplumu içinde Hz. İbrahim Neslinden geldiği için, tebliğ etmiş olduğu Din anlayışı çok büyük bir yanlış değerlendirmeyle Arap toplumuna mâledilmiş; Arap toplumunun örf, âdet ve anâneleriyle harmanlanmış ve bu hâliyle evrensel topluma enjekte edilmeye çalışılmıştır!. İnsanlar, İslâm Dini adı altında Arap toplumunun örf, âdet, anâneleriyle harmanlanmış müslümanlığa dâvet edilmişlerdir. Bu da İslâm Dini’nin, dışardan bakan toplumlarca Arabın Dini diye değerlendirilmesine yolaçmıştır!. İslâm Dini; “Evrensel Sistem ve Mekanizma”nın, Allah Rasûlü tarafından, tüm insanlığa açıklanmasıdır… Yaşamını bu gerçekleri gözönüne alarak düzenleyenlerin sonsuz huzur ve saâdete kavuşacaklarının duyurulmasıdır… Tüm insanlara, ırk gözetmeksizin!. Musa Aleyhisselâm Yahudi ırkının Rasûlü ve Nebîsidir; bir ırka gelmiştir!. Evrensel insan Muhammed Aleyhisselâm ise bir ırka değil tüm insanlığa gelmiştir Allah Rasûlü olarak; ve tümüne “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in yaratmış olduğu “Evrensel Sistem ve Düzen”i açıklamaktadır!. Hz. Muhammed Aleyhiselâm, “EVRENSEL RASÛL”dür!. İnsanları evrensel gerçekleri görmeye dâvet etmektedir!… Arab’ın örf, âdet ve anânelerine değil!. Arab’ın örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.. Türk’ün örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.. Uzak Doğu’lu, Eskimo, İnka’lıların torunlarının örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.. Evrensel insanın Dini, “Evrensel Din” olan İslâm’dır!. O, Yöresel ve göresel değerlerle, Evrensel Din olan İslâm’ı örtmez, deforme, dejenere etmez; kadrini kıymetini bilmeyerek de olsa ayağa düşürmez!. Tüm insanlar evrensel Dinde anlatılan sistem ve mekanizmaya zorunlu olarak tâbidirler; yanısıra, gereklerini uygulamadıkları ölçüde bunun pahasını ödemek mecburiyetinde olacaklardır!. Irkların kendi örf, âdet ve anâneleriyle harmanlayıp, sonra da katıksız din diye pazarladıkları müslümanlık ise, Evrensel İslâm Dini’nden pek çok yerde farklılıklar gösterdiği için, evrensel kabûle mazhar olmaz; ve bu yüzden de reddedilir!. “Evrensel İslâm Dini” adıyla etiketlenerek empoze edilen, ne var ki ırksal özelliklerle harmanlanmış müslümanlık, bugün dünya toplumlarının çoğunluğu tarafından rağbet görmemiş ve görmüyorsa; bunun vesîlesi, İslâm Dini’nin bu mevcut Irk Dini hâline getirilmiş şekliyle sunulmasındandır!. İnsanlar, “İslâm Dini” adı altında, Arap müslümanlığına dâvet edilmektedir!. Bunun sonucu olarak da sürekli birbirleriyle savaşmaktadırlar!. Bu çok büyük bir vebaldir!. Evrenselliğe ulaşmamış insanların, evrensel Allah Rasûlü'nü değerlendirebilmesi çok güçtür!… Dolayısıyla Evrensel Dini farkedebilmeleri de öyle!.. Irkların dinleri… Irkların peygamberleri… Mukallit din mensupları… Irkların velileri ve her mahallenin kutup, gavs, mehdîleri… Saptırılmış Kur’ân Meâlleri… Tanrıdan, Peygamberinden, tanrıyı erkek (İngilizce’de he) olarak tanıtan tercüme Kur’ân anlayışlarından doğan totemist ya da göktanrısal din anlayışları!. Bunların tümünün, bir sepette, “İslâm Dini” diye etiketlenerek sergilenişi… Allah’ın “Evrensel Rasûl”ü Muhammed Mustafa Aleyhisselâm'ın bildirmiş olduğu evrensel gerçekleri açıklayan İslâm Dini’ni, “Evrensel Kitap Kur’ân-ı Kerîm”i “OKU”mak için, önce, evrensellik nedir ve nasıl olur bunu farketmek ve öğrenmek ve hazmetmek; sonra da bu bakışla o Kitaba bakabilmek gerekir!. Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselâm'ın sünnetinin, Arap âdet ve örfleri değil; Allah sünneti olup; “Allah sünneti”nin ne olduğunu idrâk ve hazmetmiş olmak gerekir!. Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselam'ı “OKU”mak =“İKRA’” gerekir!. Ki bunlardan sonra Evrensel İslâm Dini’nin ne olduğu farkedilebilsin… Ondan sonra da, bu farkedilen gerçek tasdik veya reddedilsin!. “Elhamdulillah müslümanım!.” “İnşâallah müslümansın!!!???…” Bu belirleme, eğer taklîden söylenen bir lafız ise; söyleyenin hâli, yüzme biliyorum diyen fakat hayatında deniz görmemiş olan insanın vurgulamak istediği gerçeğine(!) benzer!. Evrenselliğin ne olduğunu duymamış insanın; yöresel ve GÖRESEL değerlerle şartlanmış ve bloke olmuş beynine; belirli kelimeleri yerleştirip, onları tekrar etmesinin ona ne kazandıracağı, sorusu çok önemlidir. “Evrenselliğin” ne olduğunu bilmeyen insanın, Evrensel Din, Evrensel Rasûl, Evrensel İnsan kavramlarını değerlendirebilmesi, hiç mümkün değildir!. Oysa Allah’ın Rasûlü evrensel insan Muhammed Mustafa Aleyhisselâm, insanları, “Evrensel Din” olan İslâm’ı tasdike ve gereğini yaşamaya davet ediyor!. Öyle ise, çok âcil olarak, ırkî din anlayışından arınıp; “evrensel İslâm Dini”ni farketmek ve kavramak üzere; Arap ırkından olması itibâriyle değil, evrenselliği itibariyle Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselâm'ı “OKU”maya=”İKRA" çalışmalıyız ki artık bazı gerçekleri farketmeye başlayabilelim.
-
( Tanri merkezli din anlayisi ) mi ?
"TANRI MERKEZLİ DİN” Mİ? Konuyu en baştan ya da bir diğer deyişle tam temelinden sorgulayalım. “Tanrı merkezli din anlayışı” mı? Yoksa... “Hazreti Muhammed aleyhisselâm merkezli DİN anlayışı” mı? Evet, gene yeni bir şey attık ortaya! Haklısınız... Ama ne çare ki bu ikisi arasındaki fark, çok çok önemli bir fark!... Hatta, bu ikisi arasındaki kesin fark kavranmadan, “dinsel anlayışlar”dan arınılıp, gerçek “DİN” olgusu kavranılmaz!... Gelin bu önemli farkı derinlemesine inceleyelim... Önce “tanrı merkezli dinsel anlayış”ın geçerli olduğu genel Müslümanlık kabulüne bakalım... Bu anlayışa göre, her ne kadar “Allah” adıyla etiketlenmiş tanrı, her yerde denilse de, hep yukarılarda bir yerdedir!... Buna inananlar, yukarılarda, ötelerinde bir yerdeki tanrıya inanırlar. Oysa, ötede bir tanrı kabulü direkt şirktir (şirk-i hâfi); ve bu şirk anlayışındaki hemen herkesin, kendi kültür, çevre, anlayış ve tasavvuruna göre kabul ettiği bir tanrısı vardır, “Allah” adıyla andığı. Bir kısım kişilerin, kafalarına göre gerekçelerle yasaklaması dolayısıyla Kur’ân’da bu konuda yapılan açıklamalar tefekkür edilmediği için; beyinlerdeki “kişi” tanrı tasavvurları öylece kalır; tekâmül etmez!. Ötelerindeki bu kişi tanrı, zanlarına ve yanlış anlayışlarına göre, kendi katındaki melekleri aracılığıyla yeryüzünde bir peygamber seçer ve insanlara emirlerini uygulatması için onu elçi-postacı-messenger olarak görevlendirir. Tabi bu işlem de yanındaki meleklerden birini ona GÖNDERMESİ şeklinde oluşur!. Yanından, yeryüzündeki seçilmiş peygambere yollanan elçi melek!!!... İşte bu noktada bir saptama yapalım!. UFOcular veya uzaydan gelen birilerinin varlığına inananların bazıları, hemen bu anlayışı değerlendirerek, meleklerin veya yeryüzündekilerin kabul etmiş olduğu tanrıların gökten gelen diğer üstün ırklar olduğunu öne sürerler. Şunu vurgulayalım: Gökten birileri gelmiş olabilir veya gelecek olabilir!. Bunu reddetmek akıl ve mantık işi değildir. Ancak kesinlikle yanlış olan şey, bu gelmiş veya gelecek olanların “tanrı” veya “melek” olduğu kabulüdür!. Çünkü aşağıda izaha çalışacağım üzere Allah Rasûlü’nün bildirdiği şeylerin bu kabullerle hiç ilgisi yoktur. Bunu çok iyi fark etmek ve anlamak gerekir. Keza, Deccal diye isimlenmiş tanrı olduğunu ve dünyaya kullarının arasına geldiğini söyleyecek olan varlık dahi işte bu “tanrı merkezli dinsel anlayışları” kullanacaktır!. Ötede, yukarıda bir tanrıya inananları kendine tâbi kılacaktır!. Yeryüzünde kendisine inanmayan pek az insan kalacaktır!. Bugün Yahudî ve Hıristiyanların “Mesih” lâkabıyla bekledikleri kişi, gerçekte İsa aleyhisselam değil, Deccal’dir!. İsa ayleyhisselam ise “Tanrı” olduğunu iddia ederek orataya çıkan Deccal’den sonra açığa çıkacaktır!. Kendisinin, insanların beklediği tanrı olduğunu iddia eden Deccal lakaplı varlığın ortadan kaldırılışı, bizâtihi 33 yaşında olarak dünya üzerinde açığa çıkacak olan Hazreti İsa aleyhisselam tarafından gerçekleştirilecektir. Neyse gelelim biz ana konumuza... “Tanrı merkezli dinsel anlayışa” göre materyalist bir sistem anlayışı esastır!. Tanrı merkezli dinsel anlayışta, Kurân’da ve hadislerde anlatılan her şey kelime anlamındadır. Tanrı merkezli din anlayışında tanrının eli vardır! Tanrı merkezli dinsel anlayışta tanrının iki kefeli terazisi vardır! (henüz dijital veya ötesi tartı sistemini bulmamış tanrı!!!)... Bu anlatılanların, insanlara bazı gerçekleri anlatmak için kullanılan misaller olduğu fark edilmez, düşünülmez, kabul edilmez!. Kısacası, tanrı merkezli dinsel anlayışta anlatılan her şey madde dünyası gerçeklerine göredir!. Bu anlayışta sorgulama, anlamaya çalışma, ne olduğunu bilme, tefekkür yoktur. Emirler ve uygulamalar vardır!. Kıyası fukuha adı altında, âyetlerde kesin olmayan her şey, kişilerin yaşadıkları devir şartları altında yorumlanmış ve o yorumlar dahi Din-Şeriât kapsamında kabul edilmiştir. Âyet veya Hadislerin o devirler şart ve anlayışı kadarıyla yorumlanması ise sanki Din’in bir hükmü gibi algılanmıştır. Tanrı merkezli dinsel anlayışta namaz borçtur tanrıya, oruç borçtur ödenmesi zorunlu. Borcunu ödemezsen tanrı seni hapse, pardon cehenneme atar! Tanrı merkezli dinsel anlayış şudur: “Biz sadece emirleri uygularız gerisini düşünmeyiz. Neyin ne olduğunu O bilir!. Bizim gerisini bilmemize gerek yoktur. Gerek olsaydı onu da bildirirdi. Bize düşen sadece emirlere uyup emredilen ibadetlerimizi yapmaktır. Gerisini sorgulayıp hikmetini ve nedenini araştırmak; tefekkür etmek, diğer konularda fikir sahibi olmak bizim işimiz değildir...” “Biz öleceğiz ve kıyâmette dirilince her şey meydana çıkacak” zannı da işte bu tanrı merkezli dinsel kabulün bir getirisidir!. Madde dünyası gerçeklerine göre oluşturulmuş bu tür materyalist dinsel anlayışlar ötesindeki, “Allah Rasûlü ve son Nebî’si Muhammed aleyhisselâm merkezli DİN anlayışı”na gelince... “Hanîf” kökenli Muhammed aleyhisselâm, tanrı ve tanrılık kavramının aslâ söz konusu olmadığını idrâk etmiş bir kişi olarak putperest kavmi içinde yaşarken, nihâyet 39 yaşında “Tanrı ve tanrılık kavramı yoktur yalnızca ismi “Allah” olan vardır” (La ilâhe illa-Allah) gerçeğini çeşitli tanrılara tapınan putperest topluma ilân etti!. Burada en öncelikli konu, ismi “ALLAH” olanın ne olduğunu fark etmektir . İsmi “ALLAH” olan, bu konu eğer iyi irdelenirse, görülecektir ki idrâk edilesi ötelerdeki bir tanrı olmayıp, her birimin ve şeyin derûnundaki, özünde bir kuvvedir, kudrettir!. Her şey ve birim kendi dışına afâkına yönelerek değil, kendi özüne ve derûnuna yönelerek o kuvve ve kudrete ulaşır ve ulaşabilirse de O varlık indinde birimsel “yok”luğunu fark eder!. “Var olan yalnızca ALLAH imiş” der bir muvahhid olarak!... Bu anlayışta, göklerden insana inen melekler değil, insanın özünden, derûnundan bilincine tenezzül eden kuvveler, ilim (cebrâiliyet) söz konusudur. Beyin daima kendi veri tabanına ulaşanları ve veri tabanından açığa çıkanları —Musavvir ismi sonucu— suretlendirerek bilinçte açığa çıkardığı için, beyinler melekleri sûretler şeklinde görür. Allah Rasûlü, ismi Allah olanın derûnundaki hakikatinin dillendirmesini gerçekleştirendir. O hakikatin ilim sıfatının, vahiy yollu açığa çıkışı risâlettir. Olay Bâtın’dan zâhire doğrudur; gökten yeryüzündeki et, kemik bedene doğru değil!. O Hakikatin ilmi, “sünnetullah” denilen ismi “ALLAH” olanın evren içre evrenlerde değişmez yasalarını “OKU”maya ve insanlara kendilerine gerekli olduğu kadarıyla bu yasalara uygun olarak yapılması gerekli olanları bildirmeye yönelik ise, buna da “nübüvvet” denilir. Zâtı itibariyle “mutlak GAYB” (kesinlikle bilinemez) olan “ALLAH”, bizim tarafımızdan, ancak, Allah Rasûlü’nün bildirdiği kadarıyla ve O’nun bildirdikleri kapsamında bilinebilir!. Biz kafamızda kendi hevâ ve hayâlimize göre bir tanrı tasavvur etmeyip; Allah Rasûlü'nün bize bildirdiği (Kur’ân ve Hadîslerle) kapsamında tefekkür ederek ismi “ALLAH” olanı anlamaya çalışırız ve sonuçta ortaya çıkanı da asla kayıtlamayız bildiklerimiz kadarıyla!. Rasûlullah merkezli anlayışta, "Din" boyutsallık içeren evren içre evrenlerdeki (âlemlerdeki) sistem ve düzenin adıdır!. Tüm evren içre evrenler ve içindekiler kendilerini yaratan TEK ilim ve kudretin eseri ve esiri olarak (mutlak teslimiyet içinde) varlıklarını sürdürdükleri için de sistemin adı “İSLÂM”dır!. “Allah indinde Din İslâm’dır” vurgulaması bu gerçeği anlatır. Bu sebeple, Rasûlullah merkezli anlayış, DİN’dir; tanrıya dayalı inanış biçimleri ise sadece “dinsel anlayışlar”dır. Rasûlullah merkezli anlayışta işin ikinci en önemli yanı, insanın “hilafeti” konusudur. Tüm birimler ve zerrelerin, holografik gerçeklik açıklamasındaki üzere, “Zerre küllün aynasıdır” hadisince; ismi “ALLAH” olanın bildirilen sıfat ve esmâsının yansıtıcısı olarak açığa çıkmalarıdır. Bu olayı anlamanın yolu, tekten çoğa (tümden birime) şeklinde düşünebilmekten geçer!. Eğer bu idrâk edilirse fark edilecektir ki, “ALLAH” ismine ait olarak bildirilen sıfat ve esmâ, her insanda olduğu gibi bunların açığa çıkışındaki bir mertebe-boyut hükmünde olan kuvveler (melekler) dahi insanın özünden, veri tabanından bilincine doğru açığa çıkan varlıklardır... Sırasıyla Aliym, Mumit ve Hasiyb isimlerinden açığa çıkan kuvveler olan Cebrâil de böyledir, Azrâil (dönüştüren) de; Münkir - Nekir (muhasebe yapan) de!. Rasûlullah merkezli DİN anlayışında cansız ve bilinçsiz varlık yoktur!. Çünkü her birim, ismi “ALLAH” olanın esmâsının özellikleriyle vardır. İnsan, yeryüzünde var olan canlılar içinde “acıma ve merhamet” duygusuna ve dahi “Allah”ın muhteşem “sünnetullah”ını seyir kapasitesine sahip olan tek varlıktır!. Bunun için de eşref-i mahlûktur!. Rasûlullah merkezli DİN anlayışında, her birim yaratan tarafından, Rabbi (özündeki esma mertebesi sonucu oluşan terkibi-bileşimi) tarafından hangi amaca dönük olarak yaratılmışsa, ona o kolaylaşır ve o da yaratılış amacını kolaylıkla gerçekleştirir!. Bu saâdet istikâmetinde de olabilir şakâvet istikâmetinde de olabilir. İşte bu da onların mutlak kulluklarıdır. Rasûlullah merkezli DİN anlayışının sonucudur ki yapılan ibadetler ve çalışmalar, zikir, salat (dua-namaz), oruç vs., borç değil, bir tanrıyı mutlu kılmak için değil; kişinin kendi özüne bahşedilmiş Rabbanî kuvve ve özelliklerin açığa çıkartılması içindir... “Allah rızası” diye bahsedilen şey, kişinin hakikatinin kemâlatına uygunluktur. O kemâlata uygun davranış sonucunda, kişide o hakikatin kemâlatının bir özelliğinin açığa çıkması sonucunu doğurur otomatik olarak!. “İnsan için kendi çalışmasının sonuçlarından başka bir şey asla söz konusu değildir” anlamındaki âyet düşünen beyinler için olayın ne olduğu hakkında yeterince açık bir uyarıdır!. Kısacası, “tanrı merkezli din anlayışı”, ötelerdeki bir tanrıya yönelen toplulukların yaşam biçimidir... “Allah Rasûlü Muhammed aleyhisselâm merkezli DİN anlayışı” ise, Rasûlullah'ın açıkladığı "ALLAH"a imandan yola çıkıp, kendi özündeki ilâhi mertebelere ve o mertebelerdeki (boyutlardaki) kuvve ve kemâlatı keşfe yönlebilen “insan”lar içindir, anlayışımızca.
-
SERIAT ? - DIN DEVLETI ?
Orijin İslâm’da, bugünkü lâik uygulamaların vermediği ölçüde insan hakları mevcuttur!. Başkalarına bilfiîl zarar verme söz konusu olmadıkça, İslâm kişiyi inancıyla başbaşa bırakır ve zorlamaz; cezalandırmaz!. Allah Rasûlü ve Nebisi Muhammed aleyhisselâmın yaşadığı süreçte uygulanan kurallar ile, daha sonraki süreçte uygulanan Müslümanlık anlayışının çok çok farklı olduğu apaçık ortada idi... Hadsiz hesapsız kişisel yorumlardan oluşan fetvalarla; kar topu gibi olan şeriat, günümüze ulaştığında bir çığ olmuştu!. Geçmişte, tek bir İslâm Devleti olmamıştır Hazreti Âli’nin dünyadan ayrılışından sonra!. Hep saltanatlar veya diktatörlükler vardır!. Ondan önce ise zaten devlet kavramı yoktu... Kabile yaşamı, bir tür devlet yaşamına döndürülmeye çalışıldı!. Bugünkü devlet anlayışı ile o günkü devlet anlayışı arasında sadece isim benzerliği vardır!. Kulaktan dolma dedikodu din bilgisiyle ancak hüsrana varılır!. Kişiler kendi anladıkları İslâm’ı, ele geçirdikleri güç ile insanlara “orijin İslâm’mış” gibi kabul ettirerek saltanatlarını sürdürmüşlerdir yüzyıllardır. “Orijin İslâm” Kurân ve Hadis’tir!. Bugünkü yanlış kabul ise, “Kurân + Hadis + Kıyası Fukuha + ümmetin ortak kararı”dır!. İşte yanlış bu noktada başlamaktadır!. Kurân veya hadiste olmayan HER ŞEY, “KİŞİSEL YORUMDUR”, yani “FETVA”DIR ve kimseyi bağlamaz DİN ADINA!. Hele hele, Kurân'da veya Hadiste olmayan bir konuya ilişkin kişisel yorumunun(fetva) Din hükmüymüş gibi uygulatılmaya kalkışılması, insanlara en büyük zulümdür!. Bırakalım geçmişi bir yana... Bugün dünya üzerinde, yalnızca Kurân ve Hadis temeline dayalı tek bir İslâm Devleti var mıdır?.. YOKTUR!. Kişinin imanı veya İslâm anlayışı, “islam devleti” veya “şeriât devleti” kapsamına bağlı olsaydı, bugün yeryüzünde imanlı veya İslâmı kabul etmiş tek kişi olmazdı!. Oysa bugün binlerle evliyâullah, “İslâmî olmayan rejimlerle” yönetilen ülkelerde yaşıyor yeryüzünde!. Mezheb, tarîkat, cemâat anlayışları dolayısıyla, bölgesel Müslümanlık anlayışları ihtiva eden; kendi anlayışları dışındaki tüm inananları “kâfir” gören dar ve sınırlı bakış sahiplerinin oluşturduğu devletleri nasıl İslâm’a bağlayıp, İslâm’ı küçültebilir, o yüzden İslâm’a laf getirtebiliriz?.. İSLAM’ın yüceliği beşeri yanlışlar yüzünden karalanmaktan münezzehtir! Kendi cemâatlerinden olmayanı, kendi târikatlarından olmayanı, Müslüman kabul etmeyen; başı örtülü olmayan hanımı dinsiz, kâfir kabul edip, kendilerinden saymayan zihniyetler mi şeriât devleti kuracak da toplumları yönetecek elinde sopa ve satır ile?! Hangi mezheb ya da tarikat veya cemâat anlayışına göre şeriat devleti kurulacak?... Böylece de, kaç kişi, kaç kişiye hükmedecek ALLAH ve DİN ADINA; diyerek!. Düşünebiliyor musunuz bunun sonucunu!. Bugün Müslümanlar, böylesine birbirini dışlayan veya arkasından kuyusunu kazan anlayış farklılıkları içinde kümelenmişken; kendi görüşünde olmayanların kitaplarını yasaklayan bir kafa yapısına sahipken, nasıl bir birlikten ve o birliğin yönetiminden söz edilebilir ki!. Gerçekçi olalım ve kendimizi aldatmaktan vazgeçelim. Köyümüz sınırları içinde düşünmekten arınıp, global bakmayı ve değerlendirmeyi öğrenelim!. Kesin olarak bilin ki, “Mehdî” lakabıyla bildirilen YENİLEYİCİ, eğer olağanüstü kuvvelerle donanmış bir ordu beraberinde, beyaz atlı komutan olarak gelmezse, “şeriat devleti” beklentisi, insanların enerjisini yanlış yolda harcatan ham hayal olmaktan öteye gitmeyecektir!. Hayal edildiği şekilde bir Mehdi’nin, ortaya çıkmayacağını 1985'te yazdım. Yenileyici'nin, ta o tarihlerde (1400-1410), işlevini yerine getirmeye başlamış olabileceğini yazdım... Yıllardır her sene hacda Mehdi çıkacağını bekleyenler hep boşa çıktılar!. Suudî saltanatı sürdüğü sürece de O Zât’ın açığa çıkacağını sanmıyorum! Bu benim kişisel düşüncemdir. Bundan sonra da ömrü olanlar haklılık derecemi bu konuda da göreceklerdir inşâallah!. Yenileyici, diyelim 1980 ya da 1985 ten beri görevine başlamış, işlevini yerine getiriyorsa, bu kadar zamandır acaba neyle meşgul? Ne yapıyor? Yaşadığınız günün gerçeklerini iyi görün!. İslâm yeryüzünde, dar kafalı, şekilci anlayışlı, robot beyinli, ezberlediğini tekrardan öteye gidemeyen din âlimleriyle(!?) değil, işin hakikatini görüp yaşayan gönül ehliyle yayılmıştır!. Devleti değil, gönülleri fethetmeye çalışalım!. Allah yolunda savaşmak demek, Din hakkında bilgi sahibi olup, insanları Rasûlullah yolundan uyarmak demektir!. İnsanların neye, neden, nasıl iman etmeleri gereklerini onların anlayabileceği lisanla anlatmak, açıklamak; onları sürü olarak görüp gütmeye kalkışmamak, demektir!. Yaşadığımız devir, insanların imanlarının kurtulmasına hizmet vermek devridir! Onlara anladıkları dilden anladıkları tarzda hitap etmek devridir! Ehlinin anlamakta zorlandığı lisanla yazılmış kitap veya hitaplarla topluma hiç bir mesaj verilemez!. Rasûlullah, devrinde "kılık-kıyafet Müslümanlığı" yapmamıştır! “Gardıropçuluk” ilkel kafalara mahsus bir haslettir!. İlkel insanlar birbirlerinin kıyafetlerine ambargo koymaya kalkarlar!. Rasûlullah, Din gerçekleriyle ilgili olmayan konularda, yaşadığı putperest toplumun örf ve âdetlerine saygı göstermiştir!. Bu bize açık örnektir! Mevcut yönetimlerin yanlış, haksız ve belki de inançsızlığı doğrultusunda amaçlı uygulamalarını, yerinde bulmamak ve karşı çıkmak ayrı şeydir; onun yerine bir başka yanlışı uygulamak uğruna ömrü hebâ etmek ayrı şeydir!. Yıllardır, kapkaç olaylarını “gasp” kapsamında değerlendirecek tek bir kanun maddesi çıkartamayıp, toplumu rahatlatamayan kişilerden, daha büyük sorunların çözümünü nasıl beklersiniz?.. Yaşadığınız dünyanın gerçeklerini görün!. Kendinizi aldatmayın!. Bunun faturası en ağır fatura olacaktır! Yıllardır, Türkiye’de perde arkasından “solcuları” veya “şeriât isteklilerini” dar kalıplı söylemlerle itekleyen aynı merkezin; ve bu süreçte de amaçlarına ulaşanların, kimler olduğunu iyi araştırın!. O söylemlere kanan devrimcilerin bugün hangi çizgide olduklarına bakın!. Yıllar içinde, çeşitli sebeplerden dolayı, “DİN” anlayışı Türkiye’de yozlaşmış; gizli Kuran kurslarında, cemaat evlerinde, yetersiz ve kalıpsal bilgiyle bloke olmuş, kendi doğrusundan başka birşey bilmeyen beyinler, topluma din adına yön veren noktalara yerleşmiştir!. Ölüp yok olup, kıyamette topraktan biteceğini düşünen din bilginleri(!) yetiştiren bu kurslar ve cemaatler, İslâm’ın önündeki en büyük perdelerdir esasta, devlet değil!. İnsanlar kendi iyilikleri için, âcilen, bizzât yeni baştan DİN’i araştırmak ve sorgulamak zorundadır!. Ömür geçiyor ve hızla tükeniyor!. Süre hızla azalıyor!. Yalnızca dünya yaşamında kazanabilecekseniz ebedi hayatı, bu sizin son ve tek şansınız!. Türkiye’de sorun, “şeriat devleti” değil, gerçek İslâm Dini bilgisinin kasıtlı olarak örtülmesidir!. Tek bir anlayış, tek bir yorum insanlara ezberletilerek DİN öğretilmiş olmaz!. Ne devletin işine gelmektedir GERÇEK İslâm Dini’nin dillendirilmesi; ne de tarîkat veya cemâat ehlinin!. Neden acaba?... Bunu iyi sorgulamak ve düşünmek gerekir kanaatimce. Hiç bir DİNÎ işlev, para karşılığı yapılmaz!. Yapılırsa, ticâret olur adı, Din’e hizmet değil!. DİN, meslek değildir!. Meslek olmaz!. Mesleği DİN olanın, işi de ticârettir!. Din, para kazanmak veya dünyevi başka çıkarlar için kullanılabilir, ama bunun sonucu hüsrandan başka bir şey olmayacaktır!. Kafasında “tanrı” yaratan, kendi anlayışına göre herşeyi mubah görebilir istekleri doğrultusunda... Ancak Hazreti Muhammed’in açıkladığı ALLAH’ı ve O’nun getirdiklerini anlayanların dünyası bambaşka bir dünyadır!. Dünya GEÇİCİDİR!. Hazreti İsa, kendisini siyâset için kullanmak isteyen Barabbas’ın oyununa gelmedi!. Çünkü o “ALLAH” ehli idi... Biliyordu ki insanlar için önemli olan, “sonsuz olan ölümötesi yaşam”dır!. Bıraktı onları kendi yaratılış şekilleri üzere dünyevi faaliyetlerle kulluklarını yapmaya!. Yaşamlarında, şeriâtın ne olduğunu farketmemiş insanların, devlete şeriat isteme duyguları ne kadar enteresandır!. Bütün bu konularda yanlış anlamanın gerçekte tek bir sebebi vardır: Kurân işaretleri ve uyarıları ile Rasûlullah uygulamasının bir bütün olarak ele alınmayıp; içinden seçilen tek bir âyet veya hadisin doğrultusunda meseleye bakılması!. Gizli kurslarda veya evlerde ezberletilen yorumların gerçek orijin DİN sanılması!. Devlet müsaade etse de, herkes görüşünü açıkça TV’lerde söyleyebilse, toplum gerçekleri anlayıp herşeyi değerlendirebilecek; telekomik ilahiyatçıları fark ettiği gibi!.. Ne var ki buna bile izin yoktur! Çünkü düşündüğünü dile getirme özgürlüğü yoktur ülkelerin çoğunda!. Gerçek özgürlük, düşündüğünü özgürce dillendirebilme özgürlüğüdür! Uygar ve gelişmiş toplumlarda yaşanan bir özgürlüktür!. Bütün özgürlüklerin de başıdır!. Yol uzun... Ömür kısa... Şiddetli depremler ve çöküntüler, meteorlar yolda!. Üçüncü dünya harbi kapıda... Deccal sırada!.. Yenileyici kendi işlevini yapmakta ortaya çıkmadan!.. Hakikata eremeden, Allah’ı bilemeden, Allah sistem ve düzenini kavrayamadan ve buna göre hazırlanamadan dünyadan ayrılmak her an söz konusu! Dünya’da yaşamaktan amaç, özündeki Allah’a ait kuvveleri keşfedip onları uygulamaya sokarak sonsuz yolculuğa çıkmaktır!. Bunu başaramazsak, diri diri gireceğimiz mezarda başlayacak sonsuz yolculukta hâlimiz perişan olacak!.. Kâbirdeki üç soru, “Rabbin”, “Nebin”, “Kitabın” sorularıdır sana; Şeriat devleti kurup sopayla insanları hidayete eriştirip eriştirmediğin değil!. “Biz isteseydik tüm insanlara hidayet ederdik” veya “... Sen onlar üzere zorlayıcı değilsin” âyetlerini iyi düşünmek gerek!.. Konu çok daha geniş, ama sıkmamak için kısa kesmek lazım... Prensibimizi Rasûlullah koymuş: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; sevdirin, nefret ettirmeyin!..” Allah kolaylaştıra... Saygi ve Sevgi ile kalin.
-
KADER ve INSANIN ÖZGÜR IRADESI
slm kardes, NEREYE VARMAK İSTEDİĞİNİ PEK ANLAYAMADIM DOSTUM. YANİ TÜM TEZİN ASLINDA BİZLERİN YOK OLDUĞU İSE YANİ SEN BU BİLGİYE ERİŞTİYSEN BAZI SORULAR 1-)NİYE OLMAYAN BİRŞEYİ ANLATMAKLA BU KADAR UĞRAŞTIN 2-)ŞAYET YOKSAK ALLAH (C.C.) BİZLERİ NEDEN YARATTI 3-)HADİ SEN BU OLAĞAN ÜSTÜ BİLGİYE ULAŞTIN BİİZLERİ NEDEN HABERDAR EDİYORSUNDA KAFAMIZI KKARIŞTIRIYORSUN 4-)AMACIM SENİN TEZİNİ ÇÜRÜTMEK DEĞİL AMA OLMADIĞIMI DÜŞÜNMEK TE BENİ RAHATSIZ EDER ----------------------------------------------------------- Varliginda ( BEN ) kavramini yüceltip , adeta Allah a karsi sirk kosan insanlarin sadece Evrendeki boyutlugunu farketsinler diye yazdim. Cünki Allah tan gayri birde BEN diyen insanlarin yeryüzünde yaptiklari zulümleri burada anlatmama gerek yok sanirim. Üstelik malesef ve malesef kendilerini ( müslüman ) atfeden bicok topluluklarin tamamen bir kargasa icinde yasadiklarini gözlemliyorum , sizinde malumunuzdur sanirim. Islami özünden anlayamadigimizin kanisindayim, bu yüzden Ilim ve Bilim isiginda Evrende veya Kainattaki yerimizi haddimizi check up yapma amaci ile yazdim. 2 nci sorunun cevabi yazimda var , yaradilis amacimizi bilmemizi istedim sadece. Acizhane teklifim yaziyi tekrar düsünerek mercekten gecirmen , göreceksin ki niyetim kafa karistirmak falan olmadigini anliyacaksin. Meselelere beseri gözle baktigimiz zaman yeryüzünde fitne ve fesatlara bir cözüm üretemeyiz. Ya ? Tüm meselelere Hakk gözünden baktigimiz zaman hersey farkli algilanabiliyor . Bu noktaya dikkat cekmek istedim. Coguldan Tek e bakis bizleri icinden cikilamaz bir kargasaya götürüyor. Tek ten cogula baktiginiz zaman bir cok konu anlasiliyor . Caninizi üzmeyin siz, herkes kapasitesi kadar anliyacaktir ve düsünebildigi kadar sorumluluk tasir merak etmeyin . Yazimda bahsettigim konudan siz sadece Insanlara sonsuz sinirsiz bir tolerans ve saygi icinde bulunmamiz gerektigi dersini cikarmaya bakiniz,simdilik size kafi gelecektir. Saygilar
-
KADER ve INSANIN ÖZGÜR IRADESI
Slm herkesin üzerine olsun. ( Külli irade - cüzi irade ) yani iki varlik sözkonusu mu ??? 1. Oysa Allah ü teala Ihlas suresinde kendini tarif ettigi gibi ( deki O ahad olan Allah tir ) . 2. La ilahe illallah cevrisini biz eger ister kavram olsun ister vücud sahibi olsun Allah tan baska ilah yoktur anliyorsak , elbette zaten ( baska ) iki varliga isaret ediyoruz farkina varmadan. Oysa Kelime i tevhid in manasi söyle olmasi gerekiyor ( La ilahe ) - ilah yok , ( illa ) sadece Allah var . Ilah , insanin medet umdugu her tür düsünce ve objeye verilen isim musemma dir . Allah ismi ile isaret edilen varlik AHAD , yani öyle bir tek ki , kendisinin disinda hic bir varlik olmasi mümkün olmayan , dogmamis , dogurmamis , bölünemez , parcalanamaz olan bir varliga isaret eder . Birseyler cagristiriyomu bu yorum sizlerde acaba ? Insan denilen varlik kendini et beden olarak algiladigindan , tüm olaylara sadece 5 duyusu ile yaklastigindan varligindaki sebebi hakikattan mahrum yasamakta. Simdi düsünelim hep birlikte ; Bizim aleme bakisimiz ve varsaydigimiz hersey gözlerimizin su anki görme yetenegi kadardir .Oysa icinde bulundugunuz odanin tavanini kaldirsaniz ve dev bir teleskop merceginden odaniza baksaniz , acaba odanin icinde bulunan esyayi nesneleri ve hatta koltuklarin üstünde oturan insanlari nasil görür ve algilariz ??? Sübhesiz az önce varsaydigimiz hersey birer atom ve molekül den ibaret oldugunu farkederiz. Evrende cogul olarak algiladigimiz hersey aslinda gözleimizin 4000 ile 7000 anström görme yetenegimizden kaynaklanan bir algilama seklidir.Sana teleskopla bakildiginda ( wave ) dalga boyundan baska bir sey degilsin aslinda. Esasen bu durumu bizler her aksam yatagimiza yattigimizda Rüya denilen olayla anliyabiliriz. Insan rüyasinda da kendini et beden ve 5 duyusundan ibaret sayar ve herseyi hisseder .Uyandiginda ise herseyin bir algilama oldugunu farkeder. Insan , hayvan , esya , nesne , madde , hersey birer isimden ibaret oldugunu daha nasil anlatabilirim sizlere. Bir Okyanusu düsünün , icinde sayisiz yasayan canli türleri ile.Birde o okyanusun dalgalarini düsünün. Her bir dalga boyu farkli yansir gözümüze.Kimi uzun ,kimi enli,kimi yüksek,kimi hizli,kimi siddetli vs. Simdi siz o dalgalarin varligindaki hakikatin sadece bir okyanus oldugunu bile bile nasil bir cogulluktan bahsedebilirsiniz ??? O isimlerle andigimiz degisik dalgaboylari aslinda birer mana oldugunu esasen var olan sadece bir okyanus oldugunu anlayabildi isek eger , meselelere bir adim daha yaklastiniz demek. O Ahad olan Allah , zerrelere bölünemez ,ondan bir parca ayrilamaz,ona bir parca ilave edilemez olan öyle bir teklikki ,öyle bir vahdeti vücudki ,evrenler ve evren ici evrenlerde heryerlerde sadece onun isim ve manalari mevcudtur,Ondan gayri vücud sahibi olan bir varlik yok.Sadece var olan O. Bugünün bilim isigina bakiyorsunuz, herseyin özde bir dalgaboyu oldugu ve bir enerjiden ibaret oldugunu savunuyorlar.Dolayesi ile maddecilik anlayisinin iflas ettigini bilim artik kanitlamistir. Eger herseyin özü bir enerji boyutu ise , ki bu enerjide bölünemez parcalanamaz boyutta oldugu da kesindir. Su mana cikiyor karsimiza ,varligimizin hakikati sadece tek olusu ,kesinlikle cogulluk diye algiladigimiz hersey birer isim den ibarettir. Bu da su demek IKI AYRI IRADEDEN BAHSEDILEMEZ ANLAMINDADIR ! Lütfen evrende bulundugumuz noktayi da ele alirsak ki söyle ; Bir kac tane uydusu olan Günes sistemi icinde yasamaktayiz . Hacmi icinde yasadigimiz dünyadan 1.303.706 defa büyük olan Günes. Ve bu günes sistemi gibi 400 milyar yildizi icinde barindiran ( Samanyolu ) . Dev bir galaxi degilmi ? Merkezden 32.000 Isik yili uzakliginda . Ne demek biliyormusunuz ? Bir arac düsününki 1 saniyede 300.000 kilometre hiz yapiyor x 60 saniye x 60 dakika x 24 saat x 365 gün = 1 ISIK YILI x 32.000 isik yili , akliniz alabiliyormu ??? Bizim dünya senemize göre bi kac milyon sene sonra Samanyolu galaxisine gelmis bulunuyoruz .Yaklasik 13,6 milyar yasinda olan bu galaxi 2,5 milyon Isik senesi yolu mesafesi uzakligi olan komsusu Andromeda Galaxisine saniyede 120 ile 300 km hizla kavusacagi ana dogru ilerlemekte. Yaklasik 500 milyon Isik yili uzakligindaki Chartwell Galaxisinden bahsetmeyecegim sizlere uzayin derinliklerinde kaybolmamaniz acisindan. Milyarlarca dünya senesi kadar süren bu yolculuk sonrasi bulundugunuz noktadan geriye bir baksaniz . Birakin icinde yasadiginiz dünyayi,birakin ait oldugunuz Günes sistemini , ve birakin tüm bu uydularla ait oldugunuz samanyolu galaxisini dahi görebilecekmisiniz ? veya varligini ( zi ) kabul edebilecekmisiniz ??? Ve bu kadar zaman sonra dünyaniza geri dönmeye yönelseniz ,acaba dünyaniz ve ait oldugu uydular yerinde olacaklarmi ??? Aradan milyarlarca ve milyarlarca seneler sonra. Bak dostum , Günes her gün senin icin dogup batmiyor. Dünya 365 gün süren günese olan yolculugunu senin hatirin icin yapmiyor.Günes 255 milyon sene süren Samanyoluna yolculugunu senin hatirin icin yapmiyor.Samanyolu 2,5 milyon ISIK YILI sürecek olan yolculugunu Andromedia ya senin hatirin icin yapmiyor. Onlar herdaim seyahat halinde idiler senin yeryüzüne geldiginde. Sen kendini bu dünya yasaminin icinde buldun. Din sana icinde yasadigin sartlari kosullari haber vermek icin gelmistir. Günes birimi zamanina göre 8,6 saniye yeryüzünde yasamis olan insan ölümü tattiktan sonra icinde yasiyacagi boyutlara karsi dünyada iken enerjini toplasin diye Allah Resulü olan Hz.Muhammed tarafindan haber ediliyorsun. Sunulan ibadetler her biri senin icin birer teklif tir . Diler alirsin uygularsin, hem dünyada hemde ölüm öteki sonsuz hayatinda icinde olacagin sartlara göre gerekli olan enerjini saglarsin. Dilersen almaz hem dünyada hemde ölüm öteki hayatinda karsilasacagin olaylara pasa pasa katlanirsin.Tercih senin . Sistem bu . Sunulan tüm ibadetlerin yukarida bir tanriyi hosnud icin degil ,tamamen kendi icinde yasadigin ve yasiyacagin sartlarda bagisikligini kazanman icin gerekli olan ibadetlerdir. Hem ; Farzedelimki yukarida bizleri yeryüzüne imtihan icin göndermis bir tanri var ve bu tanri süpernovada veya herhangi bir galaxi büyüklügünde biryelerlerde. Simdi iyi bir düsünelim sözüm o bilimsel yaklasamayanlara aslinda , bu tanri senin kildigin namazdan , tuttugun oructan, kestigin kurbandan, yaptigin ibadetten ne kadar etkilenir bir düsünün ??? Bu kadar uzakliktaki galaxilerden birinden bakildiginda SEN diye birsey varmiki imtihan olasin ??????????? Farzetki vücudunda trilyonlarca hücrelerden bir tanesi isyan etti , bundan sen ne kadar etkilenirsin ? Veya senin ona karsi isyanin onu ne kadar etkiler ??? Lütfen. Evren ici evrenlerin yaninda bir bakteriden de daha kücük boyutumuza ragmen kendimize ait bir özgür iradeden söz etmemiz ne kadar bilimsel ve mantikli olabilir ??? Bu noktada Allah ü tealanin bizlere haddimizi bildiren bir kac ayetini sizlere aktarmak istiyorum : 01. ALLAH ISTEMEDIKÇE SIZ ISTEYEMEZSINIZ!.. (Insan-30) 02. HALBUKI SIZI DE YAPAGELDIGINIZ SEYLERI DE ALLAH YARATMISTIR!.. (Saffat-96) 03. YERYÜZÜNDE VEYA NEFISLERINIZDE SIZE ISABET EDEN BIR MÜSIBET , BIZIM ONU YARATMAMIZDAN EVVEL , MUTLAKA BIR KITAPTA YAZILMISTIR . BUNU , ÖNCEDEN MUKADDER VE YAZILI OLDUGUNU BILIP; ELINIZDEN ÇIKAN SEYLERDEN DOLAYI ÜZÜLMEMENIZ VE ELINIZE GIREN ILE DE SEVINIP SIMARMAMANIZ IÇIN (açikliyoruz)!.. ALLAH DÜNYALIKLA BÖBÜRLENENI SEVMEZ" (Hadîd-22/23) 04. YÜRÜR HIÇ BIR MAHLUK HARIÇ OLMAMAK ÜZERE HEPSINI ALNINDA ÇEKIP YÜRÜTEN O'DUR!.. (Hud-56) 05. DE KI : HEPSI DE KENDI PROGRAMLARI DOGRULTUSUNDA (Sakûllerinde) FIILLER ORTAYA KOYARLAR. (Isra-84) 06. DILEDIGINI YAPAR. (Bürûc-16) 07. BIZ HER SEYI KADERIYLE HALKETTIK!.. (Kamer-49) 08. Nisa sûresi 79. -SANA GELEN HER IYILIK ALLAHTANDIR, SANA ISABET EDEN HER KÖTÜLÜKTE KENDINDENDIR 09. Bir evvelki 78. âyette de: "-EGER ONLARA BIRiYILIK DOKUNSA; -BU ALLAH KATINDANDIR! DERLER... EGER ONLARA BIR FENALIK DOKUNSA; BU SENIN YÜZÜNDENDIR!. DERLER.. DE KI; HEPSI ALLAH KATINDANDIR." BU KAVME NE OLDU KI BIR SÖZ ANLAMAZ OLDULAR 10. Âraf sûresi 34 ve Nahl sûrelerinin 61 âyetleri: "ECELLERİ GELDİĞİ ZAMAN NE BİR AN GERİ BIRAKILABİLİRLER, NE DE ÖNE ALINABİLİRLER.." 11. ALLAH" YARATTI SİZİ DE, YAPTIKLARINIZI DA!."Ali İmran, 6: 12. Yunus 99: "Eğer rabbın dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi de iman ederlerdi." 13. Yunus, 100 : "Her nefs "ALLAH"'ın izni ile ancak iman edebilir." 14. İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? (Kıyamet Suresi, 36-37) Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. (Bakara Suresi, 116) Evet, bizde, "ALLAH’A RAGMEN", bir is yapabilecek potansiyel mevcut mu? Yoksa bu ayetler masal mi anlatiyor ??? Simdi ister istemez bi kac soru geliyor insanin aklina : Sual: Madem ki benim kaderim önceden yazılmış, olacak olan olacak, olmayacak olan da olmayacak, öyle ise ben de hiçbir şeyle uğraşmam, boş otururum!?.. Cevap: Şayet boş oturmak için varedilmiş isen, ancak o takdirde bu dediğini gerçekleştirebilirsin. Aksi takdirde, ne iş için yaratılmış isen, o iş sana kolay gelecek ve mutlaka o işi yapmaya devam edeceksin!.. ------------------------------------------------------------------------------------------ Başka bir sual: Allah benim Cehenneme gitmemi takdir etmiş ve cehennemliklerin işini bana kolaylaştırmış ise, bunda benim suçum ne?.. Cevap: Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!.. Sen nasıl mülkün saydığın şeyde dilediğini yapmak istiyor ve bundan engellenirsen, benim hürriyetim nerede diye isyâna başlıyorsan; Allah da kâinatın mutlak meydana getiricisi olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf etmektedir. Hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın!.. ------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Peki Allah bana cebren bu işi yaptırmıyor mu?!.. Cevap 1: Cebbar olan Allah dilediğini yapar ve bundan dolayı da kendisine sual sorulmaz! Cevap 2: Esasen Allâh sana yaptırıyor diye bir şey sözkonusu değildir. Çünki gerçekte -sen’ diye bir varlık yok ki!.. -Sen’ ancak bir isimden ibaretsin!.. -sen’ ancak 5 duyunun hayal âleminde oluşturduğu bir varlıksın!.. -sen’ var kabul edilen bir izafî birimsin!.. Şayet sana hücre boyutunda baksak, sayısız hücrelerden ibaret bir kütlesin!.. Işık boyutunda baksak, renk renk ışıksın!.. Beyin yapın ve programın itibariyle seyretsek, belli bir görevi ortaya koymak için çeşitli özelliklerle programlanmış bir kozmik robotsun!.. Ama ne var ki bütün bunlarla beraber, özün itibariyle kâinatın herhangi bir yerinde mevcut olan tüm özelliklere de sahipsin!.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Benim kendi varlığım olmadığına, varlığımın O’ndan başka, ayrı bir varlık olmadığına göre, cehennem niye olsun ve ben niye yanayım?.. Cevap: Şu anda da aynısın ve gerek maddî ve gerekse manevî sayısız yanışlar içerisindesin. Öyle ise şu anda nasıl maddî ya da mânevî yanışlar sözkonusu ise, ölümötesi yaşamda da aynı şekilde yanışlar sözkonusudur!.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Ben de, madem ki kaderim yazılmış, ibâdet etmiyorum!.. Nasıl olsa, cennetlik isem cennete gideceğim, cehennemlik isem cehenneme gideceğim. Cevap: Allah cennet için yarattığına cennetliğin amelini nasib eder, cehennem için yarattığına da cehennemliklerin amelini. Sen hangisi için isen onun ameli sana kolay gelir!.. Zaten senden ne tür amel çıkıyorsa, sen, o senden çıkan amelin neticesine ulaşacaksın!.. --------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Dua kazayı defeder!.. Bu kaderin değişmesi değil midir?.. Cevap: Kazayı defedecek dua dahi takdirdendir!.. --------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Peki irade-i cüzüm yok mu benim?... Cevap 1: Ne Kur’ân-ı Kerîm’de ne de bildiğimiz kadarıyla hadîs-i şerîflerde -iradei cüz’ diye bir tâbir geçmez! Cevap 2: Varlığın tümüyle O’ndan oluşu itibariyle, her zerrede kendi boyutlarında O’nun iradesi mevcuttur ve o mutlak irade sahibidir. Senin basiretini örten perdeyi kaldırmayı dilerse, görürsün ki sana ait olduğunu sandığın her şey O’na aittir!.. Mutlak irade’nin senden çıkışı halinde aldığı isimden başka bir şey değildir Cüzi irade. Gerçekte, "cüz-i varlık" yoktur ki; "cüz-i irade olsun!... Evren tek bir varlıktır... ------------------------------------------------------------------------------------------------ Sual: Öyle ise bendeki tüm eksiklik, kusur ve yanlışlar da O’na aittir!.. Cevap: Saydığın tavsifler, var sandığın varlığa nisbetle kabul edilmiş "izafî" tavsiflerdir. Gerçekte ne senin var sandığın varlıkların O'ndan ayrı birer varlıkları vardır; ne de eksik, noksan, kusurlu olan bir şey!.. ------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Varlıktaki bir takım süflî şeylere de o mu diyeceğiz? Cevap: Süflî şeyleri gören göz sahibi için, süflî şeyler o değildir!.. Basîret sahibine göre ise zaten böyle şeyler sözkonusu değildir. Zirâ onların beyni gözlerine tabi değil; gözleri beyinlerine tabidir. Gördükleri kadar düşünmek derekesinden düşünebildikleri kadar görmek mertebesine yükselmiş ve sonunda da varlıkların olmayışını idrak derecesine ulaşmışlardır. ------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Dediklerinin büyük bir kısmını anlayamıyorum. İçimden reddetmek de gelmiyor, öyle ise ne yapayım?.. Cevap: İlim öğren!..ilmin yaşı yoktur!..ilmi araştır ve nerede kimden olursa olsun gerçeğin ilminin talibi ol!.. Kıyâmet gelmedikçe ilim yeryüzünden kalkmış olmayacaktır.ilmi daima kaynağından araştır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in buyurduklarını bir yandan yap, diğer yandan da ilim gözüyle hikmetlerini araştır. Zirâ Allah bir kimsenin hayrını dilemiş ise, onu dinde anlayışlı kılar!.. Daima hikmet peşinde ol. Dedikodu ile saatlerini harcama. --------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Bu dediklerine kafam çalışmıyor..? Cevap: Öyle ise sadece Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in dediklerini tatbik etmeye çalış; başkalarına da ayakbağı olmamaya gayret et!.. ------------------------------------------------------------------------------------------------------ Sual: Kaderimde varsa ilme çalışmak çalışırım. Ama, kaderimde varsa o ilme ermek, zaten çalışmasam da bana gelir!?.. Cevap: Her şey bir sebeble halk olmuştur. O şeye erişeceksen, önce sana onun sebebine tutunmayı nasib eder ve sonra da o şeyi nasibeder!.. Yok zaten kaderinde o şeye ulaşmanı yazmamış ise, bu takdirde o şeyin sebeblerine yapışmak sana güç gelir, çalışmazsın ve neticede de o şeyden mahrum kalırsın. ------------------------------------------------------------------------------------------------------ Sual: Peki bir kısım âyet ve hadîslerde kişinin yaptıklarının karşılığını alacağını anlatıyor. Yapmazsan alamazsın diyor, bu kişinin elinde bir şeyler olduğunu göstermez mi?.. Cevap: Kişi kendisinden çıkan fiillerin neticesine erecektir. Müsbet ya da menfi!.. Ama kendisinden çıkanlar da Tek ve Mutlak varlığın takdir ettikleridir, bu da başka bir gerçek!.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Ben ne yaparsam, onun neticesine erecek miyim?.. Cevap: Hakkında ne takdir edilmiş ise, o neticeye ulaşacak fiilleri ortaya koyacak ve ona ulaşacaksın!.. --------------------------------------------------------------------------------------------------------- Islam Dini insanin yeryüzüne gelis sebebini iki yönde ele alarak haber vermektedir. 1. insanin yaradanini tanimasi icin , kendindeki Halife olusunu idraki ile ilahi kuvveleri idrak edip sonsuz sinirsiz boyutlarda yaradanina ermesi icin insana teblig edilmistir. 2. insanin kendi boyutunu tanimasi , icinde yasadigi evrenleri dolayesi ile sart ve kosullarini idrak edip ,hem yasamakta oldugu hemde ölüm ötesi hayattaki evrensel boyutlarda karsisina dizilecek olaylara karsi bagisiklik kazanmasi icin teblig edilmistir. Kainatta bir senaryo geregi gibi hersey bir ISIM - MANA - FIIL den ibarettir . FIIL in sebebi MANAdan dolayidir, MANA nin sebebi ISIM den dolayidir , ISIMLER , Allah `ü tealanin sayisiz isim leridir. Söylede diyebiliriz ,seyreden kendisine sadece O dur. Sen ,ben , onlar ve hersey birer ilimden ibaretiz ve hicbir zaman aslinda varolmamis varliklariz . Siz nasil bir film izlerken icindeki figuranlarin sahsiyetlerini elestirmiyor iseniz ki, izlediginiz sadece islenen bir konudur ve bir yazari senaristi vardir. Ve bu filmde oyniyan figuranlarin nasil film icindeki fiillerini elestirme haklari yok ise , ki önemli olan onlar degil, ayni bu sekilde bizler ve evrenler esasen yoktan varedilip sadece Allah in ilahi isim ve manalarinin oyunculariyiz. VE ONA YAPTIKLARINDAN SUAL SORULMAZ . CÜNKI BÖYLE BIR MUHATABINIZ YOK.... Ben insanlari ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye DEGIL , ya sadece bana kulluk yapsinlar diye yarattim , buyuruyor. ALLAH ´in KULLUK ICIN YARATTIGI BIR BIRIMIN , O NA RAGMEN BIR KULLUGUNU YERINE GETIRMEMESI DÜSÜNÜLEMEZ . BU TÜR DÜSÜNCE ALLAH `IN KUDRETINE SINIR GETIRMEYE KALKISMAK DEMEKTIR ... BIRIMIN ( BENIM KENDIME AIT ÖZGÜR BIR IRADEM VAR ) demesi ALLAH BIR YERE KADAR TASARRUF SAHIBI , VE BURADAN ITIBAREN BENIM TASARRUFUM SÖZ KONUSU DEMEKTIR . Bu tür düsünce den uzak durulmasi tavsiye olunur. ADEM arapca bir kavram ,ve tercümesi türkce olarak YOK demektir, hic bir zaman varolmamis bir birimin kendi iradesinden sözedilemez. Irade TEK tir ,bu tek olan irade de sadece ALLAH a aittir. Sonsöz olarak bizler mana denizinin dibine dalmadan hic bir gercegi göremeyiz . Isim , mana ve fiil aleminde dalgaboylari ile ugrasip 8 bucuk saniyelik ömrümüzü heba etme yerine, mana denizine dalip herseyin hikmetini idrak edip kullugumuza devam etmeliyiz . Senin 70 senelik ömür dedigin sey bu dünyanin zaman birimine göredir . Ölüm denen ani tatdiktan sonraki zaman ise Günes sisteminin zaman birimine tabi olacaksiniz. Bu dünya da 3 bes dakikalik zevkler icin ölüm ötesinde milyarlarca sene sürecek güzel hayatlari KUMARA BASMAYA DEGMEZ . YA DOGRU ISE DEDIKLERIM ??? ( YOK tan HIC BIRSEY VAR EDILEMEZ , VAR OLAN HIC BIR SEY DE YOK OLMAZ ) Saygilar. not: bir fikri red etmek en kolay yoldur , ama zamana birakip arastirmak üzere en akilci yoldur.
-
insanın özgür iradesi yoktur
Selam arkadaslar, Slm herkesin üzerine olsun. ( Külli irade - cüzi irade ) yani iki varlik sözkonusu mu ??? 1. Oysa Allah ü teala Ihlas suresinde kendini tarif ettigi gibi ( deki O ahad olan Allah tir ) . 2. La ilahe illallah cevrisini biz eger ister kavram olsun ister vücud sahibi olsun Allah tan baska ilah yoktur anliyorsak , elbette zaten ( baska ) iki varliga isaret ediyoruz farkina varmadan. Oysa Kelime i tevhid in manasi söyle olmasi gerekiyor ( La ilahe ) - ilah yok , ( illa ) sadece Allah var . Ilah , insanin medet umdugu her tür düsünce ve objeye verilen isim musemma dir . Allah ismi ile isaret edilen varlik AHAD , yani öyle bir tek ki , kendisinin disinda hic bir varlik olmasi mümkün olmayan , dogmamis , dogurmamis , bölünemez , parcalanamaz olan bir varliga isaret eder . Birseyler cagristiriyomu bu yorum sizlerde acaba ? Insan denilen varlik kendini et beden olarak algiladigindan , tüm olaylara sadece 5 duyusu ile yaklastigindan varligindaki sebebi hakikattan mahrum yasamakta. Simdi düsünelim hep birlikte ; Bizim aleme bakisimiz ve varsaydigimiz hersey gözlerimizin su anki görme yetenegi kadardir .Oysa icinde bulundugunuz odanin tavanini kaldirsaniz ve dev bir teleskop merceginden odaniza baksaniz , acaba odanin icinde bulunan esyayi nesneleri ve hatta koltuklarin üstünde oturan insanlari nasil görür ve algilariz ??? Sübhesiz az önce varsaydigimiz hersey birer atom ve molekül den ibaret oldugunu farkederiz. Evrende cogul olarak algiladigimiz hersey aslinda gözleimizin 4000 ile 7000 anström görme yetenegimizden kaynaklanan bir algilama seklidir.Sana teleskopla bakildiginda ( wave ) dalga boyundan baska bir sey degilsin aslinda. Esasen bu durumu bizler her aksam yatagimiza yattigimizda Rüya denilen olayla anliyabiliriz. Insan rüyasinda da kendini et beden ve 5 duyusundan ibaret sayar ve herseyi hisseder .Uyandiginda ise herseyin bir algilama oldugunu farkeder. Insan , hayvan , esya , nesne , madde , hersey birer isimden ibaret oldugunu daha nasil anlatabilirim sizlere. Bir Okyanusu düsünün , icinde sayisiz yasayan canli türleri ile.Birde o okyanusun dalgalarini düsünün. Her bir dalga boyu farkli yansir gözümüze.Kimi uzun ,kimi enli,kimi yüksek,kimi hizli,kimi siddetli vs. Simdi siz o dalgalarin varligindaki hakikatin sadece bir okyanus oldugunu bile bile nasil bir cogulluktan bahsedebilirsiniz ??? O isimlerle andigimiz degisik dalgaboylari aslinda birer mana oldugunu esasen var olan sadece bir okyanus oldugunu anlayabildi isek eger , meselelere bir adim daha yaklastiniz demek. O Ahad olan Allah , zerrelere bölünemez ,ondan bir parca ayrilamaz,ona bir parca ilave edilemez olan öyle bir teklikki ,öyle bir vahdeti vücudki ,evrenler ve evren ici evrenlerde heryerlerde sadece onun isim ve manalari mevcudtur,Ondan gayri vücud sahibi olan bir varlik yok.Sadece var olan O. Bugünün bilim isigina bakiyorsunuz, herseyin özde bir dalgaboyu oldugu ve bir enerjiden ibaret oldugunu savunuyorlar.Dolayesi ile maddecilik anlayisinin iflas ettigini bilim artik kanitlamistir. Eger herseyin özü bir enerji boyutu ise , ki bu enerjide bölünemez parcalanamaz boyutta oldugu da kesindir. Su mana cikiyor karsimiza ,varligimizin hakikati sadece tek olusu ,kesinlikle cogulluk diye algiladigimiz hersey birer isim den ibarettir. Bu da su demek IKI AYRI IRADEDEN BAHSEDILEMEZ ANLAMINDADIR ! Lütfen evrende bulundugumuz noktayi da ele alirsak ki söyle ; Bir kac tane uydusu olan Günes sistemi icinde yasamaktayiz . Hacmi icinde yasadigimiz dünyadan 1.303.706 defa büyük olan Günes. Ve bu günes sistemi gibi 400 milyar yildizi icinde barindiran ( Samanyolu ) . Dev bir galaxi degilmi ? Merkezden 32.000 Isik yili uzakliginda . Ne demek biliyormusunuz ? Bir arac düsününki 1 saniyede 300.000 kilometre hiz yapiyor x 60 saniye x 60 dakika x 24 saat x 365 gün = 1 ISIK YILI x 32.000 isik yili , akliniz alabiliyormu ??? Bizim dünya senemize göre bi kac milyon sene sonra Samanyolu galaxisine gelmis bulunuyoruz .Yaklasik 13,6 milyar yasinda olan bu galaxi 2,5 milyon Isik senesi yolu mesafesi uzakligi olan komsusu Andromeda Galaxisine saniyede 120 ile 300 km hizla kavusacagi ana dogru ilerlemekte. Yaklasik 500 milyon Isik yili uzakligindaki Chartwell Galaxisinden bahsetmeyecegim sizlere uzayin derinliklerinde kaybolmamaniz acisindan. Milyarlarca dünya senesi kadar süren bu yolculuk sonrasi bulundugunuz noktadan geriye bir baksaniz . Birakin icinde yasadiginiz dünyayi,birakin ait oldugunuz Günes sistemini , ve birakin tüm bu uydularla ait oldugunuz samanyolu galaxisini dahi görebilecekmisiniz ? veya varligini ( zi ) kabul edebilecekmisiniz ??? Ve bu kadar zaman sonra dünyaniza geri dönmeye yönelseniz ,acaba dünyaniz ve ait oldugu uydular yerinde olacaklarmi ??? Aradan milyarlarca ve milyarlarca seneler sonra. Bak dostum , Günes her gün senin icin dogup batmiyor. Dünya 365 gün süren günese olan yolculugunu senin hatirin icin yapmiyor.Günes 255 milyon sene süren Samanyoluna yolculugunu senin hatirin icin yapmiyor.Samanyolu 2,5 milyon ISIK YILI sürecek olan yolculugunu Andromedia ya senin hatirin icin yapmiyor. Onlar herdaim seyahat halinde idiler senin yeryüzüne geldiginde. Sen kendini bu dünya yasaminin icinde buldun. Din sana icinde yasadigin sartlari kosullari haber vermek icin gelmistir. Günes birimi zamanina göre 8,6 saniye yeryüzünde yasamis olan insan ölümü tattiktan sonra icinde yasiyacagi boyutlara karsi dünyada iken enerjini toplasin diye Allah Resulü olan Hz.Muhammed tarafindan haber ediliyorsun. Sunulan ibadetler her biri senin icin birer teklif tir . Diler alirsin uygularsin, hem dünyada hemde ölüm öteki sonsuz hayatinda icinde olacagin sartlara göre gerekli olan enerjini saglarsin. Dilersen almaz hem dünyada hemde ölüm öteki hayatinda karsilasacagin olaylara pasa pasa katlanirsin.Tercih senin . Sistem bu . Sunulan tüm ibadetlerin yukarida bir tanriyi hosnud icin degil ,tamamen kendi icinde yasadigin ve yasiyacagin sartlarda bagisikligini kazanman icin gerekli olan ibadetlerdir. Hem ; Farzedelimki yukarida bizleri yeryüzüne imtihan icin göndermis bir tanri var ve bu tanri süpernovada veya herhangi bir galaxi büyüklügünde biryelerlerde. Simdi iyi bir düsünelim sözüm o bilimsel yaklasamayanlara aslinda , bu tanri senin kildigin namazdan , tuttugun oructan, kestigin kurbandan, yaptigin ibadetten ne kadar etkilenir bir düsünün ??? Bu kadar uzakliktaki galaxilerden birinden bakildiginda SEN diye birsey varmiki imtihan olasin ??????????? Farzetki vücudunda trilyonlarca hücrelerden bir tanesi isyan etti , bundan sen ne kadar etkilenirsin ? Veya senin ona karsi isyanin onu ne kadar etkiler ??? Lütfen. Evren ici evrenlerin yaninda bir bakteriden de daha kücük boyutumuza ragmen kendimize ait bir özgür iradeden söz etmemiz ne kadar bilimsel ve mantikli olabilir ??? Bu noktada Allah ü tealanin bizlere haddimizi bildiren bir kac ayetini sizlere aktarmak istiyorum : 01. ALLAH ISTEMEDIKÇE SIZ ISTEYEMEZSINIZ!.. (Insan-30) 02. HALBUKI SIZI DE YAPAGELDIGINIZ SEYLERI DE ALLAH YARATMISTIR!.. (Saffat-96) 03. YERYÜZÜNDE VEYA NEFISLERINIZDE SIZE ISABET EDEN BIR MÜSIBET , BIZIM ONU YARATMAMIZDAN EVVEL , MUTLAKA BIR KITAPTA YAZILMISTIR . BUNU , ÖNCEDEN MUKADDER VE YAZILI OLDUGUNU BILIP; ELINIZDEN ÇIKAN SEYLERDEN DOLAYI ÜZÜLMEMENIZ VE ELINIZE GIREN ILE DE SEVINIP SIMARMAMANIZ IÇIN (açikliyoruz)!.. ALLAH DÜNYALIKLA BÖBÜRLENENI SEVMEZ" (Hadîd-22/23) 04. YÜRÜR HIÇ BIR MAHLUK HARIÇ OLMAMAK ÜZERE HEPSINI ALNINDA ÇEKIP YÜRÜTEN O'DUR!.. (Hud-56) 05. DE KI : HEPSI DE KENDI PROGRAMLARI DOGRULTUSUNDA (Sakûllerinde) FIILLER ORTAYA KOYARLAR. (Isra-84) 06. DILEDIGINI YAPAR. (Bürûc-16) 07. BIZ HER SEYI KADERIYLE HALKETTIK!.. (Kamer-49) 08. Nisa sûresi 79. -SANA GELEN HER IYILIK ALLAHTANDIR, SANA ISABET EDEN HER KÖTÜLÜKTE KENDINDENDIR 09. Bir evvelki 78. âyette de: "-EGER ONLARA BIRiYILIK DOKUNSA; -BU ALLAH KATINDANDIR! DERLER... EGER ONLARA BIR FENALIK DOKUNSA; BU SENIN YÜZÜNDENDIR!. DERLER.. DE KI; HEPSI ALLAH KATINDANDIR." BU KAVME NE OLDU KI BIR SÖZ ANLAMAZ OLDULAR 10. Âraf sûresi 34 ve Nahl sûrelerinin 61 âyetleri: "ECELLERİ GELDİĞİ ZAMAN NE BİR AN GERİ BIRAKILABİLİRLER, NE DE ÖNE ALINABİLİRLER.." 11. ALLAH" YARATTI SİZİ DE, YAPTIKLARINIZI DA!."Ali İmran, 6: 12. Yunus 99: "Eğer rabbın dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi de iman ederlerdi." 13. Yunus, 100 : "Her nefs "ALLAH"'ın izni ile ancak iman edebilir." 14. İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? (Kıyamet Suresi, 36-37) Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. (Bakara Suresi, 116) Evet, bizde, "ALLAH’A RAGMEN", bir is yapabilecek potansiyel mevcut mu? Yoksa bu ayetler masal mi anlatiyor ??? Simdi ister istemez bi kac soru geliyor insanin aklina : Sual: Madem ki benim kaderim önceden yazılmış, olacak olan olacak, olmayacak olan da olmayacak, öyle ise ben de hiçbir şeyle uğraşmam, boş otururum!?.. Cevap: Şayet boş oturmak için varedilmiş isen, ancak o takdirde bu dediğini gerçekleştirebilirsin. Aksi takdirde, ne iş için yaratılmış isen, o iş sana kolay gelecek ve mutlaka o işi yapmaya devam edeceksin!.. ------------------------------------------------------------------------------------------ Başka bir sual: Allah benim Cehenneme gitmemi takdir etmiş ve cehennemliklerin işini bana kolaylaştırmış ise, bunda benim suçum ne?.. Cevap: Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder!.. Sen nasıl mülkün saydığın şeyde dilediğini yapmak istiyor ve bundan engellenirsen, benim hürriyetim nerede diye isyâna başlıyorsan; Allah da kâinatın mutlak meydana getiricisi olarak mülkünde dilediği gibi tasarruf etmektedir. Hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın!.. ------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Peki Allah bana cebren bu işi yaptırmıyor mu?!.. Cevap 1: Cebbar olan Allah dilediğini yapar ve bundan dolayı da kendisine sual sorulmaz! Cevap 2: Esasen Allâh sana yaptırıyor diye bir şey sözkonusu değildir. Çünki gerçekte -sen’ diye bir varlık yok ki!.. -Sen’ ancak bir isimden ibaretsin!.. -sen’ ancak 5 duyunun hayal âleminde oluşturduğu bir varlıksın!.. -sen’ var kabul edilen bir izafî birimsin!.. Şayet sana hücre boyutunda baksak, sayısız hücrelerden ibaret bir kütlesin!.. Işık boyutunda baksak, renk renk ışıksın!.. Beyin yapın ve programın itibariyle seyretsek, belli bir görevi ortaya koymak için çeşitli özelliklerle programlanmış bir kozmik robotsun!.. Ama ne var ki bütün bunlarla beraber, özün itibariyle kâinatın herhangi bir yerinde mevcut olan tüm özelliklere de sahipsin!.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Benim kendi varlığım olmadığına, varlığımın O’ndan başka, ayrı bir varlık olmadığına göre, cehennem niye olsun ve ben niye yanayım?.. Cevap: Şu anda da aynısın ve gerek maddî ve gerekse manevî sayısız yanışlar içerisindesin. Öyle ise şu anda nasıl maddî ya da mânevî yanışlar sözkonusu ise, ölümötesi yaşamda da aynı şekilde yanışlar sözkonusudur!.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Ben de, madem ki kaderim yazılmış, ibâdet etmiyorum!.. Nasıl olsa, cennetlik isem cennete gideceğim, cehennemlik isem cehenneme gideceğim. Cevap: Allah cennet için yarattığına cennetliğin amelini nasib eder, cehennem için yarattığına da cehennemliklerin amelini. Sen hangisi için isen onun ameli sana kolay gelir!.. Zaten senden ne tür amel çıkıyorsa, sen, o senden çıkan amelin neticesine ulaşacaksın!.. --------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Dua kazayı defeder!.. Bu kaderin değişmesi değil midir?.. Cevap: Kazayı defedecek dua dahi takdirdendir!.. --------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Peki irade-i cüzüm yok mu benim?... Cevap 1: Ne Kur’ân-ı Kerîm’de ne de bildiğimiz kadarıyla hadîs-i şerîflerde -iradei cüz’ diye bir tâbir geçmez! Cevap 2: Varlığın tümüyle O’ndan oluşu itibariyle, her zerrede kendi boyutlarında O’nun iradesi mevcuttur ve o mutlak irade sahibidir. Senin basiretini örten perdeyi kaldırmayı dilerse, görürsün ki sana ait olduğunu sandığın her şey O’na aittir!.. Mutlak irade’nin senden çıkışı halinde aldığı isimden başka bir şey değildir Cüzi irade. Gerçekte, "cüz-i varlık" yoktur ki; "cüz-i irade olsun!... Evren tek bir varlıktır... ------------------------------------------------------------------------------------------------ Sual: Öyle ise bendeki tüm eksiklik, kusur ve yanlışlar da O’na aittir!.. Cevap: Saydığın tavsifler, var sandığın varlığa nisbetle kabul edilmiş "izafî" tavsiflerdir. Gerçekte ne senin var sandığın varlıkların O'ndan ayrı birer varlıkları vardır; ne de eksik, noksan, kusurlu olan bir şey!.. ------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Varlıktaki bir takım süflî şeylere de o mu diyeceğiz? Cevap: Süflî şeyleri gören göz sahibi için, süflî şeyler o değildir!.. Basîret sahibine göre ise zaten böyle şeyler sözkonusu değildir. Zirâ onların beyni gözlerine tabi değil; gözleri beyinlerine tabidir. Gördükleri kadar düşünmek derekesinden düşünebildikleri kadar görmek mertebesine yükselmiş ve sonunda da varlıkların olmayışını idrak derecesine ulaşmışlardır. ------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Dediklerinin büyük bir kısmını anlayamıyorum. İçimden reddetmek de gelmiyor, öyle ise ne yapayım?.. Cevap: İlim öğren!..ilmin yaşı yoktur!..ilmi araştır ve nerede kimden olursa olsun gerçeğin ilminin talibi ol!.. Kıyâmet gelmedikçe ilim yeryüzünden kalkmış olmayacaktır.ilmi daima kaynağından araştır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in buyurduklarını bir yandan yap, diğer yandan da ilim gözüyle hikmetlerini araştır. Zirâ Allah bir kimsenin hayrını dilemiş ise, onu dinde anlayışlı kılar!.. Daima hikmet peşinde ol. Dedikodu ile saatlerini harcama. --------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Bu dediklerine kafam çalışmıyor..? Cevap: Öyle ise sadece Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in dediklerini tatbik etmeye çalış; başkalarına da ayakbağı olmamaya gayret et!.. ------------------------------------------------------------------------------------------------------ Sual: Kaderimde varsa ilme çalışmak çalışırım. Ama, kaderimde varsa o ilme ermek, zaten çalışmasam da bana gelir!?.. Cevap: Her şey bir sebeble halk olmuştur. O şeye erişeceksen, önce sana onun sebebine tutunmayı nasib eder ve sonra da o şeyi nasibeder!.. Yok zaten kaderinde o şeye ulaşmanı yazmamış ise, bu takdirde o şeyin sebeblerine yapışmak sana güç gelir, çalışmazsın ve neticede de o şeyden mahrum kalırsın. ------------------------------------------------------------------------------------------------------ Sual: Peki bir kısım âyet ve hadîslerde kişinin yaptıklarının karşılığını alacağını anlatıyor. Yapmazsan alamazsın diyor, bu kişinin elinde bir şeyler olduğunu göstermez mi?.. Cevap: Kişi kendisinden çıkan fiillerin neticesine erecektir. Müsbet ya da menfi!.. Ama kendisinden çıkanlar da Tek ve Mutlak varlığın takdir ettikleridir, bu da başka bir gerçek!.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------- Sual: Ben ne yaparsam, onun neticesine erecek miyim?.. Cevap: Hakkında ne takdir edilmiş ise, o neticeye ulaşacak fiilleri ortaya koyacak ve ona ulaşacaksın!.. --------------------------------------------------------------------------------------------------------- Islam Dini insanin yeryüzüne gelis sebebini iki yönde ele alarak haber vermektedir. 1. insanin yaradanini tanimasi icin , kendindeki Halife olusunu idraki ile ilahi kuvveleri idrak edip sonsuz sinirsiz boyutlarda yaradanina ermesi icin insana teblig edilmistir. 2. insanin kendi boyutunu tanimasi , icinde yasadigi evrenleri dolayesi ile sart ve kosullarini idrak edip ,hem yasamakta oldugu hemde ölüm ötesi hayattaki evrensel boyutlarda karsisina dizilecek olaylara karsi bagisiklik kazanmasi icin teblig edilmistir. Kainatta bir senaryo geregi gibi hersey bir ISIM - MANA - FIIL den ibarettir . FIIL in sebebi MANAdan dolayidir, MANA nin sebebi ISIM den dolayidir , ISIMLER , Allah `ü tealanin sayisiz isim leridir. Söylede diyebiliriz ,seyreden kendisine sadece O dur. Sen ,ben , onlar ve hersey birer ilimden ibaretiz ve hicbir zaman aslinda varolmamis varliklariz . Siz nasil bir film izlerken icindeki figuranlarin sahsiyetlerini elestirmiyor iseniz ki, izlediginiz sadece islenen bir konudur ve bir yazari senaristi vardir. Ve bu filmde oyniyan figuranlarin nasil film icindeki fiillerini elestirme haklari yok ise , ki önemli olan onlar degil, ayni bu sekilde bizler ve evrenler esasen yoktan varedilip sadece Allah in ilahi isim ve manalarinin oyunculariyiz. VE ONA YAPTIKLARINDAN SUAL SORULMAZ . CÜNKI BÖYLE BIR MUHATABINIZ YOK.... Ben insanlari ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye DEGIL , ya sadece bana kulluk yapsinlar diye yarattim , buyuruyor. ALLAH ´in KULLUK ICIN YARATTIGI BIR BIRIMIN , O NA RAGMEN BIR KULLUGUNU YERINE GETIRMEMESI DÜSÜNÜLEMEZ . BU TÜR DÜSÜNCE ALLAH `IN KUDRETINE SINIR GETIRMEYE KALKISMAK DEMEKTIR ... BIRIMIN ( BENIM KENDIME AIT ÖZGÜR BIR IRADEM VAR ) demesi ALLAH BIR YERE KADAR TASARRUF SAHIBI , VE BURADAN ITIBAREN BENIM TASARRUFUM SÖZ KONUSU DEMEKTIR . Bu tür düsünce den uzak durulmasi tavsiye olunur. ADEM arapca bir kavram ,ve tercümesi türkce olarak YOK demektir, hic bir zaman varolmamis bir birimin kendi iradesinden sözedilemez. Irade TEK tir ,bu tek olan irade de sadece ALLAH a aittir. Sonsöz olarak bizler mana denizinin dibine dalmadan hic bir gercegi göremeyiz . Isim , mana ve fiil aleminde dalgaboylari ile ugrasip 8 bucuk saniyelik ömrümüzü heba etme yerine, mana denizine dalip herseyin hikmetini idrak edip kullugumuza devam etmeliyiz . Senin 70 senelik ömür dedigin sey bu dünyanin zaman birimine göredir . Ölüm denen ani tatdiktan sonraki zaman ise Günes sisteminin zaman birimine tabi olacaksiniz. Bu dünya da 3 bes dakikalik zevkler icin ölüm ötesinde milyarlarca sene sürecek güzel hayatlari KUMARA BASMAYA DEGMEZ . YA DOGRU ISE DEDIKLERIM ??? ( YOK tan HIC BIRSEY VAR EDILEMEZ , VAR OLAN HIC BIR SEY DE YOK OLMAZ ) Saygilar.
-
Allah , bugün anlatildigi gibi hic degil,onu yeniden tanimaliyiz
Selam hepinizin üstüne olsun, Sözlerime nasil basliyayim güclük cekmekteyim,sorgulamadan körü körüne ( müslümanim ) diyen sahislarin her platformlarda olaylara yüzeysel bakislari ,ön yargili olmalari, hic bir konuya bilimsel olarak aciklama getirememeleri sebebiyle kendimde bir sorumluluk hissederek düsüncelerimi sizlerle paylasmak istiyorum. Islam Dinine inanan insanlarin anadan babadan atadan kalma fikirlerle kayitli kalmayip, her birimin sorgulayarak arastirarak iman etmeleri istenmektedir Kur`an da. Bir noktaya ilginizi cekmek istiyorum. Bu gün ortadogu ülekelerine bakiyorsunuz, lisanlari arapca olmalarina ragmen Kur`an in ruhundan anlamamislar,adeta birbirlerini yiyen kavimler halindeler. yeryüzünde 1,5 2 milyar müslüman var oldugu söylensede acaba bunlardan kac tanesi hakkiyle Kur`an in ruhundan anlamis ve yasamakta ??? Neden geri kalmis ülkelerin cogunlugunu ( müslüman ) topluluklari teskil ediyor ??? Bu gün adeta dünya güvenligini tehdit eder durumuna gelmelerinin altinda hangi capik inanc yatmaktadir ve NIYE IKI YAKALARI BIR ARAYA GELEMEMEKTEDIRLER ??? Bana göre bu sorunarin kökeninde ISLAM kavramlarini anliyamamis olmalari sebebiyledir. Olaylara bakis acilari tamamen yüzeysel olup ,anlatilmak istenen manalarin degil , sadece isimlerinde takili kalan zihniyetler yüzünden bu gün yeryüzü insanlari icin birer tehdit unsuru haline gelmis ( müslüman ) topluluklari. IGNEYI ILK ÖNCE KENDIMIZE BATIRMALIYIZ. Sözünü bahsettigim adi müslüman topluluklari hic bir zaman gercek anlamda Islami anlamis ve idrak etmis MÜMIN toplulugunu baglamaz elbette,bunuda vurgulamak gerekir. Süphesiz her insan herseyi kendi kapasitesi kadar degerlendirir. Ben insanlari söyle degerlendiriyorum: bana göre insanlar benim cesit cesit baska bakis acilarimdir. Kim hangi inanca sahip olursa olsun ve hangi görüse sahip olursa olsun , özde tek oldugumuz icin her biri benim bir baska boyutumdur. Tabi bu düsünce bana göre böyledir . Dolayesi ile bu bakis acisi Hosgörünün dengesi olsa gerek. Olaylara her tür his ve duygulardan azade olarak bakabiliyorsam bir o kadar objektiv bicimde konulara yaklasabilme imkanim dogar diye düsünüyorum. Islam Dinini degerlendirmede düsüncelerimizi bloke eden düsüncelerden biride yerel veya bölgesel olmak .Oysaki Din herhangi bir yöreye özel , herhangi bir topluluga özel gelmemistir . Din algilandigi üzere tamamen her ferd `e ( ler) e hitaben gelmistir. Din in Insanliga sunulus sebebi iki yöndedir ; bu noktayi idrak edersek tüm objektiv kapilar acilmis olur. 1. Din , insanin yaradanini tanimasi icin , kendindeki ilahi kuvveleri idrak edip sonsuz sinirsiz boyutlarda yaradanina ermesi icin insana teblig edilmistir. 2. Din , insanin kendi boyutunu tanimasi , icinde yasadigi evrenleri dolayesi ile sart ve kosullarini idrak edip ,hem yasamakta oldugu hemde ölüm ötesi hayattaki evrensel boyutlarda karsisina dizilecek olaylara karsi bagisiklik kazanmasi icin teblig edilmistir. Din yukarida ötelerde bir tanrinin yeryüzünde bir postaci elci araciligi ile insanlari sopa korkusu veya cehennem korkusu ile korkutmak üzere gönderilmis bir olay degildir. Din yine ötelerde yukarilarda bir göktanrisinin insanlari yeryüzünde imtihan ettigini vurgulayan bir sistemde degildir. Buyruklarini dinleyip yaparsak hosnud olup bizi cennetine koyacak , buyruklarini dinlemeyip uygulamadigimiz zaman bizi cezalandirip cehennemine atacak ötelerde yukarilarda biryerlerde bir Tanri ??? Günestemi ??? Samanyolundami ??? Andromediada mi ??? Süpernovada mi ??? nerede ? hangi galaxide bu tanri ??? Yukarilarda biryerlerde celalli bir tonton dede , bizleri yeryüzüne salan , yaptiklarimiza ettiklerimize sesini cikarmayan ? cikaramayan ? Iki takla bir bakla namazimiza ihtiyaci olan ? Onu sevinsin diye Kurbanlar kesen ? Hosnud olsun diye senenin bir ayini ac kalmamizi isteyen mi ? Bunlari yapmadigimiz zaman sinirlenen celallenen , hatta adeta görüsürüz sizinle kiyamet günü diyen ve eli kolu bagli bizi izleyen bir tanri mi ??? Acaba böyle bir tanrimi hayal ediyoruz aklimizda ??? Bakiniz ,bir an farzedelimki böyle bir tanri var yukarilarda bir yerlerde , herhangi bir galaxide ikamet eden ve bizi oradan dogru izleyen. Ve birde evrende kendi bulundugumuz noktayi bir analiz edelim ,ne dersiniz ? Bir kac tane uydusu olan Günes sistemi icinde yasamaktayiz . Hacmi icinde yasadigimiz dünyadan 1.303.706 defa büyük olan Günes. Ve bu günes sistemi gibi 400 milyar yildizi icinde barindiran ( Samanyolu ) . Dev bir galaxi degilmi ? Merkezden 32.000 Isik yili uzakliginda . Ne demek biliyormusunuz ? Bir arac düsününki 1 saniyede 300.000 kilometre hiz yapiyor x 60 saniye x 60 dakika x 24 saat x 365 gün = 1 ISIK YILI x 32.000 isik yili , akliniz alabiliyormu ??? Bizim dünya senemize göre bi kac milyon sene sonra Samanyolu galaxisine gelmis bulunuyoruz .Yaklasik 13,6 milyar yasinda olan bu galaxi 2,5 milyon Isik senesi yolu mesafesi uzakligi olan komsusu Andromeda Galaxisine saniyede 120 ile 300 km hizla kavusacagi ana dogru ilerlemekte. Yaklasik 500 milyon Isik yili uzakligindaki Chartwell Galaxisinden bahsetmeyecegim sizlere uzayin derinliklerinde kaybolmamaniz acisindan. Milyarlarca dünya senesi kadar süren bu yolculuk sonrasi bulundugunuz noktadan geriye bir baksaniz . Birakin icinde yasadiginiz dünyayi,birakin ait oldugunuz Günes sistemini , ve birakin tüm bu uydularla ait oldugunuz samanyolu galaxisini dahi görebilecekmisiniz ? veya varligini ( zi ) kabul edebilecekmisiniz ??? Ve bu kadar zaman sonra dünyaniza geri dönmeye yönelseniz ,acaba dünyaniz ve ait oldugu uydular yerinde olacaklarmi ??? Aradan milyarlarca ve milyarlarca seneler sonra. Bak dostum , Günes her gün senin icin dogup batmiyor. Dünya 365 gün süren günese olan yolculugunu senin hatirin icin yapmiyor.Günes 255 milyon sene süren Samanyoluna yolculugunu senin hatirin icin yapmiyor.Samanyolu 2,5 milyon ISIK YILI sürecek olan yolculugunu Andromedia ya senin hatirin icin yapmiyor. Onlar herdaim seyahat halinde idiler senin yeryüzüne geldiginde. Sen kendini bu dünya yasaminin icinde buldun. Din sana icinde yasadigin sartlari kosullari haber vermek icin gelmistir. Günes birimi zamanina göre 8,6 saniye yeryüzünde yasamis olan insan ölümü tattiktan sonra icinde yasiyacagi boyutlara karsi dünyada iken enerjini toplasin diye Allah Resulü olan Hz.Muhammed tarafindan haber ediliyorsun. Sunulan ibadetler her biri senin icin birer teklif tir . Diler alirsin uygularsin, hem dünyada hemde ölüm öteki sonsuz hayatinda icinde olacagin sartlara göre gerekli olan enerjini saglarsin. Dilersen almaz hem dünyada hemde ölüm öteki hayatinda karsilasacagin olaylara pasa pasa katlanirsin.Tercih senin . Sistem bu . Sunulan tüm ibadetlerin yukarida bir tanriyi hosnud icin degil ,tamamen kendi icinde yasadigin ve yasiyacagin sartlarda bagisikligini kazanman icin gerekli olan ibadetlerdir. Hem ; Farzedelimki yukarida bizleri yeryüzüne imtihan icin göndermis bir tanri var ve bu tanri süpernovada veya herhangi bir galaxi büyüklügünde biryelerlerde. Simdi iyi bir düsünelim sözüm o bilimsel yaklasamayanlara aslinda , bu tanri senin kildigin namazdan , tuttugun oructan, kestigin kurbandan, yaptigin ibadetten ne kadar etkilenir bir düsünün ??? Bu kadar uzakliktaki galaxilerden birinden bakildiginda SEN diye birsey varmiki imtihan olasin ??????????? Farzetki vücudunda trilyonlarca hücrelerden bir tanesi isyan etti , bundan sen ne kadar etkilenirsin ? Veya senin ona karsi isyanin onu ne kadar etkiler ??? Lütfen. YUKARILARDA ,ÖTELERDE, DISINIZDA ,UZAGINIZDA BÖYLE BIR TANRI YOK !!! ISIN KÖTÜSÜ BU Bakiniz , Kur`ani Kerimde bir uyariya dikkatinizi cekmek istiyorum . " Ey Iman edenler , Iman ediniz ,, !!! Kimelere hitab ediyor dersiniz ??? Yukarida bahsettigim tanri anlayisi icinde olan Hz.Resulullah in ashabinaydi bu uyari !!! Iman edenlere yani. Onlar öyle bir ashabtiki üstelik cok sansliydilar cünki Resulullahin zamaninda yasamakt idiler . Yaptiklari ibadetler ise günümüz müslüman inin alasi seklindeydi emin olun. Ve dahi yaptiklari ibadetler dolayesi ile olsun , yasantilari halleri ile olsun günümüz müslümanindan kat kat deger ifade eden bu insanlara geliyordu bu uyari . " EY IMAN EDENLER , IMAN EDINIZ ,, Onlar namazlarini dört dörtlük eda ederler , zekatini verirler , hac görevini yerine getirirler,oruc tutarlar,toplum hak hukukuna riayet etmekte idiler , ama ! Allah ismi ile isaret edileni anliyamamislar , kafalarinda farkli bir tanri anlayisi icinde idiler . Ve nitekim kac tane sure icinde , vay o namaz kilanlarin haline ki , yanlarina yorgunluktan baska bir kar kalmaz buyrulmus. Ve , vay o oruc tutanlarin haline ki , yanlarina sadece ac kalmisliklari kalmistir. Simdi sizin gibi hayati sorgulayan , neye ne icin inanmak zorunda olmalarini sorgulayan arkadaslara , kendileri neye nicin inandiklarini bilmeyen günümüz müslümani nasil cevap verebilsin ??? Peki , durum böyle iken Allah ismi ile isaret edilen nasil bir varlikki ? Varmisiniz Allah ismi ile isaret edilen varligi bugüne kadar hic tanimadiginiz yönüyle tanimaga ?