Siyah_Beyaz tarafından postalanan herşey
-
Bektaşi Fıkraları...
Bektaşi kırlarda dolaşırken yorulmuş. Dinlemek için bir ağacın altına oturmuş. Koyu, yeşil gölgesine serilmiş ağacın. Yanına düşen meyvelerinden bir kaçını atmış agzına, ağzı kavrulmuş. "Hay Allah kahretsin!" diye tükürmüş. Biraz öteden durumu gören softa; -"Zındık, o zeytindir. Tanrı, kitabında över" diye seslenmiş. Bektasi; "Hey Allah'ım" demiş, - "Kitabına almadan önce bir tadına bakaydın ya şunun."
-
Bektaşi Fıkraları...
Sultan Abdulmecid bir gün, Boğaziçi'nde büyük bir bağın tam ortasındaki köşkünde oturan bir Bektaşi babasını ziyarete gitmiş. Bektasi, o gün komşu bağdaki bir arkadaşını ziyarete gitmiş. O dönünceye kadar padişah bağın her tarafını dolaşmış. Bektaşi dönünce karşılıklı konuşmaya başlamışlar. -Erenler bağın maaşallah çok büyük. Üzümünü ne yapıyorsun? -Muritlerle ve canlarla birlikte yeriz Sultanım.- -Buradaki üzüm yemekle biter mi? -Yemediğimizi de sıkıp fıçılara basar, suyunu içeriz! -Peki ama, sıkılmış üzüm şarap olmaz mı? -Vallahi Sultanım, biz üzümü sıkıp fıçılara basarız. Allah ne isterse o olur. Üst tarafına karışmak haddimize mi?
-
Bektaşi Fıkraları...
Cami imamı bir gün Bektaşiyi yakalamış: – Gel erenler, demiş, hatırım için bir namaz kıl!… Bektaşi razı olmuş: – Eh, senin hatırına bir rekat kılayım!… Baba Erenler bir rekat kıldıktan sonra camiden ayrılınca hemen haber vermişler: – Senin hanım, sizlere ömür!… Bektaşi eşeğine atlamış, eve gitmek için “deh” demiş, hayvan bir türlü yürümüyor- Bizimki merkebin kulağına eğilip: – Ulan yürüü!… Yoksa senin için de bir rekat kılarım...
-
Bektaşi Fıkraları...
Bektaşi hastalanmış…”ölecek miyim” diye evhamlanıyor. Pek yakın dostu olan mahallenin papazını çağırmış… -Hıristiyan olmak istiyorum… Papaz sormuş: -Neden? Bektaşi: – Madem ki öteki dünyaya gidiyorum, bari bu dünyadan bir gavur eksilsin...
-
Bektaşi Fıkraları...
Oruç yediği için Çekmediği kalmaz yobazlardan Bizim Bektaşi’nin Bir gün yine Oruç yedi diye Çekmişler karakola. Aç susuz Bekletmişler İki gün, iki gece. Ve salıvermişler Ertesi sabah Bektaşi Karakolun önünde, güneşe karşı Aç karnına Tatlı tatlı Gerinirken, Kulak misafiri olmuş İki kişiye. “Kaza oldu, orucumu İki gün Tutamadım, kaçırdım…” diye… Yakınıyormuş birisi Ötekine. Bektaşi duyunca bunu Yaklaşmış onlara Bağırmış öfkeyle, “Efendi, Efendi!” demiş, “Sıkı tut bir daha! Kaçırdığın oruçlar İki gün, iki gece Anamı ağlattı Şu karakolda!”. Ali Püsküllüoğlu _ Bektaşi fıkraları
-
Bektaşi Fıkraları...
Bir Rufai dervişi Şöyle demiş Bektaşi’ye: “Pirimiz bizim Gökte Güneş gibidir” Bektaşi bakmış ona şöyle bir Demiş, “Bizimki de Yerde Bulut gibidir!”.
-
Bektaşi Fıkraları...
Bektaşi Kurmuş çilingir sofrasını Bahçesine, tekkenin, Başlamış Yavaş yavaş, demlenmeye. Az sonra Bir esinti çıkmış, Derken Hızlanmış gittikçe, Savurmuş ortalığa Toz duman, Döküp saçmış her yanı, Ne meze bırakmış bizimkinin önünde Ne rakı… Gözlerine de toz duman doldurmuş. O vakit, Bektaşi “Hey Tanrım!” demiş, biraz üzgün, biraz durgun, “Bir iş yaptın ki sorma.. Ben içtim, Ama bakıyorum da Sen sarhoş oldun.”
-
Bektaşi Fıkraları...
Ramazan günü Bektaşi’yi içkili görünce yakalayıp Kadı’nın önüne çıkarmışlar. Zaptiye çavuşu, Kadı’ya: -Efendim, demiş, Bu adamı bir kere daha içkili yakalamıştık. Bir daha yapmayacağına and içmişti. Biz de salıvermiştik. Bu mübarek ramazan günü yine içkili yakaladık. Kadı kızgınlıkla sormuş: -Öyle mi? Demek and içmiştin? Bektaşi boynunu büküp: -Ne yapalım, demiş, hep yoksulluktan… Kimi zaman and içeriz, kimi zaman da şarap… Ne bulursak…
-
Bektaşi Fıkraları...
Ramazan ortasında, Kentin kıyısındaki Yolsul kulübesinde Kafayı çekiyormuş bizimki, O sırada, molla kılıklı biri Geçiyormuş oradan, Duymuş, Ortalığı saran rakının güzelim kokusunu… Uzatmış başını, aralık kapıdan, “Erenler” demiş, “bakıyorum da Ramazan uğramamış sana”. Çiğnerken mezesini, “Onbir ayın sultanı Nazlıdır” demiş Bektaşi. “Saraylara, konaklara uğrar, Benim şu yoksul kulübemde işi ne!”
-
Bektaşi Fıkraları...
Bektaşiyi yine ramazanda öğle vakti yemek yerken yakalayıp sıkıştırmışlar: - Neden oruç yiyorsun?.. Bektaşi: - Yahu demiş Bektaşi; " Aç gezerken kimse bir şey sormuyor; bugün yiyecek bir şey buldum, hepiniz üstüme geliyorsunuz!.." *** Bektaşi babasına sormuşlar: - Baba erenler, ramazan hakkında ne düşünüyorsun? Bektaşi babası: - Vallahi, demiş; iftara bir şey dediğim yok ama, şu sahuru da öğleye alsalar daha iyi olurdu. *** Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri; -Keşke Ramazan senede iki gelse... der. Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi ise hemen şu cevabı verir; -Madem bu kadar seversiniz, Ramazan gider gitmez neden Bayram edersiniz?...
-
Bektaşi Fıkraları...
Bir hocayla bir Bektaşi Yol arkadaşı olmuşlar Giderken kente, Hoca at, Bektaşi eşek üstünde. Yarı yolda Mola vermişler, salmışlar hayvanları Çayıra. Kendileri de Oturup bir şeyler atıştırmış… Derken Bastırmış Tatlı bir uyku, ikisini de. Hoca uyuklarken “Tanrım” demiş, “sana emanet, Beygirimi sen koru!” Bektaşi de şeyhine emanet etmiş eşeğini, “Şeyhim, benimki de bu!” Hoca, “Erenler, günaha girme, Eşeğini Tanrı’ya emanet eyle!” Demişse de aldırmamış Bektaşi, uyumuş. Uyandıklarında Bakmışlar ki at yok, Eşekse Anırıp durmakta otlakta. Hoca telaşla, “Erenler” demiş, “bu nasıl iş?” Seninki duruyor,Benim Tanrı emanetim gitmiş!” “Şaşacak ne var bunda A canım!” demiş Bektaşi, “Şeyhimin Tek dervişiyim ben, Bekledi eşeğimi Bu yüzden. Tanrı’nın tek kulu sen değilsin ya, Verivermiş demek, atını Acıdığı birine!”
-
Bektaşi Fıkraları...
*** Sen Ne İşe Yaradın? Bektaşi ile Hacı Osmanlı, zamanında ramazanda içki içerken yakalanırlar. Kadı yaptıklarının cezasının ne olduğunu bilip bilmediklerini sorar bunlara. Hacı af diler "şeytana uyduk kadı efendi", der ve Haci'ya idam cezası verir. Bektaşiye sıra gelir ve der ki "Kadı efendi ben gayri-müslümüm, bana oruç farz değildir." Kadı Bektaşiyi serbest bırakır... Bektaşi kadıya sorar "kadı efendi ben de şehadet getirsem, müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın?" Kadı efendi düşünür "gavuru müslüman yapmanın ona sağlayacağı sevabı hesap eder ve Hacı'yı da affeder. Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hacı şaşırararak Bektaşiye sorar: - "Sen ne biçim adamsin be, bir dinli oluyon bir dinsiz, sende iman yok mu bire münafık?" deyip azarlar. Bektaşi de "Gavur oldum kendimi, müslüman oldum seni kurtardım be. Peki sen ne işe yaradın?"
-
TEMEL & FADİME... Fıkraları
Temel'in Fadime'si domuz gribine yakalanmış hastaneye kaldırılmış. Aradan geçen zaman içinde karısı hastalıktan kurtulmuş. Geçmiş olsun ziyaretine gelen Dursun, Temel'e sormuş: - Karın nasil oldi Temel, tamamen iyuleştu mi? Temel kafasını iki yana salayarak: -Laa, grip geçtu da, domuzluk devam ediiy...
-
Cemaati Araştıranların Hepsi Cezaevinde Buluştu
İşte 4 saatlik fırtınadan çıkan manşetler Erzincan Başsavcısı Cihaner'in evine ve adliyedeki ofisine yapılan baskın ile dün başlayan olaylar bu sabah saatlerinde tam bir fırtınaya dönüştü. Bu sabah saatlerinde HSYK'nın Cihaner'i tutuklayan savcılara yönelik kararı ile başlayan olaylar Basınınn Manşetlerine işte böyle yansıdı...
-
Cemaati Araştıranların Hepsi Cezaevinde Buluştu
17/02/2010(Radikal)
-
Tayyip Erdoğan 2004'te Fransa'ya neden eşi Emine Erdoğan olmadan gitmişti?
Kaynak: MİLLİYET gazetesi muhabiri SEBATAY VAROL'un haberi:11 Şubat 2010 Tayyip Erdoğan 2004'te Fransa'ya neden eşi Emine Erdoğan olmadan gitmişti? O dönemde, 2004 yılında Türkiye'nin Paris Büyükelçisi olan Uluç Özülker şöyle diyordu: O ziyaret öncesinde Fransa Emine hanımın türbanı konusundaki hassasiyetini bize iletti. Bunun üzerine de ziyaret programı 4 kez değiştirilmek zorunda kalındı. Bütün bu olgular alt alta sıralandığında netleşen gerçek şu: Fransa türbanı nedeniyle Emine hanımın gelmesini istememiş ve Tayyip Erdoğan da bu terbiyesizliği sineye çekip Fransa'ya gitmişti. Geriye şu soru kalıyor: GATA'nın türbanlı ziyaretçi kabul etmemesine karşı kükreyen Tayyip Erdoğan neden Fransa'nın tavrını sineye çekti?
-
CUMHURİYET'i KİM KORUR? ...
REJİMİ SİVİL POLİTİKACILAR KORUR ... *** Cumhuriyet'i kim korur? Başbakan, "Cumhur korur" diyor. Ne yazık ki yanılıyor. Hiçbir ülkede, hiçbir düzende rejimi, halk, ya da kalabalıklar korumaz. Her ülkede, her düzende her rejimi, başta Anayasa olmak kaydıyla yasalar korur. Anayasayı ve yasaları da politikacılar korur. Zaten Anayasayı da yasaları da politikacılar yapmıştır. * * * Türkiye'deki çarpıklık, Çok Partili Demokrasi'den yararlanarak iktidara gelen Demokrat Parti'nin, rejimin temellerini oyması ve bu nedenle askerler tarafından 27 Mayıs 1960 tarihinde bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmasından kaynaklanır. Çok Partili Demokrasi'yi kuran CHP ve onun lideri İsmet İnönü, bu yeni rejimin işleyişi sırasında 1950'de yapılan genel seçimlerde muhalefete düştüğü için, rejimi koruyamamıştır. Buradaki trajik olay, Çok Partili Demokrasi'den yararlanarak iktidara gelen Demokrat Parti'nin, kendini iktidara getiren süreci ve rejimi iyi kavrayamaması, o rejimin temellerini sarsarak bir askeri darbeye yol açmış olmasıdır. Demokrat Parti'nin bu hatayı yapmasının üç nedeni vardı: Toplumun sınıfsal yapısı "Çok Partili Demokrasi"yi destekleyecek bir niteliğe ulaşmamış, çağdaş bir burjuvazi ve bir işçi sınıfı henüz oluşmamıştı. Demokrat Parti'nin yöneticileri, Celal Bayar ve Adnan Menderes Tek Parti yönetiminden geldikleri için, Çok Partili Demokrasi'nin kurallarını ve kurumlarını içselleştirememişlerdi. Soğuk Savaş bağlamında Türkiye'nin katıldığı Batı Dünyası, ABD'nin önderliğindeki "Antikomünist" ideoloji nedeniyle,demokrasiye ve laikliğe değil, dinciliğe, milliyetçiliğe prim veriyor; gerçek demokrasi yerine dincilik ve milliyetçilik ideolojisine dayalı Antikomünist nitelik taşıyan "çoğunluk diktatörlüğü" yaklaşımını destekliyordu. * * * Neydi Demokrat Parti'nin yaptığı hatalar: "Sandıktan çoğunluğu kazanarak çıktım, ne yapsam meşrudur" (yani Cumhuriyeti Cumhur korur) anlayışı içinde rejimintemellerini oyma hakkını kendinde gördü. Muhalefet hakkını sınırladı ve kısıtladı. Basın özgürlüğünü sınırladı ve kısıtladı. Türk Silahlı Kuvvetlerini karşısına aldı. Üniversiteleri karşısına aldı. Laikliği zedeleyen biçimde dini politikaya alet etti. Bütün bunları yaparken, demokrasinin temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan bir çoğunluk rejimi olduğunu göz ardı etti; ona sadece "demokrasi eşittir çoğunluk diktatörlüğü" anlayışı içinde baktı. * * * Başbakan ve AKP, kendilerini bu rejimin iktidar yaptığını unutarak, Demokrat Parti'nin yaptığı aynı hataları yapıyor. Bu, ya DP modelini bilinçli olarak uygulamaya getirerek, askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılan mazlum rolü oynamak ve onun primini toplamak için yapılıyor, ya da DP ile aynı cehaletten ve aynı dışa bağımlılık hatasından. Her iki halde de oyun, çok ama çok tehlikeli. Başbakan ve AKP bu oyunu derhal, ama derhal durdurmalıdır...
-
AKP İKTİDARI: CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİDEN DİNCİ OLİGARŞİYE ...
CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİDEN DİNCİ OLİGARŞİYE ... Türkiye Cumhuriyeti Bağımsızlık Savaşı ile kuruldu. Muzaffer Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk (ve birkaç arkadaşı ki bunların arasında komutanlar -İsmet Paşa hariç- yer almıyordu) Cumhuriyet'i, Saltanat'a ve Hilafet'e karşı kurmuştu. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti'nde, Cumhuriyet ile Demokrasi birbirinden ayrılamaz iki hedef, birbirinin, "olmazsa olmaz" ön koşuludur. * * * Saltanat ve Hilafet, bir din-tarım devleti olan Osmanlı İmparatorluğu'nun oligarşik yapısını belirliyordu. Osman Bey'in kurduğu devlet, toprak ağaları (asiller) sınıfı içinde tek bir ailenin egemenliğine dayanıyordu. Ailenin bu egemenliği İslam ideolojisi ile bütünleşmiş, Osmanlı Oligarşisi'nin harcı olmuştu.. Devşirme sistemi, (sadrazamlar, vezirler ve tabii yeniçeriler) devlet oligarşisi'nin, Osmanlı Ailesi'ne tehdit oluşturmadan devamı için kullanılmış dahiyane bir düzendi. Osmanlı'nın dehası timar sisteminde de kendini göstermiş, öteki toprak ağalarının gelişmesini ve Osmanlı Ailesine tehdit oluşturmasını önlemek için, toprak mülkiyetini devlete (Osmanlı ailesine) mal etmişti. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu ideal oligarşisi, (tarihsel açıdan) eleştirilecek değil, övülecek, hatta hayran olunacak bir nitelik taşır. * * * İstanbul'un fethinden sonra zorlanan Batı'nın Amerika'yı keşfi ile başlayan Endüstri Devrimi, bu devrimin tetiklediği teknolojik ve siyasal gelişmeler ve özellikle milliyetçilik akımları, Osmanlı'nın bu ideal oligarşik yapısını yavaş yavaş bozdu, yozlaştırdı, güçsüzleştirdi ve sonunda, İmparatorluğu çökertti. Mustafa Kemal Atatürk'ün dehası yalnız kazandığı Bağımsızlık Savaşı'nda değil, belki de daha belirgin bir biçimde, "aşağıdan yukarı" oluşamayan çağdaşlaşmayı, "yukardan aşağı", "Cumhuriyet" ekseninde "Demokrasiyi" amaçlayan bir yapıda planlamış ve gerçekleştirmiş olmasında ortaya çıkar. * * * Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü'nün "Cumhuriyeti" kurarken hedefleri hiç kuşkusuz "Demokrasi" idi. Ama ne yazık ki "Demokrasi" gökten zembille inmiyor, Cumhuriyetçi bir anayasa yapmakla ve çağdaş yasalar kabul etmekle de hemen uygulamaya konamıyor. Toplumun "Çağdaş Demokrasiyi" özümlemesi uzun bir süreç: Önce Atatürk Devrimlerinin, Aydınlanmanın gerçekleştirildiği Tek Parti Dönemi. Sonra (ne yazık ki) Demokrat Parti'nin "çoğunluk diktatörlüğü" ile yozlaştırdığı bir Çok Partili Dönem. En sonunda da "çağdaş bir demokratik devlet yapısını" öngören 1961 Anayasası. * * * Bu uzun ve acılı süreçlerden sonra kurulabilen, gerçek ve çağdaş "Cumhuriyetçi Demokrasi Dönemi" Türkiye'de ancak 10 yıl sürebildi: 1961 Anayasası ile nihayet uygulamaya sokulabilen bu dönem, yine toplumun demokrasiyi yeterince özümleyememiş olmasından dolayı, dış dinamiğin de etkisiyle 12 Mart 1971 askeri darbesi ile son buldu. * * * Osmanlı Oligarşisi'ne karşı kurulan Cumhuriyet'in temelleri ancak 1923-1945 arasındaki 22 yıllık çok kısa bir dönemde atılabilmiş, 1945'ten sonra başlayan Soğuk Savaş bağlamındaki Anti-Komünizm, "Cumhuriyetçi Demokrasi"nin gelişmek için attığı her adımı ve tabii bu arada Çok Partili Düzeni, kendi oligarşik yapısını oluşturmak için (din, sermaye ve nihayet dinci sermaye bağlamında) yozlaştırmaya başlamıştı. * * * AKP'nin dinci oligarşisinin tohumları, "Cumhuriyetçi Demokrasi"nin Çok Partili Rejimle gelişmeye çalıştığı 1945 yılından itibaren atılmaya başlandı. Birbirinin devamı olan Menderes, Demirel ve Özal'ın oluşturduğu çizgide, dinci oligarşinin hem siyaseti, hem eğitimi, hem sermayesi, hem ideolojisi, hem entellektüel desteği sadece iç dinamikle değil, Soğuk Savaş ve sonradan onun yerini alan Küreselleşme bağlamındaki dış dinamikle de gelişti, 2002 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan ile iktidara oturdu. 2007 yılı ise bu "Dinci Oligarşinin" (hem de demokrasi adına) kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ettiği tarihtir...
-
Türkiye kriz yokmuş gibi davranıyor .
Sadece bugün mü böyle davranılıyordu?.. Geçmişte de durum farklı değildi aslında, hep ekonomik göstergelerin kötü sinyaller verdiği dönemlerde üstü örtülmek yeni bir farklı gündem yararttılar.. Fazla söze gerek yok aslında, geçmişte yayınlanmış bir yazıyı buraya alıntılamak geçmişte olduğu gibi bugünde neler yapılmadığının altını çizmeye yeterli... Ekonomi-Finans sayfası Milliyet- 16.09.2008 - 08:43 Naber millet..? İki tane aklı eevvelin bundan 7 yıl önce yapmaya çalıştığı ya da daha doğrusu onları oltaya getirip böyle yapın denilen darbe senaryolarıyla bizleri uyuturlarken, Evimizdeki ekmeğin yarısından fazlasını alıp götürdüler daha yeni haberimiz oluyor... Hepimize kolay gelsin, kendi düşen ağlamazmış diye bir laf var türkçede, ancak biz erkek millet olduğumuz için zaten düşsekte ağlamayız. Ekonomiden sorumlu bakan dün şöyle demiş "Biz hatalıyız onlara çok iyi niyetli davrandık" hak alma mücadelesi veren Tekel işçilerini kastederek. Aman tanrım, İngiliz vatandaşı da olan sayın bakan , halkına parya muamelesi yapıyor. Halkına hizmet etmek ve onların yaşam koşullarını daha iyileştirmek için orada olduğunun farkında bile değil herhalde. Çalışmadan para kazanma devri bitti demiş ardından. Kimin için demiş, emeği ile çalışanlar için, eeee peki onların elinden çalışma koşullarını ellerinden alan kim?. Yabancı şirketlere kurumları satabilmek için sen oraların içini boşalt, ardından böyle laflar et. Tebrikler... Çalışmadan para kazanma devri bitti de; devenin yükünü bir telefonla hamuduyla götürenlere ne yaptınız bugüne kadar?.. Çıt yok... Kimden çıt yok?... Ondan sanmayın sayın kardeşim... Onlardan değil, bizlerden çıt yok !..
-
Uğur Mumcu Öldürülmüştü
Yeniortam Gazetesi 09 Aralık 1974 Uğur Mumcu Bilmek yada biliyormuş gibi yapmak, ya da ahkam kesmek tek başına yeterli olmuyor sevgili arkadaşlarım... Uğur mumcu'nun vurguladığı " sorumluluk bilinci " ne sahip olabilmek de gerekiyor...
-
Başbakan Erdoğan'a Kral Faysal İslam’a hizmet ödülü
Başbakan Erdoğan Kral Faysal İslam’a hizmet ödülüne layık görüldü. Katar gazetesi El Şark, 19 Ocak 2010, Arapçadan çeviri: Halil ÇELİK http://www.ntvmsnbc.com/id/25048610/ Genelde Âlimlere verilen ödül için bu defa Erdoğan seçilmiş. Katar gazetesi El Şark, haberi verirken alıntıda okuduğumuz gibi Erdoğan’ın neden seçildiğini de yorumlamış. Sayın Erdoğan İslam dünyasında acaba neden bu kadar popüler?.. Ülkesine çok hizmet ettiği için mi?.. .. " Türkiye, Erdoğan döneminde ekonomik, sosyal ve ahlaki açıdan çok iyi şeyler yaptı. Bütün bunlar İslam’a ve halkına en iyi hizmettir." diye yorum yapmış arkadaş bulunduğu yerden... Davulun sesi uzaktan hoş geliyor herhalde... Onlar açısından İslama hizmeti anladıkta, halkına hizmeti onun anlaması için bu soğukta Ankarada bekleşen işçilerin arasında burada yaşaması gerekiyordu bence...
-
DARBENIN ADI BALYOZ
Taraf Gazetesi'nin ortaya attığı"Balyoz Darbe Planı" ile ilgili Kâzım KARABEKİR'i anma toplantısında basın mensuplarına konuşan Genel Kurmay Başkanı, Kâzım KARABEKİR'in "Vatandaş, gerçeği ara öğren. Çünkü yalan haber felakettir. Gerçeği arayıp öğrendikten sonra ne yaparsan yap" sözünü hatırlattı ve vatandaşların her okuduğuna, kulaktan dolma duyduğu her söze inanmamasını, doğruluğunu teyit ettikten sonra yorum yapmasını istedi. Böyle gerçekdışı ve hiç bir somut bulguya dayamayan iddialara itibar edilmemesini istedi. Ayrıca Başbuğ, "Darbe iddialarının sürekli gündemde kalmasından kim fayda sağlıyor buna bakmak lâzım. Ben de o zaman bunu soruyorum, darbe iddialarının gündemde kalmasından kim fayda sağlıyor" dedi... *** Darbe iddialarının sürekli gündemde kalmasından elbette AKP fayda sağlıyor. Bu şekilde mağduru oynamak AKP'nin birincil politikası. Bu sebeple darbe iddialarını sürekli gündemde tutuyor. Artık neyin ne olduğunu görebilmek ve araştırmak gerekiyor... Okumayan, araştırmayan, sosyo-kültürel düzeye hiç önem vermeyen, entelektüel yönden çok zayıf, televizyonlarda ve gazetelerde yazan her şeye körü körüne inanan bir toplum olduk çıktık. Bir şey duyduğumuz zaman neden onun doğru olup olmadığını araştırmıyoruz? Neden kaynaksız, ispatsız, delilsiz olarak her söylenene inanıyoruz? Ağzımızı açtık mı medyayı hiç sevmeyiz. Bize göre medya, hep dış mihrakların elindedir ve onlar tarafından yönlendirilmektedir. Peki o zaman o medyada bize inandırılmaya çalışılan şeylere neden doğruluğu teyit etme gereği bile hissetmeden inanıyoruz? Böyle bir toplum, başına gelen her şeyi hak etmiyor mudur? Eğer insanlar gerçekten hak ettiği şekilde yönetiliyorsa evet, hak ediyordur... Bir buçuk yıldır medyada korkunç bir darbe fobisi yayılıyor. Darbe planları yaptılar, ihtilâl yapacaklardı diyerek milletin bilinçaltına, üstüne asker üniforması giyen herkesi bir potansiyel darbeci gibi gösterdiler. Görüp duyduğu şeylere anında inanan, okuma ve araştırma gibi bir özelliği bulunmayanlar da bunlara inanmayı tercih etti. Ama çok tuhaftır darbe yapacağını iddia ettikleri kişilerden birini dahi konuşturmadılar. Yani biz her şeyi, tek taraflı olarak dinledik. Ve ortada somut bir tek delil dahi yok... Taraf gazetesinin kaç tane haberi yalan çıktı (!) bunu görmezlikten geliyor hâlâ dezenformasyon yayınlara inanmayı tercih ediyoruz... Neden? İradesiz ve çoğunluğa uygun hareket ediyor, bilinçaltımıza dayatılanın dışında düşünemiyoruz çünkü. Peki bunun bizi götüreceği sonuç neresidir? ******* ABD tarafından ortaya yayılan bu "darbe yapılacak" iddiasıyla toplum askerden nefret ettirilmeye çalışılıyor. Mantar gibi bir günde ortaya çıkıp bir anda ülke genelinde var olan Taraf Gazetesi de, birilerinin bu işe ciddi finans sağladığının açık bir göstergesi. Kazın Karabekir'in "Vatandaş, gerçeği ara öğren. Çünkü yalan haber felakettir. Gerçeği arayıp öğrendikten sonra ne yaparsan yap" söylemiyle bizlere ne anlatmak istediğini kavramakta çokça yarar var...
-
Kutsal Kitaplar Bir Bilim, Bir Mitoloji Kitabı mıdır?
* Kutsal kitaplar bir mitoloji, bir bilim kitabı mıdır?.. Bu başlıkta bu sorunun yanıtlarını aramaya çalışacağız.. ^^^ Batılıların bir zamanlar kutsal kitaplarında ki verileri doğrulamak için İncil'de yazılanları doğrulamak için yola çıkıp yaptıkları araştırmaların tam tersini, günümüzde müslümanlar bilimsel araştırmaların sonucuna bakarak sonuçlarını Kuran da yazılanlara uydurmaya çalışıyorlar. Batı dünyası özellikle Rönesans'a kadar kutsal kitaplarda verilen bilgilere inandılar. Onları gerçek zannederek yaşadılar. Rönesans’ın ardından kitaba dayalı, kitapta verilen bilgilerin ışığıyla dünyayı, evreni keşfetmeye çıktıklarında büyük sarsıntı yaşadılar. Yaşanan şokun ardından bu sefer batılı dindarlar sayılarla uğraşmaya, onlardan mucizeler çıkartmaya çalıştılar. Sonuç yine umdukları gibi değildi. Bu yüzden 19 yüzyılın ardından batılılar artık din ile bilimi birbirinden tamamen ayırmaları gerektiğini kavradılar. İslamcılar ise; İnsanlığın yüzyıllardır gözlem ve araştırmalara dayalı bilimsel buluşlarını orasından burasından çekiştirip Kuran a uydurma çabaları içindeler.. Bu çabaları ve ardında duydukları kaygıları ele aldığımız zaman bu yapılmaya çalışılanların “İslam düşünürlerinin” bir kesiminin büyük bir panik yaşadıklarını ve bu kaygılarla kurana mitolojik ve bilimsel bir kitap muamelesi yaptığını söyleyebiliriz. Bir zamanlar batılıların İncil de yazılanları bilimsel araştırmalar yaparak doğrulamak yerine, onların hüsranlarından ders almış olacaklar ki, yapılan bilimsel araştırmaları kurana uydurmaya çabasındalar. Bilimsel buluşları Kuran'a uyduracaklar, mucizeler yaratacaklar diye hilkat garibesi teoriler üretiyorlar… Tam bir panik içindeler. Kuran da geçen birkaç sözü günün kanıtlanmış bilimsel verileriyle eşleştirip, işte Kuran bunları yazıyordu zaten kanısına varıyorlar. Bir iki kelime birden yüzlerce cümlede anlam buluyor. Üstelik Latince, İngilizce bilimsel terimlere dönüşüveriyor. Birde bakıyorsunuz; İnsanlığın yüzyıllardır gözlem ve araştırmalara dayalı bilimsel buluşları orasından burasından çekiştirilerek Allah kelamı olarak karşımıza çıkıvermiş… ^^^ Hani örnekler diyeceksiniz… Onları da bir dahaki sefere yazalım artık… Çok fazla uzamasın… Başlığın açılımına ve yapılacak katkılarla göre değerlendirmeleri ve örneklemeleri birlikte yaparız... Saygılarımla ...
-
"Hamdolsun Verdiğin Nimetlere, Sağlık ve Afiyete..."
Sayın 'sarıgöl'; Hayır düşündüğünüz gibi değil, Sizi asla rencide etmek, kırmak gibi bir niyetim olamaz, eğer istemeden de olsa böyle bir yanlış anlaşılmaya neden olduysam üzgün olduğumu bilmenizi isterim. Ancak sizde şunu değerlendirmeye almanız gerkiyor. Hadi benim ön yargılı olduğumu düşündünüz, peki belirttiğiniz gibi bütün yazışmacılarda mı belirttiğiniz konuda hep ön yargılıydılar. Bunun ardında yazışmalarınızda kullandığınız dil, yaklaşımlarınızdaki benzerlik, verdiğiniz görünüm, aynı kaynakların öne sürdüğü ifade ve yaklaşımları dile getiriyor olmanız, bunun dile getirilmesine neden olmuyor mu acaba? saygılar.
-
"Hamdolsun Verdiğin Nimetlere, Sağlık ve Afiyete..."
Hayır efendim Evrim teorisi ortak atamız maymundur demez. Siz evrimcilerin sözü diyerek yanıltma ve haksızlık yapıyorsunuz. Üstelik litaratürde evrimciler diye bir sözcük ve kategorize etme yoktur. Bu "HY" zihniyetinin uydurduğu kelimedir. Sizde burada Evrimi gerçek kaynaklarından değilde, bir meraklı olarak Evrim karşıtı kaynakaları takip edip onların karmaşa yaratmak amaçlı evrimle hiç ilgisi olamayan yaklaşımlarının sözcülüğünü yapıyorsunuz. Her zaman yaptığınız gibi sadece anlamak istediğinizi anlıyorsunuz. Dede örneği orada da belirttiğim gibi "soy gelişimi ve sınıflandırma hatasının" anlaşılması içindi.. Siz ise ne anlatılmak istendiğini bildiğiniz halde karşılık olarak tutarsızlık üretiyorsunuz. Aslında daha farkında olamadığınız o kadar çok şey varki yaşamda. Tercih sizin, ister anlamak istersiniz, isterseniz olduğunuz gibi kalmak.