Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SaNTo

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    152
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SaNTo tarafından postalanan herşey

  1. zaten hayatta adil diil boşverrr..
  2. Banka defterlerimi yolladım nasıl sence Fakirken daha mutluydum. (Ne demekse !!!) hehehe Hala zengin değilim yaw bakma sen salladığıma, emekçi sayılırız sevgiler, SaNTo...
  3. Sevgili Black White, Mirasyedi olmadıktan sonra, o parayı kazandıracak altyapıya sahip olmak iyi bi durum açıkçası Çünkü çok "cırmalamak" ve çalışmak gerekiyor. Tabi en kötüsü de, donanımlı bir çok insanın, hakettiği parayı kazanamamasıdır. Şaka bi yana çok parası olmasa da, insanın rahat yaşayabilmesi için gerekli parayı kazanması ii bişey.. Ben çalışkan ve azimli insanların daima kazanacağına inanıyorum.
  4. Planlı ekonomi, bir birliğin olmazsa olmazıdır. Çünkü ne üretip ne satabileceğini, iç ve dış Pazar dengelerini daima kontrol altında tutmak demektir. Serbest piyasa ekonomisi ile üretim kontrolü arasında ne gibi bir çelişki gördüğünü anlamış değilim. İnsan haklarına gelince, bu bakışına tek bir açıklama ile yanıt vermek istiyorum. Çünkü tek tek münferit olayları yazmak bizi “takım taraftarları” gibi ama siz şu maçta böyle yapmıştınız kısırlığına sürükler. Yaşadığımız dönem ne yazık ki, her kesimden insanların daha radikalleştiği, daha hoşgörüsüz olduğu ve etnik milliyetçiliğin hızla yayıldığı bir dönemdir. İnsanlık, belli dönemlerde buna saplanmış ama insanlık tarihinin evrensel oluşumu, bu süreci daima yok etmeyi başarmıştır. Çünkü evrensel dünya kültüründe, her toplumun taşı vardır. İngiltere’nin sömürgeciliği ve despot tavrını, İspanya’nın Catalan’lara uyguladığı ayrımcılığı kendi filmlerinde bugün izleyebilirsin. Kendi yönetmenleri tarafından dile getirilir veya sorunla ilgili kitapları bu ülkede bulabilirsin. Bu sorunu her yerde konuşabilirsin. TV’ler dahil. İşi eyleme ve şiddete dökmediğin sürece sorun yoktur. Yasalar “eylem” oluştuğunda devreye girer. Şimdi bizde durum farklıdır. Sorunu, halen hassas noktalara çekiyorsun. Ben bu noktadan sonra çok detaya girmek istemiyorum. Halen o derece özgürleştiğimiz kanısında değilim. İşte, ünlü yazarımızın bir beyanından dolayı yaşadıkları ortadadır. Daha dün kör bir gazeteciyi, bilmem kaç yıl hapse mahkum etmişlerdi. Yani dostum, anlayacağın bu yazdıklarına sen inanıyorsan sorun yoktur diyorum. OHAL ilan etme yetkisinin belediyelerde olması, o sistemin daha lokalleşmesi ve demokratik olasındandır. Merkezi idareler, daima totaliter rejimlerin sistemidir. Bütün ülke yönetimini tek merkeze bağlayan hiçbir demokratik ülke yoktur. Bizde gözaltı süresinin 24 saat olması elbet çok güzel bir durumdur. Yalnız, terör durumlarında zafiyet oluşturacağından daha uzun olsa belki daha iyidir. İleri gittiğimiz her nokta bizim için gurur vericidir. Sonuçta aynı kaderin insanlarıyız. http://europa.eu.int vakit bulursan bu siteyi incele. Dört katılımcı ülke arasında bizde varız sitede. Bilmiyorum, abartılı belki ama bu sitede ay yıldızlı bayrağımızı görmek bana gurur veriyor. SaNTo…
  5. SaNTo

    TRUVA EFSANESİ

    Troy, Truva filmini izlemişsinizdir. Büyüleyici bir efsane gibiydi film gerçekten hele Homeros’un İlyada’sını önceden okuduysanız elbette ki film size daha büyüleyici gelecektir. Truva'yı ve tahta atı, topraklarımızda geçmiş bu efsanevi yeri görmek lazımdır. (kimi hatalarım olabilir çünkü ilyada’yı okuyalı baya oldu, Aklımda kaldığı kadarını sizinle paylaşmak istiyorum.) Homeros şöyle yazar İlyada’sında. Bir düğünde Tanrıların masasına, altın bir elma düşer gökten.Üzerinde “en güzele” yazan. Masada tanrılar, Athena, Afrodit ve Hera vardır birbirinden güzel üç kadın ve Tanrılar tanrısı Zeus. Gözler Zeus’a çevrilir sen ver derler en güzele bu elmayı. Zeus ne yapsın ki masada eşi Hera’da varken adil seçim yapamam der işin içinden sıyrılır yalnız der bir çoban var Paris, yakışıklılar yakışıklısı bir erkek. Dağda çobandır. Troia Kralı Priamos’un oğlu. Gidin o seçsin der en güzeli. Üç ihtiraslı kadın tanrıça, çoban Paris’e giderler. Altın elmayı verip en güzelimizi sen seç derler. Üç kadın tanrıçada en güzel seçilmek için yakışıklı Paris’e vaadlerde bulunurlar. Athena savaşlarda en güçlü olmayı vaat eder. Zeusun karısı Hera, ölümsüzlüğü vaat eder. Afrodit ise büyük bir aşk vaat eder. Paris aşkı seçer. Konu böyle başlar. Afrodit ise ona Sparta Kraliçesi Helena’yı gösterir. Paris ve Helen birbirlerine aşık olurlar. Tabi bu aşk Helen’in kocacı Kral Menelaus’u çılgına çevirir. Zaten, Truva üzerinde hedefleri olan kardeşi Mikene kralı Agamemnon’un ekmeğine yağ sürer. Truva’nın o nefes kesen, uzun savaşı, başlar. Olayın Tanrısal boyutu bir altın elma, ve üzerinde yazan “ en güzele” den çıkar. Kadınların kaprisinden doğan bir “Efsane savaştır” Truva. Bu elmayı o sofraya atan ise, kıskançlık, tanrıtanımazlık, ve intikam tanrıçası Atea’dır. O hep bir fesat çıkartıp, tanrıları birbirine düşürdüğünden bu düğüne çağrılmamış, o da bu altın elmayı masalarına atarak hem intikamını almış, gene hepsini birbirine düşürmeyi başarmıştır. Bu Truva efsanesi, yüzyıllar boyunca, Hemeros’un bir betimlemesi sanıla gelmiştir. Ta ki, Schlieman 1873'te Truva’nın bulunuşuna kadar. Ortam ve yer aynı Homeros’un tarifine göredir. Truva şehrinin bulunmasını gecikmesinin nedeni deniz kenarı olmamasıdır ki bu süreçte deniz 7 km daha geriye çekilmiştir.Aynı Efes antik kentinde ki gibi. Konuya girmemin en önemli nedeni şudur ki, Homeros, Anadolu uygarlıklarının bu Yunan istilasından korunmak için yardımlaşmasını da anlatmaktadır İlyadasında. Anadolu uygarlıkları Maddi manevi yardımlarda bulunmuştur Truva’ya. Kimler yoktur ki Efesler, Bergamalılar, site devletleri ve hatta Amazonlar. Kadın savaşçıları Anadolunun. Tümü Truva ile birlikte yunan istilasına karşı Truva ile güç birliği yapmışlar yan yana savaşmışlardır. Olayın canalıcı noktası, yıllar yılı, Yunanlıların, yunan medeniyeti saydığı, Anadolu site devletleri ve Anadolu medeniyetleri tam tersine gerçek Anadoluludurlar. Yunan medeniyeti değildirler. Bakınız o dönemki Tanrıları kimdir Truva’nın ? Apollon ve Diyonisos Anadolu doğumlu tanrılardır. Filimde, Akillus (Aşil) mabeddeti altın Apollon’un kafasını bir vuruşta keser çünkü Apollon o savaşta Truva’yı tutmaktadır. Hektor ise savaşa daha “laik” bir gözle bakar. Aydınlanmacı ve çağdaş bir komutandır. Anadoluludur. Kardeşi yakışıklı Paris’te Anadoluludur. Daha bebekken annesi tarafından ayaklarından tutulup, ölümsüzlük nehrine batırlmış yarı tanrı Akhilliusu (Aşil), abisinin katilini, topuğundan (tek can alıcı yeridir) oklayarak öldürmüştür. Fethedilemeyen, Truva kenti, Prilys isimli bir nalbantın icadı, bir oyunla “tahta at” ile fethedilmiştir. Tanrılara sunak sana dinci truva kralı Priam, oğlu Paris’in bu atı yakalım uyarısına aldırmadan tanrısal bir sunak görüp, Kentin içine alması kentinin ve kendisinin sonunu hazırlamıştır. Anadolu bence halen iki görüşün kıskacından kurtulamamıştır. Birincisi dinci Kral Priam gibilerin bir diğeri ise aydınlanmacı, kahraman Hektor gibilerin. Elbette Hektor’ların kahramanlıkları bu topraklarda hep süregelmiştir. Bu toprakların büyüsü de işte buradadır. SaNTo…
  6. Para eğer kazanamıyorsan, yani parasızsan gerçekten en önemli şey hayatta ; amaç oluyor. Kazandıktan sonra veya paran zaten varsa o zaman değersizleşiyor araca dönüşüyor. Ben artık paraya önem vermiyorum, zaten çok varr
  7. Ne yapabilirsin ; 1- Birini sonlandır. Kafan rahat eder. 2- İkisiyle de çık. (ama yakalanmamaya bak !) 3- İkisinide bırak. Üçüncü birini bekle SaNTo...
  8. Allah korusun yaw, benim aldattığımı anlasa bedeli ağır olur Çünkü o çok hassas ve ona böyle birşey yaşattığım için, ben kendimi affedemem. Zaten öyle bir şey yapmadım da ! mı acaba alla alla... yok yok yapmadım.
  9. Cyrano, planlı ekonomi elbette kimi kesimin işine gelmez. Toprak reformu da. Sen bir birliğe giriyorsan, herkesin uyduğu genel kurallarına uymak zorundasın. Şimdi sen, “golf kulübe” üye olup, oraya atla girmezsin. O zaman sen gidip, atlı kulübüne üye olacaksın kardeşim. İnsanların olduğu her yerde şikayetçi olanda olur, memnun olanda elbette. Yalnız, şimdi bizim bu konuyu senle uzatmamamızın hiçbir anlamı yok ki “serbest piyasa kuralları” dayatıyor demişsin AB için, bence bu zaten ekonominin olmazsa olmazıdır. Bizim bakış farkımız, daha ekonomiye bakış temellerinden farklı AB’den önce. Girmek istemediğin topluluğun ortalama GSMH 22.000 usd iken bizim 3.500 usd. Yani bizim işçi, köylü, memur velhasılı 6 tane vatandaşımız omuz omuza verip çalışsa ancak adamların biri kadar gelir elde edebiliyor. Bir de buna gelir dağılımındaki adaletsiz uçurumu ekle bakalım ! Milyonlarca insanımızın yıllık geliri 1.000 usd nin bile altında. Ülkemiz ne yazık ki, ne demiryolu döşeyebilmiş ne de yol yapabilmiş topraklarına. Kar yağar, doğuda yüzlerce köyle irtibat kesilir hala kış boyu. Ne şehrin şehir, ne köyün köy. Yediğin gıdaların hali meydanda, bütün hallerin meyva,sebze,et , balık etc. dökülüyor. En ufak bir hijyen denetimi mevcut değildir. Devlet hasteneleri, devlet okulları tıkış tıkış. Kalifiye elemanın yok. Doğu ve Güneydoğu’nun halini mi konuşalım senle. Yoksa şekerpancarıyla tütünü mü ? Sokaktaki tinerci çocukları mı konuşalım senle, ülkenin erezyona uğrayan çölleşen topraklarını mı yoksa AB’ye girdiğimizde Türkiye’ye ayrılacak 400 milyar euroluk kalkınma bütçesini mi ? Bize şiddetle karşı çıkan Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, sonraki beyanını mı ? Türkiye’yi destekleyenler ellerini cebine atıp bu 400 milyar euro’yu çıkarsınlar bakalım demiştir. Bizim sırf genel altyapı maliyetimiz AB’ye 400 milyar euro’dur ! Bak şimdi sana tavsiyem, biraz güney Avrupa ülkeleri Italya, Ispanya, Portekiz ve Yunanistan’ın AB’ye girmeden önceki ekonomik değerlerine ve girdikten sonraki durumlarına bak. Bu sanırım, daha net bir perspektif çizer kafanda. Ben ailemden dolayı, bir AB üyesi vatandaşlığı da taşıyorum aynı zamanda. Orda da uzunsüre yaşadım ama doğma büyüme buralıyım. Türküm yani. Yalnız, onurlu olmak, “fakir ama onurlu genç” eski Türk filmlerinde vardır. Sözünde durmak, ticarette çeklerini ödemek, kredi kartlarını ödemek, taksitlerini, faturalarını yatırmak, namusunla geçinmek, dürüstçe aileni geçindirmek, kimseye muhtaç olmamak için para gereklidir hayatta. Hayatın “reel gerçeği” bunun üzerine kurulmuştur. Gerisi eskilerin tabiriyle “laf-ı güzaf” dır. Yoksulluk ve geri kalmışlık, zamanla bizde daha çok değer yitimi getirecektir. Bugün, aydınlanmanın bir maliyeti vardır. Kız çocuklarının okutulmasının, erkeklerin, kadınlarını ve kızlarını dövmemesinin bir maliyeti vardır. Bunun sosyal altyapısını kurmanın bir maliyeti vardır. Amerika’ya ve Avrupa’ya kaybettiğimiz beyin göçü ve kalifiye elemanları tutabilmenin bir bedeli vardır. Ama anlıyorum ki sen bu durumumuzdan memnunsun. Avrupa Birliği senin için anlamsızdır. Tarım kesimi ve kotalar açısından endişelerin var. Avrupalı değiliz ve olmamalıyız diyorsun zaten Avrupa’ya gitmek isteyenler bir turla da vize alabilirse gidebilir, bu birlik bizi bağlamamalı diyorsun. Bu da senin görüşün elbetteki saygı duyuyorum. SaNTo…
  10. tesbitlerinizi alkışlıyorum.. kesinlikle liberalizm nerden baktığınıza bağlı bir yerdedir.
  11. Yaw arkadaşlar gidin yapın bi an önce askerliği. Sonra iş güç başlar daha zor olur. Hem zewkli askerlik bence, dostluk var, spor var, "ekşın" war war oğlu war.. Ben özlüyom ya askerliğimi...
  12. Para, benim sinirlerimi yatıştırmama yardımcı oluyo Arkadaşlar gerçekten şaka demiyorum bende sakinleştirici etkisi var.. Allahtan reçeteyle satılmıyo !
  13. SaNTo

    Ahmet Kaya

    Özledim Onun sesini, içten isyankar türkülerini.. Ne biçim bir coğrafyada yaşıyoruz adam vuran salınıyorda, türkü söyleyen yakılıyor. SaNTo...
  14. Antep çok güzel büyülü bir şehir bence.. Görülecek nereleri mi var ? ımmm bi defa çarşıları.. ne diim bakırcılar çarşısı mı istersin, kilimciler çarşısı mı.. enfes yemekleri mi.. kebapları, yuvalaması, burma tatlıları, baklavası.. otantik türk evleri avlulu mavlulu.. (bugün müze olmuş ve korunmuş örnekleri vardır) piknik geleneğinin en güzel yaşandığı sayfiye yerleri.. (bizim sahil yolunda ki, çiçekler arasında piknik yapan magandalar gibi değil asla!) yemyeşil ve doğal güzellikleri.. temiz, düzgün bulvarları ve modern şehir düzeni.. görmeli derim antepi, mutlaka görmeli..
  15. insan sevdiğini aldatırken, yakalanmayacağını umarda ondan :
  16. Avrupa ile Amerika’yı bir tutamazsınız. AB süreci, iki taraf içinde sıkıntılı, kırgınlıklar ve karşılıklı sıkıntılarla dolu. Cyrano’nun belirttiği tütün ve şeker pancar kotalarını savunmuyorum, mevcut her haksızlık elbette ki giderilmeli, serbest rekabet ve ticaret koşulları içinde karşılıklı adımlar atılabilmelidir. Ama kestirip atmadan.. Baştan önyargılı davranmadan.. Toplumlar, öncelikle kendi rahat ve huzurlarının peşindedirler.. Avrupa’nın küçük ve zengin ülkeleri, büyük ve emperial ülkeler önderliğinde oluşturdukları bu birlikle kuşkusuz ekonomik ve sosyal kayıplara uğramışlardır. Bunun yanında, güçlü bir birliğin “etkin” üyeleri olmuşlardır. İşte “birlik” büyüsü buradadır. Aynı, tek tek kırılgan olan çöplerin bir arada kırılmaması gibi.. Bugün Avrupa anayasasına “gündelik” menfaatleri uğruna hayır diyen Avrupa halkları acaba uzun vade geleceklerini ipotek altına aldırmış olmuyorlar mı.. ve acaba, böyle bir bölgesel güç birliğinin oluşmaması için, bunda herhangi bir “gizli kamuoyu” oluşturulması gibi bir “komplo teorisi” kurmak çok mu hatalı olur. Avrupa Birliği Anayasasına hayır çıkması, böyle bir birliğin, Türkiye ile varacağı güçlü pozisyona engel olunmaya çalışılması, dünyada hangi güçlerin işine gelmektedir. Avrupa dışında kalmış bir Türkiye kimlerin işine yarar ? Türkiye, bu birlik içine girerse, bugün ABD’nin rahatlıkla “at oynattığı” yerlere komşu Avrupa toprakları demek olacaktır. Avrupa’ya komşu topraklarda da bu kültürün rüzgarları esecektir kuşkusuz.. Amerika ile Avrupa’nın büyük bir mantık farklılığı vardır. Amerika kıtası güneyi boylu boyunca, ABD’nin tarih boyu iç savaşlar çıkardığı, dikta rejimlerini körüklediği sürecin yıkımıyla perişan olmuş, fakirleşmiş ve ekonomik olarak çökmüştür. ABD ile aynı kıtaya düşme “şansızlığını” yaşamışlardır. Amerika’nın Ortadoğu politikası da genelde bu merkezde olmuştur. Avrupa ise, en küçük, savunmasız ülkelerin bile korunduğu, zenginleştiği ve –kıta dahili- herkesin ilerlemesi “mantalitesi” ile hareket etmiş ve buna paralel bir birlik oluşturmuştur. Alt kültürlerde farklıdır zaten. Amerikan halkı “hazır yemek” “hızlı yemek” ülkesi, gökdelenlerin, büyük arabaların ülkesidir. Avrupa ise “çeşitli mutfaklardan” oluşan “uzun yemekler” kıtası, ailelerin yaşadığı apartman daireleri ve “eski şehirlerden” oluştuğundan –parka uygun- küçük arabalar, kıtasıdır. Biri parasına “tanrı Amerikayı korusun” yazar. Öteli “liberte-egalite-fraternite” (özgürlük, eşitlik, kardeşlik). Biri suçluları elektriğe oturtur. Ötekinde “idam” kalkmıştır. Biri “texas” tan sığır çobanını başına getirir.Öteki Vaclav Havel gibi yazarı cumhurbaşkanı seçer.. Birinde iş başarısı ve kariyeri 5 yılda yeni bir yere “zıplamaktır” .. Ötekinde o kurumdan emekli olmak.. Birinde sokakta “karton kutuda” yaşayan “kendi vatandaşları” vardır. Ötekinde göçmenler için “sosyal konutlar”. Birinde eyalet yıldızları, ötekinde İsmet İnönü’nün itirazı üzerine, kuruluş aşamasında öngörülmüş “haç” sembolü değiştirilerek, oranı birebir alınmış “Türk bayrağı yıldızları” Tarih süreci kesintilerle, patlamalarla, çatlamalarla da olsa, medeniyet hep ileri gitmiştir. Evrim süreci ileriyedir. Kültürel olarak da, medeniyet olarak da hep ileri gider.. Kulisler, “komplolar” hep olagelmiştir. Olacaktır da..ama tarihsel sürece etkisi olmaz bu aksamaların..İskenderiye kütüphanesi kaç defa yakılmıştır. İnsanlık basılı en büyük eserlerini yitirmiştir. Büyük kayıptır..Ama kültürler yok olmamış ileriye akmıştır.. Göreceksiniz; Türkiye, Avrupa Birliğinin tam ve etkin üyesi olacaktır. Kıta Avrupası dünyanın en büyük “kültürel” gücünü yaratacaktır. Kültür dinamiği karşısında, kimsenin uçağı, bombası fayda etmeyecektir. Bu kültür değişimi kuşkusuz Amerika kıtasını da etkileyecek, onlarında “sosyalleşmesine” zemin hazırlayacaktır.. Dünyada denge şarttır. Ben fakirlere kapımı kapatır, zengin ve rahat yaşarım diyemezsiniz.. Kapılar artık aşılmaz değildir. Ülkemizin, Avrupa birliğine üyeliğinin de ötesinde, tüm dünyaya yayılacak kalkınma ve zenginleşmenin sağlanması şarttır. Medeniyet ve insanlığın kaybettiği hiçbir “savaş” olmamıştır. Santo…
  17. Sayın Bozan Bey, Lütfen iftiralara yeltenmeyiniz. Sayın Ecevit iki defa iktidara gelmiştir. İlkini ben yaşım gereği bilemiyorum ama anlatılanlar kadarıyla manzara, ikinci iktidarından betermiş !! İkinci iktidar dönemi daha dündü. Rahşan affıyla tinerci, katil ne var ne yok saldılar. İlkinde de salmışlar sanırım. (Buna emin değilim yanılıyor olabilirim. ) Katil ve suçlulara karşı sempati besleyecek kadar sevecen, ekonomiyi batıracak kadar "enkaz" devralmışlardır. Bugün bu şanlı bayrağı Sayın Baykal dalgalandırmaktadır. Türk solu bu liderlere sahipken, ne deseniz azdır. Selamlar, SaNTo...
  18. Sevgili Cyrano, Öncelikle bir şeye taraf olan kadar, karşıtı da olmalı ki daha doğru sonuca varılabilsin. Fikir üretmek ve tartışmak doğruya daha çabuk götürür bizleri. Öncelikle AB uyum yasaları sürecini mümkün olduğunca takip ettim ve halen etmekteyim. Çünkü bu gerçekten bir “medeniyetler” projesidir ve ülkem adına beni heyecanlandırmakta, gururlandırmaktadır. Suriye ve Iran bile Türkiye’nin katılımı bizim hayatımızı değiştirecek, Avrupa’ya komşu olacağız mutluluğundadır. Yalnız, AB uyum yasalarını ben sana “nacizane” tekrar okumanı tavsiye edeceğim. Tarımsal ve ekonomik planlama açısından anlamadığın şeyler olduğu açıktır. Kota olayı, kontrollü tarım, üretimde fizibilite ve doğru kaynak kullanımında AB başarısız, bizimse başarılı olduğumuz gibi bir yargın var. Tarımsal üretimimiz, iç Anadolu topraklarının, sadece “buğday” tarımı yapılması yüzünden çölleştiği, hele üstünden uçakla geçsen ay yüzeyinde ki “krater” tabakaları gibi çatlakları görsen. Tek ağaç tek yeşillik kalmamış.Buğday en basit ve en kolay yetişen tarımsal üründür. Ülkemiz her yıl kullanımından ve sattığından fazlasını üretip, köylü şakşakçısı hükümetler tarafından, oy uğruna, taban fiyatla desteklenmiş – ki bu dünya borsalarının hep çok üstünde olmuştur – sonuçta çölleşmiş bir toprak, değişen bir iklim olarak faturası şimdi önümüze gelmiştir. Hem bu destekleme alımları bizim vergilerimizden çıkmıştır hem de ülke topraklarımızı çölleştirip erezyona uğramasına neden olmuştur. Bizde, devletin tüm ısrarlarına rağmen, toprağı dinlendirip, verimini arttıracak bir soya ekimi bile köylülere, zahmetli geldiğinden yaptırılamamıştır. Plansızlık, hayatımızın her alanında olduğu gibi tarım üretimi ve sanayi üretiminde de hakimdir. Uluslar arası hiçbir tarım borsasıyla bizim ürünlerimiz –fındık hariç- ne yazık ki değerlendirilememektedir. Şimdi AB’nin üretim planlamasına, biz plansız üretimimizi savunup, aman bize AB kotalarla dayatma yapıyor diyemeyiz. Şapkamızı önümüze koyup gerçeğimizle yüzleşmeliyiz. Osmanlıdan beri ne yazık ki ülkemiz, ne ekonomisini, ne vergi sistemini ne de üretimini planlamayı başaramamıştır. İsviçre gibi olsak, belki bende AB’ye girmeyelim ne gerek vara katılabilirdim. Yalnız gene de bence Isviçre için bile AB eninde sonunda bir gereklilik olacak ve girecektir. Göreceksiniz.. AB ordusuna karşı olsak da olmasak da bu gelecekte olacaktır. AB artık Amerikan güdümlü NATO gibi bir kuruluşu istemediğini deklare etmiştir. Biz NATO üyesi bir ülke olarak, NATO dağıldıktan sonra, ordumuzun sürekli caydırıcı rol oynaması, önemli stratejik yerimiz dolayısıyla bu AB ordusuna katılacağız. Buradaki yetki ve sorumluluğumuz NATO’dakinden az olmayacaktır. Bugün Afganistan’ın en önemli, BM sivil yetkili makamında Hikmet Çetin oturmaktadır. Bir türktür.Dünya Bankasında Derviş oturmaktadır. O da bir türktür. Yalnız benim tercihim, Hikmet Çetinlerin, Dervişlerin, eserleri 40 ayrı dile çevrilmiş Orhan Pamukların çoğalması, uluslar arası başarılara imza atan, Nobel ödülleri alan bilim adamalarına sahip, evrensel kültüre sahip, çağdaş, aydınlık, özgür bir Türkiye’den yana. Geleceği aydınlık en azından umutları olan bir Türkiye’den yana. Sınırları kapalı, içe dönük bir toplum olmak da elbet bir tercihtir. SaNTo...
  19. Değerli Arkadaşlar, Sayın Bozan beyi eleştirirken, Türk solunun kısırlığı, militer tutumu ve gelişmeye kapalı yapısınıda gözardı etmemek gerektiği kanısındayım. Bir ülke düşününüz ki, sol liderleri 60 lı yıllardan beri değişmemiş olsun. Bir ülke düşününüz ki, kendisini sol olarak ifade eden kesim, şehirleri kanserli urlar gibi sarmış gecekondulara alkış tutmuş olsun. Su havzalarının ve doğanın katledilmesine taraf olsun. Bir ülke düşününüz ki, sol partiler en çok imam hatip lisesini açsın. Bir ülke düşününüz ki, kendi solu, Avrupa Birliğine karşı olsun. Bir ülke düşününüz ki, sol iktidarlar döneminde, aydınları Sivas'da yakılsın. Bir ülke düşününüz ki, sol iktidarlar döneminde hiç bir demokratikleşme hamlesi yapılmamış olsun. Bir ülke düşününüz ki, her sol iktidarda ekonomisi çöksün. İnsanları işsiz, çaresiz kalsın. Bir ülke düşününüz ki, sol adı altında, insanları mafyalaştırsın. Ben düşündüm, dilimin ucunda.. SaNTo...
  20. Sevgili Cyrano, Latin solunun gücü, elbetteki tarihsel bir ortak mirastır. Kuba ordadır, Che oranın insanıdır. Amerika'nın uyguladığı en büyük sömürü ve en yakın temasta eziyet görmüş halklar, Orta ve Güney Amerika halklarıdır. Salvador Allende'nin ruhu o topraklarda ilelebet hüküm sürecek, oranın türküleri, insanlığın ortak türküleri olmuştur.. Yalnız "solun gücü" dediğimizde veya suskunluğu, elbet daha geniş bir açıyla bakmak gerekir kanısındayım. Dünya sırf orta ve güney Amerika'dan oluşmuyor. Zaten yazımda "güç" demekle kastetiğim, ekonomik üretim değeridir. Eski dönem "sosyalist blok" dünya ekonomisindeki "üretim değeri" ve buna paralel "askeri gücü" ve dahi bilimsel altyapısı bugünkü latin Amerika ülkeleriyle, mukayese edilmeyecek bir mesafededir. Güç; reel güç, emperyalist dünyayı bir mesafeye, bir disipline sokabilme yetisini getiriyorsa vardır. O dönemde, Amerika bugünkü Irak işgalini yapma yetisini kendinde görebilir miydi ? Hayatın gerçeğinde, gücü oluşturan üretim ilişkisidir. Yoksa latin solu bir gelenektir. Gurur verir. Buna elbette bir diyeceğim yoktur. selamlar, SaNTo...
  21. SaNTo

    AB ve karşıtlığı...

    Dostlar, Avrupa Birliği karşıtlığı ülkemizde özellikle "entellektüel kesimde" ve "aydın-öğrenci kesimde" karşıtlık bulmaktadır. Aynı, Kıbrıs'ta çözüm karşıtlığının bu kesimlerce "tavır" olarak benimsenmesi gibi.. Oysa ki daha alt eğitim seviyesindeki ve daha aşağı ekonomik katmanlardaki halk kitlelerince Avrupa Birliği yanlısı tavır ve "dış politik sorunlarımızda" çözüm bulunması yanlılığı ağır basmaktadır. Gerçekten ilginç bir parametredir bu.. Avrupa Birliği karşıtları, çoğu çift pasaportlu zaten orada yaşayabilen veya ekonomik durumu oraya istediği zaman seyahati olanaklı kılan veya "üniversite" biter bitmez oraya kapağı atmak isteyen kesimlerden oluşmaktadır. Bu kesim, aynı zamanda Dış politik konularda "uzlaşmaz" tavır izlenmesini istemektedir. Oysa ki içten içe Türkiye’ den de en umutsuz kesimdir.. Büyük halk kitleleri ise, zaten uzak bir "hayal" olan Avrupa Birliği yanlısıdır. Nedenlerini iyi düşünmek gerekir ülkemizde. Bunun "sosyolojik analizini" umarım gerçek anlamda bir üniversite yapar ve yayınlar. Üst düzey gelir grubu, Avrupa Birliği karşıtlığını savunurken veya Dış politikada çözümsüzlük yanlısı "şahin" politika izlerken, Imparatorluk çocukları olmanın güvenci ve gücünü içinde hissetmektedir. Gerçekten bunu destekleyen bir sosyal hayatı, cebinde renk renk kredi kartları, güzel marka arabası ve iyi bir semtte evi vardır. Ülkenin, şu an ki yasaları ve sistemi onu beslemektedir. Soyulan, halkın cebinden çıkan paralar, kara para ve yarattıkları ek iş imkanları onun, çok dolaylı da olsa, sosyal sınıfına hizmet etmektedir. Borsa kuruluşları, şık gece kulüpleri, restoranlar, cafe ve barlar, temiz ve güvenli gıda satan büyük marketler, bu sınıfın hizmetindedir. Oysa ki bu ülkenin çoğunluğunu oluşturun "sosyal kesim" Pakistan vatandaşlarıyla aynı ekonomik gelire sahiptir. Geçimi zordur, kaçak veya “tapu tahsis belgeli” yapılarda yaşar, gerçek anlamda "sigorta kapsayan" işi olmadığı gibi olanlarda - geçici işçi- kapsamında, "garantisiz" çalışmaktadır. Gelecek garantisi yoktur. "Imparatorluk çocuğu" hissi taşımaz, Lumpen - arabesk alt kültürdür. Dini duyguları ağır basar. Töre ve Aşiret kökenlidir. Kan davalarından bıktığından - Ülkeler arası ilişkilerimizde de - barışçı ve çözümcü politikayı "içgüdüsel" olarak -bilinçsizce- destekler. Açık pazarlardan aldığı ucuz ürünlerin, kimi ne kadar zehirlediği ülkemizde bilinmediğinden, bu kesimdeki hastalık ve ölümlerin neden kaynaklandığı istatistiki bir veri değildir. Bu sosyal sınıf basit bir gözlükle "tahlil" yapmaktadır Avrupa Birliği için..Onun Almanya'da yaşayan "Dayıları" köşeyi dönmüştür. Sosyal güvencelere sahip, kaliteli bir yaşam sürmektedir. Aynı koşulları bu sosyal sınıfta istemektedir. Ondan, Avrupa Birliğine evet demektedirler. Bu olmazsa, bu sosyal kesimin istediği hiç kuşkusuz "daha radikal bir seçenek" olacaktır. İsmi ne olursa olsun –bu yeni radikal tutum- diğer üst sosyal yapıyı elbetteki huzurla uyutmayacaktır ! Diğer yoksul ülkelerde olduğu gibi.. Imparatorluğu yıkıp, eşit "yurttaşlardan" oluşan bir Cumhuriyet kuran toplum, gelir dağılımdaki ve yaşam kalitesi standartında ki böyle bir farklılığa asla –sonsuza kadar- tahammül göstermeyecektir. Bu çok açıktır. Bu yeni radikal değişim, açıktır ki bir “sol” kökenli harekette olmayacaktır. Gerçek tehlikeyi iyi irdelemek zorundayız. Bir yanda "milli değerlerimizden" ve "ulusal onurumuzdan" ödün vermeyiz diyen cebi renk renk- kredi kartı dolu kesim.. Diğer yanda, askerde gerçek anlamda savaşan, gazi ve şehitler veren, cebinde çorba parası çıkmayan, geleceğe umutsuz bakan, lumpen bir çoğunluk.. Bu ülkede, ya ekonomimizi ve üretimimizi, bilimsel bir sisteme bağlayıp yasalarımızı Avrupa Birliği içinde entegre edeceğiz. Bilimsel üretim ve düşünce tarzını benimseyeceğiz. Renkli kredi kartlarından, ağır vergilere geçeceğiz. Sosyal olarak denge sağlanacak ve bu eşitlik bir "milli değerci refah sınıfı" nın canını çok yakacaktır.. Yada, şimdi olduğu gibi kendimizi akıntıya bırakacağız. Böyle gelmiş böyle gider diyeceğiz..Umacağız ki en alttakiler "tevekküllerinden" hiç vazgeçmesinler..Bizde Akmerkezde taksitli alış-verişin keyfini sürelim uzun süre.. Selamlar, SaNTo...
  22. Sol Aydınlanmacıdır. Dünya solu, genel olarak en büyük açmazına SSCB’nin dağılmasından sonra girmiştir. Özellikle Avrupa Solunun güçlü kaleleri, Güney Avrupa ülkeleri İtalya, Ispanya, Portekiz, Yunanistan ve Fransa Komünist partileri büyük kan kaybetmişlerdir. Liberalizmin kendini yenileyebilmesi, sendikal haklar, sosyal devlet, işsizlik maaşı gibi açılımlarla, halkın alt seviyelerini de sistemle barıştırmayı başarmıştır. Özellikle sanayide otomasyona geçilmesi, emek değerden, bilgi değere olan akış, akabinde SSCB ve Doğu Blokunun bu açılımlara alternatif oluşturamaması, tıkanmış ekonomi ve merkezi kontrollü yönetimin iflası, halkların derin mutsuzluğu, solun ana felsefesini reelde tüketmiştir. Duvarlar patlamış, “Varşova Paktı” çökmüştür. Yalnız bu süreçte şunu unutmamak gerektiği kanısındayım. Kapitalist ekonominin şekillendiği, sanayi devrimi ilk yıllarında, kömür madenlerinde çalıştırılan çocuk işçileri, 16 saatlik çalışma sürecini, sopalı grev kırıcıları, ezilen, sömürülen, köleleştirilen dünya halklarını. Kapitalist bölüşümün yarattığı, arka arkaya iki dünya savaşı ve getirdiği yıkımları. Zaten bu süreç değimlidir ki, halkların kardeşliği ve sömürüye karşı sosyalist fikirlerin çıkışını sağlayan. Sol ve Dünya Sosyalist Hareket çıkışından itibaren kısa sürede tüm dünyayı sarmıştır. Aydınlanma engellenemez. Yalnız, insanlık tarih içinde çok genç olan sol hareket, Liberalizme karşı oluşturduğu korunma refleksi sonucu, reelde halklara yeterli özgürlük ve ekonomik refah ortamını veremediğinden, uzun soluklu olarak, yönetimlerde kalmayı başaramamıştır. Avrupa solu, bizde de olduğu gibi, bu süreçte hızla kirlenmiş, bir çok idareci ve yöneticisinin adı yolsuzluk olaylarına karışmış, kendi içindeki keskin muhalefetinde etkisiyle, gücünü yitirmiştir. Zaman akmaktadır. Dünya genelinde kuzey ve güney yarımkürenin büyük refah farkı halen sürmektedir. Bir çok Asya ve Afrika ülkesi açlık ve temiz su kaynakları sorunuyla karşı karşıyadır. Bölgesel liberal iktidarlar belki şu an için daha başarılı olmaktadır. Bu, şuan ki “lokal” gerçek olmakla birlikte, uzun bir süreçte, dünya halklarını “vize” kıskaçlarında sınırları keskinleşmiş, refahı paylaşmaz, bir dünya ortamına sürüklemek ne derece akıllı bir tutumdur. Bu süreç elbette bir patlama noktası getirecektir. Zaten bunun “ayak sesleri” çok net duyulmaktadır artık. Bir tarafta inanılmaz bir tüketim çılgınlığı pompalanırken, bir tarafta açlık ve sefillik hüküm sürmektedir dünyada. Hiçbir canlı, ortak dünyamızda, ne yok edilmeyi, ne de sömürülmeyi hak etmemektedir. Buna diğer canlı türleri, ekolojik dengeyi de hesaba katarak bilmeliyiz. Ozonun delinmesinden tutunda, yok olan ormanlara, beyaz balinaların neslinin tükenmesine kadar bizi direk etkileyecek zincirin halkalarıdır. Elbette bir denge olacaktır sonuçta. Evren fiziki dengelerden oluşan hassas bir matematik üzerine kurulmuştur. Ekonomi ve sosyolojik ilişkileri, bunun dışında değerlendirmek olmaz. Kapitalizmin yaşam içinde geliştirdiği evrim süreci, elbet sol içinde geçerlidir. Bugünkü solun sessizliği, çaresizliğinin değil, yeni oluşumlarının sürecidir aslında. Gelecekteki sosyalizm ve onun mimarları, elbette daha özgür ve daha adil bir dünya düzenini oluşturacaklardır. Bu mimarlar, insanlığın ortak sesidir. Dünya solunun bu süreçte suskunluğu, yok oluşun sessizliği değildir. İnsan olduğu sürece yeryüzünde, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük idealleri asla bitmeyecektir. Aydınlanma sürecektir. Aydınlanma, bütün dünya halklarının ortak hak edişidi ve amacıdır. Gelecek daha aydınlık olacaktır. SaNTo...
  23. Değer Yargılarımızı nelere göre oluşturmalıyız ? Şimdi hepimizin ayrı görüşleri vardır. En basit, hayatımız bir evrim içerir. Bebeklikle başlayıp yaşlılığa uzanan. İnsan bu süreçte bile değer yargılarını, fark etmeden değiştirir. Yılların yüzümüze ve vücudumuza verdiği, süreç içinde hissetmediğimiz değişiklikler gibi. Şuanki iktidarı yargılarken neyi göz önünde bulundurmalıyız ? Tayip Erdoğan’ın 95-96 yıllarındaki görüşlerini mi, şu anki yaptıklarını mı ? Elbette şeriat gibi ilkel bir sisteme taraf olmak düşünülemez. Elbette İstanbul, Medine değildir ve elbette Anıtkabirde Ulu öndere saygı duruşu, sap gibi durmaktan ibaret değildir. Yalnız şu da bir gerçektir ki, Tayyip Erdoğan seçim öncesi değişimini açıkça, hemen her TV kanalında halka açıklamıştır. Bunu inandırıcı bulup bulmamak veya kabul edip etmemek elbet kişilere kalmış. Çünkü bir kıstası yoktur. Üstelik karşısında Erbakan hocanın desteklediği, milli görüşçü bir parti karşısında zaferle çıkmıştır. Sorunu sadece halkın dini beklentilerinden ibaret görmek, %35 lik kesime biraz haksızlık olmuyor mu. Solcu veya diğer liberal partilerin dedikleri ise yıllardır ne güzeldir. Demokrasi ve insan haklarından bahsederlerde yıllar yılı iktidarları, işkencelerle, gazeteci ve yazar avlarıyla, yargısız infazlarla geçmiş, ihale yolsuzlukları, banka soygunları artık ayyuka çıkmış, ülke hızla iflas ve borç batağına sürüklenmiştir. Bu hükümet öncesi yaşanan ekonomik krizi ülkemiz ikinci dünya savaşı sürecinde bile görmemişti. Buna hep bir bahane bulmak elbette mümkün önceki iktidarlar var nasılsa. Hiç bitmeyen “enkaz devraldık” edebiyatı.. Ülkenin geleceğini karartmış yaşlı liderler sultası. Tayyip Erdoğan’ın dedikleri yanında yaptıklarına da bir baksak. En basiti bir vatandaş olarak, İstanbullu olarak, belediye başkanlığı döneminde susuzluk günlerini, su kesintilerini, banyoları dolduran bidonları ne çabuk unutabiliyoruz. BM rağmen, yalnızlık içinde kitlenmiş Kıbrıs sorununu. Denktaşı. AB üyeliğinde tereddütleri. Yarı militer idare yapısını. Derin devletin hesaplaşmasını. Abdullah Gül’ün bir beyanı vardı önemlidir. Demişti ki ben bir müslüman olarak ne Tahran’da ne Bağdat’ta ne de Islamabad’da yaşamak istemezdim. Paris’te, Londra’da yaşamak isterdim. Medeniyet bu gerçeği görüp, buna göre davranabilmektir. Bu sonucu çıkaran bir süreç vardır. Bunu tamamen inkar etmek olmaz. Olmamalı.. Sonuçta adam, batı medeniyet dese hemen Amerikancı oluyor ülkemizde. Başını örtse Dinci Arapcı. Biz doğu ile batı arasında bir köprü ülkeyiz. Elbette kimi değerlerimiz, tarihin derinliklerinden geliyor ve kimi zaman içimize tamda sinmiyor ama konumumuzun yarattığı gerçeklerde bunlardır. Hem açıkların, hem kapalıların toplumuyuz. Hem aşiret törelerinin, hem Etiler barlarının. Hem Erzurum’un, hem İzmir’in. Bunca fikir ve kültür mozaiğini barındırmanın sancıları normaldir. Sonuçta elbette Atatürk’ün gösterdiği yolda gitmeliyiz. Kimi bu yolu bağırarak savunup bir katkısı olmuyor. Kimi bakıyorsun tersini söyleyip, bu yolda ilerletiyor ülkeyi. Bizde şaşırıp kalıyoruz. Sanırım bizim gerçekten “bilince” ihtiyacımız var. Imam hatip mezununu da, Saint Joseph mezununu da eşit yurttaşlar görebilme bilincine. Yoksa aydınlanmanın gerisinde, elimizde hiç yanmamış kibritlerle daha çok koşarız. SaNTo…
  24. SaNTo

    Böl ve Yönet

    Böl ve Yönet Emperyalizmin en eski taktiklerinden birisi de böl ve yönettir. Hangi koşul ve konumda olursa olsun bölünmüş güçleri idare ve kontrol edebilmek daha kolaydır. Eski Yugoslavya’yı düşünün. O şaşalı günlerin “bağlantısızlar paktı” nın kurucularından biriydi. Maraşel Tito’nun ölümünden sonra Federal Devlet yapısı, etnik milliyetçi akımlarca patlatılmış ve insanlığın gözü önünde on yıl süren dehşet öykülerini -tecavüz, işkence, cinayet ve “etnik temizlik” hareketini de- beraberinde getirmiştir. Bugün parça parça küçük devletler topluluğuna dönüşmüştür. Eski Çekoslavakya. Şimdi Avrupa Birliği üyesi iki ülke konumundadır. Çek ve Slovaklar. Oysa ki bölünmeden Avrupa Birliğine dahil olabilselerdi, bugünkü Avrupa Parlamentosunda daha güçlü bir grup olarak yeralabilirdi. Şimdi “küçük batlık ülkeleriyle” yan yana kulis yaparlar ! Örnekleri uzatmak çok mümkün .. Körfez ülkeleri mi dersiniz, kaça bölünmüş. Aynı ırk, din ve dilden küçük küçük emirliklerden oluşur. Doğu Asya’mı dersiniz. Orta Amerika’mı dersiniz.. Nereye baksan bölünmüş parça pinçik küçük “devletcikler”. Büyüme, gelişme ve ilerleme gücü getirir. Güçse bütünlük ve birliği. Bir Devletin emperyalizme boyun eğmeden, gücünü ve birlikteliğini sürdürmesi için akılcı, bilimsel ve halkının eğitimli olması gerekmektedir. Birlik ve bütünlük ancak ve ancak ; demokrasi, güçlü bir hukuk yapısı, güçlü bir ekonomi ve eğitimli bir halkla mümkündür. Gelişmiş batılı ülkelere bakın hiç biri bölünmeyi kendi içinde kabul etmez. Federatif yapılarını asla böldürmezler. Bunları tutan en önemli tutkal işte bu yukarda saydıklarımızdır. Bunların, daha kolay yönetmek ve o bölgedeki dominasyonlarını güçlendirmek için bölmeyi amaçladıkları ülkelerdeki ilk tezgahları, toplumların içine sinsi bir mikrop gibi yerleştirdikleri “etnik milliyetçilik” ve “din ayrımcılığıdır”. Zaten bölünmeyi yaratmak için en düz mantıkla bir “farklılık” şırınga etmek gerekir toplumların içine. Eğitimsiz, çabuk galeyana gelen, dolduruşa hazır kalabalıklarsa onların en güzel “habersiz” işbirlikçileridir. Onlar bu kalabalıkları ; kendilerine küfür ettirerek ve meydanlarda intikam yeminleri içinde kendi bayraklarını yaktırarak gene “kendi hedeflerine” bu cahil yığınları “habersiz” bir ortakçı ve sonuca götüren en önemli etmen olarak kullanırlar ki kim bilir belki de onlar meydanlarda ağızlarından salyalar akarak “onların bayraklarını” yakarken, gene onlar bir yerlerde viskilerini tokuştururlar gülümseyerek hedefe çabuk varmanın gururu içinde. Oyuna gelmemek lazımdır. Aspirinin tüm dünyadaki formülü aynıdır. Yerçekimi ivmesi de aynıdır. Bizde bu dünyanın insanlarıyız. Bir dünya ulusu olarak eğer yörüngemizi, demokrasi, hukuk ve anlayış rotasından farklı yerlere çevirirsek, sonuçlarına hep birlikte katlanmak zorunda kalırız ki bu sonuç hiç de düzgün olmayabilir. George W Bush’un saldırgan politikalarına kızanlar, eğer onun gibi etnik milliyetçi ve bağnaz dincisiyse, buna hakları yoktur. Çünkü onun gücü, onların elinde olsa aynı hedefi güderler. Bu politikalara söz söyleme hakkı ancak, gerçek demokrasi ve insan hakları yanlılarınındır. İnsanlık aslında neyin savaşımdadır ? Insanlık aslında her kesimdeki, her kültürdeki, her toplumdaki, her mahalledeki, Saddamlarla, Bushlarla,Ladinlerle bunların karşısında ki insanlığı, aydınlığı, hukuku, insan haklarını, ekmeği, barışı,özgürlüğü savunanların savaşındadır. Gidiş ileriyedir. Insanlık ve medeniyetlerin ortak kültürleri, gelecek kuşaklara akar. Insanlık bundan gerekli dersleri çıkarır. Gelecek içinde eminim ki her yerde, daha az Saddam, daha az Bush ve daha az Ladin çıkacaktır. Bugün bunlardan dili yanmış halkların ezgileri, gelecek kuşaklara akacak, gitarla, sazla, kemanla, piyanoyla ve gelecek kuşaklar bu zihniyetteki kişilerin asla arkasından gitmeyecektir. Gelecek daha aydınlık olacaktır. SaNTo
  25. Bir komedyenin programını izledim. Kadın sünnetçi çıkarmıştı. İlk kadın sünnetçi. Ben 1978'de sünnet oldum ve sünnetçi kadındı. Böyle hatıraların olması gerekiyor komedyen olman için. Ben 30 sene sonra anlatırım diye kendime 5 yaşında sünnet organize etmiş olamam. Beni kadın sünnet etti. Bundan bahsederken belden aşağı bir şeyden bahsetmiyorum. Sünnet bir hadisedir. Erkek çocuğun mürüvvetinin görüldüğü yer. Erkek çocuğun mürüvvetinin görüldüğü yerler sünnet, askerlik, evlilik. Gerçi sünnette daha net görülür mürüvvet. Ona mürüvvet diyorlar, enteresan bir şey. Kadın ismi vermiş olmaları tuhaf. Gerçi rahim diye de adam var olsun. Diyarbakır'a gidiyordum uçakla. Hostesle muhabbet ediyoruz. Business'ta oturuyorum. Hep Business'ta otururum. Buraya da Business geldim. Ankara'ya business açılmış çok süper bir şey. Bilmeyen varsa söyleyeyim. Business iş amaçlı gidilen seyahat manasına gelmiyor. Portakal suyu veriyorlar sen de kendini bir b.k zannediyorsun. Aynı uçağın içinde ne sınıf yapıyorsun ulan. Portakal suyu içerken kendini ne zannediyorsun. 'Mersi canım. Bunu içmeden uçamıyorum'. Bir de perdeyle ayırmıyorlar mı tavım ona. Soruyorsun 'Somon var mı?' Arkana bakıyorsun. 'Fakirler, ekonomi, allah belanızı versin. Uçak sizin neyinize'. Bir hava yaratırlar ki sanki uçak düşünce Business'takiler ölmüyor. Hostesle muhabbet ediyorum. Laf döndü dolaştı sünnete geldi. Eh business'ta oluyor böyle şeyler. Beni kadın sünnet etti dedim. Hostes dedi ki, 'Aaa kadınlar bindiği dalı kesmez ama'. Hostesin şakasına bak. Biz yapsak, aforoz ederler. Ne yaparsan yap ne olursan ol öleceksin. İnsan ölümlü bir yaratıktır. İnsan öleceğini bilir. Belgesellerde gördüğün kaplanlar aslanlar gibi değil. Belgeselde gördüğün kaplan, aslan hep koşacam zannediyor. O erkek aslanı görmüyor musunuz. Fönlü böyle. Artık ormanda nerede buluyorsa fönü. Bizimki daha kompleks bir yaşam. Öleceğini biliyorsun ve sıklıkla unutuyorsun. Hani ölümden dönenler anlatır ya; bir ışık geldi falan diye. O, kıça tıkılan pamuk. Senin inancını bilemem. İstersen toteme tap. Herkes ölecek. Mahşer var ya. Orası işte. Kıyamet kopsun herkes orada olacak. Büyük bir kokteyl gibi düşünün. İlk gün imza almaktan anan ağlayacak. Herkes orada çünkü. Aaa Sezar. Reenkarnasyona inananlar var. Yok öyle bir şey. Hep şöyle yapıyorlar. 'Önceki hayatımda Rus Çariçesiydim' Hiç o..... olan yok. Hiç duyuyor musunuz, 'Önceki hayatımda taksi şoförüydüm'. Herkes kral... Herkes yanacak dediğim bir kişi hariç. O da Fedon. Çünkü Fedon daha yanamaz. Fedon artık limitte onu direk cennete alacaklar. Türk Hava Kurumu bizim memleketin en iyi çalışan kurumu. Kurban derisini veriyorsun ondan uçak yapıyor. Artık nasıl katlıyorsa. Bi de tuzlarsan F-16 oluyor diye bir geyik var ama yalan olmasın. Askerde seni mesleğinle yönlendirirler. Terzisin terzi yaparlar. Atom mühendisiysen gazinoda televizyondan sorumlu olursun. Şahsına santral kuracak değil ya... Gençliğin bir lafı vardır, 'En verimli çağımda askere aldılar' Sanki herifi soğuk füzyonu bulurken götürdüler. Bunu söylediği zaman komik durum oluyor. Ama günde sekiz saat antrenman yapması gereken baleti 8 ay botla gezdirirsen Kuğu Gölü'nden manda b.kuna transfer olur. En verimli çağımda askere aldılar. Ne yapıyordun ki? Verimli verimli evde oturuyordum. Ulan ben para basıyordum beni aldılar askere. Niye bedelli yapmadın diyorlar. 15 bin mark veriyordun 28 gün yapıyordun. Ben hiç para vermeden 550 gün yaptım. Bir de orada olanı biteni anlatıyorum senede 2 milyon dolar kazanıyorum. 28 günlük birikiminle single çıkaramazsın. 300 erkek yan yana yatıyorsun abi. Kalabalık bir erkek topluluğu demek, başka bir organizma demek abi. Kadın olmasa b.k içinde yüzeriz. Kadın kendine özenmen için sebeptir. Deodorant mı at gitsin. Konyalı arkadaşına koksan ne olur ya. Ayaklarını haftada bir mi yıkıyorsun. Ayda bir yıka. Kim senin mantar yetiştirmene birşey diyebilir. Askerliği yapmış olan o kokuyu bilir. Küfür konusunda ben muzdarip bir insanım. Bu konuda bir çifte standart var. Vizontele'de ben bir adamı canlandırdım. Yazıldığı haliyle bir o..... ç..... O adamı başka türlü canlandırmanın imkanı yok. Bizim eski filmlerimizde falan küfür yoktur. Trajedi yaşanır, adamın karısına, kızına tecavüz, bir de köyü yakarlar. Bizim filmin kahramanı finalde gelir, 'Alçaklaaar'. Yani hiçbir caydırıcılığı olmayan. Bir eroin kaçakçısının hayatını yapıyor herif. Böyle konuşuyor: Mal geldi mi? Geldi efendim. Fakat, filhakika malımız kantara girdi. Olur mu lan böyle. Bu adamlar böyle konuşmuyor ki. Mal geldi mi? Geldi a... koyum. Malın anasını s....ler. Deniz Harp Okulu'nun kuruluş yıldönümünde sahneye çıkıyorum. İlk mezunlar da gelmiş. Nasıl bir yaş ortalaması anlatamam. İlk 20 dakika eski Türkçe anlattım. Filhakika, buna mukabil bir sonraki latifede buluşmak üzere. Benden sonra Ajda Pekkan vardı, şöyle sundum: Yeni yetenek Ajda Pekkan. Abicim sıfır reaksiyon. Herkes onaylıyor. 'Bu kız çok tutacak' diyorlar. AL kadehi ver al... Lider taklidi yaptım durduk yerde. Eskiden lider taklidi vardı. Şimdi çok zor. İki kişi koluna girecek. Amma zor iş. 14 Mart Tıp Bayramı'nda doktor arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Bizde sperm bankası var mı diye sordum. Yok dediler. Dedim isabet. İçinde banka lafı geçtiği için biri hortumlar rezillik olur.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.