Zıplanacak içerik

marti_name

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

marti_name tarafından postalanan herşey

  1. marti_name şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    yolsuzlukları saymaya kalkarsak işin içinden çıkamayız ama bugüne kadar yapılan yolsuzluklar milletin gözünün içine bakarak yapılan şeyler değil ??? örnek vereyim istersen Unakıtana KDV inidirimi yapıldı.koca devlet 70 milyon insanın gözünün içine bakılarak yapıldı bu ? sonra giyimde falan Kdv indirimi yapıldı da olayın üstü kapandı biraz...Ağır bir suçlama gibi gelsede ben hükümeti yolsuzluk falan değil,yolsuzluk yapmaya hazırlanırken işlediği cinayetlerden (mecazi anlamda değil gerçek anlamda kullandım) suçluyorum...keşke herkes para kasaları boşaltsada can yakılmasa...(Bkz:Kuş Gribi ve kuş gribinden ölenler)
  2. Katil avukatın özrü suçundan büyük resmen alay eder gibi şeyler söylemiş...bugünün Posta gazetesinde yazıyordu hepsini vurmak istemedim suçsuz olanlardan özür diliyorum onlara borcum var falan gibi bişiler demiş hey Allahım yaa
  3. loreena Mckennıtt Kendisini tanıtıyor: Bir çok kimse, bir sanatkarın meşhur yönünü tanır ve acaba bu kimse, sahne dışında nasıldır diye, merak eder. Ben, böyle bir tasviri çizebilecek kabiliyette bir kimse olmayabilirim, ama bir deneyeyim. Kanada’nın Manitoba eyaletinde, bir hemşire ve bir hayvan tüccarının kızı olarak büyüdüm ve çocukluğum, hür, rahat ve zevkli bir taşra yaşantısı idi. Çocukluğumda, veteriner olmayı hayal ederdim. Fakat aynen, “En iyi planlar bazen, bir yana itilir” tabirindeki gibi, ben müziği seçmektense, baktım müzik beni seçmiş. Hatta, bütün bu yıllar içindeki icraatlarımdan sonra dahi; Kendimi, mesleğini müzik olarak seçen kimselerin, kuvvetli müziksel şahsiyetine, sahip olmaktansa, bir çiftlik ortamında veya, samimi bir arkadaş topluluğunun içinde, daha rahat uyum sağlayabilecek bir şahsiyet olarak görüyorum. 1970’lerin sonlarında, şimdi Kelt müziği olarak bilinen, müzik tarzına tutuldum; Fakat gerçek yolculuğum, onun tarihi ile ilgilendiğimde başladı.1991 de Venedik’te, bir Kelt sanatları fuarında, Keltlerin coğrafya ve tarih yönünden, yayılışlarını öğrendim. Kendimi, zengin ve tarihsel, ses, ritm ve hikaye nakışlarına kapılıyor, buldum. Dünyanın her bir köşesinde, biribirini andıran hikayeler ve gelenekler ve biribirinden çok farklı insanların, bir çok benzer hususiyet taşıdıklarını keşfettim. Benim başlangıç noktam, şu veya bu şekilde, hepimizin, bir diğerimizin geçmişinin uzantıları olduğumuza inanışımdı. Komşularımızı bilmek isterken, aslında kendimizi tanımak, bilmek istiyoruz. Benim Kelt yolunu seçmiş olmam, sadece bunu yapmış olmak içindir. Hiç şüphesiz, müziğim için, bir başka yol da seçebilirdim.–Diyelim ki şapkanın tarihi- ve aynen Kelt tarihi ile yaptığım, enteresan yolculuğum gibi ve en az, onun kadar zevkli bir tecrübe yaşamış olurdum. Fakat bu yol, beni dünya çapında bir çok yerlere ve insanlara hatta; Kelt bağlantısı çok az olan yollara ve konulara dahi götürdü. Müzik, sadece kendini yetiştirme ve yaratıcı ifade alanında, harikulade bir bağlantı değildir. Müziğin insanın haleti ruhiyesini, psikolojik dünyasını etkilediğinin, hassasiyetini arttırdığının, dolayısı ile fizyolojik yapısı ile çok sıkı bir bağlantı teşkil ettiğinin, büyük bir hayranlık ile farkındayım. Bu, yanlız insanlar ile kalmayıp, hayvanlara dahi tatbik edilen, müzik tedavisi alanında çok güzel ifade edilmiştir. Süt çiftliklerinde, ineklerin daha fazla süt verebilmesi için, kendilerine klasik müzik dinletildiğini veya, yakın bir zamanda, Mogolistan’daki, The Story of the Weeping Camel, (Ağlayan Devenin Hikayesi) isimli; Konusu, önce yavrusunu istemeyen bir anne devenin, yapılan müziksel bir merasim neticesinde, onu kabul ettiğini içeren, bir film setini düşünüyorum. Aynı zamanda, bir MIT profesörünün Kundalini yogasının gerektirdiği, meditasyon ve çağırışların, beyin üzerinde yaptığı etkiyi, MRI vasıtası ile tesbit ederek, araştırma yaptığını da, hatırlıyorum. İnsanların fizyolojik, manevi ve psikolojik yönleri arasındaki bu ilişkileri ve bir çok olayların ve tecrübelerin, üzerimizdeki etkileri ile, çok yakından ilgileniyorum. Eminim bazı yaratıcı kabiliyet, bu karşılaşmaların, iletişimlerin ve kesişmelerin neticesinde oluyor. Müziğin ötesinde, bir çok şey hakkında, pek geniş merakım var ve bunu epeyi yüklü bir dosya dolabı ile ispat edebilirim. Çekmecelerim, çocuk gelişiminden, çevre konuları, ziraat, politika, yiyecek ve beslenme, kuklalar, din ve bir çok dünya meselelerine ait, kesilmiş küpürler ve materyaller ile sımsıkı dolu. Bazı günlük ve yıllık adetlerim var. Her güne, Kanada milli gazetesi, The Globe and Mail’i, en ince noktasına kadar okuyarak, başlıyorum ve hafta boyunca da, günün konuları hakkında daha geniş bir görüşe sahip olabilmek için, birkaç enternasyonal gazeteyi, iyice gözden geçiriyorum. Her bahar, yiyecek, tabiat dünyası ve mevsimler ile ilgimin kalıntılarını, muhafaza edebilmek gayesi ile, bahçemde bir şey ekmek için, zaman ayırıyorum. Her sonbahar, şükran gününde, bize bahşedilenleri kutlamak için, zaman ayarlamaya, gayret ediyorum. Çok küçük bir aileden geliyorum ve ailem benim için çok mühim. Biribirimizden, bayağı uzakta yaşıyoruz ve (tahmin edebileceğiniz gibi) epeyi çok uçuş puanlarım var ve bunları çoğu zaman, imkan nisbetinde, bir araya gelebilmek için kullanıyoruz. Bunun yanısıra, ailem derecesinde kabul ettiğim, çok derin ve samimi arkadaşlarım var. Şimdi daha iyi anlıyorum ki, aile tanımı değişik şekillerde oluyor. Nasıl ki, bir firmanın, değerler ve prensipler camiasında hazırlanmış bir amaç sözü varsa; Aynı şeyi, ben de kendim için yaptım. Bir takım prensipler, benim yönümü tayin eder, oldu. Şahsi veya meslek alanında önemli kararlar veya seçimler yapacağım zaman, onlara dayanıyorum. Onlar, her zaman başarıya ulaşılmasa dahi, üzerinde çabalamayı gerektiriyor. Ümid ederim, bazılarını sizinle paylaşmama, müsaade edersiniz. Merhametli ol ve hiçbir zaman sevmeyi unutma. İçten düşün. Hakikat, dürüstlük, şeref ve cesaret gibi, ulvi değerleri muhafaza et. Büyüklerini say ve sana öğreteceklerine, dikkatini ver. Başkalarına karşı, anlayışlı ol. Toplumda, muhtaç durumda olanlara, ilgi göster. Başkalığı, teşvik ve muhafaza et. Tabiat dünyasının hediyelerine, saygı göster. Amaçlarını yüksek tut ve yaptığın ile, iftihar et. Bedenine kıymet ver, ona iyi bak ve aynen, eski Yunanlılar’ın söylediği gibi, zihnin sana daha iyi hizmet eder. Toplumdan aldığını, topluma geri ver; Senden önce gelenler de, aynı şeyi yaptılar ve onlar, ne ektilerse, sen onu biçiyorsun. Demokrasiye iştirak ol ve onu koru. Seyircisi gibi kalırsan; O, yeşerip büyümez. Üzerine aldığın herşeye, büyük ihtimam göster. Denge, mesafe ve sükunet ara. Herhangi bir şeye karşı, heyecan duymaktan korkma İyiliğin elçisi ve temsilcisi olmayı öğren. Kendi sınırlarını unutma. Merakına müsamaha göster, onu besle; Çünkü o, seni hayata bağlı tutacak. Hayatın, senin kontrolünde olsun ve ünvan hastalığına kapılma. Tavır alma ve hiçbir şeyi hakkınmış diye, kabullenme. Her şey, göründüğü gibi olmayabilir. _______________________________________________________________________________________ Bio: Kısa Bir Özetleme Kanadalı şarkıcı/besteci Loreena McKennitt, albümlerinin prodüksiyonunu kendisi yapmaktadır ve uluslararası başarıya sahip kayıt markası Quinlan Road’un, sahibi ve yöneticisidir. Yaklaşık 20 yıla yayılan bir albüm kariyerinde, McKennitt’in “eklektik Kelt” müziği, dünya çapındabeğeni toplamış ve, dört kıtadaki onbeş ülkede,altın, platin ve multi-platin ödüller almıştır. Kanada’nın, Manitoba eyaletinde doğup, büyüyen Loreena, 1981 yılında, hala yaşamakta olduğu, Kanada’nın Ontario eyaletinin Stratford şehrine taşındı. Kanada Stratford Festivali’nde, TheTempest (1982)’ ten, The Merchant Of Venice (2001)’e kadar, bir çok sahne yapımında rol aldı, şarkı söyledi, müzik besteledi. Kendisinin müzik yapım kariyeri, 1985 te, Elemental (Temel) isimli albümü ile başladı. Loreena, kendi markası olan Quinlan Road’ un işlerini, başlangıçta mutfak masasında, albümlerini posta siparişleri ile yürütüyor, ülke çapında, yaptığı konser turnelerini, kendi imkanları ile gerçekleştiriyordu. Şimdi, Quinlan Road Kataloğu dünya çapında, Warner Music (ABD), Universal (Kanada ve İtalya, İspanya dahil olmak üzere başka bölgelerde) ve Keltia Music (Fransa), SPV (Almanya) gibi, bir çok bağımsız firmalar tarafından piyasaya sürülmektedir. Loreena hala, kariyerini Stratford’ daki ofisinden idare etmektedir. Cemiyetinin faal bir üyesi olup; Suda tehlike ve güvenlik, aile ve çocuk destek hizmetleri gibi mühim konularda hayır cemiyetleri başlatmış ve halen devam ettirmektedir. ____________________________________________________________________________
  4. marti_name şurada cevap verdi: SLeonS başlık Fenerbahçe
    ben takım tutmam ama fener taraftarı aldatıldı hakkı bumuydu bu taraftarın ?
  5. Onu ne zaman tanıdım, hatırlamıyorum. Tanımakla iyi mi ettim, ondan da emin değilim. Aslında derdim başımdan aşkındı. Karımla aramız kötüydü, çok borcum vardı ve çalacak yer bulamıyordum. Adını anmak istemediğim bir namussuz, alkolik olduğumu yaymıştı piyasaya. İşin kötü tarafı, bir darbukacının alkolik olması bir kalp cerrahının alkolik olması kadar vahim bir şeydir. Darbuka ritm demektir çünkü. Ritm de şarkıların kalp atışıdır. Hiçbir assolist nabzını elleri titreyen birine teslim etmek istemez. Ama Allah sizi inandırsın, alkolik değilim ben. Tek kusurum şahane bir darbukacı olmak. Haliyle, çok düşmanım var. Mütevazı öyküm kaderin ters bir cilvesi sonucu Galata’da başlıyor. Çünkü o adamı Galata’nın izbe sokaklarında tanıdım. Sunday Udegbunam futbolcuydu. Nijerya’nın adını şimdi hayatta hatırlayamayacağım bir köyünde, bir Pazar günü doğmuştu. Sonra iç savaşın mahvettiği ülkesinden kaçıp Allah’ına yan bakan bir geminin ambarında İstanbul’a gelmişti. Geminin Boğaz’a girdiği anı unutamayacağını söylerdi hep. İki yanda yalılar, hayal gibi dalgalanan deniz, seher ışığıyla parlayan kubbeler... Aslında böyle geçmiş zaman cümleleriyle bahsetmemek lazım ondan. Allah korusun ölmüş gibi. Halbuki durumu fena değil şu anda. Deminki doktorun yalancısıyım. Hacıhüsrev’in toprak sahasındaki antremanlarına ara sıra giderim. İyi top oynar Udegbunam. Ayrıca dünyada başka takım kalmamış gibi, Shalke 04’ü tutar. Küçükken rüyasında kendisini Shalke formasıyla görmüş çünkü. Ona “bana bak karam” derim hep: “İstanbul’a niye geldiğini asla unutma. O mezbelede dört memleketlinle bareber idare edebildiğin kadar kalacaksın. Kendine iyi bakacaksın. Öteki Afrikalı çocuklarla her hafta antremanlarını yapacaksın. Her Pazar kilisene gidip duanı edeceksin. Sonra da şu futbol simsarlarından birinin gözüne batıp kapağı Almanya’ya atacaksın. Yaşın otuzu geçince de bizim enayi kulüplerden birine transfer olacaksın. O zaman cebinde tonla para olacak tabii. Yanlış anlama, çok şey istemem. Muhammed ağabeyini alıp yakışıklı bir Boğaz lokantasında rakı ısmarlarsın olur biter. İşte o zaman gülerek bugünleri anacağız seninle. Çünkü köyünden bunun için ayrıldın. Ablanın çeyiz parasını bunun için çaldın. Ananın hayır duasından bu yüzden mahrum kaldın. Gözünü seveyim dağıtma dikkatini.” İki yılda Türkçe’yi iyi kötü öğrenmiş olduğu için, dediklerimi anladığını sanırdım. Fakat ilk fırsatta gitti aşık oldu Udegbunam. Aslında haklıydı; çok güzeldi Nora. Simsiyah, günışığının üzerinden kayıp gittiği bir teni vardı. Kömür karası saçları insanı siyah ırkı yarattığı için Allah’a şükretmeye çağırırdı. Zeytin gözleri bebek gibi merakla bakardı hep. Bu gözler o Pazar sabahları kiliseye giderken kuzguni ışıklar saçardı. Zaten bizimkiyle de bu sabah ayinlerinden birinde tanışmışlar. Biz adamı maneviyatını korusun diye kiliseye yolluyoruz, o ne işler çeviriyor. Ben durumu Udegbunam’ın zırt pırt ortadan kaybolmaya başlamasından anladım. Kızı alıp filmlere, çay bahçelerine falan gidiyordu. Zar zor soktuğumuz bir otoparkta kazandığı parayı da böyle harcıyordu tabii. Yanlış anlaşılmasın; aslında aşk meşk işlerine bayılırım ben. Bir romantik film seyredeyim, anında gözüm dolar. Karımın bana hâlâ katlanmasının nedeni de böyle çocuksu yanlarım galiba. Hele tipimi görseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bar fedaisi gibi iri bir cüssenin içinde pıt pıt atan hercai bir kalp... Ama dengi dengine çalmıyordu davul. Nora Nijerya’nın sayılı ailelerinden birinin kızıydı. Ailesinin Afrika’da epey bir malı mülkü vardı galiba. Buraya da Boğaziçi’nde okumaya gelmişti. Bitirdikten sonra eğitimine Avrupa’da falan devam edecekti. Şimdi onun yanında bizim çulsuz Sunday Udegbunam’ı düşünmek size de garip geldi değil mi? En azından arkadaşlarınada öyle gelmiş olacak ki kızı uyarmışlar. Beyoğlu’nda derme çatma bir müştemilatta kalan, evine torbacıların arasından geçerek giden birini Nora’ya yakıştıramamışlar. İşin kötüsü ben de yakıştıramıyorum, ne yalan söyleyeyim. Günün birinde kız ilişkiyi kesti. En iyisini yaptı bence; iç kıyıcı laflar etmeden, bıçak gibi kesti attı. Udegbunam çıldırdı tabii. Ne okulun kapısına dayanıp polislerden hakaret işittiği kaldı, ne de rakıya vurup gecesini gündüzünü şaştığı. Artık antremanlara da gitmiyordu. Halbuki bir hafta sonra bunların Afrika karması, Karagümrük ile futbolcu simsarlarının seyredeceği özel bir maç yapacaktı. Son iki gün yalvar yakar kaldırıp Hacıhüsrev’e gönderdik onu, gözü biraz açılır gibi oldu. Bu sefer de “Nora gelmezse maça çıkmam” diye tutturdu. Azarladım, tokatladım işe yaramadı. Bunun üzerine elimi yüzüme alıp kızı görmeye gittim. Aradım, taradım, okulunda buldum sonunda. Pek Türkçesi yoktu ama neticede anlaştık. Anlayınca da fidan gibi büktü boynunu, güzel başını sallayıp geleceğini söyledi. Maç günü hava çok sıcaktı. Mayıs başı olmasına rağmen gâvur ağzı gibi yanıyordu İstanbul. Bizimki fena oynamıyordu. Asıl mevkisi orta sahanın solu olmamasına rağmen elinden geleni yapıyordu. Habire kafasını çevirip boş tribünlere bakacağına kendisini oyuna verse daha da iyi oynardı aslında. Neyse ki ilk yarının ortalarında şahane bir şey oldu. Nora iki kız arkadaşıyla beraber tribünde göründü. Filmin akışı o andan itibaren hızlanıverdi. Udegbunam kızı trübünde görünce geriye gidip kaleciden topu aldı, rakipleri tek tek geçerek karşı kaleye koşmaya başladı. Herkes hayretler içinde bizimkinin çalımlarına bakıyordu. Tam ceza sahasına girecekken birden yavaşladı, sonra ekseni etrafında şöyle bir döndü ve ipi kesilmiş kuklalar gibi yığılıverdi yere. Bir süre kalkmayınca koştuk yanına; baktık yüzü mosmor. Nefes alamıyor. Hemen bir taksiye atıp Çapa’ya yetiştirdik. Kalbinin delik olduğu da orada ortaya çıktı. Şimdi yoğun bakımdan çıkmasını beklerken düşünüyorum da, bu adam kalbinin hasta olduğunu biliyordu bence. Hayattaki tek umudu olan futboldan kopmamak için bunu kimseye söyleyemedi tabii ki. Kâğıdım bittiği için mevzuyu artık bağlamam gerekiyor. Ayrıca hemen gidip bir kadeh içmezsem galiba elimin titremesi geçmeyecek. Ama Nora’yı görmenizi isterim. Gecenin bu saatinde hastane koridorunun karşı tarafındaki iskemlede oturuyor. Ağlamaktan şişmiş gözleri ve dağınık saçıyla öyle güzel görünüyor ki... Kollarımı göğe açıp “seni gidi aşk meleği” demek geliyor içimden: “Seni gidi aşk... Sen nelere kadirsin!”
  6. aniden bi kalktığım zaman oluyor bana da onun gibi bişi yüzlercesi geçiyo önümden...ya birde benim moralim falan bozuk olunca tedirgin geziyorum korkmadığım şeylerden korkuyorum falan bu neden olabilir ki ?
  7. marti_name şurada cevap verdi: SLeonS başlık Fenerbahçe
    iyi demişsinde bana aşk meşk lazım değil kupa lazım şampiyonluk lazım...aziz yıldırım diye ağlıyorsunuz bi düşünün bakalım aziz yıldırımı mı seviyosunuz yoksa onun parasını mı ?
  8. marti_name şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
    çok acıklı bi hikaye ama ben herkesin gerçek sevgisi kendine üstündür...yani şunu idda edebilirim ki ben gibi seven yoktur
  9. türkçe öğrenebilir...o tür diller öğrenebiliyorlar komik bi anı anlatayım sana benim teyzem yaloavada yaşıyor...orasıda ne garip bi yerse türk yok diyebilirim.her millet insan var.bi komşusu arnavut göçmeni kendi aralarında konuşurlarken teyzemde anlamaya başlamış nasıl olduysa.hatta bi keresinde kadının evli kızı gelmiş annesi ona yatak örtüsü verecekmiş annesi arnavutça demiş ki kızım benim damat sırık gibi kısa gelir bu örtü demiş teyzemde nasıl olduysa çok güzel anlamış ve hatta anlamayı bırak yok bee sende o kadar da değil demiş arnavutça çok gülmüştüm buna yaaa. arkadaşına gelince konuşmak zorunda değiliz gelsin paylaşımları görsün yani resim eklemek yada resimlere bakmak türkçe konuşmasını gerektirmez ki mirëdita: iyi günler si jeni: nasılsınız mirë jam: iyiyim
  10. yaw resimlerini yüklesin yeter ben anlaşırım onla
  11. şeytan diyo çek smsi bu foruma davet et...ama akülü sandalye için gazeteye başvuran birine foruma gel denmez ki yani muhtemelen pc si yoktur
  12. şimdi düşünüyorumda gazeteyi bi tane hayırsever okumuştur o kızı mahdur bırakmazlar ama farkındamısın gülsün kız kendini çok yalnız hissediyor
  13. ben bayılıyorum senin türkçene anlat sen ahahahahaaa şaka bi yana o arkadaşında gelsin bu foruma kendi yaptığı resimlerden söz ediyorsun merak ettim şimdi
  14. Bugün Posta gazetesinde bir arkadaşımızın yazısını buraya yazmak istedim...belki yardım edebilecek birileri vardır...aslında bu yazıyı buraya taşımadan yardım etmek isterdim ama benim iyi niyetlerim maddi olanaklarla sınırlı.ilginiz için tşk ederim Otuz yaşında bir yürüme engelleyim...Doğarken nefessiz kalmışım.Damar tıkanıklığı va ve bu yüzden yürüyemiyorum.Başka engelim yok.Biyerlere tutunup yürüyebiliyorum.Bugüne kadar hastalığımın çaresi bulunamadı.Şimdi doktor ameliyat olursam yürüyebileceğimi söyledi.Yeşil Kartım çıkarsa ameliyat olacağım.Benim 10 Yıldır bir hayalim var.Akülü sandalye istiyorum...Normal sandalyem var ama kendi başıma kullanamıyorum.Bu hayali gerçekleştirecek biri çıkarsa beni 30 yıl geçirdiğim evimden kurtarmış olacak...Bir kitapda okuduğum yazı sizlerle paylaşmak istedim ''Kim engelli birine yardım ederse Allah ona cenneti müjdelermiş''.Duyarlı kişilerin yardımını istiyorum.Birde engelli engelsiz kişilerden arkadaş olmak için telefon mesajı bekliyorum.Bugünün sağlam olan kişileri yarının engelli adayları....Ne yazık ki farkında değiller.Şu engel kelimesini bir türlü anlamış değilim.Bence engel bedende değil beyindedir.Bizler engelli değiliz sadece ENGELLENİYORUZ.Yardımlarınızı büyük bir umutla bekleyeceğim... Elif Sakal/Manisa Telefon: 0544 590 57 26
  15. konuyu açarmısın biraz ? bir de ben kitabı okumadım filme gitsem anlayarmıyım ki
  16. anlayamıyorum yaa ? o şimdi o komşuların birbiriyle olan ilişkilerine baksak neler çıkar acaba
  17. ektiklerini biçiyor AKP ve bunu yaparken hiç vicdan azabı duymuyor ateş olmayan yerde duman ne arasın ?
  18. müzik adına olmuyor ki oylama komşu komşuya hep gerçi bizim şarkımız çok iyi değildi kabul etmek lazım...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.