Zıplanacak içerik

focal

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

focal tarafından postalanan herşey

  1. focal şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    şaka bi tarafa bi kırgınlık var üzerimde
  2. çiçeğisin
  3. sevileni
  4. focal şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    neyim yokki çok şükür herşeyim var
  5. focal şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    günaydın arkadaşlar bir kahve alabilirmiyim
  6. focal şurada cevap verdi: aysum başlık Forum Oyunları
    SEVDA TÜRKÜSÜ Bu dağların sevda türküsüsün sen Denizlerin mavisi Bulutların beyazısın Yaşamak bir su gibi berrak yüzünün aydınlığında Ben sonbaharın yanık türküsüyüm Sarıya çalar rengim Rüzgârlar estikçe savurur yapraklarımı Ayaklar altına Ben seni ozanca sevdim türkü bakışlım Sular gibi temiz Bir rüzgar gibi hilesiz Mehtabın güzelliği yıldızların ışıltısısın sen Sen karlı dağlarda rüzgârların soluğu Güneşin dostluğusun Umut aşk ve bir bitmez kâbussun Benim hayatımda Acılarla da dolu olsa yaşamı sevdim ben Delicesine sevdim Dağları kuşları ormanı denizleri umudu Sevinci sevdim güneşi çocukları En çokta seni sevdim Kar türküleri kederlidir gülüm Kar türküleri acıdır Gidersen kar yağar benim yüreğime Bir gülü büyütmek kadar zor ve güzel Seni düşlemek dağların ötesinde Seni dalgı bir çiçek gibi Göğsümün üstünde taşıdım hep. Ama sen ne yaptın Bu sevdayı alıp gittin benden Bir haber bile vermeden onursuzca İçimdeki baharı öldürüp gittin Söyle şimdi mutlumusun
  7. gülenisin
  8. focal şurada cevap verdi: EmiLY_pandora başlık Müzik Cafe
    Beyaz giyme toz olur, Siyah giyme söz olur. Gel beraber gezelim, Muradımız tez olur. Salına da salına da gel, Hadi yavrum Dön dolaş yine bana gel. Beyaz giyme tanırlar Seni yolcu sanırlar Zaten bende talih yok Seni benden alırlar Salına da salına da gel, Hadi yavrum Dön dolaş yine bana gel. Alçak ceviz dalları Sıva beyaz kolları Kız nereden geleyim, Hep Tutmuşlar Yolları. Salına da salına da gel, Hadi yavrum Dön dolaş yine bana gel.
  9. hoş gelmişsin şu kayıt evraklarını bir ver bakalım herşey yasalmı kayıt parası verdinmi bakim
  10. cafede göremedim seni bende bi sana bi bana alıp ta buralara kadar getirdim şimdi beraber içelim
  11. focal şurada cevap verdi: aysum başlık Forum Oyunları
    davut güloğlu - yaralı
  12. focal şurada cevap verdi: EmiLY_pandora başlık Müzik Cafe
    seni dinliyorum ama sesin gelmiyo
  13. meleğisin
  14. focal şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    neyi kutluyoruz
  15. focal şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    bir kahve alabilirmiyim
  16. focal şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    tarih
  17. focal şurada cevap verdi: focal başlık Türk Tarihi
    tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun
  18. focal şurada bir başlık gönderdi: Türk Tarihi
    O mektuplar ki kurşunların birbirini vurduğu, güllelerin havada göğüs göğüse geldiği cehennemî seslere sükunet verir, vatan aşkını hasretle anılan bir isme bağlayarak cesarete dönüştürür. Kalbinin üstünde böyle bir mektubu saklayan askerin, ‘vatanı için yapabileceği hangi fedakarlık’ vardır diye sorulamaz elbette; o hepsini sırayla yapar ve canını en son verir. Çanakkale Mahşeri’nden okuyalım: “Bu anda dışarda koşuşma başladı; eski askerler, “Saya geldi! Saya geldi!” diye birbirlerine bağırıyorlardı. (...) Binbaşı Abdülkadir, meraklı bakışlarını Binbaşı Lütfi’ye çevirince, o da bilgi vermek mecburiyetini hissetti. -Sai gelmiş. İzmir’in köylerinde dolaşır; askerlere gönderilecek mektupları, küçük emanetleri toplar, getirir; sahiplerine verir. Sırdaş olduğu için de sevgililer selamlarını ona emanet ederler. Bu da onun gelişini çok değerli yapar. Askerler etrafına toplanınca, Sai sağ elini heybenin bir gözüne soktu; bir mektup çıkardı ve bağırdı: Mehmet oğlu Kara Ali!?.. Değişik yerlerden sesler yükseldi: -Cennet-i A’lâ’da!.. -Mertebesine erdi!.. Mektubu heybenin diğer gözüne attı. Tekrar bir mektup çıkardı: -Alsancak’tan Hayati oğlu Salim! Kalabalığın arasından birisi elini uzatarak bağırdı: -Ver! Buradayım!.. Yanındaki asker, Salim’in sırtına hafif bir yumruk vurdu: -Kimden geliyor?!.. -Dur, hele zarfın arkasını okuyayım. Eline yeni bir mektup alan Sai, yüksek sesle bağırdı: -Kadir oğlu Hüseyin!.. Değişik yerlerden cevap geldi: -Şehit!.. -Şehit!.. Onu da diğer göze attı; bu kere işlenmiş bir mendil çıkardı: -Hasan oğlu Rafet!.. -?!.. Hiç ses çıkmayınca Sai tekrarladı: -Hasan oğlu Rafet!?.. Tanıyanı kalmamıştı. Sai’nin yüz hatları değişti. Gözleri dalan Binbaşı Abdülkadir karargaha girdi; onu takip eden Binbaşı Lütfi kapıyı örttü; ama az da olsa Sai’nin sesini hâlâ duyuyorlardı: -Musa oğlu Muharrem!..”(1) Tarihini bilmeyen milletler kendilerine efsaneler uydurur ve gitgide efsanelere sığınmaya başlarlar. Yukarıdaki satırlar henüz hatıra ve tarih iken derlendiği için bahtiyarız. Ya kaybolup gitselerdi!.. * Çanakkale anılınca kaybolup gitmesine gönlümüzün razı olmadığı bir de şiir var sırada. Binbaşı Mustafa Kemal’in de yer aldığı savaşa adanmış bir gazel bu. Sultan Reşad’ın yazdığı bir gazel. Heyecanla okuyalım: Savlet etmişdi Çanakkale’ye bahr ü berden Ehl-i İslâm’ın iki hasm-ı kavîsi birden Lakin imdâd-ı İlahî yetişip ordumuza Oldu her bir neferi kal’a-i pûlâd-beden Asker evladlarımın pîşgeh-i azminde Aczini eyledi idrâk nihayet düşmen Kadr-ü haysiyyeti pâmâl olarak etdi firar Kalb-i İslâm’a nüfûz eylemeğe gelmiş iken Kapanıp secde-i şükrâna Reşâd eyle dua Mülk-i İslâm’ı Huda eyleye dâim me’men (...Müslümanlara karşı iki kuvvetli düşman birlik olup Çanakkale’ye karadan ve denizden hücum etmişlerdi...) (...Şükür ki Allah’ın yardımı yetişip ordumuzun her bir neferi çelik bedenli bir kale kesiliverdiler...) (...Nihayet düşmanlar asker evlatlarımın azimleri önünde diz çöküp aciz kaldıklarını anladılar da...) (...İslam’ın kalbine hançer saplamaya gelmişlerken, itibar ve şereflerini ayak altına atıp kaçtılar.) (Ey Reşad!.. Var, şükür secdelerine kapanıp ellerini duaya kaldır ve şu yakarıyı tekrarla: “Allah, bu İslam yurduna daima emniyet versin!” ) Türk anası ne düşünüyor? “... Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” (Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken [uğurlarken]) Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi. Bulutlar birbiri üzerine yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken insanlar gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı. Karanlık o kadar yoğun idi ki sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle adeta gündüz sayılabilirdi. Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği tabii ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu. Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi arasında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, bütün intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu. Bilecik İstasyonu’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde fazla geleni keskin bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti. İkinci kampana çalınmış olmalı ki vagonlara inen binen yok. Fakat askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz. Sivil yolcu trenlerinin ân-ı hareketini ihtar eden kondüktörlerin “Tamam, tamam” nidaları askerî bir trenin harekete hazır olduğunu itham edemez. O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan başka bir usule, başka bir ‘tamam’a tâbi olduğundan askerî memurlar bütün mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı. Trenin tam karşısında ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu. Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti. Hakikatte bu bir evlâd-ı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi. Yanına yaklaştığı vakit, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti. Elinde bir değnekcik sırtında bağlı bir torba vardı. Karaltı, kendisinin sessiz lisanına ve inleyen kalbine tercüman olan mukaddes bir maksadla canlı bir abide gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı. Yıldırımların salıverdiği kuvvetli projektörlerin aydınlığı sararmış, çizgili çehresini gösterdi. Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı. Şimşek çaktığı her kısa zaman aralığında gözleri vagona yöneliyordu. Abdulkadir yaklaştı: - Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki konuşma başladı: - Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim. - Oğlun kimdir, nerelidir? - Söğüt’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın ana yatağından Mahmud oğlu Hüseyin... - Çağırayım mı, görmek istiyor musun? - Ona bir sözüm var, söyleyecektim. Zahmet olmazsa, sana duâ ederim. Abdulkadir vagona koştu. Bir künye okudu. Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Bir ses: - Efendim. Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt. Akgünlü’den. - Gel oğlum, seni anan görmek istiyor. Delikanlı vagondan atladı. Şimşeğin ışığı altında seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir boy, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazır ol vaziyetinde sağ el selam ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir’in karşısında emre âmâde idi. Beraberce yürüdüler. Muhterem validenin karşısında durdular. Hüseyin anasının elini öptü. Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: - Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şibka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.” dedi. Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti. Anasını ve Abdulkadir’i selamladı, gitti. Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu: - Valide demek ki sizin soyun erkekleri hep şehit oldular öyle mi? - Yalnız bizim soy değil, oğul. Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi. Din dursun da; ko biz hep ölelim. - Şimdi köyünüzde hiç erkek yok mu? - Köyümüz bütün erkek dolu. Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelden nasılsak yine öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi. Abdulkadir bu ulu validenin karşısında donmuş kalmıştı. Dayanamadı, gözlerinden iki iftihar damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı: Milleti doğuran da ana, yaşatan da. Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu
  19. incisi
  20. focal şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    günaydın bir kahve alabilirmiyim kendime gelmem lazım
  21. focal şurada cevap verdi: EmiLY_pandora başlık Müzik Cafe
    sessizliği

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.