Zıplanacak içerik

yarçekimi

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

yarçekimi tarafından postalanan herşey

  1. Yaş aldıkça büyürsün, ama olgunlaşmak başka bir şeydir. Olgunluk yaşa bağlı değildir. Hayatta edindiğin tecrübelerdir. Ve bu tecrübelere göre hayatını yönlendirmek, yani değiştirmektir. Yaşamındaki zararlı gördüğün atıkları silmeyi becerebilmektir. Kısacası; kendini sevmeyi öğrenmektir. Benim gibi, zamanla hayatından çıkardığın insanlar olmuş olsa da… Her yaşadığın yeni bir olay da daha da bitmediğini görüyorsun. Ayıkla ayıkla bitiremiyorsun. Ama öyle bir zaman geliyor ki! Kökünden temizliyorsun. Şu kısacık hayatta, sahte yüzlerin kimseye faydası olamayacağını anlatamıyorsun. O çukura girdiğinde; geriye kalan sadece arkandan konuşulanlar olduğunu bilseler de, senin tekrarlarının fayda etmediğini görüyorsun. Onca sene verdiğin sevginin nasıl boşa gittiğini, keşke değen birilerine vermiş olsaydını düşünüp elbette ki üzülüyorsun. Herkesin dostluktan ne anladığını, ne kadar farklı düşündüğünü öğrenmiş oluyorsun. Kimisine göre gezerken, gülerken paylaşılana; kimisine göre de ağlarken, sıkıntıdayken bir arada olmaya ‘’dostluk’’ deniyormuş, anlıyorsun. İşte! Bu aşamada ayıklamaya başlıyorsun. Sadece gülerken, keyifliyken bir arada olacağın insanlarla görüşmenin ne kadar vakit kaybı olduğunu düşünüyorsun. Sıkıntılı zamanında yanında kalan, senin gibi azınlıkta olanları gördüğünde ‘’işte dostum’’ diyebiliyorsun. Sevginin saygının ne olduğunu bilmeyenleri artık etrafında istemiyorsun. Böylece; gerçekten büyümeye başlıyorsun. Yaşamanın ne kadar değerli olduğunu, nefes alabilmenin yüceliğini öğrendiğinde olgunlaşıyorsun. Yapamadıklarını yapmaya başladığında rahatlıyorsun. Ve sadece sevmen gerekenleri sevdiğinde ise huzura eriyorsun. Dışarılarda gezdiğinde değil de, evinde paylaşılanlarla huzur buluyorsun. İşte demek ki! Artık, ne istediğinin farkına varıyorsun. Değişiyorsun, çünkü artık hayattan ne istediğini biliyorsun. Kırmamak adına kullandığın o sürekli ‘’evet!’’ yerine, artık ‘’hayır!’’ diyebiliyorsun. Ve aynaya baktığında şimdiki seni seviyor ve beğeniyorsun. Onlar beğenmez diye giymediklerini büyük bir zevkle giyebiliyorsun. Yemek seçimlerin bile ne kadar onlara bağımlıymış… İşte şimdi, damak zevkinin keyfine varabiliyorsun. İhtiyaç duyduğunda değil de, düğün ya da cenazede bu çakma dostlarının gövde gösterilerini onların fark edemediği alaycı tebessümünle izleyebiliyorsun. Meğer ne kadar yormuşlar seni, dinlendiğinde anlayabiliyorsun. Ne çok meşgul etmişler seni, zamanın kıymetini anladığında fark edebiliyorsun. Ne kadar güzel, ne kadar değerli olduğunu ayna karşısında; olgunlaştığında görebiliyorsun… Bu zamana kadar; hayatında yaşadığın iniş çıkışların, türlü zorlukların, en önemlisi sevdiğin insanların kayıplarının… Seni çok üzmüş olsa da, gerçekten büyütmüş olduğunu görüyorsun. Yaş ne olursa olsun, olgunlaşmanın keyfini sürdürebilmeniz dileğiyle… Yazar: Gülay Kanarya
  2. Merhaba hoşgeldiniz Ben de çok yeniyim...Gördüğüm kadarıyla sessiz,sakin,huzurlu bir forumdasınız
  3. Konu sanki yeterince açık gibi ancak belki de çok dolu bir beyinle,konsantrasyon sağlayamadan okumuş olabilirsiniz.Bazen bir kısacık paragrafı bile defalarca okuyup da tek kelime anlamadığımı farkettiğim anlar olmuştur Konu Hayrettin Karaca ve onun heykelindeki gözlüğün kırılması ile ilgili olsa da, verilen mesajlar dünyanın doğasının ne tür insanlar tarafından sürekli olarak bozulduğu ve sonunda verilen bu zararların yine insanın kendisine zarar vereceği yönünde.Çevre ahlakı ve korumacılığı gündeme gelince akla gelen ilk isim Tema Vakfı ve Hayrettin Karaca'dır Türkiye'de. Kızılderililer toplumu bütün ekosistem olarak tanımlarlar yani birbiriyle bağlantılı olan insan,hayvan,toprak,su ve bitkilerden oluşur toplum.Toprak ahlakı ,daha sağlıklı bir toprak için insanların sorumluluğunu yansıtr.Sevgiden,saygıdan ve hayranlıktan nasibini almamış ,toprağın değerini bilmeyen bir toprak ahlakını kabul etmezler.Fakat dünyada bugünkü eğilimler ve eğitimler kişisel çıkarlar dahilinde toprağa olan sorumluluktan ibarettir.Bu yüzden daha çok eğitim daha az toprak, daha az ağaç ve daha fazla sel baskını vardır.
  4. Açacaksın sende.. ( Söz verdim ) Sevgili, Söz verdim Bu aşk kokan Topraklara.. Yaşamalı Bu nadide sevda.. Türkülerden Bilirim ki, Bu topraklarda Şirinler açtı.. Leylalar açtı.. Aslılar açtı.. Sende bilki Gül yüreklim, Bir avuç sevdan Bile kalsa Şiir tozuna Bulanmış ellerimde.. Açacaksın Sonsuza kadar Bu topraklarla Yoğrulmuş Yüreğimde.. Ahmet KİK
  5. Sana çıkmayan hapis gecelerde.. Penceresi Sana çıkmayan Hapis gecelerde Küçük bir kırmızı mumla Paylaşırım, Senin Çıldırtan özlemini.. Her gece bitiminde Erir dayanamaz Söner Kırmızı küçük yüreği Ve Beyaz dumanından.. Bir güvercin havalanır Sana doğru.. Umutlanırım Söyle Sevgili Geliyor mu? Beyaz bir güvercin Bu hapis gecelerden..
  6. Ben dışarıda yağmur var, gel arınalım diyorum, Sen gözyaşlarının oluşturduğu çamurda oynamayı seviyorsun.. Ben “Aşk” rüzgarı var, kanatlarımla uçurayım diyorum Sen yalnızlığınla tahta barakanda Oturmayı istiyorsun.. Ben her fırtınanın arkasında güneş var, Sabır diyorum. Sen kapıları kapalı yüreğindeki Eski siyah bulutlara kanıyorsun.. Ben delikanlı bir kalbim var, seni seviyorum diyorum Sen sevdaya mahmur gözlerinle Gündüz düşlerine inanıyorsun.. Hey sevgili, Farkında mısın ? Ben yelkovan durmaksızın kovalıyor akrebi diyorum ! Sen her ok kirpiklerini kırpışınla Yaşamından bir dakika daha siliyorsun.. Ahmet KİK - 2010
  7. yarçekimi şurada bir başlık gönderdi: Manisa
    Manisa (Magnesia), Spil Dağı’nın manyetik çekimi altında bulunan bir mıknatıs kent. Bu dağ bilindiği kadarıyla dünyanın en büyük mıknatısıdır. M.Ö. 6. yüzyılda Thales bu dağa ait bir taşın demir cevherlerini çektiğini keşfedince bu taşa Magnesia’dan geldiği için “Magnesia taşı” adını vermiş. “Manyetik” ismi de buradan gelmektedir. Efsaneye göre altı kız, altı erkek çocuğa sahip olan “Niobe” çocuklarının fazlalığı ile övünurmus. Niobe, Apollon ve Artemis’in annesi olan Leto’yu küçümser ve onunla dalga geçer. Annelerinin isteği üzerine Artemis ve Apollon, Niobe’nin tüm çocuklarını öldürür. Bu olay karşısında Niobe çok acı çeker. Bu durumu gören Zeus ise Niobe’nin acılarını dindirmek için Spil Dağı’nda Niobe’yi bir kayaya dönüştürür. Bu kayaya “Ağlayan Kaya” denilmektedir! Bugün bu dağ Turkiye’nin 36 milli parkindan biridir. Manisa, Romalılar tarafından yönetilmiş, Saruhan Beyliği tarafından Bizanslılar’dan alınmış. Saruhan Beyliği ise daha sonra Osmanlı egemenliğine girince, Osmanlı Devleti içerisinde şehzadelerin yetiştirildiği bir şehir olmuş. Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman, Manisa’da yetiştirilmiş ve buradan hükümdarlığa getirilmiş. Tarihte Lidya devleti ayrı bir öneme sahiptir. Bu devletin başkenti bugün Salihli ilçesi sınırları içerisinde bulunan Sart (Sardes) beldesidir. Zenginliğini altın işletmeciliğinden alan bu devlet aynı zamanda parayı takas yerine geliştiren ve uygulayan ilk devlet olma özelliğine sahiptir. Çağının en güçlü devleti olabilmiştir. Kredi kartı benzeri “devlet tarafından tasdikli kredi levhaları” uygulamaları olduğu da bilinmektedir. Tarihi “İpek Yolu” yine bu Sart beldesinden geçmektedir. Ayrıca Sart’ta bulunan ve yine Lidyalılardan kalan “Artemis Tapınağının” yanında İncil’de bahsedilen 7 kiliseden birisi bulunmaktadır. Ayrıca bu kalıntılar içerisinde “Piramit Mezar” ise yine ilgi çekicidir. Bu bölge çok ilginç ve gizemlidir. Mitolojide bahsedilen “Lucifer” in mezarının ise bu bölgede bulunduğunu bize mitolojik kaynaklar söylemektedir. Bu bölge yüzlerce tümülüslere (Kral Mezarlarına) sahiptir. Bu yapılar da bir o kadar ilginçtir. İngiliz arkeolog Peter James 1995 ve 1998 yıllarında Manisa’da yaptığı araştırmalar sonucunda BBC ekibi ile bir belgesel çekmiştir. "Atlantis, Spil Dağı'nda" iddiasını ortaya atan İngiliz araştırmacı Peter James, Atlantis'in Manisa'da araştırılması için Londra'da araştırma fonlarına başvurduklarını belirtmiştir. Bu iddialar kanıtlanabilirse eğer Manisa dünyanın en meşhur şehri olabilir. Kayıp kıta Atlantis Manisa’da mı? 1995 yılının sıcak bir yaz günüydü... Her yaz olduğu gibi bu yaz da güneş ışınları Spil'in dik yamaçlarını yalayarak Manisa'nın üzerine bir ok gibi saplanıyordu. Değişik kıyafetli, buralı olmadığı her halinden belli olan bir yabancı, Manisalı dağcı Haydar Aksakal'ın başına dikildi ve "Niobe, Tantalos, Kibele ile Sülüklügöl'ü görmek istiyorum" dedi. İşte Manisa'da Atlantis macerası böylece başlamış oldu." Hikayenin devamını Manisalı dağcı Haydar Aksakal anlatıyor: "Yabancıyı bizim dağcılık kulübüne götürdük. Kulüpteki arkadaşlarla sohbete koyulduk. Yabancı, bizim arkadaşların dağcılık, arkeoloji ve daha bir çok alanda yaptığı sohbete hayran kalmış. Ertesi gün, genç dağcılarla birlikte Cüneyt'i de onun emrine verdim. Dört gün boyunca Cüneyt, yabancıyı Spil'de gezdirdi. Tabii bu gezileri sırasında bize hiçbir şey söylemiyordu. Biz de herhalde Manisa Dağı'nı çok sevdi, dolaşıyor diye düşünüyorduk. Neyse yabancıyı geçirdik ve bir daha da görmedik. Taa ki 25 Eylül 1998'e kadar... Bir gün Londra'dan bir telefon geldi, telefondaki kişi adının Peter James olduğunu söyledi. Bir süre hatırlamakta tereddüt ettim ama "Spil'e çıkmıştık" deyince hatırladım; bizim yabancıydı. James, bana Yunanlı arkeolog Nikos Kokkinos ve BBC televizyonundan iki prodüktör, Peter Getsel ve Uri Rodner ile birlikte Manisa'ya geleceklerini bildirdi ve kendilerine yardım edip edemeyeceğimi sordu. Ben de kendilerine yardıma her zaman hazır olduğumu söyledim. 25 Eylül 1998 günü beş kişi geldiler, oysa biz dört kişi sanıyorduk, meğer TRT'den arkeolog Semih Aközlü'yü de tercüman olarak almışlar. James bana Himalayalar dahil, dünyadaki birçok dağa çıktıklarını, prodüktörlerin de özellikle doğa çekimlerinde çok başarılı olduğunu ekledi. Ben de BBC gelmiş, bizim Manisalı dağcıları da çağırayım da dağcılarımız dünyaca tanınsın, diye düşünüyordum. Ama işin aslı öğle değilmiş. James, elime kalın bir kitap tutuşturana kadar ne olduğunu anlayamamıştım. Kitabın adı: "Krallığın Çöküşü ve Atlantis'in Sırları Çözüldü" idi. James ile görüşmediğim süre içerisinde bu kitabı yazmış. Kitabın önsözüne göz attığımda, Manisa Dağcılık Kulübü'ne ve dağcılarımıza teşekkür ettiğini gördüm. Olayın arkası çorap söküğü gibi geldi. James'in buraya dağa tırmanmak için değil, kayıp uygarlık Atlantis'i bulmak için geldiğini anladım." Manisa Tarzanı Dünyada gerçekten “Tarzan”a sahip tek bir kent vardır. Manisa! Manisa Tarzanı’ndan bahsetmeden Manisa anlatılmış sayılmaz. Manisa Tarzanı gerçek bir doğa ve insan aşığıdır. Ömrünü Manisa’da bu uğurda harcamıştır. Çevrenin gerçek duyarlılığı ve çevreciliğin hakiki üstadı O’dur. Gercek adı: Ahmet Bedevi olan Manisa Tarzanı, İstiklal madalyası sahibidir. Siyah bir şortla dolaşan yaz ve kış üzerinde madalyasını taşıyacak bir gömleği bulunmayan, ağaçların ve doğanın savunucusu bir bilge ruhtur! Manisa Dağcılık Klübü öğrencilerinden Engin Kongar’ın bir dağ tırmanışı sırasında düşüp ölmesinden üç yıl sonra onun adına yapılan anıtın açılışında Manisa Tarzanı da vardır ve o da bir zamanlar karısını bir dağ yolculuğu sırasında bir uçurumda kaybetmiştir ve gözü yaşlı anneye şöyle der: “Anneciğim hiç merak etme, ben anıtın çiçeklerine bakar, onları hiç soldurmam.” Spil dağında bir kulübede yaşardı Tarzan, ne yatağı ne de yorganı vardı. Üzerine gazete serdiği tahta divanda yatıp kalkardı. Daima soğuk su ile yıkanırdı. Saç ve sakallarını özenle tarar ve bitkilerden yaptığı kokuları sürerdi. Ulusal bayramlarda göğsünde bir palmiye yaprağı ve onun üzerinde istiklal madalyası ile gurur içinde törenlere katılırdı. Tarzanı ve onun yüce ruhunu bilmeyen bir Manisalı kalmamıştı. O bir Aşk’tı. O bir insandı! O tertemiz bir ruhtu. Belli bir lokantada yemeğini yer ve borcuna karşılık olarak o lokantaya su taşırdı. Borçlu kalmayı sevmezdi. Güçlü bir insanda olması gereken tüm özellikleri taşıyordu. Bir efsane gibi yaşadı, asla mal ve servet peşinde koşmadı. Özgür ruhlu yaşamayı hep temel esas olarak aldı. Toplumsal hayata katıldı. O, bugün bile Manisa’da bir efsanedir. Dürüstlüğü ve çalışkanlığı ve Manisa’nın ağaçlandırılmasında gösterdiği olağanüstü emeği ile tüm Manisalılar’ın sevgilisi oldu. 31 Mayıs 1963 tarihinde gözlerini hayata yumdu. Onun adına makaleler, yazılar yayınlandı. Hayatı filme aktarıldı. O yaşadı ve yaşattı! Osmanlı Mesir Macunu Mesir’den bahsetmeden de olmaz. Manisanın şifalı macunu. “Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi olan Hafsa Sultan Manisa’da bir hastalığa yakalanır. Hastalığına çare bulunamaz. Hafza Sultanın yaptırdığı Sultan Camii Medresesi’nin başına Merkez Efendi getirilir. Merkez efendi bitki ve baharat karışımından oluşan bir macun hazırlar. 41 çeşit baharatın karışımından hazırlanan bu macunu yiyerek sağlığına kavuşur Hafza Sultan. Hastalara bu macunun verilmesini emreder. Halktan gelen yoğun istek üzerine kağıtlara sardırılan macunlar, Sultan Camii’nin kubbe ve minarelerinden saçılır. Bu bir geleneğe dönüşür ve her yıl 21 Martta Sultan Camii önünde halk toplanır ve böylece Manisa Mesir Şenlikleri doğmuş olur. Mesirde bulunan baharatlar: KİMYON: Baharat, gaz söktürücü, iştah açıcı ve terletici olarak kullanılır. ANASON: İştah açıcı ve karminatif olarak kullanılır. Karminatif etki barsaklardaki fermantasyona engel olmasından ileri gelir. KEBABE: İdrar ve solunum yolları antiseptiği olarak kullanılır. HARDAL TOHUMU: İştah açıcı ve mideyi yatıştırıcı olarak toz halinde kullanılır. Cilt hastalıklarında iltihabı ve ağrı giderici etkisi vardır. ÇÖPÇİNİ: Kökünün kaynatılmış suyu ekzemede kullanılır. Bileşimindeki tanenden dolayı astrenjan etkisi vardır. KARABİBER: Öksürük kesici, uyarıcı ve baharat olarak kullanılmaktadır. KAKULE: Lezzet verici, gaz söktürücü, iştah açıcı olarak kullanılır. ÇÖREK OTU: Gaz söktürücü olarak kullanılır. HİNDİSTAN CEVİZİ ve BEŞBASE: Kaynatılmış suyu mide ağrılarına iyi gelir. Etkisi bileşimdeki uçucu yağlardan ileri gelir. DARFÜLFÜL: Bedeni ısıtıcı ve öksürük kesici olarak kullanılır. KARANFİL: Ağız kokusu giderici, diş çürüklerinde ve ağrılarında kullanılır. Bileşimindeki karanfil esansı antiseptik ve ağrı gidericidir. ÇİVİT: Halk arasında kabakulak ve pnömonide iyi gelir. Bebeklerin ağız mukozasındaki ağrılı yaraların tedavisinde kullanılır. Macunun bilinen faydaları: Hormonlar üzerinde olumlu etkileri vardır. Yorgunluk hallerine iyi gelir. Sindirimi kolaylaştırıcı etkileri tespit edilmiştir. Kuvvet vericidir. Zehirli yılan sokmalarına karşı da bir etkisi vardır. Halk arasında da cinsi kuvveti arttıran bir tür afrodizyak olduğuna inanılır. Bugün ise modern Manisa bir buçuk milyona yaklaşan nüfusu ile ege bölgesinin önemli bir ilidir. 16 ilçesi vardır. İçinde barındırdığı uranyum, plütonyum, civa ve altın madenleri ile işlenmemiş bir cevher ve potansiyel enerjisi ile de taşmaya hazır bir ırmaktır. Her Manisalı bilir ki: Manisayı yaşamak bambaşkadır. Haber: Türker Ercan
  8. yarçekimi şurada bir başlık gönderdi: Felsefe
    “Bir” olduğunu bilerek “Birey” oluş ve “Birey” olarak “Bir”e doğru savruluş. Birbirine zıt iki halin beraber ve aynı ruhun sonsuzluğunda ve “Bir”in soluğunda yaşanan müthiş hayat! “Bir” den çıkan “sonsuzluk nefesi” ve sonsuzluğun ilk sesi ve ilk yanılsama! İnsan, “ben varım” sanmakta! Böylece başlar rüya ve böylece uçuşur rüzgâr. Rüzgârın her nefesinde yüz bin tane can kımıldar. Yanılır insan ve arar yanılmaz gerçeği, kaybolur insan ve sorar tutunacak en sağlam yeri. Bulamaz insan sığınacağı o sıcacık kelimeyi ve buruşur beyni, buruş buruş olup kıvrılır! Kıvrıldıkça beyninin her bir akrep sokmuş eti, yanarda kavrulur insanın o hepten yitirdiği benliği. Böylece başlar “Deliler Yokuşu”nda çile devri. İnsanın çilesi çok, yeter ki adam gibi çile çekmeyi bilmeli! Bilmek bir ağır yüktür. Bilmemek ise daha da ağır. İnsan ağırlıklar içerisinde yollar almak için vardır. Bu nedenle zihnimizin yönünü, hızını ve istikametini belirlememiz bizim ilk bilmemiz gereken kontrol vasıtamız olmalıdır. Bilmemekte zor, çileyi çekmekte. Birisi öbürünün önünde duruyor! Acaba insan hangi tercihi seçmekte? Seçimlerle hayat renklenmekte ve yine seçimlerle hayat tüm rengini yitirmekte. Sadece seçilmiş ruhlar huzur içinde ilerlemekte. Seçilmiş ruhlar kimlerdir? Seçilmiş ruhlar, “bir”den gelip yine “bir”e gidenlerdir. Gelişte büyük doğum var, gidişte ise büyük aşk. İnsan aşkla kavrulacak ve kendi ruhunu seçip aydınlanacak. Seçilmiş ruhlar kendilerini seçenlerdir. Kendini bilen ruhlar bu seçimi yapabilir. Seçilmiş ruhlar seçme derdinde değildir. Seçilmiş olduklarını bile belki de bilmemektedir. Bilenler ise susup seyretmektedir. Seçilmiş ruhların akrepli kaderi çile değirmeninde erimektedir. Nereden başlayacağını bilmeyen bir insanın önce nasıl başlayacağını bilmesi gerekir. Nasılını sormuyorsan eğer bütün anlamlandırma çabaların bir hiçtir. Nasıl ile birlikte anlamlar yeşerir. Anlamsız olarak markalandığı anda hayatın herhangi bir anı, işte o anda sormamız gereken sorular nasıllarda saklı. Değişmek aklı hür kılmaktır. Serbest zihin bizim asıl hürriyet vasıtamızdır. Üzerinde düşüncelerimizi yeşerttiğimiz mantık dinamiklerimizi değiştirebilme kudretimiz, bizim serbest zihin sahibi olduğumuzu bize göstermektedir. Bu şekilde bir yapısı olduğunu kavrayan zihin artık esaret altında bir hüküm serüveni sürmeyecek ve kayıtsızlık ve şartsızlık kaydı ve şartı altında kendini daima yenileyecektir. Serbest zihinler üretebilecek ve yapılara hükmedip onları kendi doğası gibi özgürleştirip değiştirebilecektir. Değişmeyen tek şey biziz. Biz değişimin kendisiyiz. O halde kendi yapımız gereği hep gerçeğe yönelmeli ve gelişim için değişimi daima öz ruhumuzda beslemeliyiz. Gelişmediğimiz zaman biz kendi gerçeğimizi göremeyiz. Hiçbir düşünceye saplanıp kalınmamalı, düşüncelerin efendisi olup serbest zihin krallığına doğru yol alınmalı! Zihniyle insan nasıllarını kendisi yakalamalı. Yakalayamadığımız anda ise oradan derhal kaçmalı! Çünkü orada bir “saplantılı düşünce pususu” saklı! Bir yanılsamalar silsilesi olan zihnin bu yatay rüyasında elbet kaldıracaksınız ruhunuzu dimdik ayağa! Doğrularımız bizlerin kabulleridir. Kabul ettiğimiz şeyler bizlerin doğruları. Doğrular asla diğerlerine dayatılmamalı. Dayatmak doğru değildir. Bu doğru üzerinde herkes hemfikirdir. Sadece kendi doğrularımızı severiz. En doğru benim doğrumdur deyip büyük yanlışa sürükleniriz. Yarıştırırız doğrularımızı koşan atlar gibi; atlar yorulur bizler hala hevesli, bu doğru yarışı nasıl ve ne şekilde bitmeli? Doğruları insanlık mayasında eritip te her ruhun ağzına bir damla şurup gibi vermeli. Zıt salınımlar ve birini tercih etmeye çalışma hatası. Her ikisi de insandır. “Hem” mantığı insanın öz ruhunda vardır. Tercih etmek ve birini seçmek bizim ruh yapımıza uymamaktadır. İnsan her şeydir. Hem et-kemiktir. Hem savrulan her nesnedir. Hem her şeye anlam yükleyen ve ayıran çoğu yapılandıran zihindir hem de tüm bunları aynı anda yaşayan ve her şey olan “Bir”dir. İnsanın sırrı “Bir”de gizli iken “Bir”in sırrı ise “Sonsuzda” saklı! Matematikteki “salt zihinsel eş-birlikler” sosyal hayatta görünememektedirler. Her şey yanılsamalarla başlamaktadır. Yanılsamaların; yanılmadan bizleri baştan yanılttığı ilk nokta ve sonrada yanıltarak oyaladığı son hali bizlerin “doğruyu”, ilk çıkış noktamız olan aksiyomlarımızda doğrulamadan alıp kabul etmemiz ve ardından bu ilk kabulleri doğrulamadan çıktığımız bu yanılsama serüveninde zihnimiz ile yaşadıklarımız arasındaki şaşmaz çelişkileri doğrulamaya çalışmak olarak bizlere bir zihin serüveni hediye etmektedir. Böylece yanılsamalar deneyimlere kucak açmakta ve zihin ayırdıkça ayırmakta ve sonsuzluğu yaratmaktadır. Hiçbir şey birbiriyle aynı ve eş değildir. Bu nedenle her ispat çabası hastanelik bir hayaldir. İspat etmeye gayret etmek demek, eşsiz ve benzersiz olan her yapıyı birbirine aynı ve eş ilan etmek için uğraşmak demektir. Birbirinin aynı ve eşi olan şey zaten o bir olan şeydir ve o bir olanın bakın işte bununla aynıdır demeye çalışan ispatla hiçbir işi olamaz ve böyle bir durumda ispat insanların aklında bile bulunamaz. Bir şeyin kendisiyle aynı olduğunu ispat etmek o şeye sen acaba sen misin? demektir. Buda ispat değildir. Bunun için ise birçok yollar seçilir. Bir önermenin mantıksal doğruluğunu ispat çabası kabul edilen diğer bir önermenin ya da kabul edilen bir aksiyomun doğruluğuna delil olarak gösterilemez. Doğruluğunu ispatsız olarak kabul ettiğimiz temel önermelerimiz bizim çıkış noktamızdır. Bu çıkıştaki “doğru” sadece kabulümüzdür. Doğru kabul edilendir. Bu kabullerimiz en azından zihnin temel yapısı olarak hep beraber kabul ettiğimiz ortak doğrularda kesişse de bu ortak yapı bazen temel zihin çıkış noktalarımızda bile bizleri doğru ve gerçek analizinde ve bir türlü analizi net olarak yapılamayan bu hayatın ta kendisinde ayırmaya ya da ayrıştırmaya yeter sebep olarak karşımızda ve dimdik ayakta durmaktadır. İnsandır kıvrım kıvrım akan! Göklerden yağmur damlası olarak yeryüzüne doğru kaçan! Buhar olup göklere sevdalanan! İnsandır zaman denilen korkunç an! Su misali hayatımız akıp gidiyor yine bizim gibi! İçinden çıkamadığımız büyük hatamız, asla bırakmıyor bizi çılgın bir sevgili sanki! Yaşayıp duruyoruz her nasılsa; düşünüp anlasak ta, oturup ağlasak ta, bilinmeyene sevdalanıp arayıp dursak ta, aklımızı olmazların zoru içerisine sokup beynimizi kıvrandırsak ta yada tüm bunları kafaya takmayıp sabah doğan güneş ile birlikte hissedip akşam o güneş ile birlikte yok olsak ta! İşte şimdi yaşıyorum kendimi kandıramadığım müthiş anlarımdan birini. Biliyorum artık asla susmayacağım, aşkı elinden alınmış bir mecnun gibi. Ben bir insanım! Etli, kemikli bir can! Ruhumda sonsuzu arayacağım, akışında seyre dalan! Akmadığı zaman, mekânın kirli sularında boğulan! İnsandır zaman! Seyrinin ismini zaman koyan! Yazar: Türker Ercan
  9. Güzel soru...Bu sorunun cevabı belki şöyle olabilir:Paraya para demeyen siyasiler çoluk-çocuk dünyada bir Cennet hali yaşıyorlar,dolayısıyla da paraların nereye gittiği belli. ABD den bir firma Türkiye 'de kamuya muazzam bir rüşvet verdiğini açıklıyor,Türkiye'de kamu kuruluşlarının başındaki kişinin gıkı çıkmıyor.Yağma sofrası kurulmuş,DURMAK YOK,YEMEYE DEVAM...Halk ise aç,sefil,işsizlik had safhada.Bizler forumlarda tartışırken aklımıza yatmayan iddialar karşısında,objektif olabilmek için birbirimizden ispat türünde belge isterken,Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenler içinden bir babayiğit çıkıp ta "bu verdiğiniz rüşveti kimlere,ne zaman ,nerde verdiniz açıklayın" diyemiyor oldukları gibi trilyonlar ceplerinde camilere gidip secde ederek dini bütün müslüman rollerini oynamaya devam edecekler. Saygılarla...
  10. BM dünyada yaşanacak en iyi ülkeleri sıraladı Türkiye 83. sırada yer aldı 05 Kasım 2010 Cuma, 04:40:06 .Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Programı, yeni İnsani Gelişme Endeksi'ni (İGE) açıkladı. Buna göre, dünyada yaşanacak en iyi ülkeler sıralamasında Türkiye 83. sırada yer aldı. Listede ülkeler, çok yüksek, yüksek, orta ve düşük insani gelişmenin görüldüğü gruplar şeklinde ayrıldı. Eğitim, sağlık, gelirler ve mekroekonomik değerler sıralamada belirleyici unsurlar oldu. BM'nin raporunda Norveç 169 ülke arasında birinci sıraya yerleşti. Avustralya ikinci, Yeni Zelanda üçüncü ülke oldu. Nijer, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Zimbabve son üçte yer aldı. BM verilerine göre Türkiye'de ortalama yaşam süresi 72 yıl, ortalama eğitim süresi 6,4 yıl ve kişi başına düşen milli gelir 13 bin 359 dolar. Türkiye, 2009'da 0,674 olan indeks puanını 2010'da 0,679'a yükseltti. 1980'de Türkiye'nin indeks puanı 0,455'le dünya ortalaması civarındaydı. 2010'da dünya ortalaması 0,624 puan. Rusya'nın 65. olduğu listede, Estonya 34, Litvanya 44, Letonya 48, Belarus 61, Kazakistan 66, Azerbaycan 67, Ukrayna 48, Gürcistan 74 ve Ermenistan 76. sıraya yerleşti. Raporun sonuç bölümünde, 1970 verileri ele alındığında tüm ülkelerin halklarının daha sağlıklı, daha zengin ve daha eğitimli olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada özellikle zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurumun devam ettiği de vurgulandı. Kaynak
  11. yarçekimi şurada bir başlık gönderdi: Şiir Forumu
    Okyanus gönüller.. Hep korkardım, Okyanus gönüllerde Yelken açmaya.. Çünkü Onların Dalgalarıda büyük olur.. Fırtınalarıda büyük olur.. Hırçınlıklarıda.. Ama gel gelelim.. Yürek bu işte, Anlar mı ? Irmakmış , Denizmiş, Okyanusmuş.. Zor ya.. Mücadele gerekir ya.. Oysa Kurtuluş yoktur. Okyanus yürekler, Çeker sonunda ; Ya içine.. Ya dibine.. Ahmet KİK - 2010
  12. Tarih:14/3/2006 Sayı: B.02.2.TRT.0.61.00.00/677 Konu : 7/12488 sayılı Soru önergesi cevabı Yukarıda verdiğim bilgiler İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK tarafından verilen soru önergesine cevap olarak TRT Genel Müdür vekili tarafından,Devlet Bakanlığı'na yazılan cevap yazına ait bilgilerdir.Bu soru önergesi Mersinli Çiftçi Kemal Öncel ile Başbakan arasında geçen konuşmaların haber değeri taşımıyor olmasından dolayı sansürlenmesiyle verilen önergedir.Hatırlayacağınız gibi bu tartışma sırasında T.C.Başbakanı çiftçiye "Lan","Terbiyesizlik yapma","Artist" veya "Ananı da al git" diye hakaret etmişti ve cevaba göre bunların haber değeri YOKMUŞ!Çiftçi,Başbakana söyleyince haber değeri olur muydu? Bülent Arınç "şeyini şey ettiğimin şeyi,niye tekrar soruyorsun " derken bu konuşmalar haber değeri taşımamıştır. Bir kahvehaneye uğrasak "lan" türündeki bu ifadeleri fazlasıyla duyabiliriz.Başbakanımıza göre bu tarz konuşmaları yaptığı anlar "sigortalarının attığı" anlar.Bu durumda Oktay Ekşi de bir insan olduğuna göre,sigortalarının atması hakkına sahip değil mi?Oysaki siyasetçi model olmalı Siyasi liderler, uslüplarıyla,yaşantılarıyla,kişilik ve kültürleriyle örnek olmalıdır.Bir tek kelimeyle Oktay Ekşi'yi bitiren Türkiye bunca seviyesizliği sineye çekiyor,duymuyor,görmüyor.Oktay Ekşi bana göre onların anladığı dilden yazmış,ne de olsa konuştukları dil bu

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.