Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yarçekimi

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    40
  • Katılım

  • Son Ziyaret

yarçekimi tarafından postalanan herşey

  1. yarçekimi

    Günün Sözü

    Kötü karakterli kişiye ilim ve fen öğretmek, eşkiyanın eline kılıç vermektir Sarhoş zencinin eline kılıç vermek, insan olmayanın ilim öğren mesinden daha iyidir Bilgi, mal, mevki ve güç kötü karakterlilerin elinde fitne olur (Mesnevî, IV, 1436-1438).”
  2. ÇOk güzel bir yorum,tebrik ederim sizi.Vatan dediğimiz herşeyimizi, yıllardır bir şekilde bizlere empoze edilen kültür emperyalizminin de etkisiyle yitirmekteyiz birer birer.Atatürk'ümüzün Gençliğe Hitabesindeki öngörüsüyle bahsettiği günler bugünlerdir.Vatan dediğimiz bu topraklar artık topla tüfekle işgal edilmiyor,kaybedilen bu değerlerimiz uluslararası hukuk bir daha geri almamıza izin vermeyecektir.Anahtar teslimi bir Türkiye için ne gerekiyorsa son hız yapılıyor maalesef...
  3. Doğada herşeyde olduğu gibi, insanda da bir enerji var. Her insanın etrafında "aura" adı verilen, elektromanyetik bir enerji alanı bulunuyor. Bu alan, düşüncelerimize göre şekilleniyor ve farklı renkler alıyor. Son yıllarda "Kirlian Camera" adı verilen çok hassas cihazlarla, bunun varlığı bilimsel olarak kanıtlanıyor ve özellikle sağlık alanında kullanılmaya başlıyor... Ender Saraç, artık dünyada her şeyin bilimsel ve teknik şeylerle açıklandığını ve bunun aslında en ileri teknolojinin kaynağı olan El Alîm esmasının tecellisi olduğunu belirtiyor. Saraç, “Ayete’l-Kürsî, Felak ve Nas sûreleri okunduğunda insanın aurasının kalınlaştığı yani insanın korunduğu, çok kısa süre içinde birtakım ince aletlerle tespit edilecek. Nazar diye bir enerjinin olduğu ve nazara karşı bazı sûrelerle korunmanın insanın aurasını genişlettiği bilimsel olarak açıklanacak.” diyor. Hastalık durumlarında, auranın çok ince olduğu hatta renginin bozulduğu görülüyor. Cisimlerin enerjileri ölçülüyor ve siyah renkli yüzeylerin hiçbir şekilde enerjiyi iletmediği tespit ediliyor. 12 yaşından küçük çocukların, biz büyüklere göre daha yüksek ve pozitif enerji alanlarına sahip oldukları görülüyor. Abdestli ve abdestsiz kişilerin enerjileri ölçüldüğünde, abdestli kişilerde normalden 3 kat daha güçlü bir enerjinin yayıldığı gözlemleniyor. Prof.Dr.Ahmet Maranki'ye göre, bizdeki gusül hükmünün en büyük nedeni, bu enerji alanının korunmasını sağlamak. "Müslüman ve abdestli insanlardaki enerjiler, diğer insanlara göre çok daha fazla. Türk insanı, abdestli ve huzur içersindeyken, batının maddi zenginliğe karşı manevi ve ahlaki çöküşünün nedeni budur." diyor ve ekliyor: "Cinsi münasebet sonrası bedendeki elektirik en yüksek seviyeye çıkar. Bunun bir şekilde sıfırlanması gerekir. Su, kozmik temizleyicidir. Bedeninizi hiç kuru yer kalmayacak şekilde yıkadığınızda, yalnızca biyolojik bir temizlik yapmış olmuyorsunuz!" Ender Saraç: "Bizim inanç sistemimizin kökü sevgi. Toplumda gerilim yaratan değil, toplumda daha olumlu enerjiler veren insanların oranı arttıkça Batı’ya bile meditasyon ve reikilerden çok daha güzel şeyler sunacağız..." Araştırmalara göre her aura rengi, insanın psikolojisi ile değişiyor. Ama bunlar çoğu kez bir anda olmuyor. Karakterimizi belirleyen, ayırıcı renkler... AURA RENKLERİ: KIRMIZI Potansiyel:Liderlik Bu güçlü bir renktir.İnsana güçlü bir ego ve başarılı olmak için güçlü bir arzu verir. Pozitif hallerinde taban rengi kırmızı olan kişiler başkalarına esin verecek enerji, karizma ve dürtülere sahip oldukları için genellikle sorumluluk isteyen, liderlik konumlarına otururlar. Sevgi dolu ve sıcak kalpli olurlar ayrıca fiziksel olarak da güçlüdürler. Negatif hallerinde ise asilik, hırçınlık, isyankarlık, öfkeli tutum, kötü niyetlilik, yıkıcı tavırlar hatta nefrete kadar varan özellikleri taşırlar. Fakat kırmızı renk çok koyu tonda ise asil davranışlardan yoksunluk, egoistliğin göstergesidir. Koyu kırmızı renk aynı anda ihtirasında işaretçisidir. Sisli bir görünüm alırsa ihtiras titreşiminin kirli ve sağlık dışı olduğu manasına gelmektedir. TURUNCU Potansiyel: Uyum ve İşbirliği Turuncu şefkatli bir renktir. Genellikle sezgileri güçlü, dokunmayı seven ve anlaşılması kolay insanların rengidir.Bu kişilerin yanında başkaları kendilerini rahat hisseder. Düşünceli, pratik ve ayakları yere basan kişilerdir. Bu renk en berrak tonda bulunduğu zaman taşkın güç potansiyelini ve canlılığı göstermektedir. Turuncunun olumsuz konumu kırmızı tonlarına kaçtığı zamandır ve ben-merkezcilik, egonun habercisidir. Tembellik ve “hiç umurumda değil” tavrının yansımasıdır. SARI Potansiyel: Yaratıcılık ve zihinsel parlaklık. Taban rengi sarı olan kişiler heyecanlı, değişken ve heveslidirler. Hızlı düşünürler, başkalarını eğlendirmeyi ve eğlenmeyi severler. Sosyaldirler ve uzun uzun sohbet etmeyi severler. Her türlü konuda konuşabilirler. Parlaklaşıp altın rengi tonuna doğru değişim gösterdiğinde zekada yükselme, ruhsallık aracılığıyla gerçeklenen arınmayı göstericidir. Sisli veya çamurlu gibi olan sarı renk ise cin düşüncelere sahip olmayı, kurnazlığı, açgözlülüğü ve ben merkezci egoistliği gösterir. Bu olumsuz durumda utangaçlığı ve yalan söyleme eğilimini de ortaya çıkarır. YEŞİL Potansiyel: Şifa Dengeselliğin rengi olan yeşil aynı anda kalbin de yansıtıcı rengidir. Zümrüt renginin tonlarına büründüğünde şifayı temsil eder. Işık tayfının merkezi rengi olan yeşil bir insanın aurasında görüldüğü takdirde ahenk, denge, uyum, esnek davranışların göstergesidir. Yeşilin tüm açık tonları uyumlu olmayı, barışçı yapıyı, yakın alakayı ifade eder, genellikle anlaşması çok kolay insanlardır ama gerekli olduğu zaman son derece inatçı olabilirler. Negatif anlamda ise aşırı bencilliğin, tam bir egoistliğin göstergesidir. MAVİ Potansiyel: Değişkenlik Bu kişiler genellikle pozitif ve hevesli oldukları için mavi taban rengi olarak harika bir renktir. Bu rengi taşıyan kişilerin auraları geniş ve parlaktır. Herkes gibi iniş ve çıkışları çok olmasına rağmen zorlukları kolaylıkla aşarlar. Yürekleri her zaman genç kalır. Samimi ve dürüst olup akıllarındakini söylerler. Oldukça eski zamanlardan itibaren dini duygu ve sezgisel anlayışın sembolü olarak kabul gören mavi rengi en yüksek seviyede Üçüncü Gözle, yaratıcılık, ilham ve zekanın daha yüksek formsal titreşimi ile ilişkilidir. ÇİVİT MAVİSİ Potansiyel: Başkalarına karşı sorumluluk Aurada mavi, çivit mavi tonda renge doğru koyulaştıkça sadık bir kişiliğe, dini inançları olan birinin karşımızda olduğunu haber verir.Sıcak, şifa veren ve doyurucu bir renktir. Taban rengi çivit mavisi olan kişiler genellikle insani yardım konularıyla ilgilenirler. Başkalarına yardım etmekten ve sevdiklerini çevrelerinde görmekten hoşlanılırlar. Sevdikleriyle beraber çok mutludurlar. Hayır demeyi başaramazlar ve bu yüzden de çok istismar edilirler. İşlere başlama konusunda çok iyidirler ve heveslidirler ancak bitirmeleri aynı azimle gerçekleşmez. İçerisinde kahverengi tonları veya siyah tonlarına yakın renkleri barındıran mavi rengin negatif tarafıyla dini duygularda, ruhsallığın karanlık yönlerine doğru bir sapmanın belirtisidir. MENEKŞE MORU Potansiyel: Tinsel ve Entelektüel gelişme Kırmızı rengin ve mavi rengin karışımlarının oluşturduğu mor menekşe rengi çok yüce ruhani hedefleri ve ruhsal gücü simgelemektedir. Ruhsal tekamül yolunda çok ilerlemiş birinin aurasında menekşe rengi ağırlıklı olarak görülür. Taban Rengi menekşe moru olan kişiler yaşamları boyunca tinselliklerini geliştirirler. Öğrenmeye ve bilgelikleri arttıkça auraları da genişler ve parlar.O hep asil bir kişilik yapısını, kraliyet rengini temsil ettiği gibi, aura üzerinde bir yalıtıcı ve arıtıcı olarak da işlev yapar. Ortak bir renk olmadığı için her aurada gözükmeyebilir. O yüksek alemlerden yansıma yapan bir renktir, sadece spiritüel üstatlarda görülmektedir. Eflatun tonuna doğru kaçtığında yüksek ruhsallığı ve canlılığı, leylak rengi tonuna doğru derinleştikçe de şefkati ve özverili bir kişiliği simgeler. Üstadın tekamülü esnasında pozitife doğru ilerleme oldukça da oradan yayılarak ışık aracılığıyla bütün aurayı doldurarak, kendini hissettirir. Bu rengin negatif çizgisi başkalarına itici gelen bir üstünlük taslama olarak ortaya çıkabilir. KAHVERENGİ Potansiyel: Sağlık sorunları Renk çarkı içerisinde yer almayan, fakat tüm renklerin karışımından oluşan bir renktir. Bazı kişilere göre ona işadamlarının rengi de denilmektedir. Lakin genelde fiziksel hastalıkları algılattıran bir renk olduğu için aurada görülmesinde olumsuz etkileri hissedilebilir. Bu renk gözüktüğünde cimriselliği, açgözlülüğü ve alt düzeydeki maddi içgüdüleri simgeler. Bir şekilde titreşimsel etkileri en üst seviyeye ulaşır. Bu da altuni kahverengi tonda olduğu zamandır ve o zaman çalışkan, organize ve yöntemli bir karakteri simgelemektedir. SİYAH Potansiyel: Yaşamı reddetme Her cins seviyede karanlığın habercisi olan siyah aynı anda ışığın yokluğu anlamına da gelmektir. Tek istisna hali ise fizik bedenle eterik beden arasında dar bir bant şeklinde görüldüğündeki halidir. Buna fiziksel aura demekteyiz. Bu, aurayı doldurduğunda yaşamı, yaşamın kendisini yadırgamak hatta reddetmek manasına gelmektedir. Başka bir şekilde aura içinde çizgiler halinde gözüktüğünde pozitif yönleri öldürür. GRİ-GÜMÜŞ Potansiyel: Sıradanlık Gri-Gümüş aurada pek rastlanan bir taban rengi değildir. Bu kişilerin hayal güçleri kuvvetli olup büyük fikirlerle doludurlar ama ne yazık ki bunları hayata geçiremezler. Yeterli motivasyonları yoktur.Bu renk ise durgunluğu, donukluğu, alışılagelmiş bir karakteri sergileyen bir renktir denilebilir. Fiziki seviyede de donukluğu, durgunluğu belirttiği gibi, pek çok zaman hastalıklarla beraber gözüken insanın canlılıktan yoksunluğunu da simgelemektedir. Koyu ve kurşuni tonlarda hale gelmesi ise korkulara, karmaşalara hatta hastalık derecesine varan karamsarlığa habercidir. Bu renk aura içerisinde gözüktüğünde ise, güven eksikliğini hatta beraberinde aldatıcı kişiliği simgelemektedir. Ancak bir kez motive olma şansını yakalarlarsa, bu kişilerdeki gelişmeler sevinç verici başarılar haline dönüşebilir. ALTIN Potansiyel: Sınırsız Bu taban rengi açısından en güçlü renktir. İnsanlara geniş boyutlu projeleri ve kafalarına koydukları her şeyi gerçekleştirme gücü verir. Karizmatik, çok çalışkan, sabırlı ve kendilerine amaç belirleyen kimselerdir. Yaşamda en büyük başarılarını geç kazanırlar. PEMBE Potansiyel: Finansal ve maddi başarı Bu narin görünümlü renk inatçı ve kararlı insanların auralarının taban rengidir. Bu kişilerin çıtaları yüksektir ve sarsılmaz bir karalılıkla amaçlarının peşinden giderler. Güç ve sorumluluk gerektiren mevkilere gelmeleri rastlantı değildir. Aslında derinliklerinde alçakgönüllü, sakin, sevgi dolu, nazik, ve şefkatli bir kimlik barındırırlar. Sevdikleri çevresinde olduğu zaman çok mutlu olurlar. BRONZ Potansiyel: İnsancıllık Bu sonbahar renkli taban rengi, neredeyse paslı olan görünümüyle çok çekicidir. Taban rengi bronz olanlar başkalarına özen gösteren, insancıl ve yardımsever insanlardır. Yumuşak kalpli ve cömerttirler. Hayır demeyi bilemezler ve istismara çok uğrarlar. BEYAZ Potansiyel: Aydınlanma ve esin Beyaz saflığın rengidir ve taban rengi olarak çok az görülür. Tüm renkler beyazdan geldiği için diğer anlamda ışığın rengidir. Bu kişilerin egoları neredeyse yok gibidir.Kendilerinden çok başkalarının iyiliği için çalışırlar. Ruhsal anlamda ise mükemmeliyet, birliğe ve bütünlüğe ulaşmanın, aydınlanmış erdem sahibi varlıkların kendisini anlatma şekli beyaz rengin ortaya çıkması neticesinde olmaktadır.
  4. Araştırmacılar hiç de haksız değillermiş.Saygının olmadığı bir ilişki sevgi olsa bile yürümüyor.Bir tarafa kendini sürekli değersiz hissettiren ne kadar da sevdiğini söylese bile "Aynası iştir kişinin" lafından yola çıkarak kendini değersizleştiren kişinin yanında olmak istemiyor insan.Hele şu susmalar, en beteri galiba.Ortada bir sorun varsa konuşulur fakat susarak ağır ve olgun görüntü sergilemeye çalışanlar er geç kaybetmeye mecburdurlar.
  5. Kızılderililer ve aşk nasıl benzerler Kötü imkânlarda yaşayıp her şeye rağmen kültürlerini korumaya çalışan Kızılderililer7! aşkın kendisiyle özdeşleştirmem bundan işte... Kızılderililer'i ben de sizin gibi çizgi romanlardan tanıdım. Bir tek Kızılderili eline dokunmuş değilim. Hayata duruşları, sarsılmaz inançlarına hayranlığım yüzünden, onlara her silah doğrultulduğunda "onlardan taraf" savunmaya geçerdi yüreğim. Kovboylar düşmanım oluverirdi. Aşka hürmet etmeyenlere her koşulda karşı çıktığım gibi... Kötü imkânlarda yaşayıp her şeye rağmen kültürlerini korumaya devam etmeye çalışan Kızılderililer'i, aşkın bizzat kendiyle özdeşleştirmem bundan işte... Sadece kendilerinin hissettikleri bir duyguyu herkese kanıtlama gibi bir zorunlulukları yoktu. Evren bunu öyle istemiş ve ateş düşmüştü o kadar. Deşmeye ne gerek var ki? Aşkın da kanıt göstermeye ihtiyacı yoktur. Gözbebeği çiçek açar, dokunuş hissettirir o kadar. Yanında eşantiyon olarak zenginlik ve yakışıklılık olmasına gerek yoktur ki? Aşk bir dairedir. Çiçek açar, çiçek döker, kurur, tomurcuk verir, çiçek açar ve yine yaprak döker... Kutsal Siyu Adamın 1860'da dediği gibi: Bakın Kızılderililer'de her iş daire şeklindedir. Çünkü evrende güç hep daire içinde devinir... Ve her şey yuvarlak dönüş üzerinde yapılanıyor. Gökyüzü yuvarlak, yerküre yuvarlak... Rüzgâr saf gücüyle yuvarlandığında güç yaratıyor. Kuşlar yuvalarını yuvarlak yapıyor çünkü bizimle aynı inançtalar. Mevsimler bile bir daire gibi değişip yine başladıkları yere geliyor... insanoğlunun da hayatı bir daire gibidir. Çocukluktan başlar ve çocuklukla daire tamamlanır. Bu devinimle beraber güç de döner ve geri gelir. Aşk da biter... Acır, öldürür, geçer... Birgün yüreğe bir yerden geri gelir. Çeroki kabilesinden bir söz de der ki: Kehanet, muhtemel bir olayı kesin bir bakış ile görmekten başka şey değildir. Hava ya bulutlu olacaktır ya da güneş açacaktır. Aşkta muhtemel olayı da iki seçenekle görürsünüz. Ya ayrılık gelir, ya da ayrılmazsınız hiç... Ayrılmazsanız, büyük ihtimalle aşk kendi içinde kendini eritip ölür ve aldatıcı bir farkına varmamanın koluna girer, aşık olduğunuz günleri bile hatırlamayacak kadar gaddar ve ölü olabilirsiniz. Mohikan şefi Aupumut 1725 te der ki: ölüm saati geldiğinde kalpleri ölüm korkusuya dolu olanlardan, yaşamın onlara geri verilmesi için dua edip ağlayanlardan, hatta azıcık yaşam daha verilirse aynı hatalarla yaşayacak olanlardan olmayın. Kendi ölüm şarkınızı söyleyebilin ve evine giden bir kahraman gibi ölmeyi bilin. Aşk zamansız bittiğinde ve bir şekilde telafi edecek bir şey kalmadığında, belki böylesi dünya deviniminin bir ayrılmaz parçası olduğunu kabul etmek gerek galiba. Kızılderililer, saf herşeyin bir dönüşümü olduğunu tüm dünyaya kabul ettirmiş iken... Acının tadını çıkarmanın ve kabullenmenin de bir şarkısı olmalı. Kızılderili şefi Wovoka, "Bütün ölü Kızılderililer geri gelecek ve yeniden yaşayacaklar" diyor... Doğru! Tüm öldürülmüş aşklar evrene gelip, bir başka çiftin yüreğinde yeniden yaşayacak, işin en avutucu tarafı bu zaten. Kaybolan aşkınızın, bir gün bir başka yalnıza gidip huzur ve çiçek açtıracağını düşünmek, yalnızlık gözyaşı dökenler için iyi bir düşünce. Devinimde kaybolan bir sevgi yok. Sırasını bekleyenlerin de hakkı olmalı... Çemberden çıkmamalı. Dönüp dolaşıp, yüreğinize bir aşk düşmeli bir yerlerden. Yoksa bunca umut ve dua göklerde sahipsiz salınıp duracak değil ya! Kızılderililer ne diyor: "Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaşayanlara ilave eder." Ben de aşk adına öğrendiklerimi ölürken sevdiğime ilave ediyorum. Yaşarken en güzelini bir daha bulabilsin diye... Neden söz ettiğimi anlamayanlar olabilir. Normal. Yaşamadıysanız anlayamazsınız! Başınıza gelmesi gerek. Bunu da söylemiş Siyu Şefi: "Biri hakkında hüküm vermeden önce, onun ayakkabılarıyla iki ay yürümeniz gerekir" demiş. Ha, bir de unutmamanız gereken en güzel söz: "Savaştığımı cesur ve kuvvetli yap, çünkü onu yenersem utanç duymamalıyım."
  6. yarçekimi

    Günün Sözü

    “… Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkar paylaşarak birleşmiş ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar duygular fikirler Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Bu geleneğin Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi bir takım bahanelerle Türkiye’nin iç hayatına iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Güç ve kuvvet elde etmişlerdir. “… Bunların etkisinde kalarak milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin! Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir tarihte böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakatlanmış bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her yıl, her yüzyıl biraz daha gerilemiş, daha çok düşmüştür. “…Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektirdiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki, ‘Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.’ Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı, bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar Bizi idare etsin’ diyorlardı.” Mustafa Kemal 6 Mart 1922
  7. GÜLTEKİN AVCI-Derin dergi
  8. yarçekimi

    Ceza

    Öğretmen ,öğrencilerinin her bir yanlış hareketi için onlara belli sayıda marş söyletme kararı aldı.Cetvel şöyleydi: 1.Gurur = 11 kere G marşı 2.Dedikoduculuk= 2 kere A ve 7 kere Z marşı 3.Tembellik= 2 kere Z marşı 4.Düşünmemek= 20 kere A marşı 5.Oburluk=1 kere G marşı 6.Yaramazlık= 7 kere A marşı ve 2 kere Z marşı. Öğretmen 12 yanlış hareketi olan AFACAN'a 9 kere G ,12 kere A ve 10 kere Z marşı söyletti.Acaba Afacan'ın kusurları neydi?
  9. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    AN VE MASAL Güneşin ve suyun tadıyla Uçunca bulutların tarlasına Orada gece yok Gece olmuyor uzaklarda Boynumda gümüş bir kafes Sadakatsiz bir cariye gibi Uzanıp kıvrıldım ayın ortasına O bir dede Ben bir tanrıça Günlerce uçtuk alacakaranlıkta Boynum ince Kalbim boş Sürdüm yüzümü ağaçlara Rüzgâra sürdüm gözlerimi acıyla Geçtiğim yollar Ve uçtuğum O gecesiz gökyüzü Bulutların tarlasında oturan Tanrı kadar yorgun Fısıldadılar: An ve masal An ve masal Bejan MATUR
  10. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    Bu kentin tüm yalanlarını alıp yanıma gitmek istiyorum çok uzaklara. Unutabilecek,unutulabilecek kadar uzağa. Kazanacak zaferlerim yok artık. Hevesimde. Kağıtttandı bütün umutlarım rüzgar alıp götürdü. Geriye gölgem ve ben kaldım. Bu kentin tüm yalnızlığını alıp yanıma gitmek istiyorum çok uzaklara. Unutmak,unutulmak için. Simsiyaha boyadığım gözlerimle üzerime hiçbir zaman düşmeyecek yağmur damlalarını toplayıp avuçlarıma kendime söve söve gidiyorum. Gölgemi ve beni unutun sokaklar. Vazgeçtiğim ne varsa alın hepsi sizin olsun. Bir bekleyenim olmadığını bile bile gidiyorum. Haydi şimdi yakın tüm ışıklarını şehrin. Panayır alanı olsun her yer. Tüm duvarlarını ör arkamdan yavaş yavaş. Yalandan da olsa arkamdan son bir kez el salla. Gölgemi alıp yanıma gidiyorum..... Sustu içimde çırpınıp duran tüm çığlıklarım. Sana içi boş bir dolu avazımı bırakıyorum. Alıntı
  11. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    Seyyah Bu şehirden bana acılar kaldı Şarap sundum aya ben ayrılık tattım Seyyah oldum şu alemde öyküler yazdım Oturup anlattım kendi halimce Seyyah oldum şu alemde türküler yaktım Oturup söyledim kendi halimce Gözlerinden mektup ellerinden su Bekledim durdum ben ne zor yolmuş bu Seyyah oldum sözüm bildim gizlendim içime Çığlık oldu gözlerim kendimi vurdum Seyyah oldum şu alemde niceler gördüm Anladım ki insan kalbine yolcu Bana aşk lazım Aşkta ateş ararım Kapanmış kapılardan geçtim Yanmayan bedenlerden güzelim ben yolumu sildim Dünyanın hali Çeker giderim Yalnızlık yolcusu gönlüm Bir garip seyyahıM ama kendime göçerim
  12. Bir önceki yorumumda demokrasiden bahsetmiştim.Ardından son derece demokratik ve kibar(!) bir yorum geldi HADİ CANIM HADİ CANIM şeklinde Öncelikle milletleşmenin ne olduğunu anlamak gerek.Milli kimliksiz millet olmaz.Kalabalık ve şaşkın sürü olmaya özenmeyelim.Tepeden yanlış yönlendirilmeyelim.Kendilerini "Kürt " bakış açısının temsilcisi olarak sayanlar,cümlelerine Kürt hakları ile başlayıp "hadi canım,hadi canım" şeklindeki ifadelerle bitirmektedirler.Ortak bir Türkiye geleceği için herhangi bir fikir geliştirememekte,kendilerini sadece ve sadece Kürt meselesi denen ve aslında olmayan bir mesele çerçevesinde ANCA ifade edebilmektedirler.Bu tür kişiler kürt meselesi dedikleri meseleyi efsaneleştirme yoluna gitmeye çalışarak Türkiye aleyhtarı diğer lobi kuruluşlarına çanak tutuyorlar.Bir kart kurt örneğiyle Kürtlerin aşağılandığını dile getirip bilmeyen gençleri de zehirlemeye çalışıyorlar.Kürt sorununun piyangosu haline getirilen bu ifadeyi eline mikrofonu geçiren herkes söylemeye başladı.Doğruluğunu araştırmadan,hangi manyak tarafından ne şekilde söylendiğini araştırmadan ikide bir temcit pilavı gibi ortaya getirilmekte ve lafın aslını bilmeyen gençler de bu şekilde zehirlenmektedir.Ne bereketli bir lafmış ki kendini Sayın zanneden, zannetmeyen,Kürt hakları çerçevesinin haricinde kendini ifade edemeyen herkes tarafından kullanılır, iç savaş çıkartılır,provakasyonda kullanılır falan filan.Kürt milliyetçileri bir kart kurt ifadesiyle Kürt sorununu akıldan,fikirden mahrum bir şekilde kurgulamaktadırlar.Eğer Türkiye'nin sorunları federasyon olarak çözülecekse biz de sizlere HODRİ MEYDAN diyoruz.
  13. Pkk terörünü emperyalizmden farklı,bir hak ve eşitlik mücadelesi olarak görenlere ve ayrıca Kürtçe tv, Kürtçe eğitim vs. kısaca Kürtçe'ye resmi bir dil havası vermeye çalışanlar için faydalı olacağını ummuduğum bir araştırmayı buraya aktarmak isterim. "TRT dışında yapılan araştırmalarda, beğenelim ya da beğenmeyelim; ama ortada gerçekler var. Ankara Odalar Birliği'nin Doğu Ergil'le yaptığı bir araştırma var. Ardından Konda'nın İstanbul'da 15.667 kişi üzerinde yaptığı bir araştırma var. Ümit Özdağ'ın gerek bölgede; gerek bölgeden göç edenler üzerine yaptığı bir araştırma var. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan'ın Gaziantep, Diyarbakır gibi illerde yaptığı araştırmalar var. Araştırmalarda %13-20 arası Kürtçe bildiğini söylemesine rağmen,kendini Kürt kimliği içinde görenler %4. TRT'nin 4-5 sene Güneydoğu Anadolu'da Kürt asıllı vatandaşlar üzerinde yaptığı araştırmalarda "dil sorunu vardır, programlar Türkçe olduğu için anlamıyoruz" diyenlerin oranı 0/00 6. Mahalli radyoların, mahalli televizyonlardan daha fazla dinlendiğini görüyoruz. yüzde 34'lere varıyor. Yine bakıyoruz yabancı kanalların izlenme oranı yüzde 12. 90'lı yılların sonları bunlar. Tamamen Kürtçe yayın izlenmesi %5. Zannediyorum 80'li yılların ortalarında bizim dost ve müttefiklerimiz ortak bir Kürtçe yaratabilmek için yani Kırmanca Kuzey Irak'taki Goran ve diğer İran'da ki Farsça'nın daha fazla etkisinde kalmış olan bu mahalli lehçe ve ağzı daha fazla geliştirip bir dil haline getirilebilmesi için Amerika'nın Sesi özel program yapıyor. Amerika'nın Sesi son 10-12 senedir bununla uğraşıyor. Ortak alfabe nasıl yaratabiliriz ? Zannediyorum yanlışları telafi edici bu konuda güzel eserler var. Mesela Prof. Dr. Orhan Türkdoğan'ın "Etnik Sosyoloji" kitabını hepinizin okuması lâzım. Bizim "Etnik Tuzak" kitabımıza da bakılabilir. Yoksa her şeyi İnternet sayfasına sığdırmak zordur. Etnik tuzak önümüze konuyor. 1993 Konda araştırmalarında ortaya çıkan 15.667 kişi üzerinde yapılmış, kendini Türk kimliği dışında görenlerin oranı yüzde 4. Peter Andrews bir Alman. Kitabın başında diyor ki -tabi Almanlar Orta Doğu ile çok yakından ilgili - Almanya çok ciddi bir devlet, büyük oynayan bir devlet. Burada diyor ki "Bu araştırma Orta Doğu'nun bütününü ele almasına karşılık siyasi amaç taşımamaktadır." Diyor. Yalan tabi. Yani demek istiyor ki, burada bir helva var, Vallahi içinde şeker yok, un yok, su yok, bu yok. Yine bu araştırmalarda, Türkiye bir mozaik değil, yani bunun arka planı var mı? Bu talebin arka planı var mı, gerekçeleri var mı, bilimsel bir zemine oturtulabiliyor mu diye baktığınız zaman mesela Güney Doğu Anadolu bölgesinde 92, 94, 98, 2000yıllarında 15 ilde 14 ve yukarı yaşta 2.500 dernek üzerinde yapılan araştırmada 2000 yılı Haziran İtibarıyla yabancı televizyonların izlenme oranı yüzde 12 dir. %8 i Suriye'dir. Tüm yayınların Kürtçe olan TV kanallarının izlenme oranı %5 tir. Yani bugün bu talep çoğunluk adına istenmiyor. %5 adına isteniyor ve dışarıyla iş birliği yapan insanlar, enişte adayları adına isteniyor, bu da çok dikkat çekicidir. Kürtçe eğitim isteyenlerin oranı yapılan araştırmalara göre yüzde 15. Yani kimse akılsız mı ülkeye kapalı olacak, fırsat eşitsizliklerini arttıracak? " -http://www.aydinlarocagi.org/detay.php?islem=ayrinti&haber=9- Bir ülkenin etnik bir çeşitlilik olarak tarif edilebilmesi için etnik farklılıkların olaması yeterli sebep değildir sosyologlara göre.Kültürel hakların yerini alan ayrı millet,ayrı egemenlik,ayrı hükümranlık talepleri hiçbir ülkede demokrasi ile çözümlenmiş değildir.Demokrasi, milli birliğini sağlamış,etnik eğilimleri ve ırkçılığı aşmış , ortak değerleri ve birliktelikleri dışlayıp farklılıkları kutsallaştırmaya çalışmayan toplumların rejimidir, gürültü yapan kalabalıkların değil.Demokrasi çok kimliklilik adına MİLLİ KİMLİĞİ reddetmek değildir.Türkiye şimdiye dek kimlik dayatması yapan bir devlet olmamıştır.Kimlik dayatan bir devlet 1954 yılında Milliyetçiler Derneği'ni kapatır mıydı? 1944 yılında Türkçülük olaylarıyla bu ülkenin seçkin aydınlarına işkence yapar mıydı?Kimlik dayatan bir ülkede yer ve kuruluş isimlerinde Türkçe'ye bu kadar saygısızlık olur muydu? Belki de İNSAN kimliğinde buluşmak en doğrusu olacaktır.
  14. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    Aşk... Aşk Yusuf'un Kenanında saklıdır. Yusuf'un kuyusuna inmeden... çözemezsin... Aşk denen şeyi... Yusuf'un kuyusuna saklanmıştır Aşk... Yakub'un gözlerine bakmadan... göremezsin... Aşk denen şeyi... Yakub'un gözlerine saklanmıştır Aşk... İnlemeden anlayamazsın Yakub gibi... Aşkın ne olduğunu... Malum bir meçhule sarılmaktır Aşk... Sıkı sıkıya sarılmak... Uçurumdan düşen insanın sarıldığı bir dal parçası gibi belki de... O dalı bırakmaktır bazen... Uçurumun dibinde bekleyen Maşuğa kavuşmak için... Baktığın her yerde Maşuğu görmek... Duyduğun her seste O'nu dinlemek... Söylediğin her şeyi O'nun için yapmaktır Aşk... Her yönde O'nu görmek... Her yönde O'na gitmek... O'nun için gülmek... O'nun için ağlamak... Yemek.. İçmek... Uyumak... Yakub kadar yakın olmak özlediğine... Bir o kadar da uzakta bulunmaktır sevdiğine... İstese dünyaları yıkacak imkana sahip olmak... Ellerini uzatsan tutacak kudrete sahip olmak... Nazı geçen olmak... Ama ellerini uzatmamanın sırrıdır Aşk... Seslensen ses alacak makama sahip olmak... Ama hamuş(sus-pus)olup beklemenin adıdır... Sırrıdır Aşk... Bazen bulmak Yusuf'unu... Bazense kaybolmak beraberce Kenan ilinde... alıntı...
  15. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    "Yıldızlar ateşböceği sanılmaktan korkmazlar" der Tagore... "Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizliğimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? Eğer bir yıldız gibi ışıl ışıl ışıldasam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni? Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki. Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi. " Tagore
  16. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    aynıydı gökyüzümüz savrulduk her birimiz İnsanlığa ne oldu masumdu gözlerimiz adildi kalplerimiz İnsanlığa ne oldu ormandık kül olduk İnsandık kul olduk kaybettik savrulduk ayrıldık ayrı kaldık bittik artık farklıydı seslerimiz aynıydı gerçeğimiz İnsanlığa ne oldu berraktı umutlarımız çekingendi hırslarımız İnsanlığa ne oldu? ormandık kül olduk İnsandık kul olduk kaybettik savrulduk ayrıldık ayrı kaldık ormandık kül olduk İnsandık kul olduk İnsanlığın kalbinde alnında kurşun olduk Bittik artık.. Şebnem Ferah.
  17. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    Düş ve Dua yağmura,nisana ve yaşıma aldanıp uçurumları kıyı sanarak ve dağlar erişilmeyince acı verir sözünü unutarak kaf dağına gitmek istedim ırmak inadıyla yürüdüm uzaklara bir derviş olup yürüdüm uzaklara yanıldı denektaşım geriye döndüm Kutsal Sözler Panayırı'na sığınıp ipeksi bir sessizliğe büründüm: bir hayat,mahçup ve duru Tanrım,gülleri ve sessiz harfleri koru. İbrahim Tenekeci
  18. yarçekimi

    Seçtiklerim...

    Ay Karanlık Maviye/Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine/Rüzgarda asi, Körsem/Senden gayrısına yoksam Bozuksam/Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık... İtten aç/Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille/Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N'olur gel, Ay karanlık... Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş Etme gel, Ay karanlık... Ahmed Arif
  19. Sorunun doğru cevabı 2 (iki) olmalı. Çünkü 1. misafir geldiğinde kapıcı 8 (sekiz) diyor ve misafir 5 (beş) olarak, 2.misafir geldiğinde kapıcı 7 (yedi) diyor ve misafir 4 (dört) olarak karşılık verdiğine ve içeri girdiklerine göre kapıcının söylediği rakamdaki harf sayısı kadar karşılık veriyorlar.Bu durumda 10(on) 2 harfle yazılan bir rakam olduğuna göre doğru cevap 2 olmalıdır.
  20. yarçekimi

    Yar!...

    İdamına hükmederdim ezelden Nur cemalin yansır diye aya yâr! Güneşi de asar idim tez elden Zülfünden bir tel düşseydi paya yâr! İsyanım mor menekşeli dağlardı Gökler siyah yaşmağını bağlardı Gül dalında kurur, toprak ağlardı Ettiğinden, çatlar idi kaya yâr! İmbiğinden cinnetimi soğurdu? Hamurunu kan ile mi yoğurdu? Söyle seni hangi kısrak doğurdu? Yüreğin benziyor deli taya yâr! Günden güne kaybederim tadımı Düşünür mü el-âlem hiç yâdımı Hatırlayıp senden gayrı adımı Kim kendine bir dîvâne saya yâr? Gâhî yedi veren güldür; gâh diken Gölgesinde mesut olur gül diken Gül dalında ölmek bir ödül iken Sevdiğinden gönül nasıl caya yâr! İster boğ yaşımda istersen astır Bu çektiğim ne çiledir, ne yastır! Bilmem ki bu nasıl bir iltimastır (?) Gözyaşlarım benzer mi hiç çaya yâr? Merhem olma onulmayan yarama Hançer sapla ta bağrımda şurama İster isen bir kurşunla vur ama... Yeter ki bırakma beni yaya yâr! Seyit Kılıç
  21. Yaradılıştan mı? Yoksa yaşananlardan mı? Bir kadın, kadın olmayı özler. Doğduğumuzda fiziki, sonrasında bastırılmanın getirdiği kişilik ezikliğini düşünecek olursak, yaşananlar bize kadın olmayı özlettiriyor sanırım… Güçlü kadın, ezik kadın, anne kadın, hizmetçi kadın, frijit kadın, fahişe kadın, erkek kadın, seksi kadın, aptal kadın, zeki kadın, çirkin kadın, güzel kadın, yalnız kadın… Amma da adı var kadının. Ve yaşamın getirdikleriyle, bu adlardan biri yakıştırılan türlü türlü kadın… Feminist değilim ve olmak da istemedim. Ne olanları, ne de sonradan olma feministleri de hiç sevmedim. Erkek erkekliğini, kadın da kadınlığını bilmeli diyenlerdenim. Ne yazık ki! Hayat şartları ve medeniyetin, sorumlulukla beraber fedakarlığın getirdiği birliktelik iletişimini nasıl alt üst ettiğini ben de sizler gibi yüreğim burkularak izlemekteyim… Erkekler uçkur derdine düşüp, yatıp kalkıp seksteki performanslarının hesaplarını yaparken, birlikte olduğu kadınların da bir şeyler isteyebileceğini fark edecek kadar, beyin ve gönül performanslarına dikkat etseler, bizler de kadınlığımızı bu kadar özlemeyiz sanırım! Evlilik ya da ilişkilerde bir problem yaşandığında erkek için sorun nedense eşiyle yaşadığı cinsellikten, kadın içinse birliktelikteki eksikliklerdendir. Başka aşklara yelken açıldığında ise -cicim aylarında- beraber olduğu kadın, nedense en anlayışlısı ve en idealidir. Sanırım hiçbir kadın, erkeğin yapması gereken işleri durup dururken üstlenmez. Sert ve tuttuğunu koparan, baskın karakterli bir kadın bile olsa, yüreği, erkek gibi olmayı istemez. Her kadın bilir ki; erkekler güçlü kadın isteseler de, güçlü kadını sevmezler. Kadın bilir ki; erkeğinden bir şey istemezse, erkek kendini kendi gibi hissedemez! Kadın bilir ki; erkek, kendisinden çok şey isteyene, kendisine öğretmenliği hissettirene sahip çıkar ve de onu ister. Ama bilmezler ki bazılarımız diğerlerini hemcinsimiz olarak aptal ve yapmacık da bulsak, samimiyetlerine inanmasak bile -yalan değil!- yaşayabildikleri kadınlıklarını imrenerek izler, hatta bu başarılarını takdir ederiz. Eğer yaşam; Kadına güçlü olmasını gerektirecek bir yol çizip de mecbur etmişse! Güçlü kadının suçu ne? Sarıldıkları insanların, tutundukları adamların onları hak etmediklerini düşünüp, aşka inançlarını kaybedip, kendilerine sığındılarsa! Yalnız kadının suçu ne? Eğer yaşam; Onca yükün altında ezilesi bir yaşam sunmuşsa, eğer bir de bu kadının çocuğu varsa, analığın en büyük vazifesi olduğunun da farkına varmışsa, yaptığı sadece ağlamaksa! Peki, bu kadının adı ne? Bir kadını kadın yapan erkeğiyse, kadın da kadın gibi olmayı istemişse, -buna rağmen!- kadınlığını özlemişse… Suçlu kim? Nerede? Yazar: Gülay Kanarya
  22. Peki ya sizce , sanaldaki yalan hayatın gerekçesi nedir? Bunu konuşalım mı?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.