Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

mengutuncbilen

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    28
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mengutuncbilen tarafından postalanan herşey

  1. Üstte: Koskoca çağdaş bir ülke yöneten eğitim sahibi ve aklıbaşında oldukları düşünülen iktidar mensupları, öldükten sonra böyle bir yere gideceklerine inanıyor ANKARA - Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen haberde 75 milyon nüfuslu modern laik Türkiye Cumhuriyeti liderlerinin cin, peygamber ve melek gibi fantastik yaratıklara inandığı ortaya çıktı. "İnanamıyorum, hayretler içindeyim," dedi 22 yaşındaki üniversite öğrencisi, Niyazi Topaloğlu. "Sanayileşmekte olan, dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak ortaya çıkan, modernliği ve çağdaşlığı hedef olarak benimsemiş, muasır medeniyetlerle aynı safta olduğunu savunan bir ülkeyi yönetenlerin yedinci yüzyılda yaşamış ve zamanın hurafelerinden etkilenmiş cahil şizofrenik çöl Arabının öğretilerinden müteşekkil olan bir düşünce sistemine inanıyor olması beni hayrete düşürdü. İnançlarına göz attığında melekler, cinler, peygamberler, gılmanlar, huriler, cennet, cehennem gibi fantezi mekan ve yaratıklarla dolu saçma sapan birşey çıkıyor ortaya. Bunlara inanan adam nasıl bir ülke yönetebilir anlamıyorum." Günün en ilginç gelişmesi ise devlet erkanının bu haberi yalanlamadığı gibi tam aksine bundan gurur duyarmışcasına sahip çıkmış olmasıydı. "Elhamdülillah Müslümanız" dedi olgunluğa erişmiş ve zihni anlaşıldığı kadarıyla yerinde olan Başbakan Erdoğan. "Eşhedüenlailaheillallah ve Muhammed resulullah" diye devam etti sayın başbakan, hiçbir kanıtı, ispatı veya mantıklı herhangi bir dayanağı olmamasına rağmen bir yedinci yüzyıl çöl Arabının tanrıyla konuştuğunu ve onun tanrının peygamberi olduğunu yüzde yüz eminmiş gibi kabul edip hayatını bu inanca adadığını ciddi bir şekilde açıklarken. Bu arada gelen diğer haberler arasında, koskoca modern Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanının kendi temsil ettiği ülkenin anayasasından bile daha değerli gördüğü "Kuran-ı Kerim" adlı kitabın "Cebrail" adındaki bir "melek" tarafından mağarada bulunan Muhammed adındaki bedeviye nakledilmiş "Allah" adındaki bir tanrının sözleri olduğuna inandığının ortaya çıkması ülke çapında hayretle karşılandı. "Bu tür peri masallarını beş yaşındaki çocuğuma anlattığımda gülüşüp eğleniyoruz, ama koskoca adam yaşına gelmiş bir ülke liderinin hala bu tür şeylere inanması biraz vahim," dedi 42 yaşındaki bilgisayar mühendisi Erhan Gülyürek. "Yani tanrıyla konuştuğunu iddia edip kendini peygamber ilan ederek cahil çöl halkını cennetle mükafatlandırıp cehennemle cezalandırmaya dayalı ilkel ve basbayağı kıro bir inanç sisteminin bizi yönetenler tarafından benimsenmiş olması, hatta bu inançlarını açıkça itiraf etmeleri, beni endişelendiriyor." Bu arada son gelen haberler arasında üniversitede hukuk eğitimi görmüş olan ve Türkiye Cumhuriyetinin en yüksek ve saygın kurumunu elinde bulunduran sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün her gün beş defa belli vakitlerde inip kalkıp dua ettiği takdirde sütten nehirlerle dolu İskandinavyaya benzeyen Cennet adındaki bir yerde sonsuza kadar yaşayıp 72 huriye ilelebet sahip olacağına açıkça inanması dünya basınında geniş yankı uyandırdı. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti iktidar mensuplarının sadece hayal ürünü yaratıklara inanmakla kalmayıp, gerçekliği ispatlanmış ve tüm dünya bilimadamları tarafından kanıtlanmış evrim sürecine de bilhassa inanmama istekleri kamuoyunu daha da tedirgin etti. Bu çıkan haberler sonrasında, bir gün yerin dibinden dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan bir imamın Hazreti İsa'yla beraber yeniden ortaya çıkıp dünyayı kurtaracağına inanan İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad, AKP iktidarının inançlarının gayet makul ve kabul edilebilir olduğunu söyledi. (OHA)
  2. Üstte: AB'nin Amuda Kalk Kriterlerini içeren taslaktan Türkiye vatandaşlarının yapması gereken hareketlerden birinin şeması BRÜKSEL - Avrupa Birliği'nin 1993 Kopenhag Zirvesinde Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğini öngören kriterlerin ardından, 11 Şubat'ta yapılan AB Brüksel zirvesinde AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ek kriterler üzerinde anlaştıklarını belirtti. "Amuda Kalk Kriterleri" olarak bilinen ve Türkiye'nin haberi olmadan işleme geçirilen ek kriterler arasında en gözen çarpan kriterin bu taslağa ismini veren "Her Türkiye vatandaşı AB'ye girebilmek için aynı anda amuda kalkacak" kriteri olduğu düşünülüyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, ve Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Dimitris Hristofyas'ın hazırladığı yeni kriterler arasında ayrıca "Tek elle takla atmak", "Burnunu dirseğine dokundurmak", ve "Bacaklarını kullanmadan halata tırmanmak" da bulunuyor. "Kopenhag kriterlerinin amacı Türkiye'yi mümkün olduğu kadar etkili ve kapsamlı bir şekilde AB ülkeleri seviyesine getirmek," dedi AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn. "Bu yeni Amuda Kalk Kriterlerinin amacı ise Türkiye'nin AB'ye girmeye hazır olduktan sonra bile imkansızı başarabilecek güçte olup olmadığını sınamak. Türkiye eğer Avrupa ülkesi olmak istiyorsa mantıklı ve rasyonel kriterlerin yanı sıra tamamen mantıksızı ve hatta imkansızı becermek zorunda olacaktır. Biliyoruz, bu kriterler biraz ağır, ve Hırvatistan, Karadağ veya Sırbistan gibi diğer aday ülkelere uygulanmıyor, ama inanın ki amacımız ileride Türkiye aramızda görmemek... şey pardon, yani görmek demek istemiştim, yanlış çıktı... hatayı habere yazmıycaksınız değil mi?" Amuda Kalk Kriterleri arasında en tartışma yaratacak konuların başında bulunanlar "Bütün AB üye ülkelerinin ortak referandumla halklarının %99'unun Türkiye'nin üyeliğine 'Evet' oyu vermesi", ve "su altında 5 dakika nefes tutabilmesi". "Aslında bu kriterler üzerinde çok sıkı ve sert tartışmalar yaşandı," dedi AB'nin Dışişleri Bakanı Catherine Ashton. "Bir tarafta Sarkozy, Merkel gibi Türkiye'yi AB'de hiç görmek istemeyenler 27 üye ülkede yapılacak ulusal referandumda Türkiye'nin katılımı leyhine %101 oy çıkması gerektiğini savundu. Bu blok ayrıca tek elle amuda kalkma, dizini ayak uçlarına değdirme, ve suyun altında 10 dakika nefes almadan durabilme kriterlerini de savundu. Ama diğer blok'un - yani Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye girmesede yinede girebileceklermiş gibi aldatılmaya devam edilmelerini savunan Türkiye yandaşı gibi görünen blok - bu kriterleri yumuşatmak için iyice direndi. Ve sonuçta tamamen imkansız olmasada, neredeyse tamamen imkansız yeni kriterler üzerinde anlaşmaya varıldı. Şimdiki aşama ise bu kriterleri Türkiye'ye ultimatom olarak sunmak." Yeni kriterleri içeren resmi metnin silindrik şekilde kıvrılıp, Ankara'daki AB Büyükelçisi Marc Pierini tarafından Türkiye-AB ilişkilerinden sorumlu Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'ın burnuna sokuldu. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yeni kriterler hakkında az ve öz konuşmayı tercih etti. "Van minüt yahu, van minüt yani, n'oluyoruz?" dedi Sayın Başbakan işaret parmağını sallayarak. "Sarkozy kendi dirseğini burnuna dokundurabiliyor diye biz de mi yapmak zorunda kalacağız? Gerekirse Amuda Kalk Kriterlerini Ankara Kriterleri yapar, yolumuza devam eder gibi görünmeye devam ederiz. Kopenhag Kriterlerini ne kadar ciddiye alıyorsak Amuda Kalk Kriterlerini de o kadar ciddiye alacağız." Bu arada AB'nin temel şartları arasında olan azami %3'lük bütçe açığının dört misli büyük bütçe açığının oluşumuna göz yumup sahte istatistiklerle AB'ye yutturan tam üye Yunanistan'ın sert bir dille uyarılıp, gerekirse elinin hafif bir şekilde tokatlanması gündemde. (OHA)
  3. Üstte: Nişantaşı sakinlerinin panik dolu bakışları arasında mağaza, solaryum ve brasserielerde korku salan ve gücünü kredi kartlarından alan bu yaratığı durdurabilecek tek şeyin kamera pozu olduğu düşünülüyor İSTANBUL - Nişantaşı'nda dün öğle saatlerinde meydana gelen tüyler ürpertici olayda Sun Magic adlı solaryumdan çıkan saçı sarıya boyalı radyoaktif turuncu renkli canavar ortalıkta dehşet saçtı. "Kaldırımdan yürürken fırladı önüme," dedi o sırada sokaktan geçen ev hanımı Nejla Güngören. "İki tane kocaman aynalı gözlü bir şeydi. Gözlerinin içine baktığınızda hiç bir ruhu olmayan, hatta kendi suratınızı size geri yansıtan bir ucubeydi... kaçmaya çalıştım ama o sadece agresif bir şekilde üzerime gelip burnuyla genzi arasında bir yerlerden gelen korkunç bir ses tonuyla, 'r'lerini yuvarlaya yuvarlaya 'AY BİR ÇEKİLİRMİSİNİİİZ ÜFFF YAA!!' deyip beni kenara itip yoluna devam etti... ellerim hala titriyor." Yarı insan, yarı balmumu görünümlü yaratığın daha sonra Mango mağazasına girip ortalığı kana buladığı görüldü. "Zor kaçtım o kanlı kırmızı tırnaklı pençelerinden," diye anlattı Mango satış elemanı Haluk Sağlam. "İçeri girdiğinde garip bir metamorfoz geçirdi bu mahluk. O büyük metalik aynalı gözleri başının üstüne doğru kaydı ve altından iki cansız göz daha belirdi. O dört boş gözlü şey doğru bana geldi ve hiç kaçacak vaktim yoktu. Sonra hala tüylerimi diken diken eden monoton ölü bir ses ve aşağılayıcı bir tavırla 'BAKARMISINIZ! İLKBAHAR YAZ KOLEKSYONUUU!" dedi. Ne dediğini anlamadım, çünkü bir soru değildi tam olarak... yeni sezon koleksiyonu zaten etrafımızda her yerde mevcut... ama kızdırmak istemedim, kibarca ne aradığını sormaya çalışırken üstüme atladı ve 'ÜFF TAMAM NEYSA BOŞVAR!' deyip bana sırtını çevirip yoluna devam etti. Yine de ucuz atlattım." Mango'nun ecel terleri döken çalışanlarına gözünün kenarıyla alaycı birkaç bakış atıp, ardından istediği bedeni bulamadıkları için kaprisli ve histerik bir sinir krizi tribine girip sonunda üç bluz ve iki etekle yoluna devam eden sosyopatik canavarın daha sonra bir cafeye girdiği, ve çevredeki vatandaşların endişeli bakışları arasında kendi neslinden olan diğer canavarlara cep telefonu vasıtasıyla iletişim kurup onları yanına çağırdığı işitildi. Vatandaşların kaçışmalarına vakit olmadan iki yaratık daha cafe sakinlerinin arasında aniden beliriverdi. "Aman tanrım, hiç böyle birşey görmedim," dedi yan masadaki Jale Akyiğit, kızıyla beraber çay içerken. "Telefonu garip cız-tak sesli sinir bozucu makineli tüfek gibi bir şarkıyla çalar çalmaz 'OFFF NARDESİNİZ YAA? CAFE NERO'YA HADİSENİZE, ORDAYIM BAN... TAMAM HADİ BAYBAY' dedi. Çok iyi hatırlıyorum... 'Ben' demedi 'Ban' dedi. Bunlardan daha fazlası etrafımızı sarmadan kızımla beraber kaçtık." Aynı aynalı metalik gözlü, parıldayan takılı, floresan ojeli, radyoaktif turuncu tenli yaratıklardan ikisi daha cafeye vardığında, etraftaki çevre sakinlerinin korku dolu bakışları arasında hangi cehennemden çıkmış olduğu bilinmeyen bu doğaüstü ölü ile canlı arası varlıkların mocchachino ve cafe latte içip birbirlerinin giysilerinden bahsettikten sonra dedikodu yaparak, bir kere bile gülümsemeyen suratlarındaki sivri sahte burunlarından çıkan 'Ban'lı 'San'lı garip bir dilde konuşmaya başladılar. Konuşmalarının kulak tırmıklayan tonu, konuştukları konuların anlamlı herhangi bir içerikten yoksun dayanılmaz yüzeyselliği, ve çevrelerindekileri hiçe sayan antipati ötesi küstah aşağılayıcı narsisistik tavırları neticesinde o sırada cafede bulunan 16 masum insan çeşitli hastanelere kaldırılarak "aşırı derecede şımarıklığa maruz kalma" tedavisi gördü. Olay yerine varan emniyet güçleri iki saatlik bir ağız dalaşından sonra korku salan canavarları Zara'da bir köşeye sıkıştırıp kredi kartlarına el koydu. Böylece bütün insanüstü kudretlerinden yoksun kalan canavarlar babalarını cep telefonlarından arayarak ağlaya ağlaya olay yerinden dağıldı. Olaylar sırasında canavarlardan birinin burnunu bir polis memurunun gözüne saplaması sonucu bir emniyet görevlisi ağır yaralandı. (OHA) http://oltahaberajans.blogspot.com/2010/03/solaryumdan-ckan-canavar-nisantasnda.html
  4. Üstte: Erkekler Günleri için hazırlanan ve erkekliğiyle meşhur olan bir simayla erkeklere erkekliğin gururunu aşılamayı hedefleyen promosyonel bir afiş İSTANBUL - Bir günlük aradan sonra yeniden kutlanan 9-7 Mart Erkekler Günleri, ülke çapındaki çeşitli etkinliklerle kamuoyuna damgasını vurdu. "Bugün, ve senenin diğer 363 gününde, erkek olmak ayrıcalıklı bir onur," dedi Erkekleri Daha da Güçlendirme Vakfı Başkanı Haşmet Öztekin, Taksim'de toplanmış erkeklere verdiği konuşmasında. "Bugünlerde bütün erkekler kendileriyle gurur duysun. Bu günler sizin günleriniz. Bugünlerde dinlenin, keyfinize bakın, bırakın hanımlarınız size yemeğinizi pişirsin, çamaşırlarınızı yıkasın, çocuklarınızı büyütsün, alışverişinizi yapsın, ayağınızı yıkasın, tarlalarınızda evlerinizde çalışsın, ve hepsini maaş bile almadan bedavaya yapsın... Çünkü bu günler sizin günleriniz, sevgili erkekler! Bu 364 gün bütün vatandaşlarımızın yarısına hayırlı olsun!" Yurdun her köşesindeki meydanlarda, caddelerde, sokaklarda, kahvelerde, kıraathanelerde, işyerlerinde, stadyumlarda, Meclis'te, Silahlı Kuvvetlerinde, Bakanlıklarda, Kaymakamlıklarda, Valiliklerde, evlerin selamlık köşelerinde, erkekler kadınlara üstünlüklerini coşku dolu tehditlerle, dayakla, dinle, namusla, tecavüzle, istismarla, baskıyla, işkenceyle, zorlamayla, kısıtlamayla, kıskançlıkla, hırçınlıkla, kaçırmakla, kendilerine karşı hissettikleri nefret ve aşağılık hissinin verdiği acıyı onlara yaşatmakla, mal yerine koyup parayla alıp satmakla, örtmekle, bastırmakla, susturmakla, takip etmekle, doğal ve sağlıklı bir cinsel hayattan mahrum etmekle, paranoyak sorulara tabi tutmakla, ve kuşları kalkmadığı için içlerinden ağlayıp dışlarından şiddet saçmakla, doyasıya kutladı. Erkekler Günlerinde erkeklerine ne tür hediye verecekleri derdine giren kadınlar da kendilerini bu güzel günlerin büyüsüne kaptırmışa benziyordu. "Bizim bey pirzola sever," dedi 33 yaşındaki Elazığ'lı ev hanımı Emine Suslan. "Geçen sefer kekiği azdı diye yemeği yüzüme fırlatıp tokat attı... bu özel Erkekler Günlerinde ona mükemmel bir yemek yapmam şart... onun için bugün fabrikadan erken çıkıp bizim bey kahveden dönmeden yemeği hazır etmem lazım. İnşallah sever." "Benim için sadece Erkekler Günleri değil, her gün Erkekler Günleri," dedi 19 yaşındaki Şaziye Satılmış, 56 yaşındaki kocasının gömleğini ütülerken. "Zaten bu tür şeyler Batıdan alınma kafir şeyler diyor benim kocam... o yüzden Sevgililer Günü, doğumgünü, veya Kadınlar Günü gibi şeyleri kutlamıyoruz. Fakat Erkekler Günleri örf ve adetlerimize uygun olduğu için onu kutluyoruz. N'apalım, bizim bey öyle diyor, doğrudur herhalde." Yurt genelinde meydana gelen diğer Erkekler Günleri kutlamaları dahilinde, erkeklerin mastürbasyon ihtiyacını karşılamaya yönelik internette pornografi içerikli milyonlarca site açıldı, kanallarda günün her saatine yayılmış yüzlerce futbol programı yaratıldı, erkeklerin birbirine anlatabilecekleri milyonlarca erotik fıkra ve palavra maçoluk hikayeleri dağıtıldı, gazetelere ve mecmualara uyduruk haber verme bahanesiyle binlerce çıplak kadın resmi yayınlandı, günlük konuşma diline erkek cinselliğini ön plana koyan "XXına koyiim", "XXXünü XXXiğim" ve "XXrrağım" gibi terimler dahil edildi, ve kadınlar ülkenin siyasi yönetim ve idaresinin %99'undan men edildi. Kutlamalar yarın ve ertesi gün ve ondan sonraki gün de aynen devam edecek. (OHA)
  5. Üstte: Üç saat önce havada olmuş olması gereken bu uçağın sahibi THY, sebepsiz rötar nedeniyle hayatlarını altüst ettikleri yolcularına birer "Şeker Bayramınız Kutlu Olsun!" mesajı göndermeyi ihmal etmedi ANKARA - Şimdiye kadar 18 kere hiç bir sebep vermeden rötar eden, aktarmalı uçuşlarda bagajlarını üç defa kaybedip telefonda kendisine cevap dahi vermeyen, uçuşlarda isteklerini oflaya poflaya yerine getiren Türk Hava Yolları'nın Classic Kart sahibi müşterisi Doğan Beşer'e gönderdiği doğumgünü kutlama emaili sanki biraz samimiyetsiz bulundu. "Benimle dalga geçiyor olabilirler," dedi THY müşterisi Beşer, doğumgünü kutlama mesajına şüpheli bir ifadeyle göz atarken. "Geçen sefer Miles&Smiles'ımdaki biriken millerle Kayseri'ye iş için dönüş bileti aldım. Dönüşüm aşırı sis nedeniyle ertelenince millerim ve biletim silindi ve yeni bilet almak zorunda kaldım. Şikayet ettiğimde 'bakarız' dediler. Bu beş ay önce oluyor, ne arayan oldu ne soran. Ben aradığımda hala 'bakacağız' diyorlar. Hatta bir keresinde müşteri temsilcisi sinirlenip telefonu suratıma kapattı. Sonra bu doğumgünü tebriki geliyor. Ne bileyim, sanki aslında doğumgünüm pek umurlarında değilmiş gibi bir his var içimde." THY'nin geçen sene de kendisine bayram kutlama emaili gönderdiğini belirten Beşer, o zaman da o kutlama mesajını samimiyetsiz bulduğunu açıkladı. "Abi geçen sene Kurban Bayramı kutlama mesajı gönderdiklerinde THY'yle uçuyordum," dedi Beşer, ekşi bir surat ifadesiyle. "Önce internetten biletimi düşük fiyata bir türlü alamadım. Aradığımda ha bire 'bir daha deneyin' dediler ama sonuç aynı. Telefondan daha pahalı bir bilet almak zorunda kaldım. Sonra kardeşim rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığı için biletimin tarihini iki gün ileriye almak istediğimde bana 250 TL ödettiler. Valizlerim kayboldu, bulundu, üç gün sonra yollandı, ve paramparça olmuştu. Ama sağ olsunlar, o arada Kurban Bayramımın 'en içten dilekleriyle mutlu geçmesini' temenni ettiler. Neyse, en azından bütün havayolu şirketleri batarken THY'nin nasıl rekor karlar elde ettiğini anlıyorum artık." Aynı zamanda Turkcell müşterisi olan ve yurtdışındayken kontör yüklemediği için kendisine bildirilmeden hattı kesilen Beşer, geçen Aralık'ta yollanan "Turkcell yeni yılınızı kutlar!" emailini hem samimiyetsiz hem de alaycı bulduğunu sözlerine ekledi. (OHA)
  6. Üstte: İran'daki estetik felaketin korkunç boyutlarını tüm zevksizliğiyle gözler önüne seren Ahmedinecad'ın göreve başlama töreni (2009) TAHRAN - Bölgesel ve küresel emellerine rağmen İran'ın resmi tören ve merasimlerinde dünyayı şok eden son derece basit, zevksiz, gülünç ve herhangi bir estetik anlayışından yoksun grafik tasarım anlayışı, İran rejiminin en büyük hayranı ve destekçisi olan AKP hükümetini harekete geçirdi. Başbakan Erdoğan'ın emriyle İHH İnsani Yardım Vakfı İran'ın bu estetik felaketle başa çıkmasına yardım etmek ve acil ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bir konvoy dolusu binlerce grafik tasarımcıyı Tahran'a dün öğle saatlerinde ulaştırdı. "Durumun mühimmiyetini biliyorduk, ama vardığımızda karşılaştığımız manzaranın bu kadar feci olabileceğini beklemiyorduk," dedi İHH yardım konvoyunda giden Acil Grafik Tasarım Yardım Ekibi mensuplarından Sedef Yurdakul. "Tırdan inince ilk gördüklerimiz şey pembe, mavi ve yeşil plastik çiçeklerin ortasında biri Türk bayraklı bir elin diğeri İran bayraklı bir eli sıkarken etrafından altın ve gümüş renkli güneş ışıklarının yıldızlara doğru saçılması ve o ışıkların arasında uçan beyaz bir güvercin... Aman Tanrım, durumun vehametini biliyorduk ama bu kadarını... bu kadar... pardon devam edemiycem." Karşılaştıkları estetik felaketin etkisinde kimi tasarımcı fenalık geçirirken, bazılarının kustuğu, hatta sinir krizi geçirip tırlardan inmek istemediği görüldü. Ortalığın sakinleşmesiyle Acil Grafik Tasarım Yardım Ekibi İran Cumhurbaşkanlığı Sarayına yarınki yapılacak İslam Devrimi Yıldönümü merasim hazırlıklarına Apple Macbook Pro bilgisayarlarıyla beraber İllustrator programları açık ve hazır halde yola koyuldular. Fakat saraya vardıklarında karşılaştıkları felaketin boyutlarının farkına daha yeni yeni varan grafik tasarımcıları, Devrim Muhafızlarının önceden hazırladıkları dekorasyon ve grafik sunumların zaten yerinde olduğunu ve artık durumu kurtarmanın neredeyse imkansız olduğunu anlayarak derin bir üzüntü ve çaresizliğe kapıldı. "Geç kalmışız," dedi acil müdahale ekip üyelerinden grafik tasarımcı Hakan Karadeniz, bilgisayarını Shut Down moduna geçirerek. "Belli ki Photoshop'tan çat pat anlayan biri tarafından birbirleriyle alelade montajlanmış bayraklar, Humeyni ve Hamaney resimleri, bulutlarla kaynaşan halk imajları, hatta anladığımız kadarıyla bir halı deseni bile girmiş işin içine... Arapça'dan pek anlamamamıza rağmen kullandıkları bold ve katı yazı fontu bile feci... Burayı nasıl kurtarabileceğimizi bilmiyorum. Allah'ım." Gözlerine yaşlar gelen genç tasarımcı ümitsizce etrafına bakındı ve çaresiz bir ifadeyle sigara yaktı. "Heryerde gül var... bu gülleri temizlemek yıllar sürer." Üstte: Genç Türk tasarımcıların karşılaştıkları manzaraların temizlenip kurtarılmasının neredeyse imkansız olduğu düşünülüyor (OHA)
  7. Yanda: Konser sırasında estetik ameliyatlara artık daha fazla dayanamayan derisi çözülünce, 64 yaşındaki Süperstar et ve kemik yığınına dönüşerek hayranları önünde kendini mahçup etti BURSA - Yaptığı sayısız estetik ameliyatların sınırını aşan ve kendine senelerdir "Süperstar" ve "Diva" lakabı yakıştıran pop şarkıcısı Ajda Pekkan, dün gece Sinpaş Bursa Modern'de verdiği konserde ayağı takılınca bir anda derisi çözülüp sahne ortasında et ve kemik yığınına dönüşerek hayranlarını dehşete düşürdü. "Korkunç birşeydi," dedi 28 yaşındaki Songül Orkun. "Ajda 'Kimler Geldi Kimler Geçti' şarkısını söylerken bir ara güneş gözlüklerini çıkardı ve karşımda birden Michael Jackson'un dirilmiş halini gördüğümü sandım, hani hem kırışıksız hem de yaşlı görünen o mumyalanmış yarı ölü surat hali var ya? İşte o anda içime kötü bir his sindi. Beş dakka geçmeden her zamanki 'AAAaAA' nidası esnasında Ajda'nın ayağı takılınca derisi kağıt helva gibi dağılıverdi ve sonunda iki Ugg bot arasında et ve kemik yığınından başka birşey kalmamıştı sahnede." "Ben büyük Ajda hayranıyım, çünkü süperstar olmasına rağmen çok mütevazidir," dedi bir başka genç. "Bende bütün albümleri vardır: Ajda Pekkan 1968, Ajda Pekkan Vol. III, Ajda 90, Ajda 93, Ajda Pekkan 1996, The Best of Ajda, Süperstar I, II, III ve IV, ve tabii Cool Kadın. Ama sahnedeki o manzarayı görünce içim gitti, nasıl olur da bir insan bu hale gelir diye. Ondan sonra da zaten olan oldu ve Diva bir anda bir kova dolusu mezbaha atığı gibi yerlere dökülüverdi. Üstelik sahne önünde olduğum için Ajda'nın parçaları suratıma kadar sıçradı. Önümdeki çocuk süperstarın kulağına basıp yere düştü. Heryer vıcık vıcık olmuştu. Kusmamak için kendimi zor tuttum." Olay yerinde bulunan Ajda Pekkan'ın özel acil plastik cerrah ekibi ise yapabilecekleri birşey olmadığını belirtti. "Her konser öncesi ve sonrası acil Botox iğneleri, deri soyma işlemleri ve buz müdahaleleri uygulamamıza rağmen artık bir yerden sonra ne yapsanız nafile," dedi ekip şefi Hulusi Baygın. "Surat o kadar çekildikten ve vücuda o kadar ameliyat yapıldıktan sonra artık derinin kan dolaşımı azalır ve kolajen seviyesinin düşmesiyle kendini yenileme kabiliyeti kaybolur. Yani açıkçası, dün gece sahnede olanlar eninde sonunda olacaktı." Ajda Pekkan Sinpaş hademeleri tarafından kürekle plastik torbalara konup sahne paspaslandıktan sonra Süperstar'ın kızkardeşi Semiramis Pekkan yatağından kazınıp sahneye sürüldü. Fakat onun da vücudunu bir arada tutan tulum elbisesi çiviye takılıp yırtılınca hademeler bir ikinci et ve kemik yığınını temizlemek zorunda kaldılar. (OHA)
  8. Yanda: Türkiye'de soylu bulunmamasına rağmen prenses sayısının yüz binlerle ifade edilmesi şaşkınlık yarattı İSTANBUL - EAPS Avrupa Nüfus Araştırmaları Enstitüsü'nün yayınladığı son raporunda tarihi boyunca aristokrasi veya kraliyet gibi herhangi bir soylu sınıfı bulunmamasına rağmen Türkiye'nin yüzyıllarca aristokratik sınıfları ve kraliyet aileleri bulunan Avrupa ülkelerinden çok daha fazla prenses'e sahip olduğu ortaya çıktı. "Avrupa kıtasının neredeyse tümü bin yıldan fazladır belirgin bir kraliyet sistemiyle yönetilip toprak ve ünvan sahibi bir aristokratik zümre barındırmıştır," dedi EAPS Konsey Başkanı François Héran. "Oysa Osmanlı zamanında padişah ve vezirlerin bile kul ve devşirme asıllı olduklarını düşünür ve sultan dışında soya bağlı herhangi bir toprak sahibi zümrenin hiçbir zaman oluşmadığını göz önünde bulundurursak, günümüz Türkiye'sinde bu kadar prenses görmemiz gerçekten garip bir durum." Prenseslerin soylu herhangi bir geçmişleri bulunmamasına ve ünvan sahibi olmamalarına rağmen yine de hareket ve davranışlarıyla kendilerini soyluymuş gibi göstermeye çalıştıklarını belirten Héran, mütevazi tarzlarıyla soyluluklarını gizleyen Avrupalıların aksine Türkiye'deki prenseslerin basbayağı prenses gibi ortalarda gezindikleri için gayet rahat bir şekilde tespit edilebildiklerini sözlerine ekledi. "Bir kere prensesler her zaman belli ve değişmez yerlerde bulunurlar ve o yerlere giderseniz onları rahatça görbilirsiniz. Bunlar Abdi İpekçi Caddesi, solaryumlar, Bebek-Lucca, Mars gym, yoga ve pilates merkezleri, isminin sonunda Brasserie diyen yerler, Boğaz'da herhangi bir gece kulübü, Kemer Country ve Kanyon gibi yerlerdir. Tabii mevsimine göre değişiyor, yazın Alaçatı veya Bodrum'a göç ederler, kışın Uludağ veya Courcheval'e." Prenseslerin bulundukları yerler dışında ayrıca belli başlı bazı davranış biçimleri de olduğunu söyleyen Héran, bunlardan bir kaçını sıraladı. "Mesela genelde burunlarından konuşurlar ve solaryum turuncusu garip bir renkleri de olabilir. Gözlerini hiçbir zaman göremezsiniz, her zaman güneş gözlüğü takarlar. Bir de çok fazla makyaj kullanırlar. Ayrıca en önemli ayrıcalıkları kendi tanıdık çevreleri dışında hiçbirşeyi ve hiçbir kimseyi beğenmemeleri ve bildiklerinin dışında hiçbir değişikliğe veya farklılığa açık olmamaları. Kendileriyle aynı sosyal-ekonomik düzeyden olmayanları aşağılarlar, teni beyaz olmayanı küçümserler, ve genelde tüm kainatın kendi eksenleri etrafında döndüğünü sanırlar. İlginç ek bir özellikleri de zenginliği soylulukla karıştırmalarıdır, yani aslında bir nevi plütokrasi prensesidirler." EAPS raporunu inceleyen sosyologlar, aslında yeni bulguların çok da şaşırtıcı olmadığını belirttiler. "Hiç de garip bir durum değil," dedi ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünden Prof. Dr. Gürdal Büken. "Soylu olmayanlar kendilerini soylu göstermeye en meraklı insandırlar. Hele birde kendilerini başkalarından ayrıştıracak zengin ve gelişmiş kişisel vasıfları da olmazsa, o zaman ancak sahip oldukları şeyleri yüceltip başkalarını mümkün olduğunca aşağılayıp küçümsüyerek kendilerinin soylu olduklarını millete yedirmeye çalışırlar. Aslında Türkiye'de gerçek bir soylu sınıfı olsaydı çok daha az prensesimiz olurdu." EAPS bir sonraki araştırma çalışmasının Avrupa'daki gerçek prenslerle Türkiye'de prens diye gezinenler arasındaki sayısal ve niteliksel karşılaştırma üzerine dayalı olacağını belirtti. (OHA)
  9. Yanda: Shyamalan'ın yönettiği 10 Kasım sahnelerinden biri İSTANBUL - Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Kemal Atatürk'ün 72'nci ölüm yıldönümü olan 10 Kasım 2010'daki iki dakikalık saygı duruşu, "Altıncı His", "Sudaki Kız", "Köy" ve "Mistik Olay" gibi filmleri yapan ünlü Hollywood yönetmeni M. Night Shyamalan tarafından yönetildi. Saat 9.05'de siren sesiyle başlayan iki dakikalık anma süresi, Shyamalan'ın yönetiminde büyülü ve mistik bir boyut kazandı. "Hep bir 10 Kasım yönetmek istemişimdir," dedi Shyamalan. "Atatürk hayranı olmamın yanı sıra, insanların sokak ortasında birden nereden geldiği belirsiz ürkütücü bir siren sesiyle yerlerinde dikilmeleri, arabaların ve otobüslerin yolun ortasında dona kalmaları, ve sanki zaman birden durmuş hissi vermesi çok büyüleyici ve etkileyici birşey, ve ister istemez insanın tüylerini diken diken ediyor... yani filmlerimde yaratmaya çalıştığım ortam ve ambiyansın aynısı var. Bu yüzden 10 Kasım'ı yönetip kendi vizyonumu da bu özel güne katmayı istedim." Shyamalan'ın yönetimindeki 10 Kasım'a farklı tepkiler veren vatandaşlar, bu günde görmeye alışık olmadıkları bazı ek olaylara da şahit oldular. "10 Kasım'da Ulu Önderimizin ahirete göçtüğü anı anma duruşunda her zamanki gibiydi, yalnız bazı farklılıklar ilgimi çekti," dedi 57 yaşındaki emekli lise öğretmeni Nefise Kutluay. "Mesela tam siren çaldığı sırada garip ve gergin bir müzik çalmaya başladı bir yerlerden, ardından etrafta üstü başı yırtık pırtık şok içinde bir adam teker teker sokaktaki herkese gidip kaçık gibi 'Bayraklar yapıyor bunu, bayraklar yapıyor, KAÇIN KAÇIIIIN!' deyip durdu, sonra başını ellerine alıp yerlere yığılarak kataleptik spazmlar geçirmeye başladı. O bana biraz lüzumsuz geldi. Sonra tam o sırada yakışıklı, genç, ama ciddi surat ifadeli bir adam ile hoş bir kız ve yanlarındaki tatlı bir çocuk hepimize onları takip etmemiz gerektiğini ve fazla vaktimizin olmadığını söyleyerek aramızdan koşup gittiler. Bilindik anma günümüzden biraz farklı oldu yani, n'olduğunu pek anlayamadım." Bazı vatandaşlar Shyamalan'ın kullandığı efektleri beğenirken, kimisi gereksiz olduklarını belirtti. "Siren sırasında herşeyi yavaş çekimdeymiş gibi gösteren o yanıp sönen ışıklar sadece midemi bulandırdı," dedi 32 yaşındaki elektrik mühendisi Ersan Örgüç. "Hem zaten o anda hayat zaten durmuş, herşeyi daha ne kadar yavaş gösterebilirsin ki? Ama ışıklar bir yana, Taksim Gezi Parkının oradaki fıskiyeli havuzun içinden çıkıp oradan oraya koşuşturan o garip yaratıklar neydi öyle? Çok saçmaydı abi." "Ben şahsen beğendim," dedi 22 yaşındaki üniversite öğrencisi, Behlül Çimentepe. "Hele en sondaki o Atatürk hologramının diriymiş gibi aramızda yürümesi süperdi. Tamam, Shyamalan burda biraz 'Altıncı His'den esinlenmiş olabilir, ama iyidi genede." 10 Kasım 2011 Atatürk'ü Anma Gününde farklı bir yönetmen kullanılabileceğini belirten yetkililer, adaylar arasında "Matrix" yönetmeni Wachowski kardeşleri, "Yaşayan Ölülerin Gecesi"nin yönetmeni George A. Romero ve "İnception" yönetmeni Christopher Nolan'da var. (OHA) http://oltahaberajans.blogspot.com/2010/11/bu-seneki-10-kasm-ataturku-anma-gununu.html
  10. Yanda: Cehennemde geçireceği katrilyonlarca yıldan bihaber bir şekilde gülümseyip "önemli olan kalbinin temiz olması" diyen saf genç ANKARA - Allah tarafından emredilip her Müslümanın cehennem pahasına yerine getirmekle yükümlü olduğu namaz kılma ve oruç tutma gibi İslam dininin temel sünnetlerini oluşturan ilahi görevleri gözardı eden 37 yaşındaki Aydın Erdoğan, buna rağmen ramazan ayında alkol içmemeye dikkat ediyor. "Her gün beş vakit namaz kılmak veya bir ay boyunca oruç tutmak günümüz çalışma ve yaşam şartlarında biraz zor," dedi Erdoğan, kendi inandığı dine göre kılınmayan her bir namazın cehennemde geçirilecek 3600 Ahiret yılına tekabül ettiğini kafasına takmadan. "Ama ramazan ayında alkol içmem." "Bir namazı vakti çıktıktan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ seksen hukbe Cehennem’de bırakacaktır" Hadis-i Şerifine göre, hayatı boyunca kılmadığı bütün sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir namazları ve tutmadığı bütün oruçların kendisine cehennemde katrilyonlarca dünya yılına mal olduğunu dert etmeyen Erdoğan, yine de Ramazan'da alkol içmemekle dini yükümlülüğünü yerine getirdiğini düşünüyor. Allahü Teâlâ'yla temasa geçen Olta Haber Ajans muhabirimiz, konu hakkında Yüce Rabbin görüşünü aldı. "Ha tamam, Aydın Erdoğan'dı, dimi? Dur bakiiiiim... ha buldum. Şimdi sevgili peygamberimin Hadis-i Şerifinde dediği gibi, her kaçırılan namaz için bendeniz Allahü teâlâ kendisini seksen hukbe cehennem’de bırakacağım. 1 Hukbe eşittir 80 Ahiret yılı, 1 Ahiret günü eşittir 1000 dünya yılı. Her bir Ahiret yılında 365 gün varsa o zaman tek bir kaçırılan namaz için... 365 Ahiret günü çarpı 1000 dünya yılı eşittir 365 000 dünya yılı. 1 Hukbe 80 ahiret yılı ise o zaman 365 000 dünya yılı çarpı 80 Ahiret yılı eşittir 29 200 000 dünya yılı, yani 1 hukbe 29 200 000 dünya yılına denktir. 1 vakit namaz için 80 hukbe Cehennem azabı verileceğine göre 80 çarpı 29 200 000 eşittir 2 336 000 000 yıl sadece bir vakit namaz için cehennemde kalınacak olan süredir. 5 vakit namazın cezası 80 çarpı 5 eşittir 400 hukbe, 1 hukbe eşittir 29 200 000 dünya yılı, 400 çarpı 29 200 000 eşittir... 11 680 000 000 yıl sadece BİR günlük namaz ibadeti için cehennemde kalınacak olan süredir. Yedi yaşında namaz kılmaya başlamış olması gerekirse ve şimdi 37 yaşındaysa, o zaman 30 senelik kaçırdığı namaz eşittir... 30 çarpı 365 eder 10 950 gün... bunu da 11 680 000 000 ile çarparsak... üfff ben bile zorlanıyorum artık... edeeeeer 127 896 000 000 000. Yani sırf kaçırdığı namazlardan - bak tutmadığı oruçları filan henüz saymadım bile - arkadaşımız cehennemde 127 896 000 000 000 yıl geçirecek. Oha!" Erdoğan'ın ramazan'da içmediği alkolün kendisine ne kadar sevap kazandıracağı sorusuna ise Allah şaşırarak şöyle yanıt verdi. "Kardeşim bırak Ramazan vaktini, alkol zaten tümden yasak. Ramazan dışındaki içtiği bütün o alkolün de hesabını vermek zorunda... iyi peki, bir ay boyunca benim sayemde alkol içmedi diye 16 dakika eksiltirim çocuğun cehennem işkencesinden... ama yine de nereden bakarsan bak, bu herif yarrağı yemiş. Hala ne diye Müslüman diye ortalıkta geziniyor bilmiyorum." Kendisini bekleyen katrilyonlarca yıllık uhrevi acı ve ızdıraptan bihaber olan Aydın Erdoğan ise yine de iyimser bir tavır sergiliyordu. "Önemli olan kalbinin içinden ne geçtiğidir," dedi Erdoğan, Ahiret katındaki Allah'ın alaycı kahkahalarını duyamadan. "Eğer iyi yürekli bir insansanız o zaten bir nevi ibadettir." Bunu duyan Allah'ın kahkahaları daha da artarak gözlerine yaşlar gelip bulutların arasında yuvarlanmaya başladı. "HAHAHAHAHA... 'iyi yürekli insan olursan bu bir nevi ibadettir' dedi herif resmen, HAHAHAHAHA... çok iyi... bravo... nedense benim aklıma hiç gelmemişti, ne de olsa Aydın kardeşimiz işini Allah'tan daha iyi biliyor... gel istersen bir de benim yerimi devral Aydıncım! HAHAHAHA! Önemli olan kalbinden ne geçtiğidir Aydıncım, sen benim emirlerimi takma! HAHAHAHAHAHA! ÇOK İYİDİ BU YAAA!" (OHA) http://oltahaberajans.blogspot.com/2010/05/ramazanda-alkol-icmeyen-adam-cehennemde.html
  11. Yanda: Çanakkale'yi geçip İstanbul'u işgal eden İtilaf Kuvvetlerinin Haydarpaşa'daki resmi geçit töreni ANKARA - Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ali Birinci'nin Hürriyet gazetesi tarih yazarı Murat Bardakçı'yla yaptığı bir röportajda, 90 küsur yıldır bildiğimizin aksine aslında Çanakkale'nin geçildiğini itiraf etti. "Neredeyse bir asırdır 'ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!' nutukları attığımız için birşey demek istemedik, hani kimseyi kırmayalım diye," dedi Birinci. "Ama yani tarih kitaplarında Çanakkale zaferinin ardından üç sene sonra 13 Kasım 1918'de 55 gemili bir İtilaf Kuvvetleri donanmasının İstanbul'u işgal ettiğini okuyoruz. Afedersiniz ama, bunların şimdiye kadar nereden geçtiğini sanıyorduk?" Her sene 18 Mart'taki Çanakkale Deniz Zaferi kutlamalarındaki "Çanakkale Geçilmez!" sloganlarının aslında tarihsel bir yanılgıya dayalı olduğunu söyleyen Birinci, devlet politikasına zıt düşmemek için TTK'nın şimdiye kadar sesini çıkarmadığını sözlerine ekledi. "Devlet tarih kurumu olduğumuz için tabii apaçık ortada olan bir gerçeğin aksini söylemek zorunda kalmamız gerekiyordu. Ama milliyetçi sloganlara bağlı çarpıtılmış tarihimiz artık sınıflarda çelişkiye yol açıyordu. Mesela birçok tarih hocamızın anlattığına göre öğrencilerin 'Hocam, Çanakkale geçilmez ise İstanbul 1918'de nasıl işgal edildi?' sorusuna 'O sayılmaz, o Osmanlılar Mondros Mütarekesini imzalayıp teslim olduktan sonra oldu' diye cevaplamak zorunda kalıyor. Ama aynı öğrencilere 'Türkler asla teslim olmaz!' sloganı da öğretildiği için bir sonraki soru da haliyle 'Türkler niye teslim oldu?' sorusu oluyor, ve böyle bir çelişkiler zincirlemesine yol açıyor. İşte artık bu yüzden gerçek olmasını istediğimiz tarihi değil, gerçek tarihi anlatmak istiyoruz." Birinci ayrıca Çanakkale'nin sadece bir kere değil, bir kaç kere geçildiğini belirtti. "13 Aralık 1914'de İngiliz denizaltısı HMS B11 Çanakkale'yi geçip Marmara Denizi'nde Mesudiye gemisini batırıp çıktı. 25 Nisan 1915'de Avustralya denizaltısı HMAS AE2 Çanakkale'yi geçip bir kruvazer batırdı. 27 Nisan 1915'de Avustralya denizaltısı HMAS E14 Çanakkale'yi geçip üç hafta boyunca Marmara Denizi'nde dolaşıp gemi batırdı. İngiliz denizaltısı E11 Çanakkale'yi geçip Barbaros Hayrettin dahil on bir gemi batırdı. 13 Kasım 1918'de işgal kuvvetlerine ait 55 savaş gemisi Çanakkale'yi geçip İstanbul'u işgal etti. Lafın kısası, Çanakkale bayağı bir geçilmiş." Röportaj sonunda Murat Bardakçı'nın "TTK olarak resmi kutlamalarda kullanılmak üzere 'Çanakkale Geçilmez!' sloganına tarihi gerçeklerle bağdaşan alternatif bir slogan teklif etmeyi düşünüyormusunuz?" sorusunu Birinci biraz düşündükten sonra yanıtladı. "Mesela 'Çanakkale Arada Sırada Geçildi!' diyebiliriz, ama aynı etkiye sahip olur mu bilemem." (OHA)
  12. Yanda: MHP'nin gençlere vaad ettiği modern kahvehane tesislerinden biri ANKARA – Dün MHP Genel Merkezinde verdiği basın toplantısında, Türkiye Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Atilla Kaya, Türk gençlerinin artık ders, okul, spor, hobi ve sanat gibi dejenere sapkınlıklardan kurtarılıp, kahvehane ve bilardo salonlarına yönlendirilmeleri gerektiğini söyledi. ‘Kutsal milli değerlerimiz bazı çevrelerin yabancı destekli sinsi oyunlarıyla teker teker yok ediliyor,’ diye konuştu Başkan Kaya. ‘Türkiye’de milyonlarca genç, tehlikeli ve yabancı kökenli alışkanlıklara yönlendiriliyor. Vatan evlatlarımıza kitap okutuluyor, spor, hobi ve sanat teşvik ediliyor, hatta yabancı dil bile öğretilmeye çalışılıyor, ve bu Türkiye’yi yöneten bazı adını vermeyeceğim çevreler tarafından destekleniyor. Buna artık dur deme vakti geldi. Gençlerimizi bu kültür bataklığından çıkarıp yeniden ülkü sahibi yapalım, yeniden sigara, tesbih, bezik/briç/okey, kağıt oyunu ve bilardo gibi ülkücülükle bağdaşan uğraşlara yönlendirelim.’ Konuşmasında Kaya ayrıca İddaa, kumar, kabadayılık, taşlı/sopalı/satırlı/bıçaklı saldırı, tehditle susturma, tabanca sallama ve küfür savurma gibi uğraşların ülkü sahibi gençlerin gururla sahip çıkması gereken erdemler olduğunu, bunların Ülkücü Türk ulusal değerlerine uygun olduğunu sözlerine ekledi. Ayrıca Kaya, Türkiye’de ‘bazı’ çevreleri ilgilendiren bir komplo olabileceğinin de altını muğlak ifadelerle çizmeye çalıştı. ‘Türkiye’de bazı çevrelerin bazı çevrelerle bazı oyunları bazı yollarla bazı insanlara bazı yöntemlerle bazı şekillerde bazı yayın organları aracılığıyla bazı amaçlara yönelik bazı... şey, ne diyordum? Ha, yani demek istediğim Sevr. Getirmeye çalıştığım yer Sevr. Bu bazıları Sevr’i istiyor, ve Sevr’i hortlatmanın en iyi yolunun eğitilmiş, okumuş, kendini dünya vatandaşı sayan bir Türk gençliği yaratmak olduğunu biliyor. Bunu Ülkücü hareketi adına kınıyorum,’ dedi Başkan Kaya, yumruğunun ucundaki kıvrılmış ifade parmağının ikinci eklemini kürsüye her cümle bitiminde vurgu niteliğinde taklataraktan. Konuşmasını sümüklüböceğe benzer garip bir el ifadesiyle noktalayan Başkan Kaya, sigarasını söndürdükten sonra dışarıdaki mis gibi temiz bahar havasını terk edip, ter kokusu ve tütün dumanına boğulmuş MHP Genel Merkezi binasına girip etrafındakilere ‘esselam-ın aleyküm’ çekip MHP Genel Kurulu yöneticileriyle taze çayını yudumlayıp akşama kadar tavla oynadı. Sağda: Sayın Kaya'nın ya tilki, ya sümüklüböcek, ya da uzaylıyı simgelediği düşünülen garip el işareti (OHA)
  13. Yanda: Şımarık kendini beğenmiş kız çocuğu, ve kızı Alya ADANA - Son beş senedir köşe yazılarında kızı Alya'nın doğumu, büyümesi, yürümesi, giyinmesi, annanesiyle ilişkisi, Dubai'de yaşaması, anaokuluna gidişi gibi konular hakkında makaleler yazan Hürriyet gazetesi köşe yazarı Ayşe Arman, bundan başka yazacak bir konu bulamayınca yeniden hamile kalarak kendine en az beş sene daha sürecek taze materyal yaratmaya karar verdi. "Son beş senedir milyonlarca Hürriyet okuruna her hafta biricik minnoş Alyacığımla olan sevgi, mutluluk ve güzellik dolu anılarımızı tüm Türkiye'ye dayatıyorum," dedi Arman muzip deli dolu bir canlılık ve coşkuyla. "Ama artık beş sene sonunda yazacak başka manalı orijinal bir şey düşünemiyorum... ayrıca belki okurlar da Alya'dan başka birşey okumak isteyebilir... tabii Alya konusundan bıkmış olmaları mevzu bahis bile olamaz, benim küçük prensesimden kim bıkabilir ki? Ama bir değişiklik gerek diye düşündüm. O yüzden bir çocuk daha yapmaya karar verdim. Okurlarım hiç merak etmesin, bu yepyeni çocuğun hayatının tüm ayrıntılı detaylarını da gelecek beş sene boyunca ne yediğini, ne içtiğini, göğüslerimi nasıl küçücük elleriyle kavrayıp meme ucumu o minicik pembe gül gibi ağzına alıp costuk costuk sütümü içmesini her hafta bitmek bilmeyen uzunluktaki yazılarımdan takip edebilirler. Yuppiii!" Artık Alya dışında konu okuyabilecek olmanın Hürriyet okurlarına verdiği heves yüzlerinden okunuyordu. "Hepimiz Ayşe Arman'ın kendisi ve kızı hakkındaki sayfalar boyu süren yazılarını dört gözle bekliyoruz," dedi Ayşe Arman'ın yazılarını beğenen yüzbinlerce orta yaşlı ev hanımından biri. "Ama artık beş sene sonra biz bile Alya konusundan çok çok az da olsa yorulmaya değil de... ne bileyim... hani keşke başka birşeylerden bahsetse diye düşünmedik değiliz. Ve nihayet yeni bir çocuğa hamile olacağı haberini alır almaz 'Oh!' dedim, yepyeni ve bambaşka bir çocuğun altını silerken kafasından geçen düşünceleri bizimle paylaşacak, bezini değiştirirken içinden geçen hisleri bize aktaracak, ve her iki satırda bir çocuğunu ne kadar sevdiğini doya doya her Allah'ın haftası ifade edebilecek. Yaşasın." Ayşe Arman'ın hayranlarından Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de Alya ötesi haberlerin gelecek olmasını beklenmedik bir coşkuyla karşılandı. "Aaaa ne kadar ilginç!!! Evvela Nil Karaibrahimgil'in son yazısında gülücüklerin nasıl aslında insanların gönüllerini birbirine bağlayan birer küçük gökkuşağı olduğunu okur okumaz Ayşe Arman'ın yepyeni bebeğiyle ilgili haberlerini dört gözle bekliyor olacağım!!! TUTMAYIN BENİ!!!" Ayşe Arman'ın yepyeni yazı serisinin ilk makalesinin konusu, hamile kaldığı gece kocasıyla sevişmesini ve sevişirken hissettiklerinin klişeleşmiş duygusal cümlelerle anlatımını kapsıyor. (OHA)
  14. Yanda: Partide birçok cep telefonu ekranı bunun gibi romantik ve eğlenceli anlar yansıttı İSTANBUL - Dün akşam bir grup arkadaşın verdiği partiye gelenlerin nerdeyse hepsi vaktin yarısını cep telefonlarına bakarak geçirdi. "Güzel partiydi valla, bayağı eğlendim," dedi 21 yaşındaki Işıl Tekinalp. "Emaillerime baktım, Facebook'umun status update'ine 'PARTYYY!' yazdım, sonra Twitter mesajlarımı okudum. Zaman uçup geçti." Partide salonun bir köşesinde bulunan ve birbirlerinin varlığından habersiz beş kişi aynı anda iPhone ve Blackberry'leriyle meşgul olarak eğlendi. "Parti süperdi," dedi 23 yaşındaki Yalçın Demiryürek. "YouTube'da en az yirmi video seyrettim, sonra bir ara videolardan biraz sıkılınca online blackjack oynadım, iyidi." Partide bilgisayarının playlistinden müzik çalan ev sahibi Evin Hoşyurt, arkadaşlarının geldiğine sevindiğini belirtti. "Şahaneydi, herkes ordaydı..." dedi Evin. "Gerçi tam olarak kimin orda olduğundan emin değilim çünkü bütün akşam bilgisayarımdan şarkı seçip Limewire ve Vuze'dan filan şarkı indiriyordum, ama bayağı kalabalıktı." Evin'in yakın arkadaşlarından Neslihan Kiremitçi, müziği çok beğendiğini belirtti. "Müzik süperdi. Herkes ne dinliyordu bilmiyorum, ama ben iPhone'umda iTunes'dan Trance playlistine bir daldım, sorma. Deli gibi dans etmekten iki dakkada bir kulaklıklarım kulaklarımdan fırlıyordu." Partide flörtleşen gençler arasında yeni aşkların da doğduğu gelen haberler arasında. "Partide çok hoş bir çocukla konuştum, Serdar diye, beni okuldan tanıyor, ve uzun zamandır beğeniyordum," dedi yüzündeki kocaman gülümsemeyi saklayamayan üniversite öğrencisi Betül Sever. "Dün gece ilk defa Facebook'umda beni poke etti. Bende onu geri poke ettim. Sonra mesaj yazdı 'nbr?' diye, başladık chat etmeye, bir o mesaj yazıyor, bir ben. Sonra Facebook'dan çıkıp doğrudan SMS yollamaya başladık birbirimize... işin kısası, yarın akşam buluşacağız, çok heyecanlıyım!!" Dün gece çok iyi vakit geçirdiğini belirten bir başka genç de Evin'in partisinden gayet memnun ayrıldığını belirtti. "Süper geceydi, uzun zamandır beğendiğim bir kızla konuştum," dedi üniversite öğrencisi Serdar Bilgen. "Dün gece onu ilk defa Facebook'da poke edebilme cesareti buldum. Oda beni geri poke etti. Sonra mesaj yazdım 'nbr?' diye, başladık chat etmeye, bir ben mesaj yazıyorum, bir o. Sonra Facebook'dan çıkıp doğrudan SMS yollamaya başladık birbirimize... işin kısası, yarın akşam buluşacağız, çok heyecanlıyım!!" (OHA)
  15. Yanda: AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış: "Hadi ya, bugün müydü o toplantı?" ANKARA - Başbakanlık binasının kullanılmayan eski bir depo odasında yapılması planlanan Avrupa Birliği-Türkiye Üyelik Müzakereleri Toplantısı, katılımcıların hepsinin toplantıya iştirak etmeyi unutması üzerine ileride belirsiz bir tarihe alındı. "Saat dört olmuştu, sekreterim içeri girdi ve bana saat birdeki AB-Türkiye Üyelik Müzakereleri Toplantısını kaçırdığımı söyledi" dedi AB’nin Ankara Büyükelçisi Mark Pierini. "Tüh... üstelik bana günün başında söylemişti toplantının olacağını ama yine unuttum. Neyse Egemen'i arayım bari, ayıp olmasın." Devlet Bakanı ve AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış'ı arayan Pierini, toplantıyı kaçırdığı için özür dilemek isterken Bağış'ı şaşırttı. "Haaaa, bugünmüydü o?" dedi Bağış, mahçup bir ses tonuyla. "Üf, afedersin ya, bende unutmuşum... neyse, haftaya yapalım mı? Ha ama dur bi, Stefan'ı da aramak lazım, taa buraya kadar gelip tek başına bir odada oturmuş olmasın şimdi. Hangi otelde kalıyordu o? Neyse Brüksel'deki ofisini bi arayım, sekreteri söyler." Brüksel'de Avrupa Komisyonu'nun Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu üyesi Başkomiser Stefan Füle'nin ofisini arayan Bağış, Füle'nin sekreteriyle görüşme yapıp Füle'nin Ankara'da hangi otelde kaldığını sordu. Sekreter ise Füle'nin hala ofisinde olduğunu ve Ankara'ya gitmediğini belirterek Bağış'ı Füle'ye bağladı. "Selam Egemen, nasılsın? Hayrola?" dedi Füle, sıcak ve samimi bir ses tonuyla. Bağış'ın kendisine toplantıyı unuttuklarını söylemesi üzerine Füle derin bir ah çekti. "Çüş be, tamamen unutmuşum Egemen ya, tüh, kusura bakma burda işler yoğundu... aslında yoğun da değildi, basbayağı unuttum keriz gibi, ama istersen hemen bir konuya girelim telefondan, ne dersin? Veya istersen Skype'dan yapalım, masrafsız, hangisi?" Skype toplantısına evet diyen "eggybeggy" Skype hesaplı Bağış, Füle'nin Skype adresini rica etti. "stefanfüle2007"yi Skype adresine ekleyen Bağış "AB-Türkiye Üyelik Müzakereleri Toplantısı" konusunu açtı. Online chatte "Kopenhag siyasi kriterlerinin istisnasız olarak uygulanması, siyasi reformların derinleştirilmesi ve içselleştirilmesi, AB Müktesebatının üstlenilmesi ve uygulanması, sivil toplum diyalogunun güçlendirilmesi ve bu çerçevede hem AB ülkelerinin kamuoylarına, hemde Türkiye kamuoyuna yönelik olarak bir iletişim stratejisinin yürütülmesi gereklidir, vesaire vesaire... ha bir de Kıbrıs! ))" diye yazan Füle'yle aynı fikirde olduğunu ve bütün bunları istisnasız yerine getireceklerini cümle sonlarındaki gülümseme emotikonlarıyla belirten Egemen Bağış, beş buçuk dakika süren Skype görüşmesi sonunda Füle'yle beraber bir de basın açıklaması yapmaya karar verdi. Brüksel'de ve Ankara'da aynı anda yapılan ve ne Türk ne de Avrupalı basın kuruluşlarının ilgi gösterdiği basın toplantılarında Füle ve Bağış: "Türkiye, her gün hem AB'ye hem de Avrupa ülkelerine daha da yakınlaşıyor... falan filan işte, son toplantı sonunda ne dediysek aynısını yazın" diye konuştular. Bu arada o günkü AB-Türkiye Üyelik Müzakereleri Toplantısına sadece Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun katıldığı, ama büyük olasılıkla başbakanın ofisine giderken o odayı tuvalet sanıp yanlışlıkla girmiş olabileceği de gelen haberler arasında. Bir sonraki AB-Türkiye Üyelik Müzakereleri Toplantısı resmi tarihinin "Aralığa veya seneye" alındığı da basına duyuruldu. (OHA)
  16. Yanda: Türkiye Serbest Düşünce Hareketi ruhani önder eksikliğini Aziz Nesin'le doldurmayı planlıyor İSTANBUL - Türkiye Serbest Düşünce Hareketi, dogmalardan arınmış bağımsız düşünceyi Türkiye'de yaygınlaştırma çabasının ikonik demagog lider eksikliği yüzünden yurt çapında yarım asırdır ilgi görememesinden şikayetçi. "Senelerdir uğraşıyoruz ama olmuyor," dedi TSDH başkanı Erman Dereli, masasının arkasında hiç kimsenin portresi bulunmayan ofisinde. "Diğer düşünce sistemleri kendilerine birer süper kahraman buldu, bizim hala yok? Sünnilerin Muhammed'i var, Alevi'nin Ali'si var, Atatürkçünün Atatürk'ü var, Fethullahçının Fethullah Gülen'i var, Komünistin Che/Lenin/Marx/Deniz Gezmiş'i var, PKK'lıların Aposu var, Ülkücülerin Türkeş'i var, Hıristiyan'ın İsa'sı var, Musevi'nin Musa'sı var, Sabetaycıların Sabetay'ı var, Nurcunun Said-i Nursi'si var, Galatasaray'ın Arda'sı var, Beşiktaş'ın Pascal Nouma'sı var, Fenerbahçe'nin Aziz Yıldırım'ı var, var oğlu var, ama biz hala bulamadık kendimize şöyle halkı körü körüne peşine takıp bütün ümit, inanç ve benliklerini tek bir insana endekslettirecek mucizevi yarı-ilah konumunda efsanevi bir lider. Oysa insanımız surat-slogan-bayrak olmadan öyle soyut kavramlara dayalı bağımsız düşünce sistemlerine pek aldırış etmiyor nedense." Son 80 senede efsanevi ikon edinme çabaları yürütmelerine rağmen her seferinde hayal kırıklığına uğradiklarını belirten Dereli, yine de insanların neredeyse tapmak isteyecekleri bir ruhani lider bulmakta kararlı olduklarını belirtti. "60'larda Aydınlanma Çağının ikonu Voltaire'ı denedik, ama artık Aydınlanma değerleri de dogmatik modernist bilimsel düşünce sistemiyle bağdaştırıldığı için biraz tutarsız olur sandık. Ayrıca Türkiye'de Voltaire'in ismini duymuş olanlar zaten Atatürk'ü benimsemişti. Sonra 70'lerde Nietzsche'yi ikon liderimiz yapalım dedik, ama başkasının düşüncelerini benimseyip onun her söylediğinin kutsal hakikat olduğuna inanmanın Nietzsche'nin felsefesine tamamiyle zıt düşmesi nedeniyle bu da olmadı. Sonra 80'lerde 'Sen Kendi Liderinsin!' kampanyası başlattık ama herkes lidersizlik telaşına kapılıp ya Marksist oldu ya da dinci. Ne de olsa biz pek öyle ütopik cennetler filan vaad edemiyoruz. 90'lar zaten öyle başı boş ve dağınık geçti. Şimdi 2010'da yeni projemiz bizim değerlerimizle bağdaşarak bağımsız düşünce simgesi olan birini bulup ona taparcasına bağlanmamız." Dereli yeni "Bağımsız Düşünceye Bağlanma" projesi çerçevesinde şimdilik Aziz Nesin'i idol olarak düşündüklerini belirtti. "Sayın Aziz Nesin'i seçmemiz bayağı sürdü. Çok az seçeneğimiz vardı. Mesela kimisi Orhan Pamuk olsun dedi. Ama yeni Yüce Önderimizin ölmüş... pardon, şehit olmuş olması ona daha bir büyü ve ihtişam veriyor. Öyle zorlandık ki kimisi Ahmet Hakan, Okan Bayülgen veya Fatih Altaylı olsun dedi... aman Allah'ım, o konulara girmek bile istemiyorum. Başkası Erman Toroğlu dedi, ama herhalde dalga geçiyordu. Fazıl Say, Nuri Bilge Ceylan ve Zaytung.com sitesinin kurucularını bile düşündük. Neyse sonunda Aziz Nesin'de karar kıldık. Şimdi tezahürat ve sloganlarımızı geliştiriyoruz." O sırada TSDH ofisindeki diğer üyeler Dereli'nin ofisine girip hazırladıkları "Senin Gözlerinin Işığında Bize Ancak Gölge Olmak Düşer Aziz'im!" pankartları açarak yeni sloganlarını hep bir ağızdan yerlerinde zıplayıp uzatılmış kollarıyla tempo tutarak tezahür ettiler. "AZİZİMİZ BİZİİİM, DAVAMIZ BİLİİİİM, SERBEST DÜŞÜNCEYİ SER-BEST YAPAN SENSİİİİN! AZİZİMİZ BİZİİİİM, DAVAMIZ BİLİİİİM, SERBEST DÜŞÜNCEYİ SER-BEST YAPAN SENSİİİİN LAY LAY LA LAY LAAAY, LAY LAY LA LAY LAAAY..." (OHA)
  17. İSTANBUL - İlahi Hakikata erişmiş olduğunu son bir aydır yaptığı "status update"lerle Facebook'taki 446 arkadaşına duyuran tasavvuf meraklısı Melis Boduroğlu, egosundan arınmanın haz ve mutluluğunu dün büyük harflerle herkese bir defa daha Facebook'tan müjdeledi. Son status update'indeki mesajı olan "MUTLULUĞUMU ANLATAMAM SEVGİLİ CANLARIM! HEPİMİZ YÜCE TANRININ BİRER PARÇASIYIZ! SEN VE BEN YOK, EGO YOK, SADECE BİZ VARIZ! ŞÜKÜRLER OLSUN, BİZ HEPİMİZ BİRER TANRIYIZ! HEPİNİZİ SEVİYORUM!!!", Boduroğlu'nun "wall"ında 7 tane "likes this" ve 2 tane "comment" topladı. "Canım bizde seni çok çok seviyoruz:)" ve "Aşkım sen dünyalara bedelsin, ben de seni çok çok seviyorum!" gibi commentler, sufizm meraklısı olan Boduroğlu'nun ne kadar sevildiğini 446 "friend"in önüne serdi. Yüzlerce sanal arkadaşına Mevlevi olduğunu duyuran Boduroğlu'nun status update'leri haftalardır popülerliğini koruyor. Bir örnek olarak, Boduroğlu "Mevlevi olunmaz, Mevlevi doğulur!" status update'i ile 5 tane "likes this" ve 3 tane "comment" aldı. Commentler "Canım, çok doğru söylüyorsun ))!", "Ne kadar güzel, ne kadar mutlusun, öptüm şekerim!" ve "Dünya güzeli kuzenim, sen bütün mutluluklara layıksın, mucccck!!! <;o" olarak egosundan arınmış Boduroğlu'na ek sevgi uyandırdı. Sufizm'de her şeyi sevmenin ve kabul etmenin önemini vurgulayan Boduroğlu, bu felsefeden yola çıkarak Facebook'ta kendini 446 arkadaşına sevdirmenin ve kabul ettirmenin kendisini nasıl ilahi bir sevgiyle beslediğini yeni bir status update'inde paylaşmayı düşünüyor. "Artık yüzeysel, dünyevi, egocu, materyal şeyler beni tatmin etmiyor," dedi Boduroğlu, Macbook'undan kendisine yeni Facebook mesajı veya comment gelip gelmediğine yarım saatte bir göz atarken. "Eskiden kıskanç, hırs yapan, bencil ve devamlı başkalarını batırıp kendime ilgi çekmeye çalışan bir insandım. Oysa şimdi Facebook'uma bakıyorum, ve bütün arkadaşlarım arasında en huzurlu, en mutlu, en bilge, en derin, en doğru şekilde ilahi gerçeği görmüş ve ona göre yaşayan kişi benim diye düşünüyorum. Zaten arkadaşlarımın wall'ıma yazdıkları mesajlar da bunu doğruluyor. Yani ben artık bazı şeyleri aştım, ve bunu insanlar da görüyor ve anlıyor. İlahi kudret insanın yüzünden okunur. Arkadaşlarım beni bilirler, ve hepsini çok çok seviyorum. Mevlana'nın dediği gibi 'Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum. Onun söylediklerinden başka bir şey söylemedim.' Ben de kendimi böyle hissediyorum aslında." Son status update'inin kaç tane "likes this" ve kaç tane "comment" aldığı henüz bilinmezken, Boduroğlu'nun "Favorite Friends"lerinden Seval Ertunç arkadaşını sevgiyle övdü. "Melis son bir aydır gerçekten çok mutlu görünüyor. Boşandıktan sonra bir ara DJ olmaya karar vermişti, sonra hatta 6 ay filan Budist bile olmuştu, ama bir türlü aradığını bulamadı. Pilates ve yoga'yı da devam ettiremedi. Ama sanıyorum artık kendini buldu. Çok başarılı bir sufi olacağına gönülden inanıyorum. Bir de sigarayı bırakabilse eminim daha da mutlu olacak." (OHA)
  18. Yanda: Toplumsal zekayı tehdit eden ve büyülü ilahlar tarafından yazıldığına inanılan bu tür kitaplara %70 ÖTV uygulanacak YENİ ANKARA - Gelir elde etmekten ziyade sosyal fayda sağlamak ve tüketicinin sağlığını korumak amacıyla uygulanan Özel Tüketim Vergisinin Kuran-ı Kerim dahil tüm dini yayınlara %70 oranında urgulanması hükümet tarafından onaylandı. 29 Ekim 2098'de basına açıklama yapan Maliye Bakanı Nejla Şimşek, amacın halkın zihinsel ve zekasal sağlığını korumak olduğunu belirtti. "Son 80 senede gösterdiğimiz siyasi, iktisadi, sosyal ve teknolojik atılım çerçevesinde artık insanlarımız aldıkları bilimsel eğitimle nihayet çağdaş, müreffeh ve kültürlü bir yaşam standardına erişmiştir," dedi Şimşek. "Günümüzde birçok ilkelliği geride bırakıp diğer gelişmiş muasır toplumlar arasındaki yerimizi alarak Cumhuriyetimizin ana gayesini yerine getirmiş bulunmaktayız. Ama maalesef nüfusumuzun %15'lik yoksul ve öğrenim seviyesi düşük kesimi halen ilkel ve tehlikeli düşünce sistemlerinin boğucu etkisinden kurtarılamadı. Bu kesim halen uçuşan meleklere, tanrılarla konuşan peygamberlere, doğaüstü mucizelere, cennetlere, cehennemlere, cinlere ve sihirli ilahlara inanmaktadir, ve bütün bu inançlar bilim öncesi ilkel zamanlarda halkları manipüle etme ve sömürme amacıyla yazılmış sözümona 'kutsal' kitaplarla desteklenmektedir. İşte halen halkımızın %15'ini tehdit eden ve kafalarını korku ve hurafe zincirlerine vuran bu peri masallarının tüketimini asgariye indirmek nedeniyle %70'lik bir ÖTV oranı uygulamayı uygun gördük." Kuran, İncil, Tevrat ve Yüzüklerin Efendisi gibi kitaplara uygulanan ÖTV'yi kınayan TYC (Türkiye'yi Yobazlaştırma Cemiyeti) mensupları, Bakan Şimşek'e sert bir temkinde bulunarak itirazlarını dile getirdi. "Sayın Şimşek'i kınıyoruz," dedi TYC başkanı Allahıallah Yılmaz. "Biz eğer körü körüne birşeye inanıp çocuklarımızın da beyinlerini bu inançlarla yıkayıp, bu inançlardan doğan korkuya ve dayatmaya bağlı yaptırımları kullanarak kadınların hürriyetini sınırlamak, onlara malımızmış gibi davranmak, bizim gibi düşünmeyenleri cehennemlik kafir ilan etmek ve cahil insanları istismar ederek cennete gideceklerini vaad edip kendimize para, iktidar ve egomuzu tatmin edecek nitelikte sosyal etki ve liderlik temin etmek bizim en doğal demokratik hakkımızdır. Şimdi Kuran-ı Kerim'e bir celsede %70 ÖTV uygulamak bizim bu demokratik hakkımızı tehdit ediyor. Bu yüzden cehenneme gideceksiniz ve sonsuzluğa kadar cehennem ateşinde yanacaksınız!" Kendilerinden farklı düşünenlerin inançlarına saygı göstermeyen bir düşünce sistemini demokrasi adına savunmalarını "iki yüzlülük" ve "riyakarlık" olarak tanımlayan Maliye Bakanı, ÖTV'nin gayet yerinde bir uygulama olduğunu savundu. "Kendi inançlarının hiçbir mantıklı, kanıtsal ve bilimsel dayanağı olmayan ama aynı zamanda başka inançlara küstahça kafir diye hitab eden, çocuklarını bilimin saçmalık olduğunu kanıtlamış olduğu asılsız ve temelsiz batıl ve ilkel sapkınlıklara yönelmesini emreden, kadınları küçük düşüren, dövülmelerini caiz gören, yüzlerini saçlarını saklamalarını emreden, insanın aklını yasak ve tehditlere dayalı sınırlarla hapseden, hatta dünyada binlerce sene savaş, terör, işkence ve sömürü kaynağı olan bu faşist totaliter düşünce sistemleri bir virüs gibi bir insandan öbürüne bulaşıyor, ve bu bulaşma İncil, Tevrat, Kuran ve Yüzüklerin Efendisi gibi kitaplarla sağlanıyor. Dolayısıyla bu kitapların tüketimini zorlaştırmak halkımızın zihinsel ve zekasal sağlığını korumak açısından zaruridir." Bakan Şimşek ÖTV'den sonra yeni vergilerin de gündeme gelebileceğini ekledi. "Mesela yakında Cami/Kilise/Sinagog Vergisi de gündeme gelebilir. Ayrıca Hac Vergisi, Din Turizmi Vergisi, Dua ve Namaz Vergisi, Kurban Vergisi de gelecekteki projeler arasında bulunuyor. Milletimize hayırlı olsun." Bakan Şimşek daha seksen sene önce traş köpüğü, deodoran ve içkiye ÖTV uygulandığını hatırlatarak nereden nereye gelindiğine dair bir hatırlatmada bulundu. (OHA)
  19. Yanda: Yemeği tuzsuz pişiren dalgın karısına aile değerleri dersi veren bir koca ANKARA - Türkiye İstatistik Kurumunun yayınladığı 2010 raporunda Türkiye'de aile değerlerinin trafik ve iş kazalarını geride bırakarak Türkiye'nin feci ölüm nedenlerinin başında geldi. "Kuvvetli aile değerlerimiz sayesinde Türkiye'de her dört kişiden birinin dayak, zorla cinsel ilişki, aç bırakma, eve hapsetme, üzerinde sigara söndürme, kesici veya delici aletlerle yaralama, küfür, aşağılama, eve para bırakmama gibi şiddet tarzlarına maruz kaldığı gibi, her sene trafik kazalarında hayatını kaybedenlerden rakamsal olarak daha fazla insanın vahşi aileiçi cinayetlere kurban gittiği görülüyor," dedi Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Kavaf. "Mağdurların %90'ının kadın ve çocuk olduğunu düşünürsek, eş ve çocuğu babanın malıymış gibi algılayan ve kadını ev işi yapıp çocuk doğurma makinesi olarak kabul eden ataerkil aile değerlerimizin ne kadar sağlam temellere oturmuş olduğunu görüyoruz." Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakçıoğlu, bizi Batılı toplumlardan ayıran özelliğin kuvvetli aile değerlerimiz olduğunu ve bu temellerin özünün İslam dininden kaynaklandığını belirtti. "Erkeğin dört eş birden edinmesini caiz gören, bir adamın kız çocuğunu eş edinebilmesine olanak sağlayan, gerektiğinde kadının dövülebileceğini belirten, kendi kocası dışında başkaların kadının yüzünü dahi görmesini yasaklayan, kadının eğitim ve öğretimini engelleyen, boşamak isterse üç defa boş ol demekle boşayabilen, kocanın ölümünde kadına hiç bir miras hakkı tanımayan 7. yüzyıldan kalma bir Arap geleneğini benimsememiz sayesinde bugün dünyanın en kuvvetli aile değerlerinden birine sahip bir toplumuz, Allah'a şükür." Bu değerlerin Türkiye çapında doğurduğu şiddet, vahşet ve ölümlere de değinen Başbakan Tayyip Erdoğan, bu konunun abartıldığını belirtti. "Bazen aileyi bir arada tutup sıkı bir şekilde hükmetmek kolay değildir. İtaat etmeyip okula gitmek isteyen kız çocuğunu, veya başını örtmeden sokağa çıkan eşini, ya da ne bileyim, sevgilisiyle el ele yürüyen kızını, evlenmesini istediğin adamla evlenmeyip sevdiği insanla hayatını geçirmekte direnen, yemeğini yapıp gün sonunda ayaklarını yıkamayan, en az üç çocuk doğuracağına Batılı fahişeler gibi özgürlük, kariyer, eşitlik peşinde koşan karıları dövmek, aşağılamak ve kesmek icab edebilir. Ama önemli olan husus, aile değerlerimizin kutsallığının korunması." Erdoğan daha sonra ekledi: "Allah korusun, kadının eve hapsolup hiç bir maaş karşılığı almadan köle gibi çalıştırılmasını kutsal bir vazife olarak saymasak, nüfusumuzun yarısını bize hizmet etmeleri için artık bedavaya çalıştıramayız. Sonra vay halimize!" (OHA)
  20. Yanda: Sivil polis memuru Bilal Bayraktar Özel Harekat üniformasını en özel izin günlerine saklıyor ANKARA - Ankara Asayiş Şube Müdürlüğünde görevli sivil polis memuru komiser Bilal Bayraktar, dolabında saklı tuttuğu pırıl pırıl mis gibi ütülenmiş yepyeni polis üniformasıyla gezebilmek için izin günlerini dört gözle bekliyor. "Bütün hafta bu izin gününü bekliyorum," dedi Bayraktar, polis üniformasındaki amblemi parmaklarıyla okşarken. "Bütün hafta kolumun altında ceketimin içinde sakladığım tabancayı belime herkesin görebileceği yere takmayı, öbür taraftan copumu ve kelepçelerimi sallandırmayı, sonra kepimi beremi giyip yavaş yavaş, sallana sallana, dayı gibi dolaşmayı hayal ediyorum... çok güzel bir his." Genelde polislerin narkotik, asayiş veya istihbarat gibi şubelerde sivil olarak görev yapmak istediği kanaatinin doğru olmadığını belirten Bayraktar, üniforma giyip silah ve botla gezmenin apayrı bir zevk olduğunu ifade etti. "Sivil olunca hava atamıyorsun... tamam, daha heyecanlı olaylara karışıyorsun, ama bunlar genelde kimsenin görmediği karanlık yerlerde baygın semtlerde sabahın köründe gizli gizli operasyonlar olduğu için biraz sanki hepsini boşuna yapıyormuşsun gibi bir his var. Ama izin günümde İstiklal veya Bağdat Caddesinde bir elimde copum, diğer elimde MP5 tüfeğim, horoz gibi gezebilmek insana gerçekten büyük keyif veriyor. Üstelik oralar hatun kaynıyor." Bayraktar bir sivil polis olarak üniforma giyemesede en azından polis olduğuna şükrettiğini ifade etti. "Cemaate ilk girdiğimde... şey, pardon, teşkilat demek istedim... baştan başlayayım... Polis teşkilatına ilk girdiğimde sivil polis olmayı hayal etmiyordum, ama kısmet işte, öyle oluverdi..." dedi Bayraktar, üniformasını giyip yatak odasındaki aynada kendine bakarken. "Ama sivil de olsan üniformalı da olsan polis olmanın verdiği ayrıcalıklardan faydalanabiliyorsun. Ne de olsa bu meslek cahil vatandaşlarımızın aşağılık komplekslerini gidermek adına sistematik bir şekilde zorbalık yapmasına, dayak atmasına, işkence uygulamasına, rüşvet almasına, ülkücü ve yobaz çetelere destek vermesine, adam öldürmesine ve temel insan ve mahremiyet haklarına tecavüz etmesine olanak sağlayan tek yasal seçenek." Duvara asılı taş atan çocuk posterine doğru silahını doğrultup ağzıyla "pıçınng" sesi çıkardıktan sonra Bayraktar ekledi: "Polise tek alternatif meslek mafya ve çetecilik, ama onların üniforması olmadığı için polis olmayı tercih ettim... ve ola ola üniformasız sivil polis oldum. Buna ironi mi denir?" (OHA)
  21. Yanda: Google Images'da kendi ismini giren Allah, bu tür gülünç Arabesk görseller bulunca utancını saklayamadı AHİRET - Geçen gün kendini Google'layan Allah, arama sonuçlarının verdiği sayfa sayılarının Sex konusunun on kat gerisinde kaldığını öğrenince sinirlendi. "Şaka gibi be, vallahi şaka gibi," dedi İnsanoğlunun Efendisi, Kainatın Yaratıcısı, Yüce Rab. "Şuna bak, benim ismime 52 milyon sonuç çıkıyor, ama konu 'sex'e gelince 492 milyon sonuç çıkıyor! Oha be, ben yarattım seksi, ben, ama nedense kimse pek önemsemiyor." Google'da ismini başka isimlerle de karşılaştıran Allah, daha da moral bozucu sonuçlar elde etti. "Şuraya bak, bizim İsa efendi 'Jesus', 283 milyon sonuç topluyor! Yani Hazreti İsa beni beşe katlıyor. 'Mohammed' bile benden beş milyon fazla sonuç alıyor! Yok artık." Daha sonra Google Images'a da giren Allah, burada da hayal kırıklığına uğradığını ifade etti. "Resimlerde arama yapınca bu sefer Brad Pitt kadar popüler olmadığımı anladım," dedi Yüce Rab, efkarlı bir tebessümle. "Üstelik Brad Pitt'in kaslı, yakışıklı, seksi fotoğrafa bak, sonra benimkilere bak... ya üzerinde ismimin yazılı olduğu varsayılan domates karpuz yumurta resimleri, ya da güllü güvercinli kalpli saçma sapan uyduruk Fotoshop Naci tarz Arabesk resimler. Karizma nerdeyse sıfır." Google'dan çıkan Allah bu sefer Facebook'a girdi. Facebook'da LeBron James'in hala kendisinden fazla hayranı olduğunu görünce kızgın bir şekilde internetten çıkıp Solitaire oynadı. (OHA)
  22. Yanda: Pencereleri bile olmayan mütevazi evinden bıkan Allah, kapısının dışındaki aşırı kalabalıktan da rahatsız olduğunu belirterek Suudi Kralının sarayına geçmek istediğini ısrarla belirtti MEKKE - Kabe'nin soğuk, steril ve rahatsız yaşam koşullarından bıkan Allah dün Suudi Kralı Abdullah bin Abdul Aziz'e ev değiş dokuşu önerisinde bulundu. Öneriye sıcak bakmadığını söyleyen Suudi Kralı, Allah'ın binlerce senedir gayet memnun olduğunu, şimdi niye birden bire başka yere geçmek istediğini anlamadığını belirtti. "Kainatın Efendisi Allah-ü Teala'nın istekleri tabii ki başımızın üstündedir," dedi Suudi Kralı, 500.000 dolarlık siyah Rolls Royce Phantom'ının arka koltuğundan. "Ama Yüce Rabbimiz her yerde rahat edebilmeli, ne de olsa kendisi bir tanrı. Ben ise zavallı bir mahlukum, benim bazı insani ihtiyaçlarım var... saraylarım olmadan nasıl yaşayabilirim ki ben?" Kral Abdullah'ın red cevabını duyan Allah sinirlerine hakim olamadı. "Dalga mı geçiyor bu herif ?" dedi Allah, evinin Yemânî köşesinde çömelmiş, elindeki Hacerü'l-Esved meteorunu sıkıntılı bir şekilde atıp tutarken. "Kimin 37 banyolu, 4 havuzlu, 20 metre uzunluğunda jacuzzili, 105 yatak odalı,1500 metrekarelik bir yuvaya ihtiyacı olabilir ki? Benim evimi senede iki kere temizliyorlar, İKİ! Ama bizim muhterem kral ekselanslarının yatak odasına her gün bir litre gül parfümü sıkılıyor! Bu arada benim yatağım bile yok!" Durumu anlayış ve üzüntüyle karşıladıklarını belirten Suudi Kralı, ev değiş dokuşunun söz konusu olamayacağını, fakat Allah-ü Teala isterse Kabe'yi daha yaşanabilir hale getirebileceklerini belirtti. "Yüce Rabbimize her konuda yardımcı olmaya çalışıyoruz," dedi Kral Abdullah, bir kamyon dolusu ev eşyasının Mescid-i Şerif'te indirilmesini izlerken. "Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, ütü, masa, deri koltuk, ve daha nice eşya naklettik Allah'ın evine... bilgisayar bile getirdik, internete girip çıksın diye. Sanırım bundan sonra gayet rahat olacaktır Yüce Rabbimiz. Tam bekar evi!" Eşyalarını beğenmesine rağmen Allah'ın genede alınganlığı üstündeydi. "Eh fena değil, idare eder herhalde şimdilik... çamaşır makinesi filan iyi oldu en azından, koltuk da öyle. Ama bilgisayar biraz komik olmuş çünkü priz yok! Nerden şarz edecem? Vallahi gücüme gidiyor, adam 100 odalık hayvan gibi büyük sarayda krallar gibi yaşıyor, ben bu minicik daracık rahatsız oyuncak kutusunda evcilik oynuyorum. Yok abi bundan sonra vaktimi ahirette geçirecem. Petrolünüzü verdiğim gibi petrolünüzü geri de alırım bak haa, ona göre!" Bu sözleri işiten Kral Abdullah ve beraberindeki 1.6 milyon kişilik Suud ailesi bir anda paniğe kapılarak Allah'a petrole dokunmaması için yalvarıp yakararak hep beraber secde etmeye başlayıp telaş içinde Allah ne isterse yapacaklarını söyledi. Kral sonunda Yüce Rabbin Al Nasiriye Sarayının doğu kanadındaki üç yatak odasına yerleşebileceğini söyleyip sarayda her dileği ve isteğinin yerine getirileceğine dair söz verdi. Allah'a kendi özel kullanımı için bir de 200.000 dolarlık S sınıfı Mercedes tahsis edildi. Yüce Rab sakinleşmesine rağmen yine de mutlu değildi. "Kafam nerdeydi, bıktım bu Araplarla uğraşmaktan," dedi Allah kendi kendine, yeni yatak odalarına yerleşirken. "Mis gibi pırıl pırıl Japonlar dururken ne diye bu herifleri seçerim bilmem. Birgün bütün petrolü zıkkıma çevirecem sonra akılları başlarına gelir. Şimdiii, ayakkabımı nereye koydum?" (OHA)
  23. Sağda: KA-3000 önceki gün Fatih'te bir vatandaşla sohbet ederken ANKARA - Atatürkçü Düşünce Derneği'nin 15 yıllık çalışma neticesinde geliştirdiği "Kemal Atatürk 3000" robotunun Türkiye'yi iç ve dış düşmanlarından kurtarma misyonu önceki gün resmen başladı. "Sonunda Türkiye'yi kurtaracak kahramanı bulduk, adı KA-3000" dedi Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Sekreteri, Nazmi Şarvan. "Keskin yüz hatları, sarı saçları ve mas mavi gözleriyle KA-3000'i tıpatıp ulu önderimize benzettik... şey, yani, alnının ortasındaki vidalar hariç. KA-3000'in giyimi kuşamı için üç kıyafet belirledik: önce Türkiye'yi kurtarma mücadelesi sırasında askeri üniforma ve kalpak; mücadele sonrası içinse ceket, pantolon, yelek, köstekli saat ve sol üst cebinde beyaz mendilden ibaret iki tip şık Paris üretimi takım elbise. Açıkça söylemek gerekirse KA-3000'i bir an evvel misyonuna başlatmak istiyorduk çünkü derneğimizin bayan üyeleri onu bir türlü rahat bırakmıyor..." Evvela Samsun'a intikal eden Kemal Atatürk 3000, buradaki AKP Belediye Başkanından gördüğü soğuk resepsiyon sonrası Sivas ve Erzurum'a geçti. Sivas ve Erzurum'da istediği ilgiyi göremeyen KA-3000'e hem Sivas'ta hem de Erzurum'da sarıklı sakallı cüppeli türbanlı vatandaşlar tarafından tekbirli saldırı düzenlenmesinden sonra, KA-3000 bu illerde bulunan bir avuç Alevi Atatürkçünün yardımıyla zaten ancak üç-beş delegenin katılmaya cesaret ettiği kongreleri iptal ederek acilen Orta ve Doğu Anadolu'dan çekilmek zorunda kaldı. "MİSYON... ZOR" dedi KA-3000 metalik mekanik monoton bir ses tonuyla. "İLK HE-DE-Fİ-MİZ AK-DE-NİZ... İ-LE-Rİ" Akdeniz'i hedef göstermesine rağmen Ege bölgesine geçen KA-3000 İzmir ve civarında büyük bir coşku ve kutlamayla karşılaştı. Bayrakların, pankartların ve Atatürk rozetlerinin doldurduğu İzmir Cumhuriyet Meydanı adeta kırmızı-beyaz bir festival alanına dönüştü. Burada konuşma veren KA-3000 yine metalik ses tonuna rağmen büyük alkış aldı. "Maalesef şu ses olayını çözemedik," dedi KA-3000 projesinin baş mühendisi Prof. Dr. Alper Erkut. "Yürüyüşü ve yüz mimikleri de halen biraz ilkel... ama insanlar bunu göz ardı etmiş ve KA-3000'i hemen bağırlarına basmışlar. Ayrıca KA-3000'in mikroçipine onuncu yıl nutku dahil tüm konuşmalarını ve söylemiş olduğu bütün o meşhur deyimleri de teker teker, kelime kelime kaydettik." İzmir'den İstanbul'a geçen KA-3000, Çağlayan Meydanında Kemal Kılıçdaroğlu ve diğer CHP Merkez Yönetim Kurulu üyeleriyle beraber bir miting düzenledi. Büyük coşku ve ümitlerle KA-3000'i karşılayan on binlerce kişiyi metalik eliyle selamlayan KA-3000 daha sonra Taksim'e ve oradan da Eminönü'ne geçmek isterken, Tophane'de 50-60 kişilik bir grup KA-3000'in önünü kesti. Önceki gün Tophane Haber portalında KA-3000'in aslında rakı şişeleri taşıyan bir buzdolabı olduğunun haber edilmesinden galeyana gelen güruh tekbir getirerek KA-3000'e taş ve sopalarla saldırdı. Etrafta sığınabileceği tek yer olan sanat galerilerinin kepenklerinin kapalı olduğunu gören KA-3000, bir anda kendini halıcı dükkanının önünde buldu. "EN HA-Kİ-Kİ MÜR-ŞİT Kİ-LİM-DİR" diyen KA-3000 burada kendini dışarıda asılı olan bir kilime sardı. Kilime sarılı KA-3000'i görmeyen Tophaneli linç ekibi bir anlığına şaşırdı. Etrafı aradıktan sonra KA-3000'in ortadan kaybolduğunu anlayan mahalle halkı tatmin olmak için o sırada yanlarından geçen uzun saçlı küpeli bir genci dövdü, ardından da el ele yürüyen genç bir çiftin gözüne biber gazı sıkıp tekbir ve tekmelerle Tophane'den uzaklaştırdı. Sonra kahvelerine dönen Tophane'liler okey ve İddaa oynamaya devam ettiler. Olayı ucuz atlatan Kemal Atatürk 3000'in bir programlama hatası sayesinde kurtulması uzmanlar tarafından büyük şans olarak değerlendirildi. "O kadar uzun konuşmaları ve özdeyişleri yüklerken insan hata yapabiliyor," dedi Sayın Erkut. "Yanlışlıkla 'ilim'in önüne 'k' harfi yazılmış, ve tam o sırada KA-3000 kendini halıcı dükkanının önünde bulmuş. Büyük şans. İşin korkunç tarafı o veriyi doğru girmiş olsaydık, yani 'en hakiki mürşit kilimdir' yerine 'en hakiki mürşit ilimdir' demiş olsaydık, KA-3000 ayvayı yiyecekti. Tophane'de nerede ilim barındıran bir yer bulacaksın ki saklanacak?" Yoluna devam eden KA-3000, Fatih civarlarında pili bittiği için sarıklı cüppeli topsakallı bir hengamenin daha saldırısına uğrarken korumasız ve aküsüz kaldığı için bu sefer tekbir sesleri arasında tasfiye edilmekten kurtulamadı. Olaya müdahale etmek isteyen Atatürkçü Düşünce Derneği teknisyenlerinin "KAFİR!" çığlıklarıyla tehdit edilip tartaklanması, KA-3000'in sonunu getirdi. Kemal Atatürk 3000'in akıbeti tam olarak bilinmezken, kimi kaynaklara göre robotun İsmailağa cemaat mensuplarınca parçalanıp cami hoparlörü olarak kullanıldığı belirtiliyor. Büyük hayalkırıklığı yaşanan Atatürkçü Düşünce Derneği'nin Ankara Genel Merkezinde mühendislerin "İsmet İnönü 3000" robotunu geliştirdiklerini duyurmalarına rağmen, İÖ 3000'in dernek mensuplarında pek fazla heyecan yaratmadığı gözlendi. (OHA)
  24. Yanda: Kendi fikirlerini üretemeyip karanlık bir takım oyunların piyonları olarak yaşayan 70 milyon insan bir anda kendini boşlukta bulunca ölüler gibi sokaklara yığıldı ANKARA - Karanlık eller beyin yıkama, tahrik etme, milleti birbirine düşürme, bölme, komplo ve tuzak kurma gibi sinsi oyunlarını bırakınca 70 milyon vatandaş beyinleri bir anda boşalan cansız kuklalar gibi oldukları yerde yığılıp kaldı. "İlginç bir gelişme," dedi yabancı bir gözlemci. "Ergenekoncular, cemaatler, Fethullahcılar, paşalar, CİA, İsrail, masonlar, uyuşturucu ve silah çeteleri, İran, Sebataycılar, İngilizler ve Fransızlar, BM, AB, PKK, Aleviler, Ülkücüler, Ermeniler, Yahudiler ve tarikatlar Türk milleti üzerindeki karanlık ellerini çekince 70 milyon insan artık neye inanacağını, ne düşüneceğini, kimi kimin kuklası olmakla suçlayabileceğini bilemeyip olduğu yerde ölü gibi yığılıp kaldı. Etrafta kendi düşünceleri ve hür iradesiyle ayakta duran tek bir insan göremiyorum. Bu insanlara acilen yeni komplo teorileri üretmemiz lazım yoksa bu bir felakete dönüşebilir." Aynı düşünce ve ideolojileri paylaşmayanların düşüncelerinin sahte olup karanlık ve sinsi kuvvetler tarafından kandırılarak iradesizce başkalarının oyunlarına alet edildiklerine inanıldığı bir ülkede bahsi geçen sinsi karanlık güç odaklarının ortadan kalkmış olması büyük bir boşluk yarattı. Bütün millet kendileriyle aynı fikir ve inançları paylaşmayanların niye farklı düşündüklerine anlam getirecek, aynı zamanda kendi inançlarını sarsmadan yücelterek karşısındakini hiçe sayıp aşağılayacak komplo teorilerinden yoksun bir vaziyette kalınca, ülke tamamen durdu. Gelişmeler hakkındaki fikri sorulan bir vatandaşın ağzından sadece birkaç anlamsız ifade çıkarılabildi: "Bu... CİA'nin bir... hayır hayır Ergenekoncu MİT ve PKK'nın Ermenilerle... ıh... bilemiyorum... artık... anlamıyorum. Karanlık elleri üzerimizden çektiren karanlık eller kimin?" Artık ne yapacağını ve düşüneceğini bilemeyip öylece yerlerde yatan 70 milyon insan arasında kendilerini yönlendiren Amerikalı, İngiliz, mason, kapitalist, Yahudi efendileri olmayan laikler; Suudi ve İran para, destek ve ajanlarının çekilmesiyle tarikat ve cemaatlerin şeriatçı İslam cumhuriyeti kurma emellerini durdurmuş dinciler; MİT, Ergenekoncular, mafya, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının faaliyetlerini durdurmuş olmasıyla ne yapacağını bilmeyen ülkücüler; Amerika, Avrupa, Rusya, Ermenistan, Kıbrıs, Yunanistan ve liberallerin artık arka çıkmadığı Kürtler; MİT, TSK, Ergenekon, uyuşturucu şebekeleri ve AKP'nin desteğini çektiği PKK yandaşlarının hep beraber aynı anda kafalarının içine girip her hareketini kendi amaç ve oyunlarına yönelik kumanda edecek hiç bir karanlık kuvvetin ortalıkta kalmamasıyla, öylece yerlerde yatmaya devam ettikleri gözlendi. Uluslararası hayır kurumları 70 milyon boşluğu doldurmak için Türkiye'ye acilen yeni komplo hikayeleri sevketti. (OHA)
  25. Yanda: Türk futbolunun ekseni etrafında döndüğü Arda Turan İSTANBUL - Galatasaray futbol takımı kaptanı ve Milli Takım oyuncusu Arda Turan'ın sakatlanarak takriben sekiz hafta boyunca yeşil sahalardan uzak kalacağı haberi Türkiye'de şok etkisi yaratırken, Türkiye Futbol Federasyonu olağanüstü kurul toplantısı düzenleyerek Arda iyileşinceye kadar tüm Süper Lig ve Milli Takım maçlarına ara verme kararı aldı. "Sayın basın mensupları, değerli meslektaşlarım, bugünkü olağanüstü kurul toplantımızdaki aldığımız kararları açıklıyorum," dedi gözü yaşlı TFF Genel Başkanı Mahmut Özgener, tıkabasa dolmuş TFF basın salonunda. "Galatasaray kaptanı ve Milli Takım oyuncusu Arda Turan'ın kasık fıtığı ve osteitis pubis şikayetleri üzerine lokal anestezi uygulanmış ve sağ kasığında bulunan 2x2 cm büyüklüğündeki fıtık dünyaca ünlü Alman pubis uzmanı Dr. Ulrike Muschaweck tarafından başarıyla çıkarılmıştır, Allah'a bin şükür. Fakat oyuncumuzun en az sekiz hafta boyunca sahalardan uzak kalma olasılığı, tamamen Arda Turan üzerine dayalı olan futbol dünyamızı darmadağın edecektir. Arda'sız ne Galatasaray maç oynar, ne Milli Takım doğru dürüst maç çıkarır, ne futbol programları konuşacak konu bulur, ne de hergün spor sayfaların yarısını dolduran Arda Turan haberleri yer alır. Yani Türkiye'de futbol hayatı durur. Bunun üzerine Arda düzelip dönene kadar lig ve milli maçlara ara verme kararı aldık. Tabii bu Azerbaycan maçını hükmen kaybedeceğimiz ve UEFA'dan cezai işlemlere tabii tutulacağımız anlamına geliyor, ama Arda'sız bir milli takım - ve hatta Arda'sız Türk futbolu - hayal bile edilemeyeceği için kimsenin pek umurunda değil açıkçası." Arda'nın sekiz hafta boyunca oynayamayacağı haberinin çıkması üzerine milyonlarca futbolsever Arda'nın yokluğunda tüm ümitlerini üzerine yükleyebilecekleri mucizevi kahraman kurtarıcı rolünü üstlenebilecek bir yıldız arıyor. "Nihat ve Fatih Tekke artık eskisi gibi değil, Emre Belözoğlu belki arayı doldurur, ama o da habire sinirli sinirli oraya buraya sataşmakla meşgul," diye devam etti Özgener, tedirgin ve telaşlı bir ifadeyle. "Sercan Yıldırım desen üç büyüklerden birinde oynamadığı için zaten ciddiye alınmıyor... Semih var ama hep yedek ve Arda gibi biri ona top yedirmeden ne yapabileceği meçhul. Nereden baksan Arda lazım, Arda. Ah Arda, ah Arda... NERDESİN ARDA! YAPMA BUNU BİZE ARDAAAAAA! AAAARDAAAAAA!!!" Sinir krizi geçiren Mahmut Özgener basın toplantısından güçlükle uzaklaştırılırken, basın mensupları da durumun vahmimiyetini anlayarak göz yaşı dökmeye başladı. Kimisi panikleyip başlarını bacaklarının arasına alıp ileri geri sallanarak Allah'a Arda'nın iyileşmesi için dua etmeye başladılar. Kimisi ise bu ulusal felaketin üstesinden nasıl gelinebileceğine dair ortaya panik bir halde fikirler savurdu. "Fatih Terim gelsin!" dedi bir TFF yetkilisi, ve der demez bütün oda "Fatih Terim, Fatih Terim!" diye tempo tuttu. Sonra başkası "Alex de Souza!!!" dedi, ama birkaç kere "Alex! Alex!" diye bağırdıktan sonra herkes onun Türk olmadığının farkına varıp sustu. Aradan çıkan "Tanju Çolak!" ve "Metin Oktay!" çığlıkları sınırlı ilgi gördü. "Arda'yı klonlayalım, 18 tanesini yaratıp 2030 Dünya Kupasına Ardalarla katılalım!!!" ise ilk başta sevince sebebiyet verirken bu hemen ardından şüphe ve kafa karışıklığına dönüşüverdi. O sırada arkalardan sakin bir ses tonuyla konuşan bir basın mensubu şöyle konuştu: "Peki ha bire bütün yükü, stresi ve başarı beklentisini fertlerin üzerine yükleyip, kazandığımızda onları yere göğe sığdıramayıp kaybettiğimizde yerin dibine batıracağımıza, neden uzun vadeli, akademileri, kulüpleri ve Milli Takımları kapsayan koordineli ve merkezi bir eğitim ve altyapı projesiyle 10, 15, hatta 20 yıllık bir plan yaratıp sistem futbolu oynatan, ve şahısların ötesinde sistematik ve disiplinli modern bir futbol anlayışıyla sahaya çıkıp o sistem çerçevesinde başarı kovalayan bir futbol ekolü geliştirmiyoruz? TFF bunu son yaptığında Avrupa 17 ve 19 yaş altı şampiyonu genç Milli Takımları, UEFA şampiyonu Galatasaray takımının iskeletini ve 2002 Dünya Kupası üçüncüsü Milli Takımın özünü oluşturan nesli yetiştirdi. Niye bu programı sürekli olarak uygulamayalım?" Derin bir sessizliğin hakim olduğu basın salonunda herkes şaşkın şaşkın birbirine baktı. Kimse ne diyeceğini bilmiyordu. Sonra salonun dışından gelen bir ses müthiş haberi duyurdu: "ARDA 14 GÜN SONRA OYNAYABİLİRMİŞ!!!" Bunun üzerine toplantıda bulunan herkes "ARDA! ARDA! ARDA!" diye tempo tutarak sevinç gözyaşları içinde salonu terk etti. (OHA)
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.