Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

asim

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    17
  • Katılım

  • Son Ziyaret

asim tarafından postalanan herşey

  1. asim doğum gününüz kutlu olsun!

  2. asim

    ZULUM BEKLEMEK

    ZULUM BEKLEMEK UD ile (mp-3) dinleyin begeneceksiniz daha önce verildimi bilemiyorum ama paylasmak istedim http://rapidshare.com/files/49921625/zulue...-byasi.rar.html sifre isterse > byasi Mümkünmü seni birdaha görmek olurmu dersin yeniden sevmek gülerdi halime su zalim felek ölümden beter zulüm beklemek sensiz yaşamak aşkımın yıldızı bahtıma küstü gözlerimin yaşını içime döktü ölümden beter zulüm beklemek ******************************************************************
  3. asim

    MODA

    MODA Geri kafalılar don giyerken ***** Sen şeyini hapsetme , koyma bezin içine Dışının görüntüsü içinin aynasıdır Açıl kızım utanma bu devrin modasıdır !!! Artist ol ,film çevir.Adına yıldız derler Bin kez kürtaj yaptırsan yine sana kız derler Çıplak ressim çektirsen ne şahane poz derler Dışının görüntüsü içinin aynasıdır Açıl kızım utanma bu devrin modasıdır ... Flörtlerinin sayısı en az beş olmalı Kimisi halis ****** kimisi keş olmalı Kürk manton, taksin hepsi beleş olmalı Dışının görünüşü içinin aynasıdır Açıl kızım utanma bu devrin modasıdır... Bahadır GÖDEK
  4. http://rapidshare.com/files/19250114/Atatu...yle_45lik.R.rar
  5. SARIKAMIŞ BELGESELİ http://rapidshare.com/files/18869657/Sarik...eseli.part1.rar http://rapidshare.com/files/18869371/Sarik...eseli.part2.rar
  6. asim

    ORADAYDIM

    ORADAYDIM DENİZ GEZMİŞ VE ARKADAŞLARININ BELGESELİ AVUKATLARININ AĞZINDAN CANLI CANLI http://rapidshare.com/files/18790782/Oradaydim.part1.rar http://rapidshare.com/files/18797430/Oradaydim.part2.rar
  7. asim

    yüreğimin gözyaşları

    yüreğimin gözyaşları -------------------------------------------------------------------------------- gençiliğim; anadolumun eşsiz insanları, beklediğim; " hayallerinde kurdukları, güneşin ardında bile bulamadıkları ama, hala umudlarının bir köşesinde saklı duran dünya" larından başka hiç birşey olmamalıdır. -------------------------------------------------------------------------------- Umudun gölgesinde bekledim seni, ve ölümün, ve dumanın, içimde yanan yüreğimin. yüreğim sana hasretti sana yangın, sana vurgun ve köz oluyordu ve duman birden donardı alevler sen belirince nurun gözlerimde ve yüreğimde sönerdi yangın içim cıvıl-cıvıl heryerde yeşil rengarenk o hain taburun bahçesine dönerdi gözlerin bir söğüt yaprağı ince, keskin ve narin seni beklemenin hediyesidir yüreğimdeki sevinç hediyendir. beklerdim seni beyaz şapka giymiş kardan ve etekleri yeşil dağların ardında bekledim seni ıssız dar bir konutta yanımdan geçen dünya; evi sırtında birde hama böcekleri ve onlar misafir değildi benden önce burdaydılar, bu hücrede. bekledim seni ıssız hücremde aklaşmıştı sakalım, saçlarım evvelden aktı. içim gençti, deliydi. mağrur; kınından çıkmış bir kılıç ve yüreğinle bir olmak için bekleyen bir hançer gibi hazırdı ve tetikti. yüreğim gençliğin sesiydi susmuş, vurulmuş lal ve sağır gençliğim umudun gölgesinde bekledik ben "yazar"dım onlar "okur"du onlar söylerdi ben yazardım. beklerdim seni her dışarı çıktığında dönmez diyeydi korkum, dönerdin. yüreğim kendinden emin sana sarılırdı. gençliğe sarılır gibi, ölümden kaçar gibi. bekledim seni kavgam bitene kadar bilirsin hırçınlığımı, bilirsin sebebini, kavgamdan geçmezliğimi seni istedim, seni bekledim. bekledim seni. spartacus
  8. asim

    Çoban Yıldızı

    Çoban Yıldızı Mehmet Sinan Gür -------------------------------------------------------------------------------- Sevgililer gününde bir başına gezinen bir adamın aklından geçenler... -------------------------------------------------------------------------------- Gece içilmiş bira şişelerinin kırıkları ile dolu sahil şeridinde, havalar henüz iyice düzelmediği için pek insan yoktu. Çevresine bakınarak ağır ağır yürüyen genç adam ellerini montunun ceplerinden çıkarıp küçük bir hareketle dalgaların vurduğu bendin üzerine çıktı. Gözlerini kısarak adalardan öteye, ufka baktı. Yağmur yağmıyordu ama yoğun kara bulutlar, denize ve görüntüye kasvetli bir hava veriyordu. Deniz birkaç santim ötesindeydi. Bendin üzerinde, yukarıda durduğu için kıyıya vuran dalgalar onu ıslatamıyordu. Gene gelmişti işte o gün... Bir yılbaşı, bir de sevgililer günü... Gene yalnız geçen bir yıl daha... Aklına birkaç yıl önce tanınan bir türkü takıldı. ”...Bu sene de bekar gezelim... Peki...”dedi adam, “Öyle olsun. Tamam da, hangi sene de bekar gezmeyelim? Bundan başka bir seçenek var mı acaba? Yani elimizde mi bekar gezmek ya da gezmemek? Keşke bir de bekarlar günü olsaydı. Belki o zaman anlaşılırdık.” Biraz yerlere bakındı. Yaz aylarında olsa, böyle dikilmek yerine oturup ayaklarını bentten denize sarkıtırdı. Ya da akşam serinliğinde henüz ısısını yitirmemiş betona uzanıp lacivertten siyaha dönen gökyüzünde yıldızların birer birer ortaya çıkışını izlerdi. Yanında ilgilenecek bir kimse olmayınca çok eğlenceli oluyordu bu iş. Ama şimdi buz gibi betona oturmak, yatmak pek akıllı bir davranış olmayacaktı. “Onu yazın yaparım.” Dedi içinden. Yürüyüşüne bent üzerinde devam etti. “Çoban yıldızı daha güneş batmadan görünür. Her sene görünmez ama; zamanı var. Tam tepede veya güneşe yakın bir yerde çıkar ortaya. Sonra gökte en parlağından başlamak üzere yıldızlar görünür. O anlarda gözler insana oyun oynar. Çünkü yeni görünen bir yıldız direkt üzerine bakılarak görülmez. Biraz yakınına bakmak gerekir. O saatlerde dünyayı saran hava tabakasının kalınlığını, varlığını hissederim. Uzayı üzerinde ışıklar olan bir yüzey olarak değil fakat derinlemesine algılarım. O zaman dünyadaki bir böcek kadar değerim olmadığını anlarım.” “Çoban yıldızını bir keresinde UFO sanmıştım. Yanlış olarak yıldız derler ona ama Venüs gezegenidir o. Ona insanlar birçok işlev yüklemişler. Çok kimse için umudun simgesi olmuş, çok kimse için olmayan bir sevgilinin. Yeryüzünde olmayan sevgili, akşam saatlerinde, insanın en romantik, en duygusal olduğu bir anda ortaya çıkıyor, umutsuzlara ‘üzülme’ der gibi... ‘Ben buradayım, seni hiçbir zaman bırakmayacağım.’ Diğer adıyla Venüs, yalnızların sevgilisi...” Paten kayan iki çocuk hızla yanından, cam kırıklarının üzerinden geçti. Uykudan uyanır gibi sevgili uzayından ayrılıp dünyaya dönmek zorunda kaldı. Patenci çocukların başlarında kaskları dizlerinde ve dirseklerinde dizlikler eksik değildi. Zaten bu kırıkların üstüne korunmasız olarak düşecek olsalar hastanelik olurlardı. “Çocuklar... Keşke ben de çocuk olsaydım, keşke çocuk kalsaydım, hiç büyümeseydim. Dertsiz, tasasız, dünya patlasa umurumda olmazdı. Bir tek canım yanmayacak. Düşüp bir yerimi yaralamayacağım. Gerisi önemli değil... Böyle uzayla filan ilgilenmek çocukluk belki ama olsun, ben şikayetçi değilim. Hatta bence daha da iyi. O zaman bilim adamlarında da var biraz çocukluk. Hiç kimsenin elinden alamayacağı bir oyuncak, insana büyüdüğünü unutturan... Nasıl yetiştirildik yahu biz böyle? Nasıl bu kadar yabani olduk? Benim gibi ne kadar insan var acaba? Yoksa türünün tek örneği ben miyim? Sanmıyorum. Çok kimse durumundan şikayetçi ancak açık açık söylemek cesaretini gösteremiyor; gururlarına yediremiyorlar; aynı benim gibi... Halbuki bıraksalar cadde ortasında avaz avaz bağıracaklar. Çok fazla müdahaleye uğramaktan oldu belki de. Kendi başımıza düşünmeyi, karar vermeyi bilmiyoruz. Hatta sosyal bir canlı olduğumuzun ayırdına bile rahat rahat varamıyoruz. ‘Yavrucuğum, kardeşini dansa kaldırsana, bak nasıl herkes dans ediyor...’ Yahu bırakın da ben karar vereyim ona. Böyle itelemeyle sosyal mi olunur? Yok. Bırakmazlar. Tutar elimden çekerler, zorla, ‘Gelsene sen de dans et, haydi.’ Teşekkür ederim de, belki ben dans etmekten hoşlanmıyorum? Her konuda olduğu gibi illa ki siz büyükler gibi düşünmek zorunda değilim ki... Yok. ‘Nasıl olursa olsun, ben nasılsam illa ki bana benzeyeceksin.’ Cinsellik, bir çocuğun vücudunu tanıması zaten tam bir tabu, yasak. Bir taraftan dans etmeye zorlarlar, bir taraftan ‘Bu ne?’ diye cinsellikle ilgili bir soru sorunca yüzlerinin biçimi değişir. Buyurun işte yaptığınız, yetiştirdiğiniz asosyal canavarlar... Siz uyuyun daha... Hiçbir şey artık eskisi gibi yürümüyor. Artık insanlar görücü usulüyle evlenmiyorlar. Yaşamdan biraz daha çok tat almak, mutlu olmak için. Bütün dayatmalara rağmen insanlar doğru yolu kendileri buluyorlar.” “Kızıyorum ama bir taraftan düşünüyorum. Acep geçekten böyle mi? Böyle olsa, yani yalnızlık yetiştirme biçiminin hatalı olması yüzünden oluyorsa, neden aynı şey bizim takıntılarımızın hiçbiri olmayan gelişmiş ülkelerde de oluyor? Hem de daha beteri, en korkunçları... Birkaç çocuk çıkıp silahla her gün selamlaştığı arkadaşlarını takır takır tarıyor. Otoban kenarında siper alıp hiç tanımadığı insanları avlıyor. Çok zor bunun içinden çıkmak, belki de olanaksız.” Kıyıda neredeyse hiç kimse yoktu. Yoldan gelen geçenlerin sayısı çok az olduğu için geçerken istemese de gözleri onların üzerine takılıyordu. Onlar da göz ucuyla adama bakıyorlardı. Kulaklarına walkman takmış bisikletli bir kız iki katlı kıyı şeridinin üst katından, biraz uzaktan geçti. Orada cam kırıkları olmadığı için tekerlekler zarar görmüyordu. Kız öne doğru eğilmiş dikkatle bisikletini sürüyordu. Geçerken adamla bir an göz göze geldiler. Bisikletçi kaskının altından çıkan uzun sarı saçları rüzgarında uçuşuyordu. “Güzel bir bayan... Kendinden emin... Keyfi yerinde... İyi de, kendinden emin birçok genç bayanın, yirmisinde evlenip bir çocuk yapıp yirmiikisine gelmeden boşanma öykülerini duyuyoruz. Gerçekten sevgili olmak kolay değil. Gerçi sevgili olmak evli olmak anlamına gelmez ama evliler de sevgili olabilir. Önemli olan ilişki. İlişkiyi sürdürebilmek ne kadar zor. Ama öyle bir aşamaya bile gelmemiş olan benim için o zorluk bile hayal. Ben bu yüzden mi bekar geziyorum? Sürdürmeyi boş ver, bir ilişki kuramıyorum diye mi? Zorluk... Zorluğu insanlar kendileri yapıyor. İlişkilerde güven diye bir şey kalmamış. Belki de hiç olmamıştır. İnsanlar birbirlerine güvenmiyorlar; ne evliler, ne sevgililer, ne bekarlar...” Bent üzerinde yürürken yol bitti. Aşağı inmek zorunda kaldı. Yürüyüşüne orada devam etti. İleride karşı kıyılar görünüyordu. Kış güneşi bulutların arasından sıyrılıp kısa bir süre kendisini gösterdi. Yüzü aydınlandı, gözleri kamaştı ama güneşi görmek hoşuna gitmişti. “Ne kadar güzel bir yerde yaşıyorum, ne şanslıyım... Cennet burası, cennet... Nerede var böyle göl gibi deniz? Arada sırada bir coşar, ondan sonra durulur. Şu cam kırıkları da olmasaydı, İSKİ kamyonlar dolusu toprağı buraya yığmasaydı... Eskiden boğazda bulunan kum depolarına benziyor. Ağaçlar, sokak lambaları toprak altında kalmış. Başkan burayı gürültüler kopararak halkın hizmetine açmamış mıydı?” İSKİ, Park ve Bahçeler Müdürlüğü ve Büyükşehir işbirliği yapıp kimseyi umursamadan İstanbul’un en güzel yerlerinden birini toprak yığma alanı olarak kullanıyorlardı. “Cennet ve cennette huzur kaçıranlar... ...ve Havva yılanın zorlamasıyla elmayı Adem’e yedirdikten sonra birbirlerini ve çıplaklıklarını bildiler. Sonra utanç duygusu içinde incir yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. İki sevgili cennetten kovulmadan önce Tanrı kadını lanetledi. ‘Erkeği arzulayacaksın. Çok acılar çekeceksin ama yine de arzun onun için olacak.’ Dedi. Herhalde bir bildiği vardı. Dediği gibi de oldu... Olmuştur.. Oldu mu? Orası pek kesin değil. İlişkilerde bir kilitlenme var. Hemen her yerde böyle bu. Sevgililer karı koca bile olsa birbirlerine rahat davranamıyorlar, rahat olamıyorlar. Sürekli bir kazık yeme, kazık atma, kuma ve boynuzları takma korkusu içinde yaşıyorlar. Peki ilişkinin bitmesi önemli mi? Dünyanın sonu mu gelmiş olur? Bir ilişki bitince biter. Artık onu uzatmanın bir anlamı olamaz. Acaba bu kadar kolay mı? Bilmiyorum ki. Bunun için kitaplar dolusu yazılar yazılıyor, gene de bir sonuca bağlanamıyor. Ben bilmiyor olabilirim ama demek hiç kimse bilmiyor. Mutlu olabilirim yani böylece...” Sahil şeridinin kıvrılıp burun yaptığı yere yaklaşmıştı. Uzaktan hızlı hızlı yürüyen orta yaşlı bir adam göründü. Üzerinde eşofman, ayaklarında spor ayakkabılar, ellerini yumruk yapmış, terlemiş, nefes nefese ve yaylana yaylana yaklaştı; tempoyu bozmadan aynı hızla uzaklaştı. Genç adam dönüp arkasından baktı. “Bu adam ne kadar komik olduğunun farkında mıdır acaba? Değildir. Büyük bir olasılıkla bilmem hangi şirketin yönetim kurulunda, bilmem hangi işten sorumlu bir adamdır. Evlidir, çocukları da vardır. Yaş geçmiş, tünelin ucu artık görünmüş ama helal olsun, direnmeye çalışıyor. ‘Bende daha iş bitmedi’ demek istiyor. Daha büyük bir olasılıkla ekonomik... ekönomik durumu yerindedir. Ölümüne kadar geçecek süre şimdiden garanti altındadır. Ama mutlu mudur acaba? Hiç sanmıyorum. Aslında mutluluk yaşamdan beklediğiniz şeylere bağlı... Eğer bu adam için mutluluk geleceğini parasal açıdan garanti altına almaksa, bu adam mutludur. Yok eğer sevgilinin gülüşünün dudak ucundaki kıvrımındaysa mutluluk, –ki ona göre değildir– bu adam hiç mutlu olmamıştır. Evet yaşamadım ama biliyorum. Mutluluk orada... Bir de İngiliz Hastanın söylediği yerde...(*) ” “Non abbiamo bananas il yevm... ‘Bugün muzumuz yok.’ Başı İtalyanca, ortası İngilizce, sonu Arapça, abuk bir cümle... Anlamak için üç dili de bilmek gerekir... Aslında o filmde koca aldatılıyordu. Büyük bir aşk yaşandı tamam da, kocanın durumunu düşünen pek olmadı. Sonra adam ne yaptı? Uçakla, evet iki çift kanatlı, iki kişilik bir uçakla adamın üstüne pike yaptı. Karısı da önde oturuyordu... Önce koca, sonra kadın, sonra sevgili... Üçü de öldüler. Kadın istemeseydi hiçbir şey olmazdı. Bugün de kadın istemezse bir şey olmaz. Olursa adı tecavüz olur. Bu nasıl bir duygudur ki karşı konulamıyor. Toplumun koyduğu kurallar, dürüstlük, görev, saygınlık, gurur, her şey bir anda tepetakla oluveriyor. Bir tek o var ve başka hiçbir şey yok. Yaşamların bile değeri yok. Tehlikeli değil mi biraz?” Çevresine bakınarak yoluna devam etti. İleride yalnız başına bir kızın, soğuğa aldırmadan bendin üstüne tüner gibi oturmuş, denize baktığını gördü. Siyah saçları rüzgarda hafifçe dalgalanıyordu. Adam yürüdükçe kıza yaklaşıyordu. Kediler de bazen aynı şeyi yaparlar. Bir duvarın üstünde veya bir çatının kenarında oturup boş boş çevrelerine bakarlar ve oturdukları zaman tırnaklarını içeri çekerler. Fakat tırnaklar oradadır ve her zaman çıkarılmaya hazırdır. “Buyurun... Sevgililer gününde bir başına kıyıya gelmiş oturmuş bir bayan. Bu kız garanti sevgilisinden ayrılmıştır. Kalbi de kırılmıştır. Belki de aldatılmıştır. Bir kalp, hele bir kızın kalbi kırıldı mı onarması çok zor oluyor. Kim bilir aklından neler geçiyor. Aklına kim bilir ne sivri düşünceler geliyor. Yaşamadım ama biliyorum... Şimdi, şu kızla konuşmaya kalksam ne der acaba? Nasıl bir tepki gösterir? Bunu bilmenin tek yolu var, onunla konuşmak.” “Affedersiniz...” Kız başını yana yatırıp adama baktı. “Ne var?” “Sizi gördüm de öyle bir başınıza oturuyordunuz.” “E, ne olmuş?” “Biraz konuşabilir miyiz? “Ne konuşacağız?” “Sıkıntılı görünüyorsunuz. Belki bunu giderebilirdik.” “Siz her gördüğünüz kızın sıkıntısını gidermeye mi çalışırsınız?” “Hayır, öyle bir şey yok da... Bugün sevgililer günü, biliyorsunuz.” “Biliyorum.” “Böyle yalnız oturduğunuzu görünce...” “Bakın, benim sıkıntım sizi ilgilendirmez. Böyle oturmak da benim bileceğim bir şey...” “Öyledir tabi ama bugün ben de yalnız başıma geziniyorum. Düşündüm ki tanışırsak belki...” Kız derin bir nefes alıp bıraktı. “Bakın ne diyeceğim... Siz sıkıntıyı boş verin. İşte buradan da kalkıyorum. Gidip adam gibi bir yerde bir çay içelim. Gerisini sonra düşünürüz. Ama çayın parasını ben veririm.” Mutlu son... Belki mutlu bir birlikteliğin başlangıcı, bilinmez. Adam kıza bir kez daha uzaktan baktı. Yürüdükçe ister istemez kıza biraz daha yaklaşıyordu. Bunları gerçekten yaşamamış, yalnızca gidip kızla konuşsa neler diyebileceğini kafasında tasarlamıştı. Tasarladığı gibi olma olasılığının yüzde kaç olduğunu bilemezdi. “Bunu ancak konuşarak anlayabilirim.” Dedi yeniden. “Hmm... Profili ne kadar güzelmiş... Esmer ama beyaz tenli hem de...” Artık oturan kızın yanına iyice yaklaşmıştı. Bütün cesaretini topladı. “Affedersiniz...” Kız dönüp genç adama baktı. Kaşlarını çatıp dişlerini gıcırdattı. “Ne var?” “Sizi gördüm de öyle bir başınıza oturuyordunuz.” “Sana ulan benim oturmamdan? Serseri! Manyak!” “Ben sadece...” “Yahu şurda bir başımıza oturamıycaz mı? Hiç mi rahat yok be?” “Yani ben...” “Hayvan! Serseri! Ne biçim yerde yaşıyoruz be anlamadım gitti! Manyak! Köpek! Salak!” Bunu da yaşamamış yalnız kafasında canlandırmıştı. “İyi ki yalnız kafamda canlandırdım. Bir kadının aklından neler geçtiğini mümkün değil bilemem. Sonunda serseri ve manyak olmak da var. Daha beteri de olabilir. Bunu göze almak her babayiğidin harcı değil... Yalnız siz misiniz kalbi kırılan? Onun için neme gerek, yolumdan dışarı çıkmam, kimsenin başı ağrımaz, olur biter.” O da öyle yaptı. Hiç konuşmadan, hatta hiç bakmadan kızın yanından geçti, gitti. “Bir insanın doğuştan gelen duygularına büyüklerinden, çevresinden, toplum içinde yaşamasından ötürü başka şeyler eklenir. Aynı beynin üzerini kaplayan bir kabuk gibi duyguları da kontrol altına alır. Ne yazık ki bizim ülkemizde duyguların kontrolü denen şey sıkıp suyunu çıkarmak biçimine dönüşmüş durumda. İnsanlar birbirlerini sevdiklerini söylemekten kaçınıyorlar. Kalplerini bir ‘merhaba’ya açmıyorlar..” Adamın aklına Zülfü’nün bir müziği gelmişti. Aç yüreğini bir merhabaya / Kardeşin duymaz eloğlu duyar / “Ne güzel söylemiş adam... Eskiden yabancı kızlarla Türklerle olduğundan daha rahat konuşurdum. Bilirdim ki onların bizimkiler gibi takıntıları yoktur. Ama bu ülkede yetişmiş biri olarak asıl takıntı bende tabi. Sevindiğim bir şey var. Hiçbir şey eskisi gibi sürmüyor. Bizde de yavaş da olsa bir değişiklik oluyor. Belki ben de bir gün nasiplenirim bu değişiklikten, belki ben de değişirim biraz.” Sahil şeridinin burun yaptığı yere kadar gelmişti. Orta yaşlı adamın geldiği yönden bu kez yan yana yürüyen biri genç, biri yaşlı iki kadın belirdi. Bunlar da hızlı yürüyen adam gibi eşofmanları giymişler, üstüne bir de naylon geçirmişlerdi. Kadınlar çok kiloluydu. Yani şişmandılar. Belli ki terleyip kilolarını atmak istiyorlardı. Adım atıp kollarını salladıkça naylonları hışırdıyordu. Onlar da tempoyu bozmadan hışırdayarak geçip gittiler. Genç adam onların da arkasından baktı. “Aslında takdir etmek lazım. Bu yaşta, bu kiloda, yaşamı bu kadar çok severek asılmak... Bak şimdi, bana neler çağrıştırdılar. Ben arkadaşım, eşim olmamasından şikayetçi olurken, hiç umulmadık, uygunsuz insanlar beni yakışıklı buluyor. Bu beni sevgilim olmamasından çok daha fazla yaralıyor... Bir haber duymuştum. Kızın biri ağlar gibi yakınıyordu. Sevgilisinin kankası onu rahatsız ediyormuş. Çok eminmiş bundan, ne yapacakmış bir çare bulmalıymış. Daha kötüsü yok sanıyor. Anlaşıldığına göre onun bir sevgilisi var, ikincisi asılıyor. Peki ya bana olduğu gibi kankasının sevgilisi asılsaydı ne yapacaktı? Bu bir... Gezelim, gezelim, bekar gezelim... Dahası da var. Bu sevgili denen şey aslında ararsan bulunur bir şey. Örneğin her köşe başında bir sevgilisi olan sekreter hanım benden de çok hoşlanmıştı. ‘Ha’ desem olurdu yani. Bir de daha çok genç iken benden iki kat yaşlı olan bir kadın vardı. O da iyi bir sevgili olabilirdi pekala. Kaçırdım ama. Diğer uygunsuzları aklıma getirmek istemiyorum. Nasıl yaralandığımı anlamıyorlar. Ne yapmalı? Gidip kapıcının kızına çiçek mi alsam? O da beni her gördüğünde gülümseyip kızarıyor. Gerçi davul dengi dengine demişler ama olsun. Gerçi kız türbanlı ama bunun da önemi yok. Asıl yaş engeli var. Daha onbeşine gelmedi ki kız... Canım ne olacak, ben de daha otuzdokuzuma gelmedim... Kendi kendimle dalga geçiyorum. Aferin bana... Gezelim.... Seneye de bekar gezelim... Teyzemin evine de gidemez oldum. Onun da köyden yeni gelmiş, sarışın, yeşil gözleri fıldır fıldır dönen bir hizmetçi kızı var. Tabi ya, bu kadar insan boşuna olmuyor.” Kendi kendine gülümsedi. Neyse ki çevrede güldüğünü görecek kimse yoktu. Güneş çoktan bulutların arkasına saklanmıştı. Sahil şeridi uzayıp gidiyordu. Burunda köşeyi dönüp biraz daha ilerledikten sonra, “Bu yol bitmez... Bu kadar yürüdüğüm yeter.” Deyip geri döndü. Önden aldığı rüzgar şimdi sırtından esiyordu. Kıyıdaki kız uzun bacaklarını kollarıyla sarmış, çenesini dizlerine dayamış, gözlerini uzaklara dikmiş, hala bir başına, kıpırdamadan oturuyordu. “Otur bakalım. Üzgünüm ama sana yardım edemeyeceğim. Tırnaklarını çıkarırsan işte böyle olur. Sevgili ararken geleceği düşünmekten, sevgilin olacak kişide statü aramaktan hiç biri olmuyor. Bu taş daha çok bana... Evlilik için de geçerli bu laf. Ama içindeki çocuk ne diyor, hiç ona sordun mu? Hayır. Onun susup bir köşede oturması lazım. O bir konuşursa çevrendeki koruyucu kabuk delinir sonra, duyguların da o delikten dışarı fırlar, aşık maşık olursun... Amaan boş ver. Konuşayım diyorum ama şimdi durup dururken ne diye ters bir laf işitip canımı sıkayım? Ne güzel keyifli keyifli gidiyorum. Düşünmek bile rahatsız ediyor. Hava güzel olsaydı burası şimdi insanla kaynıyor olurdu. Hele sevgililer... Buraya gelmeyip de nereye gidecekler? Cennet burası. Keşke yaz olsaydı. Gene yere uzanıp yıldızlara bakabilseydim.... ve yanımda da...” Bakışları başka yerlerde, kızın yanından yeniden geçerken yaşlı bir çifttin üstteki şeritten yaklaşmakta olduğunu gördü. Büyük bir olasılıkla karı koca olan yaşlılar el ele tutuşmuşlardı. Belki ikisi de seksenini aşmıştı ama işte el ele yürüyorlardı. Hava kötü de olsa açık havanın ve yılları devirmiş sevgilerinin tadını çıkarıyorlardı. Adam onlara imrenerek, biraz da kıskançlıkla baktı. Adımları ağırlaştı. Sonra denize döndü. Arkası dönük olarak oturan kıza bir kez daha baktı. İçinde bir heyecan dalgası yükseldi. Bütün düşündüklerini unuttu. Bir adım attı, durdu. Bir adım daha atamadı. ... Yaşı gençlikten orta yaşa doğru ilerleyen adam bir yıl sonra gene aynı yere, aynı durumda gitti. Bir banka oturup çevreyi izlemeye koyuldu. Hafifçe gülümsüyordu. Ancak yine de yüzüne bakınca pek mutlu olduğu söylenemezdi. Neredeyse her şey bir yıl önceki gibiydi. Yalnız hızlı yürüyen orta yaşlı adamın yanında bu kez başka bir adam vardı ve hem yürüyüp hem iş konuşuyorlardı. Walkman dinleyen bisikletli kız, bu yıl sarışın değil, esmerdi. Asıl değişik olan şey havaydı. Hava çok güzeldi. Kışın sonuna doğru böyle güzel havayı gören insanlar ve tabi sevgililer kıyıya akın etmişlerdi. Banklarda, yollarda, bent üzerinde her yerde cıvıldaşıyorlardı. Güneş kırmızı ışıklarını saçarak ve çevresini kızartarak ufukta kayboldu. Kırçıl bulutlar sihirli bir değnek değmiş gibi ortadan yok oldular. Çevre tenhalaştı. Sesi duyulmayacak kadar çok yükseklerden uçan bir uçak, güneşin ışınlarını yansıtarak ve arkasında beyaz bir iz bırakarak geçti, gitti. Çoban yıldızı tam tepede göründü. 15.Şubat.2002 (*)1996 yılında yapılan İngiliz Hasta adlı film 5 Oscar kazanmıştı Vücutta sözü edilen, filmde ‘gönül çukuru’ olarak geçen yer, boğazın ve göğüs kemiğinin buluştuğu yerde oluşan çukurdur.
  9. asim

    Adı Olmayan Şiir

    Adı Olmayan Şiir -------------------------------------------------------------------------------- Son kadehlerim oldun bazen / Bazen yeni bir sigarayı yakış sebebim / -------------------------------------------------------------------------------- Ölüm kadar zordu gözlerin Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar. Son kadehlerim oldun bazen Bazen yeni bir sigarayı yakış sebebim Şimdi ellerinden uzak olduğum kadar uzağım kendimden, Hiç bitmemiş siyah beyaz bir puzzle gibi hayat Parçaları birleştirmeye korkuyorum Bitince sen çıkarsın diye titriyor ellerim. Ölüm kadar zordu ellerin Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar. Ayrılık şarkıları oldun bazen Bazen buralardan kaçış sebebim Şimdi beyazlar dans ediyor saçlarımda Seyretmediğim siyah beyaz bir film gibi hayat Seyretmeye korkuyorum Bitince sen çıkarsın diye dinmiyor gözlerim Ölüm kadar zordu gidişin Ne benim oldun ne aklımdan çıktın.
  10. İtinayla Yazıldı Şiirler Aşka Dair Yenik Düştü Sıcağı Yüreği -------------------------------------------------------------------------------- şahidimdir güneş/şahidimdir ay / ellerine kendimi bırakmıştım/hüzünlü bir Haziran ortası bastın üstüne yüreğimin / -------------------------------------------------------------------------------- ihtimalin ötesinde seyrediyordu sessiz bir geminin sessiz rotası tam yol ileri/ikircikli yolcunun huzursuzluğuna yattı şirretin nane molla kurallarına sığdırılan saatler bir suç ortağının sırrına demir attı yalnızlık açık kırmızı bir karanfil kokusu doldururken odayı/sensizlik keskin uçurumlarda “la vie en rose” demişti Edith Piaf/gül sokaklarda çamura bulandı aç kulağını ve duy/herkesin kirlisi ortada yılgın güçlerin yıkılmış kahramanı sol yanımda astığım her takvim/bir yaprak düşürdü/ eskidi resimler zıvanadan çıkan bir kedinin tıslamasına saklandı öfke ıskalamaz artık saldırı/lokomotif yarına ayarlandı daralan bir düş dünyasında/ırlar çağladı aynı sevdayla şimal yıldızıydı yol göstericim kayıp anlarımda içime bulut saklandı/puslu bir dünya sırtıma vurulan iki hecede yiten bir aşka öyle çok şiir yazıldı resimlerde ayrılık öyle çok anlatıldı /laleler artık siyah/ ertelediğim hayatıma sözüm kalmadı rapsodileri suskunluğun ruhuma kazındı/kırmızı bir rapsodi kulaklarımda aldığım her soluğa şarap kadehlerinden döküldü sarhoşluğum küçük bir hesaplaşmam kaldı kendimle al kanların aktığı damarlarıma işleyen virüs oldu aşk(ın) diken üstünde yazılan şiirlerde yitirdim aklımı anladınız…deli bir şair muamması incileri dökülmüş kaftanın taşıyıcısının kesilen başına sarılıp rüya diyarlarda düş biledim düşmanlarıma şahidimdir güneş/şahidimdir ay ellerine kendimi bırakmıştım/hüzünlü bir Haziran ortası bastın üstüne yüreğimin vuslat yok artık/eski bir şarkıdan eskimiş bir söz/söyleyemediğim tek başıma…esen bir fırtına…ortalık darmadağınık yıldızlara ulaşan sesi sessizliğimin engin bir denizde yüzen bir balık/sahiller uzaklarda nefretin içinden taşan öfkesinde sarpa sardı sözlerin büyüsü istedin/sen istedin…sen kimse bitsin istemezken/dursun istemezken masalların saflığını ütopyamı kaybettim…şartsız bir kabullenişe yenildi sevda tek kelime etmedim… “biten bitmiştir” üşüyorum…sıcağın terk etti yüreğimi ......... Atilla Güler
  11. asim

    Yokluğunla Başbaşa

    Yokluğunla Başbaşa -------------------------------------------------------------------------------- Sen varsın orda hala / Tam yorganın altında / Dudakların, avuçların, / -------------------------------------------------------------------------------- Odamdayım yine Duvarlarda kalmış hep suretin Ne yana dönsem senden hatıra Saçların kalmış yastığımda Hani o kaçamak geceden Masada bardağın duruyor Hani çay içtiğimiz Hani şekerini fazla attığım Hani beceriksiz diye sataştığın Yıkamadım Yıkamam Yatağımı bile toplamadım, Toplamam Sen varsın orda hala Tam yorganın altında Dudakların, avuçların, Gökyüzü rengi gözlerin Ve tam sevişelecek kadar ateşli Çırılçıplak tenin Uyuyorsun gittiğinden beri Hiç dokunmadım Uyandırmadım Hiç sevişmedim Elbiselerini alıpta gitmişsin Hayalin çıplak kaldı O yüzdende hiç giyinmedin Ama arada dudaklarımı değdirdim dudağına Tenin yaz güneşi kadar sıcak hala Dumanı üstünde bir köy ekmeği gibi taze Kokunda kalmış yastığımda Öptükçe hayalini sindi saçlarıma Tıpkı eskisi gibi Tıpkı her sevişmenin ardından olduğu gibi Kapı çaldı telefonlar geldi bakmadım hiçbirine Tıpkı her ateşli anımızda olduğu gibi Ama ben seni hiç uyandırmadım Hiç sevişmedim de Hiç uyumadım da Yatağımda hayalin vardı Duvarlarımda suretin Geceler boyu duvarları izledim Hep kokunu çektim içime Hayalini duyumsayıp hissettim Ama hiç sevişmedim Sende hiç giyinmedin Hep çırılçıplaktın Ve ben hiç yorganı kaldırıpta Yokluğunla yüzleşemedim[/b] :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: asiyakamoz :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: YalNızLığıM; SanMa Ki SesSizLiğiMdiR SenSizLiğiMdir... SeNsiZliğiMdiR.
  12. asim

    Bilmiyordum

    Bilmiyordum -------------------------------------------------------------------------------- Beni beklemediğini biliyordum / Boştu hep limanlar / Ve garların yolcu bekleme salonları / Ben yokluğunla karşılaştım her dönüşümde / Senin kadar sıcak değildi hiç / Ve hiç sarılmadı hasretle bana / -------------------------------------------------------------------------------- Beni beklemediğini biliyordum Boştu hep limanlar Ve garların yolcu bekleme salonları Ben yokluğunla karşılaştım her dönüşümde Senin kadar sıcak değildi hiç Ve hiç sarılmadı hasretle bana Beklemediğini biliyordum Son biletimi dönüşsüz alışım bilincimdendi Oysa her zamanki gibi Geç oldu karşılama törenin Bilemedim Dönemedim Geç oldu vuslat Bilseydim ölmezdim Bilseydim beklediğini Yormazdım buralara seni Bilseydim Toprakta karşılamazdım Kırmızı güllerini -------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- YalNızLığıM; SanMa Ki SesSizLiğiMdiR SenSizLiğiMdir... SeNsiZliğiMdiR. -------------------------------------------------------------------------------- --------------------------------------------------------------------------------
  13. asim

    Sen Benim Gizli Öznemsin

    Sen Benim Gizli Öznemsin N.Nedja İvanic -------------------------------------------------------------------------------- Hiçbir cümle senle başlamamıştı! / Oysa yükleminde de sen vardın; / Zamirler seni taklit etse de.. -------------------------------------------------------------------------------- -I- Senle başlayan cümlelerin kurduğu bir uygarlığın çöküşüydü aslında bu aşk hikayesi. Kelimeleri sana iliştirince, adına aşk diyorduk. Sonbaharda dökülen kelimelerden şiir yaptık biz; Okunası belki……. Yaşanmamış mevsimler yan yana gelince cümle diyorduk. Ve cümle alem biliyordu aslında, Koskoca bir hayatı sonbaharda idam ettiğimizi… Ve ben, sensiz cümlelerin lirik sokağında vurmuştum kendimi; Mevsimlerden sonbahara beş kala…………… -II- Cümle…. İçinde bir şeyler gizli. Arasam bulamam –ki az gizlemiştim; Uğraşırsan göresin diye, Açık seçik gizli…. Cümle…. Yüklemi bile vardı aslında, Ve yüklemiştim seni tüm yüklemlerime. Belki sevgi yükü ağır gelmişti…. Hangi kelime bu yükü kaldıracak kadar sağlamdı ki? Dolaylı anlatımlar vardı içinde- Ki hiçbir tümleç dolaysız olmazdı. Öznel bir anlatımı vardı belki, ‘Tanıştığımıza memnun oldum’ cümlesinin. Oysa belirtisiz sıfatı oynarken ben bu kurulası cümlelerde; Hangi küskün zamirle açıklayabilirdim ki seni? Hiçbir cümle senle başlamamıştı! Oysa yükleminde de sen vardın; Zamirler seni taklit etse de.. Görünmeyen bir öznesi vardı tüm cümlelerin, Ve benim di(n) : Sen benim gizli öznemdin…. Hiçbir belirtisiz sıfat cümle kurmaya cüret edemese de! ..... -III- - Merhaba! ... - ……….! - Şey! ... Gözlerin, ellerin…… - ……….! - Susuyorsun! Neden? Konuşsana! ....... Oda boş! Ve şizofren cümlelerin beyne tecavüzünün bilmem kaçıncı sahnesi…. Sanırım biz geçen sonbahar ayrılmıştık Yok yok! Belki beş sonbahar önceydi; sonbahara beş kala…. Siren sesleri, Ve bir gömlek kolları arkadan bağlanan……. Ve tamamlanmamış bir cümle! Öznesi bende gizli………….. -------------------------------------------------------------------------------- -------------------------------------------------------------------------------- :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: Ne önemi var ki kimliğimin...herkes kadar önemli ve herkes kadar önemsizim.. bazen kendimi bir dev gibi algılarım masal dünyasından kopup gelmiş ve her bir insan bir karınca kadardır gözümde o an..bazense dünya bir okyanus ben küçük bir kibrit çöpüyümdür okyanusda savrulan.. yaşanmışlıklarımdır yaşımı belirleyen..ne kadar yaşadığım değil, hani o senelere endeksli sayaç vardır ya insanları paniğe uğratan, o değil...ben herkesim.... :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::asiyakamoz:::::::::::::::::::::::
  14. Harika olmuş indirin dinleyin seyredin gözleriniz dolacak Deniz Gezmiş'in Kendi Ağzından Savunması VİDEO KLİP -------------------------------------------------------------------------------- Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mahkemedeki ifadeleri eşliğinde bir şarkı....ve bunula birlikte bir televizyon kanalının onun anısına yaptığı video klip..... Görüntü Kalitesi Çok İyi ....... SAVUNMASINDAN BAZI CÜMLELER : Bu memlekete mustafa Kemal den başka gerçekten sahip çıkan varsa onlarda BİZLERİZ......Mustafa kemal sağ olsaydı bu gün çom şaşırırdı.. Türkiyenin bağımsızlığından başka hiç bir şey istemedim,,,
  15. Sevişmeler Korkak Değil... /... Düşler Yaralı (sevişince sarılacak yaralar) -------------------------------------------------------------------------------- / biliyorum, beni sevmek istiyorsunuz / ama önce bir itirafım olacak; / / düşlerime tecavüz ettiler, / bakire değil gülümseyişlerim / / -------------------------------------------------------------------------------- selamıma düşerse aşk, ellerinden öperim mümkünse kavgasız zamanların, incelikli sabahlarında görüşelim zaten susmayacaktım sadece avutacaktım vedaları bir kadeh şarap içer misiniz..? Ardından, uyuturuz bütün sefil aldanışları tutkunun doruklarında bekliyorum müsaitseniz, beraber kandıralım isimsiz dokunuşları beni beklerken buldular kaçıp giden sevdaları iyi niyetime gelmiş, artık tutuklamıyorum duasız sürüklenen kayıpları utancımı bağışlayın, korkularımdan temizleyemedim fütursuz soyunmaları sakıncası yoksa yardımınızı isteyeceğim, o narin ellerinizle üzerimden çıkartır mısınız, işe yaramayan yılışık avuntuları..? gözlerimden öpmeyin, ayrılık getirir batıl bir inanç doğru ama, siz dudaklarınızı dudaklarımda gezdirin hayır, üşümüyorum dirileşen, biriken özlemlerimin teni ışıkları yakmayın ne olur, nefesiniz gözlerimin rehberi ..artık her şeyi öğrendiniz isterseniz şimdi beni, sev(mey) ebilirsiniz.... Netten.......
  16. asim

    İki Yalnız

    İKİ YALNIZ Bir yalnız orada… Birikmişti. Dolu dolu bakıyordu. Kadını fark etti. Ondan önemlisi yanındaki devasa boşluğu. Ve güzelim gözlerindeki derinli kahverengisinin. Onun yanına oturmak istedi. Düşündü çekindi. Döndü, gidiyor. Aklı oradaki boşlukta, aklı kadında. Karşıdan bando geliyor. Kapatıyor yolu. Döndü geri. Utana sıkıla geçti kadının yanına. Oturdu. İki yalnız. Çok büyükler çok. Yürek tarafından . Ama orası boş. Tozları uçuşur. Kocaman bir rüzgârı vardır. Sonrası sınırsız. Gök ve toprak arasında melekler. Bolca kırığı var kalplerinin. Çöller kadar. İki yalnız, su gibi. Bir bakışta kendini ele verir onlar. Gizlenemezler ki. Maskeli baloda bile parmakla gösterilirler. Kadın derya gibi. Kadın, uzun bir yolculuktan dönmüştü. Geçilmez yollarla doludur yaşam. Bir noktada bitersiniz. Hiç gücünüz kalmaz. Terk edersiniz yolu. Belki de tam ters istikamette yol almaya başlarsınız. Kimse bilemez başladığı yolun sonunu. Kadın döndü belki de yuvarlandı bir yerden. Çetin bir noktadaydı ya da şansı yoktu. Terk etti hayallerini. Kim bilir? Kadın oradaydı bütün genişliği ve güzelliğiyle. Adeta bir gemi gibi. Adeta transatlantik gibi. Evet. Bakılmaya doyulmayacak kadar, hatta kör edecek kadar güzeldi. Kör etmez ama, o kadar hoş yani. Adam dönmüştü bir yerlerden incele incele döne döne. Çok zor bir yerlerden. Dağlara kavgalıydı belki. Ağzı karanfil tadındaydı sıkı sıkıya. Cebinde ölü yıldızlar vardı. Kim bilebilir cebinde esrar taşımadığını. Kim bilir bir veda mektubu taşımadığını. Kim? Koyu bir acının çiçekli tepesinden yuvarlanmıştı belki de. Onları toplamaktan bitkin. Onları vazolara koymaktan, sulamaktan solgun. Erik ekşisi. Ve elma tatlısı (hayat bu ikisinden başka nedir ki?) Bu acıya tutuna tutuna yaşamda kalmasını bilmişti belki de. Şimdi azgın sularında soğuk boşluğun.. Kadın ama ırmakları dolu dolu. Deniz özlemiyle parlayıp sönüyor gözleri. Kırılgan ve denizler kadar utangaç. Bekliyor. Neyi, kim bilebilir? Belki de şişman bir kocası vardı, koyun kokan, nefret kokan, kötülük kokan bir adam. Bıkmıştı kadın ondan ve her şeyden. Bıkmıştı. Çünkü köpeğiydi hayatının. Şimdi burada olmak bir hayaldi. Yürüyüş yolunda oynayan çocuklar vardı. Neşeli insanlar vardı. Belki de ölü çocuklar. Doğduklarında ölmüşlerdi. Ya da: Cami avlusuna bırakılmayıp bir anne ya da bir sevgili tarafından boğularak öldürüldüler. Bir trafik kazası belki de. Çocuklar vardı. Kimse onlara zarar vermezdi. Hiçbir şey onları engelleyemezdi. Hiçbir şey onlara çarpamazdı. Vardılar ama görünmez ezilmez öldürülmezler. Sıcak, gülen, mutlu hayaletlerdi. Kadın gençti güzeldi inceydi. Delice dans edebilir ruhu. Susması ölüm gibi olur. Kim tahmin edebilir, kim bilir? Belki de zihnine beton döküyor. Yoruldu savaşmaktan. Kalbi çok arkada. Öyle ki, arkada bir çıkış yolu buldu ve onu terk etti. Aylardan Nisan salkım salkım. Bir kalpsiz de yaşayabilir Nisan. Kadın şeker tadında bakıyor, iyi film kadar sarışın düşünceleri belki de. Hava deli gibi güneşliydi. Yıllardır böylesi görülmemişti. Bal bırakıyor insan ilişkileri. Kış kötü geçmemiş miydi? İnsanlar karla mahvolmamış mıydı? Adam da dönmüştü bir yerlerden. Kaya gibiydi. Karaydı gözleri. Karamsardı zehir zehir. Oturacak bir yer aramıştı yorgundu ayakları. Yıllarca koşmuştu bir arzunun asfaltında. Eşsiz bir arzuydu. Ama… belli bir zaman sonra her arzu biter. Kim bilebilir, bando, bando değildi. Belki de o koyun sürüsüydü ya da kadın sürüsüydü. Kadın belki dönüşsüz bir yoldaydı. Başlangıçta sonsuz görünmüştü. Ama… Belki buzun üstünde yaşıyordu. Ve buzda kocaman bir çatlak oldu olacaktı. Bir karar vermeliydi. Allah’tan bir işaret bekliyordu. Kadın belki çantasında bir tabanca taşıyordu. Bir saat sonra birini öldürecekti. Hayatını karartan birini. Bir kadını ya da bir adamı. Güç topluyor… Kadın belki arkadaki apartmanda oturuyordu. Yeni evlenmişti zengin adamla. Sadece parası için. Onu öldürmeyi düşünüyordu. Bu adam ise fena görünmüyor. Kırmızı bir banktı. Önceden keresteydi. Ondan önce ağaçtı. Genç bir adamın baltasıyla ölmüştü. Adamın karısı hamileydi. Kör bir babası vardı belki de. Gururlu bir baba. Hep Allah der belki de. Önüne yemek koymazsan açım demez. Yük olarak görür kendini. İsyan etmez. Kadın belki de çocukluğundan dönmüştü. İçli, gülmez, yeşildi gözleri. Yine de hoşnut olabilir bir sıcaklık dalgasıyla, milyon tane kapısını açık bırakmış dünyaya ve dünyaya bedel gülümseyebilir, ama zamanı gelirse. Hatta korkusuzca. Çıkılacak en yüksek yer neresiyle dişiyle tırnağıyla ırmağıyla çıkmaya hazır. Bilenmiş ruhu. Kaplan sanki. Kırmızı bir banktı. Değildi belki de. Özünde sarıydı belki de. Yalnızdı ormanda. Bu yüzden kesilmişti. Ölmemişti. Can çekişiyordu yıllardır. Bir filizi çıkmıştı. Kadın belki de vefasız bir adamdan dönmüştü bir yerleri eksile eksile. Kolay olmamıştı. Hiç kolay olmaz hayat. Yıllar mevsimler geceler gündüzler… Adam dağ gibiydi. Ne iriydi ne inceydi. Gözlerinde yorgun bir çocuk. El sallayıp sallayıp kayboluyor. Adamın yüreği parmak şıklatıyor. Kayıp bir şeyleri çağırıyor. Kadın denize bakıyordu. Deniz temizdi. Masmaviydi. Belki de plâstik şişelerle doluydu. Kirliydi.Çok kirliydi. Temizdi kadının gözleri. Ölüm gibi gözleri. Bakıyordu kayıklara. Beş kayık vardı. Beş kayıkta beş çift vardı. Beş mutlu çift. Belki de beş nişanlı çift. Deniz masmaviydi. Dudaklarını boyuyordu. Diriydi… Kadın paldır küldür dönmüştü bir yerden. Kırmızı bir sorunun amansız bakışından. Belki de pembe bir sevdanın yılan kollarından. Dönmüştü. Sönmüştü. Sağ kaldığına dua ediyordu. Bir daha yapmayacaktı. Asla ama asla. Kendi kendine yeterdi. Hiçbir adamı sevmeyecekti. Asıl sevmek insanın kendisinde başlardı. Öteki olmasa da olurdu. Adam dönmüştü bir yerden. Korkuyordu. Ölüyordu düşüncelerinde. Sonra gerçekten ölecekti. Ama aniden. Bir kalabalıkta ya da kör bir karanlıkta. Her an olabilir ölüm. Belki de bir kurşun vardı ardında. Takip bir yerde kanlı noktalanacak. Belki bir genç kızı hamile bırakmıştı. Kandırmıştı onu. Kullanmıştı. Mahvetmişti. Paramparça etmişti. Adam dönmüştü bir yerden zınk diye. Bazı şeylerde ısrar, adamı öldürür. Sınırları bilmek gerek. Ölçülü yaşamak gerek. Rüyalarımızda bile. Belki de sınırsız bir sevgi arıyordu. Ne olursa olsun aşk. Sonu nasıl biterse bitsin. Aşk için yaratıldığına inanırdı. Belki de bir şiiri bir öyküyü bir çiçeği yarım bırakmıştı. Devamını getirmeye korkuyordu. Yanlış bir hareketle korkunç bir yaratık oluşturabilirdi. Sonra bu dev yaratık onu rahat bırakmazdı. Benim babam kim, ben neyim der durur, soruları bitmez, yaşamda korku sala sala belki de insanları mahvede mahvede yaşardı. Adam belki de kadınlardan ürküyordu. 40 yaşındaydı. Memurdu. Hayatı boyunca içine çekile çekile yaşamıştı. Vücudu bile içine çekiliyordu. Çekile çekile yok olmuştu. Sanki bir gölgeydi. Hiçbir kadın onu tanımazdı. Bu adam çok mutsuzdu. Artık bir adım atmak istiyordu. Dışa doğru yaşamak istiyordu. Belki de bu kadın onun son şansıydı. Kaderiydi. Kadın belki de 35 yaşındaydı. Bankacıydı. Belki de ayakları protezdi de salak adam fark etmiyordu. Saçı da peruktu meselâ. Ruhu da peruk meselâ. Kalbi de peruklu. Her şeyi… Salak adam anlamıyor. Kadın incele ezile bakıyor. Adam da süzüle büzüle bakıyor. Ama birbirlerine belli etmiyorlar. Birbirlerinin gizemli sıcaklıklarını ürpere ürpere duyuyorlar. Adam belki. Hayatı boyunca başladığı bütün işleri yarım bırakmıştı. Bundan belkiydi. Sevdaları işleri sözleri. Hiçbir şeyin arkasında durmaz belki. Acayip bir şey. Güçlü görünür ama değil. Adam görünür ama değil. Vay düzenbaz! Kadın belki de dilsizdi. Babası kesmişti dilini. Yanlış biriyle konuştuğu için… Adam belki de sağırdı doğuştan… Kadın belki kekeme. Bu yüzden korkuyor bir merhaba demeye. Adam yarısını kaybetmişti belki de. Ayran gönüllü sarışın bir kadında. Asi gözlü ve erotik sesli bir kadın… Adam belki de oğlunu kaybetmişti. Ona hasretti. Belki de can arkadaşının ölümüne sebep olmuştu… Güneş biraz geri çekildi. Serin bir rüzgâr fırıl fırıl esmeye başladı. Çok genç bir rüzgârdı. Göğüsleri yeni yeni büyümeye başlamıştı. Yaşıtları arasında çok kıskanılırdı. Bütün ruhunu açıyor, iplik iplik oluyor. Saçılıyor deli deli. Kadın gibi ve adam gibi. Bando gümbürdüyordu. Şırıl şırıl bakıyor kadın, adama göz ucuyla. Mırıl mırıl bakıyor adam, kadına göz ucuyla. Bando: Castara castara cas. Casrata castara cas. En önde güzel bir kız. Asayı sallıyor. Kızlar kırmızı, erkekler beyaz bandonun. Arkada davulu şişman bir çocuk çalıyor. Davulları hep şişman çocuklar çalar. Islık çalıyor takiptekiler. Bayrama hazırlanıyor liseli gençler. Kayıp bir çocuk bitivermişti önlerine. Beş taş oynuyordu. Görmüyorlardı. Adam kadına baktı. Sigara yaktı. Karşıya baktı. Sonra kadın adama baktı. Saçını geriye attı. En kesin olan şuydu: Adam bulutlar kadar yalnızdı. Kadın daha çok yalnızdı. Topraklar kadar. En kesin olan şuydu: BİR DOĞRU EDİYORLARDI NE VAR Kİ GÖRMÜYORLARDI. AMA İKİSİ DE O BANKTA YAN YANA SONSUZA DEK OTURMAK İSTİYORDU. Çocuk bir papatyayı eline almıştı, söylüyordu: Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor… İsa Kantarcı
  17. BENCEDE ÇOK HARİKA BİR ŞİİR.....
  18. asim

    İLYAS SALMAN

    ÇOK GÜZEL......
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.