Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Baumann

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    48
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Baumann tarafından postalanan herşey

  1. Belki de sahiden bırakacaksın beni. belki de ben bırakılması elzem en zararlı alışkanlığım. Belki bir hata idi benle olmak ve hayaller kurmak. hayallerin hepsi de işkembe-i kübradan sallanmış şeyler ki sırf belki de sırf senin ellerini tutmak ve ensene arkadan bir öpücük kondurmak için belki de. belki de dünya zaten dönmüyor, ve Pakistan'da binlerce kişi ölmedi depremde ve donmuyor kalanları. Şırnak'ta sevgi yok belki de, elleri ve yüreği olan bir sevgi. belki de küre zaten yok ve zaten ısınmamakta yüreği, erimemekte buzulları, yükselmemekte denizleri. Telef edilmiş kuşlar, ve hatta kuş gribi yok belki de. Belki gökyüzü bile yok. Belki sen yoksun, belki de ben. Belki ve belli ki biz yokuz sade bu dünyada, sevgi var bizden öte öteden beri. Abdullah ANAR
  2. Hangi şiire başlasam suskunum sana Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun Güneşte kavrulan bir kum tanesi Çatlayan dudaklarım oluyor her gece Yağmura suskun yaşamaya suskun Haykırabilsem Belki bir nehir köpürebilir sesimde Silinebilir kuraklığın bütün izleri Upuzun çöller vadileşebilir içimde Hangi güzelliği özlesem suskunum sana Yürek boşluğunda bir of kadar suskun Özlüyorum seni masmavi Koşuyorum sana bembeyaz Ve kahroluyorum bir anda kapkara Ah oluyorum Of oluyorum Ve susuyorum Oysa haykırabilsem Işık yumağı bir pınar olur soluğum Hangi türküye uzansam suskunum sana Ağıt ağıt, özlem özlem suskun Tut ki vurulmuşum Aşktan ve kandan bir damla olmuşum Bir saçlarının rüzgarına Bir de ağzının kıyılarına konmuşum Hangi dalga silebilir beni senden Hangi kasırga koparabilir Ben saç tellerinde bir ezgi olmuşum Coşkuların her şahlanışında Sana deprem deprem susmuşum Ve sana susmaktan inan ki yorulmuşum Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası Sözlerinde baskı yasası yeter Hangi kavgayı özlesem suskunum sana Zafer sabahlarında gece kadar Bayram sabahlarında yas kadar suskun Böyle güzelliklere de Böyle suskunluklara da lanet olsun Al bu suskunluğumu al artık Al ki Bütün gürültüler kahrolsun Adnan YÜCEL...
  3. Baumann

    Günün Türküsü

    Yatar gül harmanı gibi Canımın dermanı gibi Her yanında çiçek açmış Binboğa ormanı gibi Nesine yar nesine Ölürüm ben sesine Bir daha vursa idi Nefesim nefesine Canım sese mi geldin Kadem basa mı geldin Sağ olsam gelmez idin Öldüm yasa mı geldin Nesine yar nesine Ölürüm ben sesine Bir daha vursa idi Nefesim nefesine Saçın yüzüne perde Yüreğim düştü derde Ayak üstü duramam Seni gördüğüm yerde Nesine yar nesine Ölürüm ben sesine Bir daha vursa idi Nefesim nefesine Zülfü LİVANELİ...
  4. Baumann

    Günün Türküsü

    Sus söyleme Bir şey söyleme artık Sus söyleme Her şey gereksiz artık Bana düşen dönüp de gitmek Sonunda elimde kalan Bir avuç hüzün ve keder Yeter yeter söyleme artık Kelimeler kanatır yarayı Gözlerin anlatıyor Mutlu aşk yoktur Oysa ben sana neler adamıştım İçli şarkılar, kırık ezgiler Yüreğimdem süzülüp gelen Bırakıp gittin beni Bir gün yollarda Yeter yeter söyleme artık Kelimeler kanatır yarayı Gözlerin anlatıyor Mutlu aşk yoktur Sus söyleme her şey ortada artık Zülfü LİVANELİ...
  5. Ne zaman yağmur yağsa Bir buluşma yeri olurdun İstanbul'da rüzgâr soluklara Mavisi yasaklanmış deniz Kızıl tufanı yaratmadan daha Ne zaman yağmur yağsa Tarihin şiir tanığı olurdun Yağmurdan sonra Toprak kokusu bakışlılara Tam otuz yıl nasıl kıydım sana Bin zehirli duman arasında Islığınla besteledim hep En pembe çocuk düşlerini Pan'ın flütünden mi kalma Babam'ın dilsiz kavalından mı Hep rüzgârla bir tuttum seni Hani yolu yakın Aşkı sonsuz kılan rüzgârla bir Ey can içre cankörüğüm Hangi kentin temiz havası Yetmez oldu ki soluğuna Çıkardın kendini ölüm doruğuna Ölmek kolay değil cankörüğüm Kalbimde sevinç gözesi pınarlar Kalbimde yaşamak aşkı çınarlar Ve bir nice coşkular coşkular Sende onlar gibi yaşayacaksın Akıp ırmaklara karışacaksın Sırılsıklam bütün sevişmeleri Yine soluğunla kurutacaksın Adnan YÜCEL...
  6. "Berlin'de düzen hüküm sürüyor!" Sizi budala zaptiyeler Kum üzerine kurulu “düzeniniz” Devrim daha yarın olmadan, Zincir şakırtısı içinde yeniden doğacaktır! Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: “Vardım, Varım, Varolacağım” Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik.. Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir. Proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir. Bunlar elde edildiği zaman biz ister yaşayalım ister yaşamayalım Programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır; herşeye rağmen. Lenin tarafından O bir kartaldı diye anılan Rosa Luxemburg ve beraber Spartakist Birliği oluşturdukları Karl Liebnecht, 15 Ocak 1919'da Berlin Ayaklanması'nı bastırmak için azgınca saldıran askerlerce katledildiler. "VARDIK, VARIZ, VAROLACAĞIZ"
  7. Baumann

    Günün Türküsü

    Nice yıllar, nice aylar, nice günler arasında Bu acılar, bu yaralar, bu hüzünler arasında Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa Bu umutlar, bu mahpuslar, bu sürgünler arasında Senin sevdan güç verir bana Sevdan Yürürken yan yana Işığı getirir bana Yürürken yan yana Nice dostlar, nice canlar, nice kanlar arasında Bu dikenler, bu çalılar, bu zeytinler arasında Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa Bu çakallar, bu şahinler, güvercinler arasında Senin sevdan güç verir bana Sevdan Yürürken yan yana Işığı getirir bana Yürürken yan yana Mikis THEODORAKIS...
  8. gece bir tabut gibi çöker omuzlarıma bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta hasreti bir ben bilirim bir de gecenin gözlerindeki baykuş baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş onu hüznümle güzelleştiririm.hüznümle süsler bir damın üstüne oturturum damımın üstüne oturturum -sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi yıldızlar sayılmaz :hasret uzakta abimin acıyla yontulu yüzü yaşlı bir güvercin gibi düşer avuşlarıma dağılır ses olur acısı ezberlediğim bir öğüdü yineler bana -çocuğum üşütme yüreğini şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa mesela annemde yoksa yanımda mesela, şimşekte çakıyorsa ben çok korkarım , ağlarım -ana bana kurşun dök.oku üfle ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana yalnızım.bunu hep söylüyorum yalnızım.bunu hep söylüyorum geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde biliyorum.biliyorum bunu da biliyorum gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da kendime kendimden başka kendim yok ne utancımı kuşanan bir sevgi ne çirkinliğimi öpen bir kız yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız -ana bana bir hal oldu.hep böyle titriyorum ana çok üşüyorum.ıhlamur ısıt bana yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta ben sevgiye hasretim.sevgi uzakta ey insanlar ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı iğrenerek.hepinizi kucaklıyorum ilkin ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum bilmiyorsunuz.ben kendimi öpüyorum cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler döllenir acı.sevişme daha da erselikleşir -hü’yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün size bir gün mutlaka hü’yü anlatmalıyım geceyse tükenmişse güneşin güçlülüğü gök gözlerinin buğusunu yansıtır senin acın acıların ölümüne gebedir korkma yavrum ne gece ne geceler senin suçsuz mızıkçılığını küçültemez bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz dayayıp sırtını gecenin duvarına bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz yıldızlar sayılmaz:hasret uzakta ben sevgiye hasretim.sevgi uzakta ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen sesimi çakallarla boğan gece hüznüme vur acımı soy beni de kuşat boris karlof kadar masum yüzümü karanlığınla frenkeştaynla çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti kalbim ki yıllardır iyiliğe abone nerde bir insan görse bırakır sevgi kuşlarını çünkü o bağışlar yargıçlarını kendi yasalarını kuramayan yargıçlarını ey gecede unutulmuşluğumun suçluları ey yanlışlığın yanlış yargılayıcıları suçum:nefreti öksüz bırakmak savunmam:sevgimi yüceltmek içindir sakalım yok biliyorum ama kötü değilim büyükleri sayarım küçükleri severim çocukları incitmeden severim.kadını öpmesini bilirim sizi de sizi de öpmesini bilirim -ana ben çok yalnızım.benim başka sevgim yok içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü kural tanımayan sevgim benim aykırım fizikötem doğa üstüm yanlışlığım aşkım.sevgili yanılgım benim başyargıcım nefretim nefretim nerdesin kalbim birgün elbette sana hükmedeceğim elbet geçer bu hüzün mevsimi bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün o gün size sevinci de anlatacağım bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım ve bir gün elbette yıldızları sayacağım -gelin kucaklayın beni.yıldızları sayamıyorum. Arkadaş Zekai ÖZGER...
  9. Baumann

    Günün Türküsü

    Nice yıllar, nice aylar, nice günler arasında Bu acılar, bu yaralar, bu hüzünler arasında Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa Bu umutlar, bu mahpuslar, bu sürgünler arasında Senin sevdan güç verir bana Sevdan Yürürken yan yana Işığı getirir bana Yürürken yan yana Nice dostlar, nice canlar, nice kanlar arasında Bu dikenler, bu çalılar, bu zeytinler arasında Mekik dokur hayatımız karanlıktan aydınlığa Bu çakallar, bu şahinler, güvercinler arasında Senin sevdan güç verir bana Sevdan Yürürken yan yana Işığı getirir bana Yürürken yan yana Mikis THEODORAKIS...
  10. Bil ki üzgün bırakıp ayrılırken caddeler kaldırım taşlarıyla örtülmüş uçurumlardır. Bilinçsizce mırıldanışta ansızın hatırlanan bir şarkı gibidir dönüşündeki haz Uzun uzun ağlamak için güdülen hasret bazen nelere değmez subaşından ürkütülmüş ceylanın sekerek kaçarken ırmağa saldığı kader sanki süzülüp kalbine gelir Yanıp sönen solgun ve kararsız ışıkları sehrin topraklarda ışıldasa da yıldızlar kadar gözlerimde yoğunlaşan anlamsız bakış takılıp gölgesine derinliklerin uzaklaşır. Oysa tayların körpecik kuyruğuna parlak yelesine bağlanan kurdela huylarını gizlice dizginlemek içindir Ve bilmediğim acılar yemişine kuşların konmadığı ağaçlar sarmaşıklar altında Seni birazdan ay batarken anacağım fakat unutma ki yaşamak sonsuz bir tadla onarıyor hırçın bir çocuğun ısırdığı elmayı Nihat BEHRAM...
  11. Güneş kaç zamandır yüzünü göstermemişti. Belki de bu yüzden kaç zamandır hırçın ve huzursuzdu deniz. Köpürüyor; salyalarını, kıyılarını bir dudak gibi çizen şehrin üzerine savuruyordu. Sahilde bankın üzerinde oturan siyah paltolu, kasketli adam, yırtık pantolonlu küçük çocuk yanına yaklaştığında bir kaplumbağa gibi içine gömüldüğü paltosundan kafasını uzattı, çocuğun elindeki boya sandığına baktı bir süre. Çocuk, “Boya ister misin amca?” dedi. Gülümsedi adam, belki de uzun zamandır ilk defa. “Hava soğuk, sahil bomboş, bir benim için mi burdasın?” Adamın uyarısıyla havanın buza kesen ayazını farketmişçesine titredi çocuk, “Güneşli havada herkes iş bulur amca. Mühim olan böyle havalarda iş çıkartmak. Yoksa okul harçlığı yok. Evde ekmek de yok…” Sakince gülümseyen adam paltosunun içine sıkıştırdığı kitabı çıkarttığında kapağındaki “Evrim Teorisi” yazısını fark etti çocuk. Kasketinin altından bakan deli gözlere takıldı. Adam sayfaları karıştırıyordu, “Dert etme” dedi. Sonra denizin üzerinde uzayıp giden ufka baktı. Tarihin derinliklerini araştırırmış gibi bir hali vardı. Gözleriyle uzakları işaret etti, “Bak açacak hava, güneş yüzümüzü ısıtacak, yeryüzünün bütün şifreleri de çözülecek.” Oralı olmadı çocuk. Kafasını paltosunun içine çeken adama seslendi yine, “Boya ister misin amca?” ….
  12. Gözlerin hep derinlerde Kayıp giden bir yıldız gibi Gözlerin bir hüzün sarkısı Bir masal kuşu konar düşlerine Açılır kapısı çocuk yalnızlığıdır Kendini dinlemekten yorgun düşmüş İnsanlar Kendi izini arayan umarsız bir dünya Bak nasıl da sancılı Bak nasıl da çözülüyor Bak nasıl da fırtınalı Yeniden ulaşmak için kendine<<< Metin Kemal KAHRAMAN...
  13. Baumann

    Günün Türküsü

    Geceleyin karanlıkta Suya attım ben sesimi Türkü oldu birdenbire Denizinden geçen gemi Geceleyin karanlıkta Gülümsedim buluta ben Saçlarına düşen yağmur Gökkuşağı oldu birden Geceleyin karanlıkta Yıldız tuttum gök içinde Işığını sana vurdu Bir gül açtı yüreğinde Ülkü TAMER
  14. Baumann

    Günün Türküsü

    Uyuyup uyandığımda , eline dolandığım Ateş olup yandığımda Ateş olup yandığım Yandığım yandığım off Türkülerin vurulduğu zamandır şimdi Zamandır şimdi Zamandır şimdi off Dost diye bildiğimde yalvar yakar olduğum Yollarına öldüğümde Yollarına öldüğüm Öldüğüm öldüğüm off Kuşların vurulduğu zamandır şimdi Zamandır şimdi Zamandır şimdi off Geçmişi geleceği kurdun kuşun böceğin Tuz ile ekmeğinde Tuz ile ekmeğin Ekmeğin ekmeğin off Harman olup yorulduğu zamandır şimdi Zamandır şimdi Zamandır şimdi off Zülfü LİVANELİ...
  15. Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana çam kolonyası getirdim sana kentli dağlıların haklı sevdasını bolu ormanlarından çarpan bir koku sanki köroğlunun ter kokusu aman kokusu, billah kokusu canlarım, canım benim üzme kendini bu kadar sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar Dur akıtma gönlüm yaşını gözünden öpecek bir yer bırak oy bana en yakın bana en uzak sevgili yar Hasretine vur beni Giyecek çamaşır getirdim sana adettir diye değil, sevdim diyedir bağışla, eski biraz bedenim uygundur diye bedenine elimle yıkadım, ütüledim elma ağacında kuruttum Günler sarmal bir yay gibi bunu unutma Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir bunu unutma Seni ben her yerinden öperim bunu unutma kadere inansaydım sana inanırdım Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben öyle kırık bakma bana Caddeler nasıl da genişliyor sana bunu söyleyecektim Bileyli bir makas vardı yanımda sana bunu söyleyecektim Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri sana bunu... Oyy nasıl söyleyebilirim deliren sevdamızın kısrak huyunu Elimi tut tuttururlar, o kadarına izin verirler kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız sen içerde Ben dışarda... Oyyy mahpusluk mahpusluk... Arkadaş Zekai ÖZGER... (seni kucaklayarak sayıyoruz/ Yıldızları
  16. "1) Siyasi parti faaliyetleri yasaklanmıştır. Parti bina ve tesisleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca emniyet ve kontrol altına alınacaktır. 2) Kamu düzeni ve genel asayiş gereği olarak DİSK, MİSK ve bunlara bağlı sendikaların faaliyetleri durdurulmuştur. Bu kuruluşların yöneticileri Türk Silahlı Kuvvetlerinin güvencesi altına alınmıştır. 3) Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç diğer bütün derneklerin faaliyetleri durdurulmuştur. 4) Bu hafta sonu yapılacak bütün spor faaliyetleri yasaklanmıştır. Durum ve şartlara göre sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca spor faaliyetlerine bilahare izin verilecektir. 5) Bankaların faaliyetleri ikinci bir emre kadar durdurulmuştur. Güvenlikleri sıkıyönetim ve garnizon komutanlıklarınca sağlanacaktır. ……. Org. Kenan EVREN Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı" Evet bütün bu yasaklamaları ve daha nicelerini yaptılar. 650 bin insanı gözaltına alıp işkence tezgahlarından geçildiler. 1.5 milyondan fazla insan fişlendi. Faili meçhullar, kayıplar vs... Ama bir şeyi engelleyemediler! Yeniden doğumları. Yeşil kuytuda da olsa boy vermeyi sürdürdü. Tarihin derinliklerine gömülen, biten bir şey yok. Şarkımız sürüyor!
  17. Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde susmak bilmeyen bir yer altı güneşiyle, ne kadar diplere bastırılsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin. Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza, sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine yuvarlanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş ışıksız lekeleri. Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu, suskun çamuru küremek için kentin gölgeli sokaklarından, sıyırıp almak için yıllardır gökyüzüne birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın. Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler, toplandılar o anıtın çevresine. Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları çocukları ve alkışlarıyla, yoğurt mayalar gibi geldiler, pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi. Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı, yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent oldular sonunda ve adını değiştirdiler ülkenin. Kemal ÖZER (Zonguldak'ın kaçak madenlerinde çalıştırılan, kaçak köle çocukların ölümünün ardından, bir rapor dahi yazılmayan Zonguldak' ın Yaşsız Emekçilerine...)
  18. Kuş gribinde ölümlerin suçlusu tavuk-yumurta piyasasının selameti için gerekli tedbirleri almayıp, meclis lokantasının menüsünden tavuğu çıkartan, televizyon ekranlarından "Gönül rahatlığı ile tavuk yiyebilirsiniz" deyip kendileri aynı ekranda önlerine konulan tavuğa el sürmeyen sermaye uşaklarıdır. Patronların ortak kasası olan hazineden bölge halkına tavuklarını teslim etmeleri için ikna edici bir ödeme yapılsa idi, kimse tavuğunu saklamaz, teslim etmek için sıra oluşturulurdu. Koçyiğit kardeşlerin katili patronlar ve kuklalarıdır. Ölümlerin suçlusu defalarca salgın yaşanmasına rağmen üç kuruşluk maskeyi bile depolamayanlardır. Erdoğan insanların gözünün içine baka baka "Öğretim üyesi arkadaşlarımız da açıkladılar. Orada bir gecikmenin olmadığını hepsi de söylüyorlar. Hepsi anında olaylara müdahil olduklarını söylüyorlar” diyor ama 3. ölümün gerçekleştiği Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesine 40 kilometre uzaklıktaki Güllüce Köyü'ndeki kuş gribi şüphesi duyulan çocuklara ulaşmak, devletin tam 7 saatini aldı. çürümüş düzen/çürütür...
  19. Baumann

    Günün Türküsü

    Geleceğim bazen, uykudayken sen Beklenmedik uzak bir konuk gibi Sokakta bir başıma koyma beni Kapıyı sürgüleme üstümden. Usulca girecek bir yere ilişeceğim Bir zaman, karanlıkta, bakacağım yüzüne Görüntün doyasıya dolunca gözlerime Seni kucaklayacak ve çıkıp gideceğim... Nikola VAPTSAROV...
  20. Radikal veya liberal bütün eğilimleriyle Türkiye’de sol hareket, toplumsal-siyasal yaşamdaki ağırlığı ve prestij bakımından bugün son 40 yılın en etkisiz ve itibarsız dönemini yaşıyor. Siyasal bir körlükle gerçeğe gözlerini kapatarak kendilerini avutmayı sürdürenler hala var belki ama, devrimcisiyle de liberaliyle de sol bugün Türkiye’de “marjinalleşmiş” durumda. Öyle ki, devletin resmi belgelerinde bile, ciddi bir tehlike ve tehdit olarak görülmüyor artık. Üstelik sistemin ve rejimin derin bir kriz içerisinde debelendiği, sınıf çelişkileri ve toplumsal kutuplaşmanın keskinleştiği, orta sınıflar içerisinde dahi çıkışsızlık duygusu ve alternatif arayışlarının arttığı bir tarihsel kesitte yaşanıyor bu olgu. Tarihin ironisine bakın ki, “marjinallik” suçlamasını bir zamanlar devrimci radikal güçlere karşı bir küçümseme ve saldırı vesilesi yapan ÖDP ve EMEP gibi liberaller de aynı pejmürde haldeler. 12 Eylül sonrası birinci tasfiyecilik dalgasının başını çeken bu liberal dönekler takımı, bugün inkarın da inkarını yaşıyorlar ama nafile. Devrimci sol güçler açısından ise işin asıl acı ve sarsıcı olması gereken tarafı, bu sonucun asıl olarak solun kendisinden kaynaklı olması. 12 Eylül döneminden farklı olarak sol bugün, burjuvazi ve gericiliğin çok yönlü saldırılarının kendisini aşan sonuçlarından dolayı değil, bundan da önce ve asıl üzerinde durulması gereken nokta olarak kendi akıl almaz hatalarının, aymazlık ölçüsündeki dargörüşlülüğünün, siyaset yapma tarzından örgütlenme ve mücadele biçimlerine kadar her konuda esiri haline geldiği tutuculuğun... fakat asıl olarak ‘sol’ kimliğini ve kişiliğini kaybetmesinin sonucu kendi kendini “marjinalleştirdi”. Turkiye’de sol hareket, her şeyden önce, kendisini başkalarından ‘farklı’ kılan ve ‘sol’ yapan sosyalizm idealini ve sosyalist idealizmini kaybetti. Bu kimlik ve kişilik kaybı, kapitalist sistemde ve ona bağlı olarak ülkedeki ‘değişimi’ görememekle de birleşerek başka bozulmaları da beraberinde getirdi. Bu ülkede sol artık etkili bir muhalefet dahi olamayacak ölçüde ‘iktidarsızlaştı’; ‘yenilenmenin öncüsü’ olmaktan çıkarak ‘tutuculaştı’; ‘dünyayı değiştirme’ iddiasına uygun bir enerjinin sahibi ve temsilcisi olmaktan çıkarak kendini dahi değiştiremeyecek ölçüde ‘mecalsizleşti’; toplumdan en başta da asli sosyal tabanını oluşturan işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlardan koparak ‘cemaatleşti’, daha da kötüsü kimi bölükleri, kimi yönleri ve kimi özellikleriyle düpedüz ‘lumpenleşti’. Devrimci hareket asıl kan kaybını ‘90’lı yılların başlarından itibaren yaşadı. Hareketin sosyal dokusu, siyaset anlayışı ve kültürü asıl olarak bu yıllardan sonra deforme ve dejenere oldu. Hareketin son 40 yıllık tarihinin hiçbir döneminde rastlanmayan akıl almaz tutumlar ve politikalara, “devrimcilik” adına bu yıllarda tanık olundu. Devrimciliğin doğasına olduğu kadar etik değerlerine de taban tabana zıt yöntemler ve uygulamalar, bulaşıcı bir hastalık gibi bu yıllarda yayıldı. Ve bunlar her ne kadar devrimci hareketin sadece bazı bileşenlerine ait, tekil veya istisnai örnekler olsalar dahi toplum tarafından faturası hareketin geneline kesildi; çünkü oportünist bir siniklik ve sinizmle hareket eden diğerleri tarafından da bunlara karşı net ve ilkeli bir tavır alınmadı. Geçmişte maddi güç bakımından en cılız olduğu dönemlerde dahi bu ülkede sol’un sayısal gücünün kat kat üzerinde bir manevi-entelektüel ağırlığı ve saygınlığı vardı. Sol bugün asıl bu manevi otorite ve saygınlığını yitirmiş durumda. ) Yani sorun salt maddi bir güç olamama, devrimci literatürdeki yerleşik tanımıyla ‘kitlesellik’ sorunu, bu noktada yaşanan bir yetersizlik ve tıkanma sorunu değil. Gerçi bu da bir vakıa ve sol hareketin bugünkü etkisizliğinin temel bileşenlerinden biri. Fakat toplumsal-siyasal yaşamda ağırlığını hissettiren bağımsız ‘politik bir güç’ olabilmenin zorunlu gereklerinden biri olarak bu konudaki zayıflık dahi, tartıştığımız olgu açısından neden değil bir sonuç. Arayış halindeki bir toplumun ezilen emekçi yığınlarının bile görüş alanı içerisine giremeyen, eskiden beri sol hareketin tabanını oluşturan toplumsal kesimlerin dahi saygı ve güvenini kaybetmiş bir hareketin, kitlelerle büyük ölçeklerde, yaygın ve kalıcı bağlar kurabilmesi de elbette olanaksızdır. Kaldı ki devrimci açıdan siyasette ‘güç olmak’, salt kafa sayısının azlığı veya çokluğuna bağlı bir ‘nicelik’ sorunu değil, ondan da önce bir ‘nitelik’ sorunudur. Devrimci bakış açısıyla siyaset, Lenin’in benzetmesiyle “Aritmetikten çok cebire benzer”. Sayıların önüne gelen bir eksi, görünüşteki büyüklükleri bile değersizleştirir. Peşinden sürükleyebildiği güçler itibariyle de hali ortada olan devrimci hareketin asıl kaybı, gücünün önüne kendi elleriyle çektiği bu eksiden kaynaklıdır. Türkiye devrimci hareketi bugün içinde bulunduğu etkisiz ve itibarsız durumdan çıkabilmek için, önce kendini aldatmaktan vazgeçerek gerçeği kabullenme cesaretini göstermeli; sonra da hiçbir kaçamağa başvurmadan bu sonucu doğuran nedenleri doğru tespit ederek bunların üzerine gitme konusunda daha büyük bir cesaret sergilemelidir. Aksi bir tutumda ısrar da sürdürülebilir elbette. Fakat bunun sonucu, politik-tarihsel bakımdan sancılı bir tükeniş ve silinip gitmekten başka bir şey olamaz. Bu arada büyük fedakarlıklar ve acılar pahasına yaratılıp yaşatılmaya çalışılan devrimci değerler ve güçlerin sorumsuzca harcanmasının tarihsel sorumluluğu da büyümüş olur.
  21. seni bileklerim uçarıyken sevmiştim mağrur bir edayla bakıyordun dağlardan köpükler saçarak dövünen ırmak dudaklarında pembeleşen kabarcıklarla taze çayırlara karışırken ve toprak serin bir rüzğarı emerken her sabah arkadaş olmuştum ateşli duygularla ey hayat seni bileklerim uçarıyken sevmiştim üzümü mayhoşken koklamak isteyen çocuklar gibi...
  22. Baumann

    Günün Türküsü

    dört duvar dört dönerim kaç gecedir yoksun oğul bıçak bilenir etimde başında toprak beton mu oğul? bin yıl yatarım sevdana onurumsun susmam oğul yüreğim kopmuş geliyor devrime kadar düşmem oğul yere göğe koymazdım seni çaldılar dalımdan oğul ecelin önü alınmış olanca canım sana aksın oğul
  23. SON İSTEK Bitki olacaksam Çayır çimen olayım Aman baldıran değil Yol altında kalacaksam Gelin arabaları geçsin üstümden Çelik paletler değil Üstümde çocuklar koşuşsun Ne kaçan ne kovalayan Askerler değil Kerpiç yapacaksanız beni Okullarda kullanın Cezaevlerinde değil Soluğum tükenmez de kalırsa Islık öttürsünler Aman ha düdük değil Kalem yapın beni kalem Şiirler yazan sevi üstüne Ölüm kararı değil Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında Sakın ola ki Silahlarla değil Aziz NESİN... (Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum-uz senin gibi)
  24. Baumann

    Sizlerden gelen Hikayeler & Öyküler

    KARGALARIN SEÇTİĞİ PADİŞAH Bir varmış, bir yokmuş... Eski çağlarda, ülkenin birinde bir zavallı kişi varmış. Günlük yiyeceğinin bile yoksunu, çulsuzun biriymiş. Ama kötü yürekli de değilmiş hani... Bütün isteği başkalanna iyilik etmekmiş. İyilik etmek istermiş istemesine ama, bunun nasıl yapılacağını da pek bilmezmiş. Sıksık, - Aaah ah, dermiş, bir gücüm yetse de şu insanlara hep iyilik etsem... Bu sözleri duyanlar sorarlarmış: - Peki, nasıl iyilik edeceksin? 0 da, - İyilik işte, dermiş, herkese iyilik edeceğim... Hele o günler bir gelsin, ben bilirim nasıl iyilik edeceğimi... Günlerden bigün dağ başında, «Tanrım bana yardım etse de, ben de insanoğluna iyilik edebilsem.» diye mınl mınl mınldanırken, arkadan gelen bir yolcu, yaklaştıkça adamın bu sözlerini duymuş. - Merhaba oğul!.. demiş. İyilik yapmak isteyen adam başını çevirince, ak sakalı göbeğine kadar uzanmış bir yolcu görmüş. - Merhaba baba... demiş. - Nedir öyle kendi kendine konuşuyorsun, Tanrıdan bişeyler istiyorsun? Adam derdini, insanlara iyilik etmek için nasıl içinin yandığını dilinin döndüğü kadar anlatmış. Ak sakallı adam, - Senin gibi çok kişi başkalarına iyilik yapmak istemiştir çimdiyedek. Bu iyiliğin nasıl yapılacağımı bilseydin, bu kadar çok iyilik yapmak istemezdin. İnsanlara iyilik yapmak, kötülük yapmaktan daha zordur. Dünya kuruldu kurulalı bunu becerebilen çok az kişi çıkmıştır... diye adama akıl vermişse de, o dinlemez, - Ah, demiş, ben başkalarına benzemem. Hele bir öyle yere geçsem, bütün kötülükleri kaldıracağım yeryüzünden. Aç, susuz kalmayacak. Çıplak, çulsuz kalmayacak. Kavga dövüş kalmayacak... Bütün işleri yoluna koyacağım. Ak sakallı, - Çok istiyorsun ama, demiş, yapmak istediğin işin nasıl yapılacağını bilmiyorsun. Senden önce de senin gibi yapmak istedikleri işi bilmeyenler çok geldi geçti. Öbürü, - İyilik yapmaktan kolay ne var yeryüzünde... demiş. Sakallı da, - Eh, demiş, demek o kadar çok istiyorsun iyilik yapmasını, öyleyse buralarda durma. Durmadan gez dolaş... Öyle bir yer gelir, öyle bir zaman gelir, sen de istediğin yere yükselirsin... İyilik yapmak isteyen kişi, ak sakallının yalnız son sözlerini dinlemiş, almış başını yürümüş... Orası senin, burası benim, yıllar yılı gezimş dolaşmış. Her gittiği yerde, insanoğluna iyilik yapmak için, nasıl içinin yanıp tutuştuğunu anlatmış. Yine böyle gezip, dolaşıp dururken, bütün gün, sonra bütün bir gece yürümüş, gökbitimi ışırken, uzakta bir kent görünmüş. Bu kent çepçevre kale duvanyla çevriliymiş. Kente girilecek kapıyı bulmuş, içeri yönelmiş. Kapıdan kentin alanına girince şaşırmış kalmış. Nası şaşırmasın... Alan insanla dolu... Ben diyeyim yüzbin kişi, sen de üçyüzbin kişi... İnsan yığınının ucu bucağı görünmüyor. 0 da kalabalığın içine dalmış. Her kafadan bir ses çıkıyormuş. Adam, konuşulanlara kulak vermiş. Şöyle diyorlarmış: - Yurttaşlar! Ben sizin iyiliğinizi istiyorum. Beni padişah yapması için kargalara söyleyin. Kargalar beni padişah yapsınlar. Göreceksiniz. sizlere çok iyilikler edeceğim. Bu kentin ırmaklarından şerbetler akacak, kaldırım taşları altından olacak. Yağmur yerine gökten şurup yağdırtacagım. Bir eliniz yağda, bir eliniz balda olacak. Her Tanrının günü baklava börek yemekten artık bıkıp usanacaksınız. Öyle rahat edeceksiniz ki, rahat sizi rahatsız etmeye başlayacak. Sayın yurttaşlarım! Söyleyin kargalara, beni padişah yapsınlar. Bütün ağızlardan hep bu sözleri duyan adam şaşırmış. Bir de yanındakine bakmış ki, yıllarca önce kendisiyle bir dağ başında karşılaştığı ak sakallı göbeğindeki yaşlı adam değil mi... - Merhaba baba... demiş. Sakallı da, - Merhaba oğul... demiş. - Görüyorum,bu kentte herkes bitürlü konuşuyor. Öyleyse neden bağınp çağırıyorlar?.. diye ak sakallıya sormuş. Ak sakallı, - Herkes salt kendisinin iyilik yapabileceğini sanıyor, ama bu iyiliği nasıl yapacağını bilmiyor da ondan... demiş. - Bu insanlar hep böyle bağırışırlar mı? - Hayır. Seçimden seçime bağırırlar. Burada yılda bir seçim olur. Seçim zamanı gelince herkes kendisinin seçilmesini ister. - Neden? - Çünkü herkes salt kendisinin iyilik yapacağını sanır. Hepsi de iyilik yapmak ister. Kötülük yapmak isteyen hiç yoktur. - Ne seçilir burada? - Padişah seçilir... Bu ülke başka ülkelere benzemez. Başka ülkelerdeki gibi, burada padişahlık babadan oğula kalmaz. Her yıl halkın içinden yeni bir padişah seçilir. Seçilen padişah, söz verdiği gibi halka iyilik yaparsa padişah kalır, yapamazsa ertesi yıl yeni seçim yapılır. Şimdiyedek bir yıldan çok padişahlık eden çıkmadı. - Peki, neden «karga, karga!» diye bağırıyorlar? - Bu ülkede padişahları kargalar seçer de ondan böyle bağırıyorlar. Derken hava birden kararmış; Gökyüzünü bir karga bulutudur kaplamış. Karga bulutlarından güneş görünmez olmuş. Kargalar insanların tepesinde uçuşup gak gaaak diye bağırışırlarken, insanlar da, - Karga kardeş, karga kardeş, aman beni seç!. diye onlara yalvarırlarmış. Kargalar böylecene bağıra, uçuşa dursun, içlerinden iri bir karga yere doğru süzülmüş, iyilik yapmak için dağ bayır dolaşan adamın başının üstünde dönmeye başlamış. Dönmüş, dönmüş, en sonunda gak diye pislemiş. Sonra yine göklere yükselmiş. - Üçte bir padişah oldun, üçte bir padişah oldun! diye adama ünlemeye başlamışlar. Neye uğradığını şaşıran adam da, yanındaki Aksakal'a, - Nedir, ne oluyor?.. demiş. Aksakal, - Burada padişah seçimi işte böyle olur, demiş. Bir karga, birinin başına üç kere pislerse o kişi bu ülkeye padişah seçilir. Sen şimdi üçte bir padişah oldun, demektir. Dua et de, karga yine senin başını seçsin. Demeye kalmamış, karga yine fır dönüp o adamın başına bir daha etmiş. Alanı dolduranlar, - Üçte iki padişah oldun, üçte iki padişah oldun!.. diye bağırmışlar. Karganın üçüncü işini de yine o adamın başına yapmaması için, herkes kendi başını açip, - Karga kardeş buraya, karga kardeş buraya!. diye seslenerek kargaya yalvarıyormuş. Karga bu sözleri dinlememiş. Üçüncü kere de yine o adamın başını seçmiş. Bunun üzerine adamı, - Padişah oldun!.. diye alıp sallasırt ederek, omuzlannda saraya taşımışlar. Adam padişah olunca, kendisini padişah yapan kargalann bu iyiliğini unutmamış. Bütün bostanlardaki, tarlalardaki bostan korkuluklarının kaldınlması için bir ferman çıkarmış. Kargaları taşlayan, kışlayanlan mahkemeye verip cezalandırmış. Bununla da kalmamış, her evin kargalara günde bir avuç yem atmasını buyurmuş. Halk, mırıl mırıl mınldanmaya başlamış ama, padişahın gozü kargalardan başkasını görmüyormuş. Böylece ilk yılı geçirmişler. Yeni seçime girmişler. O ülkenin kişileri yine kentin alanına toplanmışlar. Yine herkes kendisinin seçilmesi için kargalara yalvarmaya başlamış. Yine hepsi de insanlara iyilik yapmak istediklerini söylüyorlarmış. Kargalar bulut bulut gelmiş. Yine gök kararmış. Gak sesleri göklerde uğuldamış. Her yıl padişahı bir karga seçerken, bu yıl, padişahtan gördükleri iyiliğe teşekkür için, on karga birden gelip, eski padişahın başına üçer kere pislemişler. O adam yine padişah olunca kargaların bu iyliğini unutmamış, herkesin evinde yirmi karga beslemesini zorunlu kılmış. Kargalara, soğuktan, rüzgardan korunmaları için yuvalar yaptırmış. Kargalar beslene beslene büyüdükçe büyümüş, yağlandıkça yağlanmış. Her bir karga bir hindi kadar olmuş. Derken yine seçim zamanı gelmiş. Padişahı hiç sevmeyen halk mınldanmış durmuş, ama neye yarar, bu seçimde hindi kadar yüz karga birden üçer kere, yine eski padişahın başını beğenmişler. Üçüncü kere padişah olan adam, - Kargaların üstünde hiçbir bit bulunmayacak... Bitler ayıklanıp, kargalar temizlenecek. Kargaların ayaklarını cilalayacak, gerilerini yağlayacaksınız! diye ferman çıkartmış. Kargalar beslene, bakıla, koyun kadar olmuşlar, hem de gündengüne çoğalıyorlarmış. Bir zaman gelmiş, çoğalan, irileşen kargalar kente sığışamaz olmuş. Yine seçim zamanı gelmiş. Bu seçimde padişaha daha çok teşekkür için, beşyüz karga birden üçer kere yine eski padişahın başını beğenmiş. Padişah da, kargalara o kadar iyi baktırmış ki, kargalardan kendilerine kentte yer kalmayan insanlar, evlerini, yurtların kargalara bırakıp, dağlara bayırlara düşmüşler. Beslenen kargalar sığır kadar irileşmişler. Bir seçim daha olmuş. Havada sığır kadar iri kargalar uçmaya başlamış. Onların gürültüsünden kulaklar sağır oluyormuş. Kargalar, padişaha olan borçlannı ödemek için, bu sefer hep birden gelip, padişahın tepesine teşekkürlerini bırakmışlar. İnsanlar, yeniden seçilen padişahı saraya götürmek için yaklaşınca bir de bakımışlar ki, karga tersinden bir tepe... Padişah da bu tepenin altında boğulmuş, ezilmiş. Oradaki insanlar, sevinç içinde, yeniden, - Karga kardeş, beni seç. Karga kardeş, beni seç!.. diye bağrışmaya başlamışlar.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.