ahucum sunay akın'ın tuncay terzihanesi adlı kitabının arka kapağında yazan bu yazı çok hoşuma gitti senin topice yazıyım dedim bende... inanılmaz bir anlatım tarzı var kitabı okumanı tavsiye ederim...
İlkokul birinci sınıfta okuyan çocuk, okuldan çıkar çıkmaz çırak olarak çalıştığı dükkâna gidiyor, yerleri siliyor, ustasına çay dolduruyordu... Gece geç dönüyordu evine Avluya açılan kapı bir şato kapısından farksızdı. Çocuk, ayak parmaklarının ucuna kalkıp mandala uzansa da dilini aşağıya çekecek güç cılız kollarında yoktu... Yorgun çırak, kapının eşiğine oturuyor ve sokaktan kendisine yardım edecek bir gece bekçisinin yada bir sarhoşun geçmesini bekliyordu... Zaman makinesi icat edilse ve bana tarihte yalnızca bir güne gitme hakkı verilse hiç düşünmeden o çocuğun önünden geçmek isterdim. Beni görünce sevinecek ve şunları söyleyecektir: "Abi, ben terzi çırağıyım. Ustam işten geç bıraktı... Gücüm yetmiyor... Şu kapının mandalını açsana!.." Gülümserdim... Saçlarını okşardım, diyeceğim ama başında mutlaka 5 numara traş vardır!.. Açardım kapıyı. O da "Sağ ol abi" der ve yorgun bedeniyle avlunun karanlığında kaybolurdu gözden.. Ben de derdim ki ardından: "Sen sağ ol baba!.. Hayatta bana açtığın tüm kapılar için asıl sen sağ ol!..”