İŞKODRALI PAŞA'NIN HAMAMI..
..
*İspanyol asıllı bir İngiliz bayan.
-1800'lü yıllarda İstanbula geliyor.
-Gözlem yapıyor ve yorumluyor, kitaplar yazıyor.
-Türkiye de yayımlanan bir kaç kitabı var.
-Aşağıya bir bölüm aldığım kitabı; 18.yy. İstanbul.
-Kısalttım ama hiç değiştirmedim.
-Fikriniz olsun diye.
-Yorumsuzum.
**
-Türkiye'de ilk gördüğüm hamam İşkodralı Paşa'nın
hamamı oldu.
-Bu hamam, üstü kubbeli, yerleri mermer döşeli,
orta ölçüde sıcak bir yerdi. Hamamın içine, çok güzel
bir soyunma ve giyinme yerinden giriliyordu. Burada
ipek kumaş kaplanmış bir sedir vardı. Üzerinde de
sırma yastıklar yığılıydı.
-Buradan, yine yerleri mermer döşeli geniş bir taşlığa
girdik. Burada sütunlar üzerine oturtulan iki sıra
bölme vardı. Alt sıra, yerden doksan santim kadar
yükseklikteydi. Bölmelere ağır seccadeler, ya da
minderler yayılmıştı. Bunların da üzerine çiçekli
basmalar, kıl kumaşlar geçirilmiş ve birçok yastık
yığılmıştı.
-Taşlığın ortasında, beyaz mermerden güzel bir
fıskiye vardı. Sularını dört deniz böceği kabuğunun
içine akıtıyordu. Sular buradan en güzel ve en
dinlendirici şıpırtı ile geniş bir havuza aktarılıyordu.
Bu fıskiyenin çevresinde eşit bir kumaşla kaplanmış
dört peyke vardı. Birinin üzerinde genç ve güzel bir
kadın, yastıklara gömülmüş bir durumda uzanmış,
çocuğunu emziriyordu.
-Yastıkların üzerine yaslanarak rahat bir durum aldım,
sonra çevreme bakınarak güzel bir zaman geçirdim.
Hiç böyle bir yer görmemiştim. Giriş kapısının sol
yanında, hamamcı kadın oturuyordu. Kırk yaşlarında
kadar, güzel bir kadındı. Başında siyah bir hotoz,
üzerinde çiçekli basma düz bir giysi vardı. Belinde de
kaşmir bir şal sarılıydı. Üzerindeki bürümcük gömleği
pek süslüydü. Altın enfiye kutusu, sedirin üzerinde,
yanında duruyor, amber ağızlıklı çubuğu da bir yastığa
dayalı bulunuyordu. Kendisi bir yandan elindeki abanoz
örekeye ipek sarmakla vakit geçiriyor, bir yandan da
ortalığı yönetiyordu.
-Soyunup-giyinme bölmelerinde bazı kadınlar yıkanıp
gelmişler, rahatça sedirlerine uzanmışlardı. Üzerleri
baştan ayağa havlu ile sarılıydı. Halayıklar da onları
büyük bir özenle kuruluyor, kokular sürüyor, saçlarını
tarıyor ve örüyorlardı. Bir kısım kadınlar da hamama
girmeye hazırlanıyorlardı.
-Ben de üzerimdeki giysileri çıkararak peştemalıma
sarındım ve saçlarımı çözdüm. Bana yol gösteren bir
Rum hizmetçi kızla birlikte, çıplak ayakla, mermer
taşlığı geçerek, taşlığın sonunda, tam karşımdaki
kapıya yürüdüm. Eşiği geçer geçmez, serinleme
yerine girdim.
-Geldiğim bu yer, doğal ki bana göre sıcaktı. Ancak
sonradan buranın serinleme yeri olduğunu anladım.
Ayaklarımı beş altı kez yerde birikmiş sularda
yıkadıktan sonra, yıkanma bölümüne geçtim.
Burası sekiz köşeli bir yapıydı, sekiz kubbesi vardı.
Bu kurnalarda başka halvet bulamayanlar yıkanıyordu.
-Şaşırdım kaldım! Az kalsın boğulacak gibi olduğum
ağır, yoğun kükürtlü su buharı; kalfaların her yanı
kaplayan mermerleri yerinden oynatacakmış gibi
çınlayan ve kubbelerde yankılar yapan cırtlak sesleri;
kadınların alçak tonda sessiz gülüşleri ve fısıltıyla
konuşmalarından oluşan mırıltı; üç yüze yakın yarı
çıplak kadın; bunların soyunmasıyla sırılsıklam olmuş
ve bedenlerine yapışmış ince peştemallarından
beden çizgilerinin olduğu gibi gözükmesi; bellerinden
yukarısı açık kalfaların, kolları göğüslerinde birleşmiş,
püsküllü , işlemeli havluları başlarında götürerek, bir
aşağı bir yukarı geçmeleri; kurabiyeler yiyerek, şerbet
ve limonata içerek rahatlayan ve gülüp konuşan kız
çocukları; soluk almamı zorlaştıran ağır havanın
ayrımında bile olmadan birbirleri ile şakalaşmaları.
Ve bütün bunları gölgede bırakacak olan şey de Türk
ezgilerinin en kaba ve en cırtlak sesleriyle söylendiği
şarkıların, birden bire top gibi patlamasıydı.
-Bu karmakarışık sesleri yankısı hamamın kubbe ve
duvarlarına dalga dalga çarpıyordu. Bütün bu olup
bitenler, bana bir düş gibi geldi. Bir an gördüğüm
şeylerin gerçek mi, yoksa yalnızca hasta bir beynin
düşleri mi olduğundan kuşku duydum.
-Türk hamamında yıkanmak, bıktırıcı, yorucu ve
sıkıcıdır. Rum kızının saçımı yıkaması bir buçuk saat
sürdü.
-Kadınlar, yıkanmak için gerekli tüm eşyayı yanında
getirir. Kendisini yıkayacak olan hizmetçiyi de.
Hamam hizmetçilerinden yalnız yoksul olan kadınlar
yararlanırlar. Bu kadınlar da, müşterilerine gerekli
olan her şeyi hamamdan verirler. Bir kaçını
gördüğüm bu natırlar göz önüne getirilebilen en
çirkin yaratıklardır. Sürekli olarak kükürtlü hava
içinde yaşamaktan, derileri tütünrengini almış ve
parşömen kağıdına dönmüştü. Ancak hiçbiri
buruşmamıştı ve donmuş bir elmayı andırı biçimde
yaşlanmışlardı. Deri, kasların üzerine gerilmiş ve
bana kalırsa çok çirkin bir yaşlılık görünüşü vermişti.
-Hamamda iki buçuk saat kaldıktan sonra, yoğun
biçimde temiz hava ve dinlenme gereği duydum.
Bunun üzerine, başıma püsküllü bir havlu sardıktan,
bedenimi de havlulara bürüdükten sonra serinleme
odasına hızla ve düşme korkusunu da göze alarak
geçtim.
-Burası, ölüyken diriltilmiş de şu anda kefenleri
üzerinde olan ve yaşamak için çırpınan ölülerin
toplandığı bir yeri andırıyordu.
-Türk hamamına karşı söylenecek tek şey, verdiği
korkunç yorgunluk ve aldığı çok zamandır.
Miss Julia PARDOE
Bedriye ŞANDA
18. Yüzyılda İstanbul
İnkılap Kitabevi
..
-
1
0 Yorum
Önerilen Yorumlar
Gösterilecek hiç bir yorum yok