Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sardunyam's Blog

  • başlık
    66
  • yorum
    88
  • görüntü
    68.822

Prof. Dr. Şahin Filiz:


Herkese selam ve sevgiler değerli dostlar,

 

Geçen hafta ,fethullah gülen'e ait bir gazetenin genel yayın yönetmeni Bakırköy’de bir soru sormuştu sizce Gülen, bir din otoritesi değil mi diye..Ben de " o, bir din otoritesi değildir, olsa olsa siyasi bir otoritedir”.

 

Din de otorite olmaz bu otoritelik Yahudilik ve Hıristiyanlıkta geçerlidir. Çünkü Allah adına kimse insanlar için bir yetkili, aracı ve otorite olamaz. İslam dininde buradan da şu noktaya varalım: laiklik ve sekülerlik iki farklı ama içi içe olan iki kavram ilki yani laiklik, devletin kurumlar ve toplum ile ilişkilerinde herhangi bir dini referans olarak almamasıdır. devlet tüzel bir kişilik olduğu için herhangi bir dini yoktur, olamaz da tarihte de olmamıştır. laiklik, din ile devlet arasındaki sınırları belirleyen siyasi bir tavırdır. Sekülerlik ise, toplumsal ve kültürel yaşamdaki dünyevileşme yaşam koşulları ve kalıplarının dünyanın kuralları doğrultusunda belirlenmesidir. Üçüncü aşamada din ancak bireysel ve içten içe yaşanana ahlaki bir tavır bireysel bir davranış kriteridir. Herkes, ne kadar istiyorsa o derece bu tavrı kendisine uyarlar tarihte ve günümüzde din, belli bir toplum, grup ya da tek tek kişilerce hep öznel açıdan yorumlanmaya müsait olduğu için yüzlerce farklı din yorumları ortaya çıkar bu, ayrılığı değil zenginliği toplumsallık ve siyasallığı değil bireyselliği başkasının din yorumuna bağlı ve mahkum kalmayı değil din özgürlüğünü garanti eder.

 

Bunun dışında eğer din, belli bir grup, cemaat ya da kesimin tayin etmiş olduğu yorum ve ilkelerin sınırları içinde belirlenmişse, bunların dışında kalan herkes her kesim o yorumun faşist baskısı altında kalır. İşte laiklik, hem din adına başkalarına hem de dindar olmak isteyenlere yönelik her türlü dinden kaynaklanana baskıyı devlet eliyle önlemek demektir. Sekülerlik ise, dinin tüm yaşamımızda sanılanın aksine kodifikasyon ifade etmediğini gösterir.

 

Örneğin şurada nasıl burada nasıl davranacağımıza ilişkin sayır-sız kodları içeren bir din yoktur. İslam dini genel geçer ahlak ilkeleri koyar ve bireyin bu ilkerli içine sindirip seçkin, dürüst ve tutarlı bir insan olmasını salık -verir. Bu noktada cumhuriyetle elde ettiğimiz büyük değerler daha da anlam kazanmaktadır. Osmanlı devletinde din, bir devlet modeli olmamıştı daha önce olmadığı gibi ve devlet dini istediği zaman istediği gibi yorumluyor ve bazı kitlelere bunu dayatabiliyordu.

 

Örneğin Fatih Sultan Mehmet’ten sonra özellikle gazali İslam yorumu Osmanlıların Anadolu halkını baskı altında tuttuğu bir din yorumu idi bu baskıyı Osmanlıların Enderun mekteplerinden yetişen devşirme yöneticileriyle yine zamanla devşirme ve eskiden Hıristiyan olan yeniçeriler eliyle yapıyordu. Bu şu demektir. Belli bir dini kabulden önce eski inanç ve töreleri vardır. Anadolu Türklerinin de İslam öncesi döneme ait bir takım inanç ve gelenekleri vardı bunların çoğu hala yaşıyor. işte Osmanlı Arap-İslam yorumuyla Anadolu’da bu adetleri yaşatanları heterodoks (yani sapkın) olarak adlandırdı. Ne zaman bunları söylesek bize de sapkın diyorlar ama Anadolu’da Osmanlı sipahilerinin Türk kitlelere reva gördükleri katliam ve baskıları kimse sapkınlık olarak nitelendirmiyor.

 

 

İşte Atatürk cumhuriyet'i kurarak bu ulusun kendi bireyselliğini garanti altına almış oldu. Yani İslam dinini siyasetten ayrı onun kirinden pasından istismarından uzak saygın yerine koydu. Bunun adı laikliktir. Hiç bir mezhep, şeyh din adamı ya da grubun din adına egemenlik erkini eline almasına fırsat tanımayan bir ulus-devlet düzeni kuruldu. Bağımsızlığın, anti-emperyalizmin ve ulus olmanın en temel koşullarından birisi olarak laiklik bu sebepten dolayı korunmalıdır.

 

Ziya Gökalp İngilizlerin İstanbul’u işgal altında tuttuğu yılarda yani 1918-19 damat Ferit hükümetinin ve artin Kemal'in ispiyonlarıyla Limni'ye, ve Malta’ya sürülmüştü, Oradan eşi ve çocuklarına yazdığı yaklaşık 500 adet mektupta bile şifreli yazılarında; Bir güneş doğuyor, Türk ulusu bahar görecek işgalcilerin elinde önce içerdeki hainlerden sonra da onların efendilerinden kurtulacak ben umutla yaşarım o kişi sarışın bir kurt yani Mustafa kemal paşa diyecektir.

 

ilk onu Cağaloğlu'nda tanımıştır ve bu ulus mutlaka ayağa kalkacak sahtekar ve işgalcilerle hareket eden din yobazlarından kendisi dinci diyor mutlaka kurtulacak diyordu o günlerden bugüne aktörler değişti ancak şartlar yinelendi. bu şartların yinelenmesi merhum Akif'in dediği gibi tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir yani tekrarlanmasından başka bir şey değildir.

 

O halde biz Ziya Gökalp’in yaşadığı sürgün ve mahkumiyet yokluk ve darlık hayatındaki kadar ümit var olamazsak Atatürk gibi bir lider önümüze bu kadar çetin ve metin model koymuşken yine de umutsuzluğu 24 saatlik azığımız gibi gıda saymayı sürdürürsek kim bilir Limni ve Malta’daki istikbalin kuvvecilerine ne hesap verebiliriz?

 

Cumhuriyet eğer, işgalci içteki ve dıştaki çetelere karşı kurulmasaydı bağımsızlık Türk milletinin karakteri olabilir miydi? Çetecilik ve aşiretçilik bugün din maskesini çok kullanmakta. işin çözümü zor görünen tarafı burada bunu da bence çok kolay çözeriz şuradan hareket etmeliyiz: Osmanlı tarihini baştan sona tekrar gözden geçirmeliyiz.

 

Arkadaşlar bu bir akademisyenin klasik lafı gibi görülmemeli nerden nereye ve nasıl geldik onu burada keşfedebiliriz. Eğer cumhuriyet kurulmasaydı her şey kendi doğal seyrinde sürüp gitseydi sonuç ne olurdu?

 

Bunu özellikle dincilerin kandırdığı kesimlere sormak lazım şöyle Osmanlı yıkılırken Müslüman toplumlar da çok zayıflamıştı. Yeni bir diriliş bekliyorlardı ve nitekim Atatürk onlar için eşsiz bir model oldu ama bu arada İngilizlerin kışkırttığı bir takım Arap unsurlarla, Hindistan da ki İngiliz kuklası ağa han Atatürk 'ün başarılarına karşı sözüm ona bir dini muhalefet başlattılar. Kendileri Sünni olmadıkları halde Atatürk devrimlerini Sünnilere karşı yapıldı diye küfürle bir tuttular ne kadar kökten dinci iç ve dış hareketlenmeler varsa gidip bakın mutlaka açıktan bir emperyalist destek vardır. Günümüzdeki fotoğraf da bunu açıkça gösteriyor. Sonra Türk milletinin kendi kaderini kendisi tayin etmek fırsatını tam yakaladığı sırada hilafetin ilgası yaygaralarını içerde ve dışarıda sürekli yayan gruplar cumhuriyete tavır almışlardır.

Bugüne gelelim size soruyorum… Hangi cemaat tarikat ya da dini bir topluluk cumhuriyeti Atatürk ilk ve devrimlerini içine sindirebilmiştir? Sindiremez, çünkü Atatürk dinin hiçbir şekilde kullanılmamasını en temel düsturları arasında özellikle vurgulamıştır. Ve çok önemli bir vurgusu vardır:

 

Atatürk diyor ki;

 

İslam dini temelleri çok sağlam bir yapıdır. Ancak yüzyıllar boyunca bu sağlam temelin üstüne çürük bir bina yapılmıştır. Bu bina yıkılıp yenilenmediği sürece İslam aleminin mağlubiyeti perişanlığı ve yoksunluğu devam edecektir.

 

Yalan mı? Olmadı mı? Olmuyor mu?

 

Nerde tecavüze fukaralığa işkence ve katliama maruz bir topluluk varsa çoğunluğu Müslüman dünyaya ait. Gericilik bu mahkumiyet ve mahrumiyetin devamından yana olmasaydı hiç, Atatürk ün İslam dinini bir gonca gibi korumasına karşı çıkarlar mıydı? Kötüye kullanılması mümkün olmayan çağdaş, bilim ve akılla uzlaşan bir din yerine hurafeye, yalan ve dolana üfürük ve tütsücülüğe itibar ederler miydi? Ne kadar aptallaşılırsa o kadar dindar olunur safsatasına kulak verirler miydi? İngiliz işgalini Türk inkılabının onuruna tercih ederler miydi? Atatürk’ün yerine Humeyni yi severler miydi? Demek ki dincilik gericilikle özdeştir.

 

Demek ki dincilik en başta dindarlığın önündeki din kılıfına bürünmüş din-sizliktir. Ve bu dinsizlik Allah’ın koskoca evreni yaratıp güzelliklerle bezemesini yeterli görmeyip onu siyasi bir lider olarak tahta çıkarmayı düşleyen post-modern bir paganizmdir.

 

Nitekim dincilik Hz. peygamber yerine peygamber uydurmaktır. O hayattayken vefatından sonra da müseylemetul kezzap yani yalancı müselleme gibi bir çok yalancı peygamberler türemiştir ve bunlara karşı zamanın halifeleri cihat ilan etmişlerdir peki, bugünün peygamberlerini yaratanlarla o günün, yalancılarını peygamber olarak piyasaya sürenler arasında fark var mıdır? fark pek yok. Sadece bugünkü peygamberler ya siyası ya da cemaat lideri olmak gibi bir ayrıcalığa sahip biliyorsunuz.fethullah gülen i the economist peygamber ilan etmişti. Kendisi ve taraftarları "yan cebimize koy" anlamında bunu sessiz bir tavırla onaylamışlardı.

 

Son günlerde de Sn. Başbakanı peygamberdir o diye öven taraftarlara rastlıyoruz işte bu dinciliktir. eğer Hz. peygamber hayatta olsaydı bunlara ne ilan ederdi varın siz düşünün.

 

Değerli dostlar, Hz. peygamber peygamberliğini öncelikle birbirleriyle çarpışan kan davalı Arap aşiretlerini birleştirme yolunda kullandı. Doğal olan buydu. Yani o bir Arap milleti yarattı ulus yaptı onları. Sonra bu çekirdek millet İslam dünyasında etkin oldu. İslam öncelikle Arap birliğinin sağlanmasıyla yaşayabilirdi.

 

 

İşte Atatürk eğer Türk ulusunun derlenip toplanması yeniden dirilişe uyanmasına liderlik etmeseydi ortada ne din, ne ulusal birlik beraberlik ne de bağımsızlık kalırdı. Karşılaştırın Hz. peygamber vefatından sonra Arap aşiretleri birbirine düştü ve en kötüsü emeviler yanlış politikalarından dolayı yaklaşık 40-50 yıl Bizanslıların egemenliğinde kaldı. Onların parasını kullandı.

 

Bir fark var, Atatürk milliyetçiliği ırk, aşiret ve ya da kabile tutuculuğuna dayanmaz kendini bu ulusun onurlu ferdi sayan herkese kendini bu ulusun onurlu ferdi sayan herkese Türklük gibi imtiyazlı bir paye verilmiştir. Bu bir kültürel, tarihsel bir kimliktir. Din, bu kimliği, dokusuna uygun yorumlandığı sürece besleyici bir işlev görür. Araplara ya da başka milletlere benzeyen bir din yorumu milli birliğe aykırıdır ve hem de onlardan bile geri kalmamıza yol açar.

 

bir örnek: tüp bebek konusunda pek de beğenmediğimiz ezher üniversitesi fetva kurulu 1980de bir fetva yayınladı. Arapçası da elimde tüp bebek çocuğu olmayan eşler için caizdir diye bakın, Araplar bile dünyanın sorunları karşısında ağır aksak da olsa kendi dini tutumlarını ve yorumlarını sergilerken o yıllarda ülkemizde bunun adı bile anılmıyordu.. Neden? Çünkü hala 1000 yıl önceki fetvalarla sürekli çağdaş din yorum ve fetvalarının önünü kesiyoruz. Arapları bile izleyemiyoruz. İşte bu, dinde Araplara bilim ve teknolojide de batıya bağlı kalmaya kendimizi programlamış olmamızdan ileri gelmektedir.

 

Oysa Atatürk çağdaş medeniyet seviyesinin ötesine işaret etmişti. Bu husus din işleri için de geçerlidir. Örnek TÜBİTAK skandalını hatırlayın Darvin konusu bilim e aittir ve bu konuda İslam dininin herhangi bir açık ve kesin bir tavrı olmamasına karşın dinden fazla dinci kesilen siyasi irade ona da el atmış; engizisyon uygulamıştır.

 

Oysa Darvin' den çok önce yani 9-13. Yüzyıllarda doğal seleksiyon İslam filozoflarınca tartışılmış; evrimin olasılığı üzerine eserler yazılmıştır. el-biruni, caiz bunlardandır. Mevlana, Erzurumlu İbrahim hakkı safa kardeşler (10. yüzyıl) daha hangilerini sayayım. Bunları söyleyince bazı aklı evveller hemen saldırıya geçiyor. Gazoz satan, tost satan, işportacılık yapan ne kadar insan varsa müftü kesilip bilgiyi mahkum ediyorlar. bir not düşeyim burada meslekleri kınamıyorum yanlış anlaşılmasın.

 

Kuranda Allah’ın sıfatlarından söz edilir bakın der ki Allah alimdir bu bir ikincisi hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu yani onu iyi anlar bilgiye değer verir dört ilk ayet "oku" "yaz" değildir okumadan yazılmaz çünkü, şimdi bu dört ayet bize tarihsel bir ders veriyor bence ilme bilgiye akıl ve düşünceye değer veren ülkeler uluslar ne derseniz deyin yükselir egemen olur zenginleşir iki, tam tersini yapanlar rezil olurlar mahkum , mağdur ve mahrum olurlar hele oku" dendiği halde bir gazete bile okumayan kişi ya da toplum söz konusuysa Allah böylelerini battıkları cehalet içinde bırakır bırakıyor mu evet tarihte hangi millet vardır ki bilime, akıl ve düşünceye okuma ve yazmaya önem verdiği halde ezilsin, yoksullaşsın sömürülsün. ve metafizik bir deneme yapalım Allah için bence en büyük cürüm (kabahat) bilgiye değer vermemektir. Bence bütün sorunların başında bu geliyor. Atatürk’ün okuduğu kitaplardan nutkundan söz ederiz, ama onları okumayı denemeyiz. Bu Cumhuriyet; akıl, bilim ve düşünceyle kuruldu. Aynen İslam dininin ancak akıl, bilim, okuma ve düşünmeyle yaşayabileceğini Atatürk’ün sözlerinden anladığımız gibi.

 

Son olarak diyebiliriz ki cumhuriyetimiz, milli birlik ve bütünlüğümüzü, sömürgenlere karşı tam bağımsızlığımızı bağımsız bir akıl bağımsız bir bilimle ve nihayet sömürgenlerin dikte ettiği dinilikle değil ulusal ve bağımsız din yorumu ve felsefesiyle kurabiliriz ve ilelebet yaşatabiliriz.

 

 

Prof. Dr. Şahin FİLİZ

Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi

0 Yorum


Önerilen Yorumlar

Gösterilecek hiç bir yorum yok

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.