Zıplanacak içerik

İnsanlardaki ruhi ve ahlâki kirlenmeye bağlı olarak, insanlığın her kıymeti gittikçe infisaha uğruyor, her nimet kirlenip kokuşup bozuluyor. Her değer tefessüh ediyor. Hava, su, toprak, gıda; çevre, zaman, mekan; cemiyet, müzik ve lisan... Ufkumuzu bir dud-i muannid sarmış sanki... Kara, uğursuz inatçı bir sis... Göklerimizin mavi ve dinlendirici berraklığını örten, dağılmaya hiç niyeti yokmuş gibi gözüken bir inatçı duman altında yaşıyoruz.

 

Atmosferdeki bin bir çeşit atık gazlar, şehirlerin üstüne bir kâbus gibi çullanmış. Derinliklerinde incilerin gülümsediği okyanuslar bile kirlendi. Bulutlar artık yağmur değil, asit yüklü...

 

Altında yaşama savaşı verdiğimiz gök kubbemizde baki kalacak hoş sedamız, şiir musikimiz bile bulanıp gitti. O da hasta ruhların imal ettiği edebiyatımız gibi, makinelerden çıkan metalik seslerin istilasına uğradı. Artık bu çağda müzik ve şiir bir kakafoni, bir tenafur-i huruf mahşeri!... Seslerin kakışıp çatıştığı bir arena! Her metalik çalgıdan tiz bir avaz yükseliyor. Kliplerdeki rakslar, sara illetine tutulmuş hasta çırpınışları! Tam bir pornografi... Ekranlar bütün renkliliklerine rağmen kirli, bulanık, muziç ve müstekreh!...

 

Artık içine düştüğümüz bu kirli ve vahim manzaradan rahatsızlık duymak bir yana, bu berbat hâle ünsiyet bile peyda ettik. Artık çok bayağı şeylerden haz duyar olduk. İnsanlığın güçlü haykırışları olarak bilinen şairler bile suskun, şaşkın, biçâre endişeli. Eli kalem tutan irfan ehlinin bile sesi kısık. İnsanlık âlemini bu kabil tehlikeler karşısında uyarmaya çalışanlar, şamatada vaaz edenleri andırıyorlar. Kimin için yazıp, kime sesleneceksin? Şairlerimiz de, yazarlarımız da kendileri içi yazıp, kendileri için okuyorlar. Eserini hayran hayran seyreden yine ressamın kendisi... 'Yakalarsam çap çup' varken 'suzi dilara'yı, hüzzam'ı kim dinler?

 

''Neye yarar dillerde dolaşır Arif Nihad adı / Okur Arif Nihad, Arif Nihad'ı...'' diyor Arif Nihat Asya. Kısaca, o eski mükemmel şairlere, o deha çapındaki mütefekkir yazarlara kulak asan kalmadı. Bu yüzden de içindeki hâlin kötülüğüne aldırış eden, o halden rahatsızlık duyan yok. Fakat yine de, bizim gibi, eli kalem tutan, hassas bir iki zat arada bir zuhur edip duygularını yazabiliyor.

 

Şair Zarifoğlu, çevre kirliliğinin artmasıyla mavi göğü kaybetmekten korkuyor. Esrarengiz bir şiirinde Mavi Gök Orada mı? Diyor... O da bu bulanıklık altında mavi göğü yokluyor arada bir... Onu kaybetmekten korkuyor.

 

Bense yazarken ve anlatırken sis bombası patlatan kalemlerin metinlerinde mavi, sonsuz, derin ve berrak lisanımızı, mavi lisanımızı arıyorum. Onu yokluyorum arada bir. Çünkü global dedikleri şu çok yönlü kirlenmelerden en büyük zararı dilimiz gördü. Nehirlerden daha çok lisanımız ve dolayısıyla da zihnimiz bulandı.

 

Türkçe'deki tasfiyecilik harekatının arkasından boş kalan zihnimizi, çoğu uydurma, birazı hortlak, epey bir miktarı da hangi diyardan ve hangi derdimize derman olmak için geldiği meçhul bir yığın ecnebi kelime istila etti.

 

Zarif ve ince kâtibimin yerine man, azman, dızman gibi kocaman şeyleri çağrıştıran yazmanı getirmeye çalıştık. Fakat kâtibime yakıştığı kadar, yazmanımıza kolalı gömlek yakışmadı.

 

Aritmetiksel, geometrik bir dil icat ettik. Üstelik, bir de gibi tatlı ifadeler yerine artı; menfi taraflarımıza eksi, mükemmel insanlarımıza 4x4, yani dört dörtlük diyoruz. Sanki bir motor gücünü ifade etmeye çalışıyoruz. Vurgulamıyor, dikkat çekmiyor, altını çiziyoruz. İzah etmek gibi bir kelimemizin varlığını unutunca da deşelesek mi, eşelesek mi? Diyoruz. Kısaca mütalaa etmeyi unuttuk. Tartışıyoruz, yani tattaraveli oynuyoruz.

 

Dâussıla bizim için artık nostalji... Bu çok eski bir kelime diye, onu ne kadar dil darağacımızdan kovmaya çalışşsak da, Süleyman Nazif'in Dâussıla'sı bize bu kelimeyi hatırlatır sanırım.Sıla hasreti demek... Fakat nostalji bu kelimeyi ne kadar karşılıyor? Bu kelimenin mazimiz ve edebiyatımızla alakası ne kadar güçlü? Dâussıla yerine nostalji demektense hiç olmazsa tahassür, daha güzeli, sıla hasreti, diyemez miyiz? Ama ben Dâussıla derken kelimedeki dâ sesinin içimi yaktığını hissederim. Çünkü Dâ dağlanmayı, yürek dağlamayı tedai eder. Zaten hasret, sıla, gurbet gibi kelimeler bize hep vatandan, anneden, yardan ve arkadaştan ayrılığı hatırlatmaz mı? Bir gönül sızısını çağrıştırmaz mı?

 

Evet... Bu kelimeler, aslen nereli olurlarsa olsunlar, yalnız bize mahsusturlar. Çünkü Hiçbir millet, Yemen çöllerini, Sarıkamış'ı yaşayışımızı; Semerkand'ı, Buhara'yı, Türkistan'ın o tasavvufi, o uhrevi muhitini yüzyıllardır özleyişimizi düşünürsek, bizim kadar gurbet acısını, sıla hasretini gönlünde duya duya yaşamamıştır. Bu dünyada hasretin, sılanın, gurbetin ne demek olduğunu yalnız biz biliriz, biz anlarız.

 

Evet şair ikide bir neyi soruyor, neyi yoklayıp duruyordu? Mavi göğü... O, şimdi kurşuni bulutlarla örtülü mavi göğü kaybetmekten korkuyor. Bense öz yurdumda, dükkan levhalarında Body Reform Shop, Haute Coiffıre İsmail, Blue Butique, fast food, sandwich waffle ve daha bilmem color gibi kelimelerin atıldığı lisan çöplüğüne feda edilmiş annemin köpüklü çağlayan suları kadar temiz, pınar suları kadar berrak ve ak, insana hayat ve hayal güzü veren mavi lisanını arıyorum.

 

Onun, ''Evde ışıklar söner ninni / Gökte yıldızlar yanar ninni... Yum gözlerini... Gökte yıldızlar çiçek, rüyanı süsleyecek ninni...'' diye şakıyan saf ve temiz mısralarındaki ak lisanı arıyorum. Ana vatanımda anamın dilini arıyorum. Ben annemin bu saf, bu arı, bu duru ve berrak Türkçe kelimelerle yavrusuna sessiz, kirden ve pastan uzak, masum bir dünya sunduğu dili arıyorum.

 

Ne yapalım? Çevre kirlendi. Ona bağlı olarak da her şey... Zarifoğlu, ''mavi gök orada mı?'' diyor. Onun mavi göğü şimdi kirlenmiş kurşuni bulutlarla örtülü... Bir rüzgar dağıtınca bulutları, o, mavi göğüne kavuşabilir. Bense mavi ve berrak lisanıma Yunus'un:

 

''Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü / Yaratılanı hoş gördük / Yaratandan ötürü''; Karacaoğlan'ın: ''Bir ben değil, cümle alem perişan''; Ahmet Yesevi'nin, ''Başım tofrak, cismim tofrak, özim tofrak / Köydüm, yandım, olamadım hergiz apak'' gibi yüzyıllar ötesinden günümüze ulaşan feyiz dolu, ak ve berrak mısralarında, annemin ninnilerinde kavuşabiliyorum...

0 Yorum

Önerilen Yorumlar

Gösterilecek hiç bir yorum yok

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bir yorum ekle...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.