MAYIN TARLASI
Ne şehrin, ne de kendimin tutup gidemediği zamanlardı. Ölüm duygusunu yaşatan, koyu bir karamsarlık içinde, dönenip duruyordum. Kapılar yüzüme kapalıydı, hem de sımsıkı. Kolumdan tutup beni sarsacak, kendine getirecek, çimdikleyecek birileri olmalıydı. Kimseyi istemiyordum, beklemiyordum aslında. Kendimin kapılarını açacak anahtarım olmalıydı oysa. Yoksa…
Yoksa biri ben miydim?
Yağmurlu şehrin adamı / kadını. Bütün bu soruları sorduran sebep kendime bir türlü rahat vermeyişim. Doygunluğumdan mıdır yoksa acımdan midemin ölme noktasına gelmesinden midir bilemem ama gerçek bu, sonra yolculuklar. Yolun sonuna kadar gitme isteği… Beni yolcu olmaya ikna eden, sürükleyici maceraların içine iten, bu ele avuca sığmayan ruh hali. Durmaksızın koşma isteği, olmayınca ortalığı birbirine katan, istekleri bitmeyen, yaramaz bir çocuk gibi.
Böyle böyle umutsuz, beklentisiz yürüyordum patikadan. Çalılar, kökler, sarmaşıklar, otlar, ayağıma takılıyordu. Hışımla tekmeyi savuruyordum. Güneş; iri, sulu bir portakaldı sanki. Denizin bir ucundan doğup, bir ucundan batmaya devam ediyordu.
Ne diyordu ona, içinden bir ses: “ Kendiyle kavgalı olan, başkalarıyla da kavgalıdır. Otla, böcekle, zamanla, mekanla, geceyle, insanla… akla gelen her şeyle…”
Her şeyi her duyguyu, en vurucu, en acı, en keskin haliyle yaşıyordum. Testiler kırılıyor, çamlar devriliyordu iri kıyım. Köprüler yıkılıyor, bağlantılar kopuyor, habersiz kalıyordu dostlar. Konuştukça yok oluyordu muhabbet. Bir gece ansızın uyananlar, gördükleri bir rüyaya dair, kulağıma yorumlar fısıldıyorlardı: bir balkondan bakıyorum, dinginim. Gökten bir ışık iniyor, en görkemli beyazlığıyla, uzanıp onu avucuma alıyorum. Som beyaz bir toz bulutunun içinde görünmez oluyorum.
Gel zaman, git zaman rüya aşikar oluyor. Anlatılmaz haller…
Halden hale geçerken tek başımayım. Herkes bir köşe bulup saklanıyor benden. Kimse yardım edemiyor. En kritik noktalardan, en keskin virajlardan, elimde patlayıcılarla, mayın tarlasından geçmek zorundayım. Uzaktan uzağa sadece bakıp omuz silkiyor dostlarım: “Ne yapalım; böyle, geçmem lazım” En fedakarı bile feda edecek bir canı olmadığını itiraf ediyor. Buruk bir ifadeyle bakışıyoruz: “Bu şimdi mi söylenir? “ diyorum bakışlarımla. Gözlerini kaçırıyor can dostum.
İdolüm eriyor ateşte. Yok olmaya ramak kala anlıyorum hanyayı Konyayı.
Sonra da patlayıcıları yüklenip mayın tarlasına doğru dimdik yürüyorum. Geçip gidiyorum. Boşuna bekliyorlar patlama sesini. Selamete çıkıyorum. Hiçbir şey olmamış gibi, elimdekileri yavaşça yere bırakıyorum. İç geçiriyorum,dostlarıma son bir kez bakarak.
Ne kadar cesur ve gözü karaymışım meğer. Ama neye yarar ? Olayların, insanların iç yüzünü görüp hayret halindeyken, kendime hayret eder hale geliyorum.
Ne kadar yalnızmışım da haberim yokmuş!
Meral Afacan Bayrak
http://www.esnips.com/doc/de737e1f-01b1-4a...kan---Pare-Pare
7 Yorum
Önerilen Yorumlar