düsünme diyorum.. düsünme gececek hepsi.. rüya bittiginde yeni bir sen olacaksın diyorum.. diyorum ama dediklerime ben bile inanmıyorum ki.. senin arafına sıkısıp kalmısım, cehennemine cekip götürüyorsun beni.. hani senin oldugun yer cennetten baska bir yer olamazdı ? var bir celiski degil mi ? evet.. seninle ucuyorum.. seninle büyüyorum.. senin icin akıyor gözyaslarım..
-“deger mi lan !?” diye soranlara, basımı öne egip sessizce cevap veriyorum.. sana sorsam ne diyeceksin sevgili ?
Art
Bu gece ne kadar da yanında olmak istedim... Seni yıpratan her ne varsa onları her bir köşenden çıkarıp, şeytanın kazanında sonsuza dek kaynatmak istedim... Ama biliyorum ki, asla istediğimde yanında olamayacağım... Ne kadar da korkunç gözüküyor değil mi... Bense bu lanetin tadını çıkarıyorum işte!.. Kar yağan tepelerde, metrelerce beyazlığın altında kardelenlerin varlığını hissederek savuruyorum buzdan saçlarımı... Tipinin nasırdan ellerini senin dokunuşların diye tenime değdiriyorum... Gözleri
Okuduğum ilkokulun kantininde simit ve Çamlıca gazozu dışında bir şey yoktu, zaten o zamanlar çocuğa haftalık vermek diye bir şey de yoktu. Gene de bakkala gidişlerimde kalan para üstlerini haftalarca biriktirip, tüpte şokella alıyordum. Onca zaman para biriktirilerek alınan ve bitmesin diye gıdım gıdım yenen o tüpte şokellanın tadını hala hiçbir şeyde bulamıyorum.
Ben şanslıydım, babam denizciydi. Seyir dönüşleri bana envai çeşit oyuncak getiriyordu Avrupa'dan. Ama o zamanın çocukları bile
beynimde kaldıramayacağım kadar büyük bir gürültü var..beynimdeki çözamediğimm çözmek için de uğraşmadığım sır; çürümeye yüz tutmuş hayallerimi her geçen zamanda biraz daha içine çekiyor.bana değil şu anda var oldugum tüm karanlıga,odamın her aydınlığından yansıyan karanlıga,ait oluyor o büyük sırrım ..bir gürültü oluşuyor sürekli sefil hayalerimden..kulaklarımı ve bana ait olmayan her hayali gürültüye boğuyor kendi kargaşası içinde..odam,karanlığım birden duruluyor ..sis dolasıyor her yanda kar
Altmışlı yılların sonunda ve yetmişli yılların ilk yarısında, tek başına dokuz kişilik ailesini geçindirmeye çalışan babamın yanında önce dolmuş, sonra da taksi durağında araba yıkadığımı hatırlıyorum. Yaşım "ilerlediğinde" yaptığım işler arasına otomobil lastiği onarmak da eklendi. Bunlar benim ilkokul, ortaokul ve lise yıllarımdı. Ders çalışacak zamanı ve koşulları olmayan, ancak iyi bir araba yıkayıcısı ve sadece öğretmenleri dinleyerek sınıf geçen, iyi sayılabilecek bir öğrenciydim. Öğretmen
“Nereye” diye soruyor...
“Bilmiyorum” diyorum buz gibi umursamaz bir sesle. Gerçekten bilmemek mi benimkisi yoksa tamamen umursamamak üzerine uydurulmuş güzel bir kılıf mı tüm bu söylediklerim... Belki her ikisine de sığınıyorumdur soruları cevaplarla çoğaltmamak adına kim bilir...
Ama bildiğim bir şey var ki; ne kadar zorlasam da kendimi gözlerimin önüne o ana dair, sana dair hiçbir şey gelmiyor. Sessiz, kırgın ve uzak zamanlardan geriye yüzü olmayan bir adam kalmış sadece belleğimde. V
Ahlak,insanın genel olarak toplumsal konumlanışını,yaşama bakışını,insan ve çevresiyle olan ilişkilerindeki değerlerini;kısacası yaşama karşı duruşunu belirleyen bir öze sahiptir.Ahlakı insandan ve insanın yaşama karşı duruşundan bağımsız olarak ,ideolojiler üstü görmek olanak dışıdır.Ya da böyle ele alınması bilimsel,tutarlı ve doğru değildir.
İnsanı insan yapan değerlerin insan merkezli ve toplumsal olarak duruşunun ifadesidir ahlak.Doğruluk,dürüstlük,namusluluk,onurluluk,hak ve hukuk bilirl
Canımın içi, ciğerparem… Sancılı sevdam, ağrılı başımın tatlı belâsı… Yokluğunda eksilip yok olduğum;
Yine bilmem kaç şiddetinde depremlerimsin bakışlarındaki fay kırıklarınla! Hançeri saplayarak yüreğimin ta ortasına; yine dipsiz kuyularda bilinmeyen denklemli söylem ve eylemlerinle bırakıp gittin, kaldım bir başıma!
Ne olacak bu gidişin sonu can... Ne yapacak nasıl baş edeceğim seninle, bilemiyorum? Sen, benim ele avuca sığmazım, sen nazlım, sen kırılgan sevdiceğim, sen sevimlim, yoluna b
Varlığın yokluğuna özdeş şimdi…
Yazıyorum birkaç dakika ağlamışlığın ve gözyaşının üstüne…
…
Sen bulanıklaşsan da ben çizdim bir kâlp içine iki bedeni…
Zamanın bilmem hangi köşesindeydik hatırlamıyorum. İşime gelmeyen buluşmalardan kaçmadım sen varsın diye… Çam diplerinde petunyaları kuruturken ellerimizde mayasız öperdim seni.. Özüm’süz …
…
Güzel kelimeler istiyordum senden … Ay ışıklarıyla yıkanmış okuyunca dokunduğun gözlerimin mızmızlaştığı …
…
Kulağımın arkas
Roboski'deki katırların yüzleri maskeli molotof attıkları fotoğrafları yayınlandıda benmi görmedim ..!
''Yeryüzünde katlettikleri katırlar kadar hükmü olmayan canlıların yer kapladığı bir ülkede yaşıyoruz! Ağaç, hayvan, doğa, hayat düşmanları! ''Murathan Mungan
Binlerce yıl önce Meksika’nın güneyinde bilginin kadınları ve erkekleri olarak anılan ve kendilerine“Toltek”adını veren kızılderililer yaşardı.Onlar yaşam sanatını uyguluyorlardı. Bilgelik kitaplarında ise;insanın ,dünyada cennet gibi bir ortam yaratabilmesi için kendisiyle yapması gereken dört anlaşmadan söz ediyorlardı. Bu anlaşmanın ilki ve en önemlisi “Sözcüklerinizi Özenle Seçin” başlığı taşıyordu. Çünkü Toltek Kızılderilileri olumsuz sözcüklerin insan yaşamı üzerinde “kara büyü”etkisi yara
“Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak
Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu…
Dön bak dünyaya…”
Başlığı çok sık yazıp çizmişimdir, yalnızlığımın ardına “+1″ koyacak biri daha var mı acaba diye…
İnsanın yalnızlığını anlatabilecek binlerce örnek verilebilir. En çok bilinenidir “yalnız olduğunu söyleyebileceğin biri bile olmaması”. Bu hafta ben yalnızlığın bir başka biçimini yaşadım. Yalnızlık nedir biliyordum, çok kere de tecrübe etmiştim ama “acı”yla birlikte tadınca, çok şey değişti
İnsanlar ne zaman bir yere ait olmadıklarını anlıyor, bilmiyorum. Ben bugün anladım…
Bir yere ait olmadığını ne kadar uzun süre hissederse hissetsin bunu kendine bir türlü itiraf edemiyor insan. Bu görmezden gelme ani kızgınlıklara, büyük kırgınlıklara ve yapılan bütün fedakarlıkların bir “hiç” olduğunun fark edilmesine neden oluyor. O güne kadar yürüdüğünüz bütün yollar, kendinizi iyi hissettiğiniz bütün mekanlar yabancı… Karşılıklı oturup dertleştiğiniz, gülüp ağladığınız insanlarla sanki
Yaşlı ve çirkin bir tüccar; karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için
olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş...
Sabaha karşı, yaşıl adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın,
soyguncu dostlarını çağırmış.
Ne var ki tüccar, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı
koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin
ehliymiş.Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa,
bu zayıf ve çirkin bedende yara açılmadığını, can alı
Okunmamış mektupların yasak sevdaların kentinden geldim ben;
Kavanozlara hapsolmuş kırılgan güneşlerin
Kimsenin birbirine dokunamadığı sevgilerin kentinden.
İçimde kocaman bir acıyla pek çok korkuyla geldim;
Ürkeklikle kırılganlıkla umutsuzluk ve çaresizlikle geldim.
Aylarca hüzünle dolaştı bu şehirde gözlerim
Yalnızlık ve açlıkla;
Sevgiye açlıkla.
Bir bir tanıdım bu kentin ıslak ve yağmurlu köşe başlarını
Gözleri yaşlı çıkmaz sokaklarını.
Her kaldırım taşına dokundum
Her ağacına sarı
Sen bu mektubu okuduğunda
ben yeni başlamış olacağım yazmaya.
Gözlerin ilk satıra düştüğünde
kalemim daha yeni değmiş olacak kağıda.
Senbir pazartesi akşamına karartırken günü
bense henüz uyanmış olacağım.
Ve penceremden senin pencerendeki
akşamı izleyeceğim.
Sonra sen, benim seni izlerken yazdığım satırlara
sarılıp yatacaksın.
Uyanacaksın.
Yıkayacaksın yüzünden pazartesiyi.
artık yaşanmamış yepyeni bir gün olacaksın.
Soluk bir kelebek kanadında düş büyütmek gibi merhaba..
merhaba; uzak ülke rüzgarlarının serinliğine bıraktığım mavi şal, merhaba sana.
Yine kağıtla, kalemle merhaba ruhumdaki yalnızlığına..
Yeni bir eklendi yaşamışlığıma , yine bir yıl biterken.
henüz dağıtmadı güneş saçlarını ,semanın yüzüne..
Sarı siyah gökyüzü bu yüzden : arada kalmanın resmi bu olsa gerek doğanın tualinde ;sabaha inat karanlık , geceye inat aydınlık..
Loş bir gölgeyim kararsızlığında göğün, ya var ya yokum biraz