YJaeB1OhPVA
Anneme hitaben...Annem iyiki dogdun.....
Turkce meali:
bir ben birde sen
garibiz buralarda
oturmuş bir kapının önünde
ve bilmiyor hiçkimse
nedir derdimiz diye
oy benim garibim,biçaresizim
bir kapının önünde oturmuşuz öylece
kapanmış yollarımız dikenlerle
ve bilmiyor hiçkimse
nedir derdimiz diye
oyy benim garibim biçaresizim
Çağımızın büyük bilgesi Bediüzzaman, 'O yâr ise her şey yardır, her yer yarar' demişti. Cem Karaca, ömrünün son yıllarını, gürül gürül çağlayan sesiyle, 'Allah yâr yâr! Allah yâr yâr!' diyerek geçirdi.
Türk usulü rock'ın, folk'tan beslenen protest ve gür sesli prensi, sert müziğin; toplumsal muhalefetin aktığı bir damar olarak türkünün modern zamanlar Dadaloğlu'su, bizim irfani geleneğimizin kılcal uçlarına doğru sızarak oradan olağanüstü bir ilahi devşirdi. 'İş başa döner' diyen doğru söyle
Öylesi yalnız hissediyorum ki yine kendimi... Hani milyonlar içinde yalnız kaldım derler ya insanlar.. Benimkisi ondan da zor olanı... Bir sevda bile yok çevremde... Benden kaçıyor adeta umutlar... Yaşanmışlıkları hep atmışım bir kenara... İdare ediyorum senden bana kalanlarla... Terk etmiyor bir türlü sevdan... Ama uzaklarda benden ellerin.... Seni öylesi sevdim ki... Dön desem... Seviyorum desem.. Gelir misin bilmiyorum... Şu özlemlerimi bir dindirsen... Sevdaya yeni bir şans versen... Beni dü
BİRİNCİ NOT
Semavî kitaplardan anlaşılan; madde de mânâ da, gayb de şehâdet de, Rahman da Rabb de, İsa da Musa da, Kanun da Mucize de, ve “Ha-Mîm” ile işaret edilen 99 isim de ve Cevşen’de anlatılan 1001 sıfat ve şuunât da mutlak(sonsuz) bir Hakikatin farklı şuun ve tecellileridir. Dualiteyi izah eden Rahman sûresinde anlatıldığı gibi; bütün zıtlar O’nun şuunâtıdır (nitelikleridir). Bu noktadan bakılırsa insan için ölüm ve yokluk, söz konusu olamaz. Evet, “O, hergün yeni bir şe’ndedir.” Bu,
Gitmek Gerek Bazen…
Bazen bitmek gerek yaşamdan, her yerden
Bırakmak gerek bugünlerde, işi gücü, sevgileri aşkları, parayı pulu. Gözün görmeden, kulağın duymadan, yüzün gülmeden gitmek gerek buralardan.
Nereye olduğunu bilemediğin yollara, neden olduğunu anlamadığın sebeplerle çıkmak gerek. Kimseyi yanına katmadan, kendini bile olduğun yerde bırakarak gitmek.
Gitmek gerek bazen.
Bazen buralardan
Bazen bu zamandan
Bazen bu yerlerden.
Tanıdık tanımadık her yerden, her şeyden g
1914 yılı Haziran ayının sıcak günlerinden şikâyet eden insanlık, asıl yakıcı ateşin yaklaştığının farkında değildi. Sırp öğrenci Gavrilo Princip'in silâhından çıkan mermilerle Saraybosna meydanına yığılan Arşidük Ferdinand, devrilen ilk domino taşı oldu ve Birinci Dünya Harbi'nin kapıları ardına kadar açılıverdi. Daha ilk aylarda harbin temeldeki sebebi anlaşıldı: Osmanlı coğrafyasındaki petrol. Osmanlı'yı sıcak savaşa çekmek derdinde olan Almanya ise Goben ve Breslau zırhlılarının rol aldığı,
Ey Çanakkale'nin ve bu vatanın müdafaasında canı, kanı, teri olan şehitler, gaziler... İngilizleri, Fransızları, Hintlileri ve daha nicelerini Çanakkale'de iman dolu göğüsleriyle karşılayan kahramanlar... Çok uzak coğrafyalardan gelen bu milletlerle bir alıp veremediğin yoktu aslında. Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere nerede, Çanakkale neredeydi? Şâirin o yıllarda "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ" şeklinde tasvir ettiği bu insanlar senin topraklarında ne arıyorlardı acaba?
İbn Arabi halvetteyken, yakın dostu, sırdaşı olan Abdullah odasının kapısından içeri girer. Girince, derin bir dalgınlıktan, rüyadan uyanır gibi sıçrar. Noldu şeyhim? diye sorulunca da, ‘sen gelesiye’ der, ‘Sevgiliyle birlikteydim, sen gelince yalnızlığa düştüm.’
Konuştukça içimdeki uğultu büyüyor, dedi Kadın. Büyüdükçe daha
çok konuşuyorsun, dedi Adam. İnsanlara karıştıkça yalnızlığım artıyor,
dedi Kadın. Yalnızlaştıkça daha çok karışıyorsun, dedi Adam. Yaşadıkça
acılarım çoğalıyor, d
'Dağlardaki ateş'i, iki anlamıyla da okuyabilirsiniz.Behçet Necatigil'in, 'Oda karanlık/Odadan dışarı çık/Şehir karanlık/Şehirden dışarı
Korkma/Yürü bir hayli yürü/Gördün mü/Dağlar başladı artık.
Korkun dağılır rüzgârda/Bekle biraz/Dağlarda ateşler yandıkça/Karanlıktan korkulmaz' dizelerindeki gibi, dağları ışıtan bir ateş olarak mesela... Veya, düştüğü yeri yakan acı olarak. Köroğlu'nun, Dadaloğlu'nun egemenlerden kaçtığı, bir kavgayı yürüttüğü özgür mekânlar olarak... Bugün öze
Ahmed-i Hani
Çeviren-Yenidenyazan
Sadık Yalsızuçanlar
'AH MİNE'L-AŞK'
Mem ile Zin'in öyküsü tanıdık bir macera.
Leyla ile Kays'ın, Yusuf İle Züleyha'nın, Arzu İle Kamber'in, aşk ateşiyle birbirini yakan Kerem İle Aslı'nın, Romeo İle Juliette'in, Genç Werther ile Lotte'nin, Kafka İle Milena'nın öyküsü gibi tanıdık ve trajik.
Mezopotamya'nın bu kadim efsanesinde karşımıza çıkan olay da, Nietzsche'nin 'her aşk trajiktir' yargısını doğrular.
Mem İle Zin, şairin,
'ah mine'l-aşk
'Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız bir yankı durmadan yalnızsınız durmadan yalnızsınız'
Ne zaman masum bir yalan söylemek zorunda kalsam, Edip Cansever'in bu mısralarını hatırlıyorum.
Ne zaman 'babamın öldüğü yaş'a geldiğimi hissetsem...
Ne zaman istemediğim bir seyahate çıkacak olsam bu dizeler gelip konuyor yüreğime.
Ne zaman Tutunamayanlar'ı okuduğum günleri hatırlasam...
Ne zaman adım başı bir yoksulun mustarip çehresine çarpsam bu dizeler kanatıyor içimi.
Ne zaman elle
05.01.2009
Hrant Dink, 16.10.2005 tarihli Yeni Asya'da yayınlanan bir söyleşisinde, Hasan Hüseyin Kemal'e, 'Allah Bediüzzaman'dan razı olsun. Zamanın ölçülerine ve bakış tarzına göre, burada ahlaklı bir duruş sergilediğini görüyoruz.' diyor ve ekliyor:
'Bediüzzaman, Doğu'da aşiretleri gezip meşrutiyeti anlatırken, halk meşrutiyetin Ermenilere tanıyacağı eşitlikten rahatsızlık duyuyor, o da, 'Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bilhak
1)yeni başlayanlar için ankara aştidir.
2)soğuğun içine işlediği anda başını kaldırıp etrafta denizi aramaz
isen kolay alışırsın.ankara da deniz yoktur. deniz kenarında bir kentte bir şekilde bulunmuşsan,denizi seviyorsan, ankara yı kısa vadede sevemeyeceksin, hiç kasma. yine de çeneni kapa
3)ankara iyi güzel de denizi yok abi bea kabilinden düşüncelerini
kendine sakla,bu muhabbetleri defalarca kez duymuş olan ankaralılar pek
sevencen davranmazlar,sıcak yaklaşmazlar. baygınlık ve
İki belalı kavramla karşı karşıyayız; Yabancı ve Öteki. İnsan dünyada yabancıdır. Yeryüzüne bir yabancı olarak inmiştir. Gelirkenki çığlığı belki bu yabansılığın tepkisidir. Giderek hayatın acıları ve tanıklıklarıyla yabanlığını terk eder, varlıklarla ünsiyet kurar, tanış olur, öğrenir, izler, bakar ve görür.
Bu süreç, bir bakıma insanın yabancılığının adım adım giderilmesidir.Yabancılaşma ise, insanın asli doğasından uzaklaşmasıdır.
Öteki hayli netameli bir kavram. Derrida, öteki'ni
Yüreğini siper et. Güvenlik içerisinde olursun. “Yoruldum” deme sakın.
Göğsüne yüreğinden başka muska takanlar yorulurlar.
Göğüs kafesin acıdan bir mengene gibi yüreğini sıktığında, aşk var mı, ona bak.
Varsa eğer, aldırma, dağlar gibi gelsin. Çünkü aşk, acıyı hayata dönüştüren bir iksirdir.
Acıya aşık olanların “Ey tabib elden gelirse yâremi gel emleme… Yar elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme…” diyenlerin sırrı burada yatmaktadır.
Bu sırr
Dinle neyden ki hikâye etmede, Hep ayrılıktan şikayet etmede Mevlânâ’nın mesel dünyasında, ney insanı temsil eder. İnsan da, tıpkı ney gibi, içinde nefes saklamaktadır. İnsanın her sözü, bir özleyişin ve bir ayrılığın ifadesidir. İnsanın iç çekişleri, aslından ayrı olmanın hüznünü, yuvadan uzak olmanın sancısını yansıtır. Kamışlıktan kopardıklarından beri beni, Feryadım ağlatır her kadını ve erkeği. Kamışlık neyin anayurdu ve evidir. İnsan da tıpkı ney gibi cennetten, yani yuvasından ayrılmıştır
Bediüzzaman, 'tevhid'in, yani Allah'ı birlemenin, birliği hissetmenin sonuçlarından söz ederken şöyle der: 'İman birliği, elbette kalplerin birliğini ister. Ve itikattaki birlik dahi, içtimai vahdeti gerektirir.' Bugün, etnik milliyetçiliğin yol açtığı çatışma alanlarının yatışmasında ve aşılmasında, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği' öğretisinin yeniden inşa edici soluğuna ihtiyacımız var.
Bendeniz, 'vahdet' yani 'birlik'ten, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği'ni anlıyorum. Bunun, e
Turgut Uyar,
"ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim"
diyor.
Bu böyledir, her şeyi, herkesi sonradan öğreniriz. Asıl cehalet, bilginin gücüne tapınmaktır. Güce güvenmektir. Güçlüye yamanmaktır. Ne denli 'bilgili' ve 'güçlü' olursak olalım, gerçekte, bizi, yaşadığımız dünyayı, kainatı ve varlığı kuşatan Mutlak Alim'in huzurunda alabildiğine cahil ve çaresiziz. Bu esası yitirdiğimizde, bilgisizliğe ve vicdansızlığa düşeriz. Asıl g
Volga, Avrupa’da doğar, Asya’ ya dökülür; bütün Asya’yı besleyecek kadar güçlü, bütün Asya’yı yutacak kadar öfkelidir. Yatağı kendisine dar gelen bir ırmaktır. Yatak, Volga’nın hırçın suları altında evladına ah u vah eden bir anne gibi mahcup ve sadıktır; Volga sükûnete erdiği, yatağına kurulduğu yerlerde boynunu büker, suyunu eksiltir.
Üzerinde, bir tarih yazılmıştır Volga’nın. Göçlerle kurulan bir medeniyete geçit vermiş, medeniyetler korumuş; bazen keskin bir kılıç, bazen sağlam bir kalk
UzDmcFo-Dhg Ninlden dinlemekte güzel okurken tabi
Bi turlu bulamadım okdar karmasık ki...
Filozof ve Felsefeciler ne demis Aşk icin :
Aristo Tales:
"Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yalniz sevilmenin hiçbir
zevki yoktur"
François Bacon:
"Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanlarin kendilerini budalaca aska kaptırdıkları
görülmez. Büyük ruhlar ve büyük isler askla uzlasmaz"
Augustinus:
"Sevgi ruhun güzelliğidir."
Franz Xaver Von Baader:
Tarihî şehrin erkekleri, ellerine aldıkları gazete, karton ve seccadelerle aynı yöne akıyordu. Ezan okunmuş ve herkes camideki yerini almıştı. Erken gelenler şanslıydı. Geç kalanlara ise, hafiften çiseleyen yağmur, sanki sitem ediyordu.
Caminin kalabalık olması ve dışarıya taşan cemaatin çokluğu cami idaresini de harekete geçirmişti. Emir Dede kendini çoktan fahrî görevli ilân etmişti. Gelenleri bir trafik polisi gibi yönlendiriyor ve boş yerlerin doldurulmasını sağlıyordu: “Saflar düz olsu
Nereden nasıl kaçtın, buraya ne zaman geldin bilemedim.
Adın Meryem ve Fatıma'nın lakabıymış yeni öğrendim.
Suya benziyordun, bir bulut gibi beni kendimden geçirdin, sarhoş ettin.
Seni görünce, bakire Meryem'in alnındaki parolayı okudum : Muhammed.
Bir şairden öğrenmiştim, onlar birbirinden gelen bir soymuş.
Seni getiren araçtan indiğinde bir firari olduğunu hissetmiştim. Bir şeylerden kaçıyordun. Bir yere gelmiştin. Bu yer bendeki acılardı belki bilmiyorum.
Sen kökenden geliyorsun, ağaçt
Sosyologlar, toplumdaki farklı eğitim-kültür ve sosyo-ekonomik tabakaları çeşitli model ve kavramlar yardımıyla açıklamaktadırlar. Türk toplumunun analizinde kullanılan "Beyaz, Siyah ve Gri Türkler" metaforu, sosyolog Nilüfer Göle ve Orhan Türkdoğan tarafından sıkça kullanılır.
"Siyah Türkler" ifadesiyle, eğitim seviyesi en fazla liseye karşılık gelen, kültür seviyesi düşük, ekonomik gücü olmayan, inanç ve geleneklerine bağlı, ortalama Anadolu çoğunluğuyla, köylü, hizmetli ve işçiler tarif