güvercinin telaşlı kanat çırpışındaki ses mi?
yoksa,
kelebeğin kanadındaki inadına sessiz bir çığlık gibi mi?
ya da, tuz-buz olan bir sırçanın
haykırışı gibi mi?
nasıl bir sestir ki, perişan eder bizi duyduğumuzda?
ne kalpler kırdık
bilmeden.. ya da bile bile......
ne setler koyduk aramıza bu kırılmış kalplerden de..
sonra aşmaya çabaladık durduk çok...
dokunmak istedik, ulaşamadık....
ulaşmak istedik, kendi ellerimizle kurduğumuz
setler engel oldu yi
Farkında Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.
Farkı Fark Etmeli, Fark Ettiğini De Fark Ettirmemeli Bazen...
Bir Damlacık Sudan Nasıl Yaratıldığını
Fark Etmeli.
Anne Karnına Sığarken Dünyaya Neden Sığmadığını
Ve En Sonunda Bir Metre Karelik Yere Nasıl Sığmak Zorunda Kalacağını
Fark Etmeli.
Şu Çok Geniş Görünen Dünyanın, Ahirete Nispetle Anne Karnı Gibi Olduğunu
Fark Etmeli.
Henüz Bebekken 'Dünya Benim!' Dercesine Avuçlarının Sımsıkı Kapalı
ADAM DEDİĞİN!!!!
Adam dediğin afilli olacak,
Dik duracak başı, her türlü zorluğa karşı
Mağrur!
Ve
Gurur okunacak duruşundan!
Ta uzaklardan bile, bileceksin,
“Aha, işte o benim” diyeceksin!
Havası değişecek evin
İçeri girdiğinde!
Gülüşü sevdalı,
Yürüyüşü emin,
Bakışı sağlam olacak!
Bir elinde ekmek; diğerinde çiçek,
Taşımasını bilecek!
Sarışın, esmer, saçlı, kel…
Bunlar hikaye,
Adam dediğin beyefendi olacak!
Koluna girdiğinde;
“Şu gördüğünüz küçük dağlar
Bazen deniyor ki neye ihtiyacınız varsa o dönüp sizi bulur...Hayatımın şu noktasında böyle bir yazı inanılmaz bir tesadüf mü desem bilemiyorum..Ama çok hoş ve güzel bir yazı..Ben bunu elimden geldiğince uygulamaya karar verdim..Umarım sizin içinde bir yerde hayatınıza dokunan satırlar vardır.Biraz uzun bir yazı ama lütfen okuyun ....Sevgiyle Kalınız.....RİNA...
Akışa Güvenmek
Eylül... Sonbahar mevsiminin başlangıcı... Her yeni mevsim bir önceki dönemi bırakma, yeniye hazırlanma ve yeni bir
Geceyarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz'da Selim gazete köşelerinden internette yayılmış bir öyküyü anlatıyordu.Kulak kesildim:
"Bir sonbahar günü Londra'daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında oturan adam, yaprakların dökülmesini hüzünlü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:
"Bay Winkelman beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız."
Yüz hatları gerildi Winkelman'ın:
"İngiltere’de bu ameliyatı yapabilecek dokto
“Bir zamanlar yazılarını yazmak üzere okyanus sahiline giden aydın bir adam varmış. Çalışmaya başlamadan önce sahilde bir yürüyüş yaparmış. Bir gün sahilde yürürken plaja doğru baktığında danseder gibi hareketler yapan bir insan silueti görmüş. Başlayan güne danseden biri olabileceğini düşünerek gülümsemiş ve ona yetişebilmek için adımlarını hızlandırmış. Yaklaştıkça bunun bir genç adam olduğunu ve dansetmediğini görmüş. Birkaç adım koşuyor, yerden bir şey alıyor ve yumuşak bir hareketle okyanus
Bazen yorar insanı küçük şeyler; büyük sırlar vardır küçük şeylerin içinde. Açıldıkça açılır, boyuna posuna bakmadan...
Bazen dinlendirir insanı uzaklar; uzakliğa bir yakınlığı vardır gözlerin. Gözlerin olduğu kadar gönlün de...
Bazen durur tüm adımlar; adamların tembelliğinden değil, yolların düşündürücülüğünden. Öyle çetrefillidir ki, susar ayaklar da kimi zaman...Bazen sorar gözler, diller kabul etse bile. Maharet gözleri bile ikna etmektir, güzel söz söylemek değil. Bazen durur düny
Yüreğim mi kanıyor,sevdiklerim yüreğimimi kanatmış yok canım bana yapmazlar yapamazlar bana kıyamazlarr....durun ya.... batırmayın cam kırıklarını ..yakmayın canımı..valla çok acıtıyor cam kırıkları canımı helekii sevdiklerinin gidişini görmek ...
Görmek ve sessiz kalmakk..sessizce izlemek zorunda olmak...içine atmak duygularını,susmak ve zamanla unutulmak....
Elbette tercihler değişir bundan doğal ne var ki...Ama izi..Yakıp da geçer..Kanatırr....Ağlatır içini, için için...
Duyurmazs
Cevabı uzun ama erkek egemen toplumlarda çok normal. Adeta bir kural.
Televizyonla beslenen, medyatik refleksli toplumumuzun bazı erkekleri, gücün ve iktidarın karşı cinse geçmesi halinde çıldırıyor. Bir aşağılık kompleksi durumu yani cennet anaların ayakları altında deyip, kadın döven zavallıların düştüğü acizlik...
Erkek hep zeki kadından hoşlanır ama zamanla bu zeka yarışında yenilince kızar, küser ve ağlar. Tıpkı yenilgiyi hazmedemeyen bir çocuk gibi. Zeki kadınlar erkeklerin çocuk
Bazı şarkılar vardır....
dinlerken o şarkıda erirsiniz yok olursunuz...
Sizi bir yerden alır bambaşka bir dünyaya götürür...
ayaklarınız yerden kesilir dinlerken...
bir sevda yeli gibidir heyecanlandırır....
Her enstruman sizin duygularınızı seslendirir sanki...
her nefes soluğunuz olur....
her parmak ucu yüreğinizin tellerine dokunur...
her vuruş daha coşturur...
gençken olduğu gibi deli akmaya başlar kanınız damarlarınızda...
herşey kıpırdamaya başlar...
eskiye dair ne varsa hortl
HAYATA DAİR!!!
Karanlikti oda, karanlikti sokaklar, kapkaraydi sehir.. Ne kadar olmustu
kendine dokunmayali. Ne kadar zaman olmustu aynada yuzunu gormeyeli. Ne
kadar olmustu sadece kendisi icin bir sey istemeyeli.
Kocasi icin cabaliyordu, oglu icin dusunuyordu, is arkadasi icin uzuluyordu.
Ya kendisi neredeydi. Kendisi icin cabalayan, kendisini dusunen var miydi.
Nasil bir duyguydu simartilmak. Sahi simarmayi bilmezdi ki, ya da kimse
ogretmemisti ona simarmayi.
Mutlu muyd
İçimdeki sessiz çığlığımmm yeter artıkk ....
s...u...s...t...u...m...
susmak bazen en güzel cevaptır...
susarsan dağlar devirirsin...
susarsan sen olursun...
sevdiğini mi söylüyor...
sus...
çünkü birgün o zaten susacak..
konuştuğuna pişman olacaksın...
seni istediğini söylüyor öyle mi?
sus...
çünkü birgün senden vazgeçtiğini söyleyecek...
senin için öleceğini mi söylüyor?
sus...
çünkü birgün baldan da tatlı olacak canı...
senden
Bir zamanlar bir yerlerde kör bir genç yaşıyordu ve bu kör genç kendisinden nefret ediyordu ,
çünkü kör bir yaşamı vardı.
Göremediği için hiç birşeyi ve hiç bir kimseyi sevemiyordu ,herkesten ve her şeyden nefret ediyordu..
Ama kız arkadaşı hariç, kör yaşamında sevdiği tek şey kız arkadaşıydı...
Bir gün kız arkadaşına eğer dünyayı görebilseydi onunla evlenmeyi kabul edebileceğini söyledi...
Kız arkadaşıda onu çok mutlu ettiğini söyledi...
Günlerden bir gün şans gencin
Kalem erbabı için aşk üzerine yazı yazmak cüret ister. “Taş” dediğimizde elle tutulan, gözle görülen bir maddeden bahsetmiş oluruz. Varlık alemindeki bir objeyi tanımlamak kolay, ancak aşk gibi tecrübi bir olguyu açıklamak maharet ister. Çünkü tecrübeler şahsidir.
Aşk dokunulması muhal bir ahu mudur? Bir muhal üzerine bilgelik taslamak, nutuk atmak ne kadar etik? Aşk, tam olarak anlayamadığımız bir gizilgüç mü? İskender Pala’nın “Babil’de Ölüm, İstanbul’da Aşk” romanında “Aşkı bilen biri için
Bir kitap olsaydı hayatın, gönül kütüphanesinin neresine koyardın onu? Tarih kitaplarının mı, felsefe kitaplarının mı, romanın mı, şiirin mi, yoksa günlüklerin arasına mı? Göze çarpan bir yerde mi durmasını isterdin veya dikkatle bakanların bile göremeyeceği bir yere mi yerleştirirdin onu? Sık sık açıp okur muydun hayatının kitabını, yoksa sadece ayda yılda bir, tozunu silmek için mi eline alırdın? Veya büsbütün unutarak onu gönlünün hiç bakmadığın bir köşesine mi atardın? Peki kitabını eline al
Bazen hayatımıza giren öyle insanlar olur ki; onlarin belli amaca hizmet etmek, bize bir ders vermek, kim oldugumuzu ya da olmak istedigimizi bulmamıza yardım etmek için bizimle olduklarını yüregimizin derinliklerinde hissederiz. Bu insanlarin kim olacağını asla önceden kestiremezsiniz; belki oda arkadaşınız, komşunuz, uzun zamandır görmediginiz bir arkadaşınız, sevgiliniz ya da belki de sadece göz göze geldiginiz bir yabanci. Her kim olursa olsun, o kader anında hayatınızın bir biçimde etkilene
biri... öyle biri ki...
renkler yok...
umutlar gürültüyle kırıldı ama içimde çıt yok...
susuldu...
susandı yarın'a...
yarın nerde?
kayıp mı olduk, hiç mi yoktuk?
kim keşfetti bölündükçe çoğalan dertleri
ve
kim öldürdü paylaşıldıkça çoğalan sevgiyi?
herkes nerde?
bir yanlış üç doğru mu götürüyordu öteden beri?
herkes yalnız mı?
herkes kendi içinde kalabalık mı?
kaç kişiyim? diye ben değil, içimdeki binlerce "ben" soruyor ayrı a
güneşle ıslanmaya uyanmak
Uzun zamandır sinsice yerleşen bir telaş var ellerimde,
nereye koysam, ne iş yapsam gitmiyor bir türlü bu dalgalanmalar.
hiç bir işe yetişemiyorum, hep yarım kalan resimler, oyalar, bulaşıklar..
aslında kalbimin sızısını ellerime yükledim, hiç bir şeye mecbur değilken üstelik.
neyi tamam olabilir ki insanın, bir kendi eksikken kendine.
rüya kadar bile bellirgin değilken hiç bir suret, kimden ödünç aldığım bile muamma olan karışık bir gülüş yapışı
Kısaca düşüncelerimi paylaşmak istiyorum sizinle. Belki katılırsınız düşüncelerime, belkide saçmaladığımı düşünürsünüz....
Orasını bilemem ama.... hayatı bir tiyatro sahnesine benzetiyorum...
Hepimiz üstlendiğimiz rolleri oynuyoruz....
Kimimize neşe dolu mutluluk rolleri biçilmiş,kimimiz moralsiz....
Bende bu gün nazlanacak birilerini arıyorum yani biraz moralsiz bir günümdeyim...
Çok güzel bir aile ortamında yetiştim yani benim çocuklarıma veremediğim mutlu bir aile ortamında.....
Benim b
Yeni bir hayata, atlamak isteyip de kıyısında dolaşanlar için,
kamburken dik durmaya çalışanlar için,
sıkıp sıkılanlar, sıkanlar için,
isteyip gidemeyenler yapamama korkaklıgında olanlar için,
fena şeyler düşünüp korkmayanlar için,
takmayanlar için,
küçük harfleri sevenler için,
büyük sözler söylemek değil,
hayata dair bir deepnot düşmektir hayat...
Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu yaninda bir mektup ile hediye olarak Pers İmparat
..Seyret, Sus ve Dinle....
Bir gün bir dağ güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgarın esintisiyle ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf gibi günü karşılıyordu.
Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş bana gülümseyerek gün başlıyor."
Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.
Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans edi
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum.
Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağım, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve
Uzak gizemli bir ülkedir aslında hepimizin yaşadığı, soluk aldığı, âşık olduğu şehir...
Her birimizin apayrı bir hikâyesi var...
Pek çok şey biriktirdik...
Pek çok şeyi yarım bırakıp, yanıbaşımızda fesleğenler büyüterek uzak başka uzak ülkelerden gelecek gemileri izledik...
Aslında hiç bir şey bize aşina değil artık...,
Yalın bir yangının içinde gonca güller büyütmek bile, birilerini sevip, onlara ömrümüzü adamak bile zamanın içinde bir kayboluş. Pek çok kez kaybolduk...
Ne kadar ço
Karanlığın içinde kendimi gördüm.....
Herkesin gördüğü kadar.....
Ama bir farkım var.....
Karanlığın içinden çıkan ışığım ben....
Işık .......
Zenginliğide bilirim....Fakirliğide.....
Tepeye çıkmanın nasıl birşey olduğunu......
Tepeden düşmenin nasıl bir duygu olduğunu da.....
Aşksız yaşamanın ne olduğunu.....
Doya doya aşkı yaşamanın ne demek olduğunu da.....
Sevgiyide gördüm...
En acısından ihanetide....
Aldatılan bir kadının nasıl acı çektiğinid