Gönderi tarihi: 24 Temmuz , 2007 18 yıl Kendim; Sana Söylüyorum Dün öğlen saatlerinde… yemek molasına mı çıkmıştım, kahve mi içiyordum? Gazete mi okuyor, bir hastane koridorunda, ameliyathane kapısında dua mı ediyordum? Yeni mi uyanıyor, yeni mi uyuyor, milletvekili listelerine mi bakıyor, adliyeden mi çıkıyor, koğuşa mı giriyor, birilerine mi bağırıyor, dövüyor, sövüyor, sevişiyor, işiyor, terliyor, ağlıyor, gülüyor muydum? Bugün klavyeme dokunabildiğime, bunları anımsamaya çalıştığıma ve birileri okuyabildiğine göre; yaşıyordum, yaşıyorduk. Aynı saatlerde Onlar da yaşıyordu. … Daha kaç yaşındaydı ki, beş dakika önce ne düşünüyordu, kaç günü kalmıştı, benim kardeşim, senin nişanlın, onun oğlu, diğerinin sevdalısı, kimin nesi, mektup mu yazar, şiir mi okur, ne umar, ne kadar korkardı da yüreğine saklamıştı, nöbetteyken içinden türkü mü söylerdi, güzel miydi sesi? asker traşlıydı da başı; ela mıydı gözleri.. toz - toprak - barut - ter mi kokardı giysisi? … Canlarından oldular. Vatan için, onun için, benim için vuruldular. Bir nefes verdiler, bir daha alamaz oldular. *** Askere gidişimi hatırladım. Harem'de davullu zurnalı, altı okkalı, "en büyük asker, bizim asker" sloganlı değildi gidişim. Otobüse Harem'den değil, "trafik"ten binmiştim. Mehmetçik olarak değil, "Memet Aga" olarak gitmiştim. Arkamdan ne gözyaşı, ne de su dökenim olmasın istemiştim. Kucağında bebemi taşıyan sevgilimin benzin pompasının arkasına gizlendiğini, otobüs hareket ettikten sonra farketmiştim. Çakı gibi bir asker olmadım. Cezalı havuza, ağaca, karavana kazanına nöbet tutmadım. "Tertip"lerimden sekiz sene rötarlı, "devre kaybı" katıldığım ve hiçbir zaman mantığını kavrayamadığım bir doksan gündü benim yaşadığım. Asker traşımı İskenderun'daki berber dükkânının kapısı önünde, aynada kendime bakmadan yaptırdım. Teslim olup, uyumadan geçirdiğim gecenin sabahında, daha "kalk" komutu gelmeden gittiğim lavabo aynasında, kendimi tanıyamadım. Perama'lı Osman Çavuş'un izniyle, hapishaneden çıktığı gün askere yollanan koğuş nöbetçisi Kambur Hüsam'ın, Permatik değil, Derby değil, şimdilerde adı bile geçmeyen Nacet marka jileti ikiye kırıp elektrot yaptığı, çıplak iki kablo ucuna düğümlediği jilet parçalarını çaydanlığa daldırarak yarattığı "kettle"da demlediği çayı yudumladım. Teskere günüm geldiğinde, asker giysilerim, teçhizatım benden alındığı halde komutanım tarafından salınmadım. İki gün daha dertleştik onunla, ast-üst ilişkisi olmadan. Tüm alayın köşe-bucak kaçtığı, askerin adını duyduğu anda titrediği komutan, üniformanın içinde benim gibi, herkes gibi bir insan olduğunu anlatmaya mı çalışmıştı, ne bileyim. *** Şimdi marşlarla, türkülerle, bayrak açarak, güle-oynaya askere gönderdiğimiz çocuklarımız acemiliklerini tamamladıktan sonra kur'ada doğu ya da güneydoğu Anadolu'da bir bölgeyi "çekerlerse", tüm aile, eş-dost, sevgili, arkadaş çevresi de "çekmeye" başlıyor. Sanki gidilen yer, bu ülkenin bir bölgesi değilmiş gibi. Sürgün, ceza, kör talih, şanssızlık, eyvah ki eyvah… "Torpil"ler aranıyor, endişeler artıyor, korkulu bekleyişler başlıyor. Nasıl korkulmasın? Önce Allah'a, sonra komutanlara emanet ederek uğurluyorum. Canımdan bir parçayı, sanki bir makine parçası, bir dişli, bir kayış, bir tetik, bir kalkan… olmaya zorlayan sistemin içine bırakıyorum. "Vatan görevi" diyorum, askerliğini yapmamışlara iş, sevdiği kız ile birleşmesine izin vermiyorum.. Sivil yönetimin çözmediği, çözemediği sorunları askerime, askerimi ateşe atıyorum. İnternet sitesinden bir basın bildirisi yayınladı diye kınadığım, askerin adını ananlara "demokrasi düşmanı, darbeci, faşist" damgasını bastığım, giden her canın ardından hamasi nutuklar attığım, asker ocağı yan gelip yatma yeri değildir; ölen ölür, kalan sağlar bizimdir mantığıyla baktığım, pembe dizileri seyredip yattığım tatlı uykumdan ne zaman uyanacağım? Kanıksanacak olaylar, kanıksanacak haberler değil bunlar. Milletvekili pazarına, salı pazarına, pazar magazinlere benzemez bu. Can pazarında can verenlerden, analarından, babalarından, bekleyenlerinden, yavrularından ne zaman utanacağım? Üç-beş kitaptan birkaç alıntı, bir tutam kıvrak zekâ, duygu yoksunu lâf ebelikleriyle kariyer peşinde koşup başkalarını edepsizce çözümleme bulmacalarından zevk almayı bile bırakamıyorum; bu gidişle "insan" olamayacağım. Kendim; sana söylüyorum; …, sen anla! Müfit Uzman
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.