Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2007 18 yıl Bilimi Savunmak... 2007 yılında bilimi savunma ihtiyacı hissetmek çok üzücü. Ama Paul Feyerabend'ın bazı sözleri bu hissi doğurmakta ve bilimi savunma davranışını kaçınılmaz kılmaktadır. Feyerabend şunu söylüyor; " Bilim, bir bilimsel felsefenin kabul etmeye hazır olduğundan çok daha fazla mite yakındır. Bilim, insanoğlunun geliştirdiği düşünce biçimlerinden biridir, ancak mutlaka en iyisi değildir. Dikkat çekicidir, gürültülüdür ve arsızdır, fakat yalnızca kesin bir ideoloji lehine zaten karar vermiş olan insanlar veya onun üstünlüklerini ve sınırlarını hiç incelemeksizin kabul edenler için özünde üstündür." 1 Bilim kuşkusuz insanoğlunun geliştirdiği düşünce biçimlerinden biridir, ancak mutlaka en iyisidir. Onun en iyi olmasını sağlayan temel, gerçeğe en yakın olmasını sağlayan niteliğinden gelir. Bilim gerçeğe en yakın olan düşünce biçimidir, çünkü en nesnel, en tarafsız olan odur. Onun en nesnel oluşu da, gözleme, deneye ve ölçmeye dayanmasından ileri gelir. Bir düşüncenin ya da bir teorinin gözleme ve deneye dayanıyor olması, onun nesnel ve tarafsız olmasını garantiler mi? Elbette, hayır! Çünkü gözlemi ve deneyi yapan insandır ve onun çeşitli sınırlılıkları vardır. Bilim başlangıçta doğal algılama gücümüze dayanılarak yapılıyordu. Sonra aletler yardımıyla algılama alanımızı genişlettik. Ama aletlerin de hep sınırlılıkları oldu. Aletlerin de yetersiz kaldığı durumlarda bilimin yardımına matematik koştu. Gerçek dünyada hep sonluluklarla karşı karşıyayız ama matematikte sonsuzla işlem yapabiliyoruz. Bu nedenle o bize yeni ufuklar açabiliyor. (Ancak onun işaret ettiği gerçekliğin bilimsel bir hüküm niteliğini kazanması için dolaylı da olsa olgusal ölçme ve deney verileriyle uyum göstermesine ihtiyaç var). Bilimsel düşünce bu aşamalardan geçerek hükmünü veriyor. Yani gözlem, ölçme ve deneyle başlıyor, gözlem, ölçme ve deneyle bitiyor. Üstünlüğü de böylece gerçeklikten hareket edilmesine ve sonucun da gerçekliğe uygun düşmesine dayanıyor. Ama diğer düşünce biçimleri böyle mi? Hangi mit, hangi büyü, hangi astroloji kehaneti, anlatılarını isbatlama gereksinimi duyuyor ya da böyle bir yola başvuruyor? Başvursa da bunu gerçekleştirebilir mi? Bilim, mitle, büyüyle ve astrolojinin, simyanın, metafiziğin bazı akıl dışı çıkarımlarıyla çatışarak bugünlere gelmedi mi? 2 Elbette doğrulama eyleminde mutlak kesinlikten söz edemeyiz. Gerçeği kuramla gördüğümüz düşüncesinde doğruluk payı vardır. Ayrıca elimizde henüz "herşeyin nihai kuramı" yok. Dolayısıyla bugünkü kuramlarımızın birçoğunun ilerde yanlışlanabilmesi olasılığı var. Ayrıca değer yüklü bazı yargılarımız algılamamızı etkileyebilmektedir. Ama bilimin bunları en aza indirecek filtrasyon sistemleri vardır. Tıpkı delikleri gittikçe küçülen süzgeçler sistemi gibi, bilimin 2600 yıllık gelişiminin yarattığı gittikçe incelen eleme süreçleri oluşmuştur. Yeni bir kuram öne sürdüğünüz zaman, açıklanamayan bir şeyi açıklıyor olabilirsiniz ama bunu yaparken 2600 yıllık gözlem ve deney birikiminin sonuçlarıyla da ya çelişmemeniz, ya da onların hepsini yeni bir tarzda açıklıyor olmanız gerekir.</B> Bilim dışı diğer düşünce biçimlerinden hangisinde böyle bir iç tutarlılık ve disiplin var? Öte yandan; bilimin sonuçları tüm bilim adamları topluluğu tarafından paylaşılmaktadır. Herhangi bir bilim insanının ya da bir grup bilimcinin bakışı ve yargısı ile sınırlı kalmamaktadır. Bilimsel sonuçlara ulaşma aşamasında ve bu aşamadaki çalışma biçimlerinde ideolojik ve değer taşıyan hükümler bulunabilir. Öyledir de zaten ve bu yüzden çeşitli topluluklardaki bilimsel çalışma ve araştırma süreçleri farklı gelişme yolları izlemektedir. Ancak sürecin niteliği ne olursa olsun, bilimsel sonuçlar ideolojik hükümler taşımazlar. Cisimlerin serbest düşme yasası, Çin'de de, Fransa'da da S = 1/2 gt 2 ile ifade edilir. Kuvvetin kütle ve ivme ile doğru orantılı olduğu ilkesi dünyanın her yöresinde aynıdır. İnsanlar arasında bilim kadar ortak yapılan başka hiçbir düşünsel etkinlik yoktur. Hangi ırk, ulus, din, sınıf veya zümreye ait olursanız olun bilimi aynı biçimde kavrarsınız. Bu özellik onun ne kadar nesnel ve tarafsız olduğunu göstermiyor mu? İdeoloji, çeşitli insan topluluklarının çıkar farklılıklarından kaynaklanır ve dolayısıyla her ideoloji ait olduğu topluluğun amaç ve değer hükümlerini içerir. Bütün insanlar için aynı anlamı taşıyan bir anlatı, nasıl ideolojik olarak nitelendirilebilir? Bilim, insanoğlunun geliştirdiği düşünce biçimlerinin en iyisidir, çünkü gerçeğe en yakın düşünceyi o verir. Yoksa gerçeğe en yakın olan, insan için en iyi olan değil midir? "Bilim ve Mit", Bilim Tarihi Araştırmaları, sayı 1, Güz 2005, S. 129. Araştırma: Osman BAHADIR, DİPNOT... Paul Karl Feyerabend (d. 13 Ocak 1924, Viyana - ö. 11 Şubat 1994) Avusturyalı filozof ve bilim felsefecisi. Karl Popper'ın öğrencisidir, ancak daha sonra tamamen Popper'a karşıt bir kuramsal konumda düşüncelerini temellendirmiştir. 20. yüzyıl felsefesinde ve özellikle bilim felsefesi alanında Karl Popper, Thomas Kuhn ile birlikte en önemli ücüncü isimdir. Kuhn'un görelikçi kuramına yakın ancak bilimin hem teorik hem de toplumsal statüsüne dair radikal bir kuramsal reddiye konumuna sahiptir. "Anarşist bilgi kuramının" en önemli ismlerinden biridir. Kitapları._____________________________________________________________________ Yönteme Hayır, Türkçesi: Ahmet İnam, Paradigma yayınları,Haziran-Ağustos,1987 Akla Veda, Ayrıntı yayınları Anarşizm Üzerine Tezler, Öteki yayınevi. Özgür Bir Toplumda Bilim, çeviren; Ahmet Kardam, Ayrıntı yayınları, 1999. Bilgi Üzerine Üç Söyleşi,çeviren.Cemal Güzel, Levent Kavas, Metis yayınları, 1997. Vakit Öldürmek, Nedim Çatlı, Ayrinti yayınları, 1997.
Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2007 18 yıl Bilim kendi içinde disiplinini korumalıdır ama daha üste çıkmada bu disiplin insan ve dünya gerçekleri ile mümkün olamaz; bilim hayatın en önemli parçalarındandır, onu aşağı görmek de yetişemeyeceği yerlere yükseltmek de hatadır... Gerçeğe ulaşmada sistematik araştırma bize önemli veriler sunacaktır... Saygılar...
Gönderi tarihi: 22 Temmuz , 2007 18 yıl Türkiyenin bilimle isi yokki .? hersey onlar buluyor.? BIZDEDE KOYUN VAR COBAN VAR DAG VAR TEPE VAR varda var bilim haric hersey var.?
Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 18 yıl Feyerabend'ın kitaplarını okumadım. Ama görüşlerinin özeti bu şekildeyse, okumama gerek yokmuş. Sanırım internetin bir faydası da bu. Okunması olası o kadar şey var ki, seçici olabilmek için böyle özetlemelere ulaşmak mümkün oluyor. Ben genelde bilimin determinist yöntemine yönelik eleştiriler getiren ve işi yeni bir bilim felsefesi ortaya koyma iddiasına kadar vardıran kaos ve kuantum teorilerini öğrenmeye çalışıyorum. Bu gün için bilimin özdeki yöntemine en etkili eleştiriler sanırım bu iki kaynaktan geliyor. Yok yani, bu alanda yeni kanıtlamalar yapılırsa determinizm değil, eterminizmmiş deriz, bir sakıncası yok. Bilimin bir mit olmadığını zaten böyle düşünerek gösterebiliriz sanıyorum. Bilim ister ki evrim, big bang, atom kuramlarımızın daha gelişmişlerini bulup eskilerini aşalım. Şu an erişebildiğimiz düzeyde bunları kuramsallaştırabilmişiz. Ötesi yok diye bir iddia zaten gülünç olur. Büyüklüğünü tam bilmediğimiz süperküme içinde (Diğer dev kümelere göre çok küçük olan) Yerel kümenin Samanyolu galaksisinin (Yerel kümede de ikinci büyük galaksiyiz, Andromeda bizimkinden üç misli büyük) eteklerinde ortalama bir yıldızın yörüngesinde dönen bir gezegende yaşayan insanın bildiklerinden "ötesi yok" demesi herhalde çok komik olurdu. Bilimi mitleştirenler var mıdır? Olabilir. Ama bu bilimin bir mit olduğu anlamına gelmez. Felsefenin kendi içinde bilimi değerlendirebileceğini sanmıyorum. Bilim felsefeden doğmuş olsa da onu aşmış ve kendi felsefesini oluşturmuştur. Genel anlamdaki felsefe ancak bilimsel verilerle geri besleme yoluyla üretimini sürdürebilir. Bilimden bağımsız bir felsefe düşünülemez. Bilimin kendi içindeki felsefesi sağlam ve tutarlıdır. Bu da şu anki bilgilerimize göre determinist bir tarzda çalışıyor. Yarın eterminist olmayacağı hakkında bir garantimiz yok... Olacaksa da olsun yani, heyecan artar!
Gönderi tarihi: 26 Temmuz , 2007 18 yıl bir seyi savunurken, ki bu bilimse: oncelikle kendimizden ve nefsimizden savunmaliyiz.. onun disinda bu onu kullanmak olur.. tabi bu benim dusuncem cok guzel bir konuya deginmissiniz Dipnot tesekkur ederim Saygilar
Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2007 18 yıl Yazar Feyerabend'a Göre Bilim ve Devlet... Paul Feyerabend, devletin bilimle olması gereken ilişkisi üzerine şunu söylemektedir; "Devlet ve kilisenin ayrılması, devlet ve bilimin ayrılmasıyla tamamlanmalıdır." (1) Feyerabend, devletin kiliseden ayrılmasını bilimin sağlamış olduğunu unutmuş görünüyor. Bilimsel devrim ve ardından aydınlanma olmasaydı devlet kiliseden ayrılacak mıydı? Bugün bilim devletten ayrılsa (Batı'da), devlet kiliseyle yeniden bütünleşir mi, bütünleşmez mi? Feyerabend bilimi devletten uzaklaştırmakla, devlete neyi öneriyor? Feyerabend bu noktada kesin olarak suskundur. Hararetle bilimin ötelenmesini önerirken onun yerine başka bir şey teklif etmiyor. Ama onun büyüye, astrolojiye ve efsaneye olan sempatisini biliyoruz. Gerçekte o üstü kapalı bunu söylemek istiyor. İşte şu satırlarda bu gerçeği görüyoruz; "Şimdi bir Amerikalı istediği dini seçebilirken, onun okulda bilim yerine çocuklarına büyünün öğretilmesini talep etmesine hâlâ izin verilmiyor." (2) "Fizik, astronomi, tarih öğrenilmelidir. Onların yerine büyü, astroloji veya efsaneler geçemez." (3) (Burada Feyerabend eleştirdiği düşünceyi dile getiriyor. Bu nedenle bu cümleyi, "onların yerine büyü, astroloji veya efsaneler geçebilmelidir" diye okuyunuz.) Feyerabend, bilim ile demokrasi arasındaki ilişkiyi de anlayamamıştır. Bilim, gerçeği ortaya çıkarmakla ilgilenir, demokrasi ise insanlar arasındaki eşitlik problemiyle. Bir kimsenin elbette bilim yerine büyü "tekniklerini" öğrenmeyi isteme hakkı vardır. Buna kimse karışamaz. Ama bu "tekniklerin" öğretiminin üniversiteden istenmesinin ve beklenmesinin demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. Üniversiteler, gerçeğin araştırıldığı ve öğrenildiği yerlerdir ve bunun için vardırlar. Demokratik üniversite demek, herkesin her şeyi talep etme hakkının olduğu üniversite değil, bilim yapmada demokratik bir ortamın bulunduğu üniversite demektir. Üniversitelerde büyücülük "tekniklerinin" öğretilmesini talep etmek, büyücülerin devleti yönetmesini talep etmektir. Feyerabend bunu öneriyor. "Devlet ve ideoloji, devlet ve kilise, devlet ve mit çok dikkatli bir biçimde birbirinden ayrılmıştır. Bununla birlikte devlet ve bilim yakından birlikte çalışırlar." (4) Devletin bilimle ilişki kurması Feyerabend'ı çok rahatsız ediyor. Ama yukarıdaki sözleri söylerken Feyerabend gerçeği tamamen ters yüz etmektedir. Bugün devletler, bilimle mi, yoksa ideolojiyle mi hareket etmektedirler? Günümüzde bilim, çeşitli düzeylerde hemen tüm devletlerin yönetiminde etkilidir. Ama bu olgudan hareketle devletlerin bilimle yönetildiğini söyleyebilir miyiz? Tam tersine bugün bütün devletler esas olarak ideolojiyle yönetilmektedir. İdeolojinin devletten "çok dikkatli bir biçimde ayrıldığını" söyleyebilmek için, devletin hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşları için aynı şekilde davranması, tüm vatandaşlarının çıkarlarını aynı şekilde gözetmesi gerekir. İdeolojiden arınmış ya da ayrılmış devlet budur. Ama bugün yeryüzünde böyle bir devlet var mı? Devleti bilimden ayırmak değil, tam tersine tamamen bilimle donatmak gerekiyor. İnsanlığın her türlü sıkıntıdan kurtuluşu buradadır. Bilimin ve demokrasinin mutlak egemenliğindedir kurtuluş. Devlet, halkı bilim ve demokrasiyle yönetmeye başladığında gerçekten tüm insanların devleti olma vasfını kazanacaktır. Bilimin ve demokrasinin azlığı, baskıya, yoksulluğa ve karanlığa, bilimin ve demokrasinin çokluğu ise özgürlüğe, refaha ve aydınlığa götürür. Feyerabend, postmodernizmin dünyada ve ülkemizde etkili olmuş en tipik temsilcilerinden biridir. Ne yazık ki modernizmle pek fazla tanışamadan postmodernizmin tuzağına düşmüş ülkemiz düşünce hayatında önemli tahribata yol açmıştır. Pek demokratik görünüm altında, demokrasinin de varlık sebebi olan bilimin öneminin, değerinin ve nesnelliğinin küçümsenmesinde büyük bir rol üstlenmiştir. Ancak bilim ve bilim felsefesi, Feyerabend'ın saçmalıklarıyla baş edebilecek güce ve birikime sahiptir. DİPNOT..._______________________________________________________ (1)"Bilim ve Mit", Bilim Tarihi Araştırmaları, Sayı 1, Güz 2005, s.129.; (2) A.g.m. s.130. (3) A.g.m. s.131. (4) A.g.m. s.131.
Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2007 18 yıl Sayın dipnot, irdelemelerinizi ilgi ile okuyor ve faydalanıyorum. Fransız kimyacı Lavoisier'in öyküsünü bilirsinizdir sanırım. Lavoisier'in saray ile olan içli dışlı ilişkileri, onu devrimde giyotine götürdü. Lavoisier'in kişiliğini, çıkar ilişkilerini ve karekterini bilemem ve irdeleyemem. Ama bildiğim bir şey varsa tarih boyunca bilim adına bir şey yapmak için hükümdarlara yaranmak, devlete dayanmak şart olagelmiştir. İşte Lavoisier'in de yapmak zorunda olduğu bu şey, onu giyotine mahkum ettirdiğinde bir yargıcın: -"Devrimin (ya da cumhuriyetin) bilimadamlarına ihtiyacı yoktur!" dediği söylenir. Bu sözün söylenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Fakat başka bir rivayet vardır ki, işte beni derinden etkileyen odur. Lavoisier giyotine çıkmadan önce bir dostuna kafası sepete düştüğünde onu almasını ve adını çağırmasını istediğini söyledi. Dostu bunu yaptı mı bilmiyorum. Ama rivayetin devamında yaptığı ve Lavoisier'in kesik başının gözlerini açtığı söylenir. Bu bence bilim ruhunu en iyi yansıtan öyküdür. Ölümün eşiğindeyken bile merak ettiği bir gerçeği keşfetmenin peşinde olmak. Sanırım benliğin beynin içinde mi olduğunu merak ediyordu. Onu anlıyor ve merakını içimde hissediyorum çünkü. Bu öyküyü duyduğum anda Lavoisier'i anladım. Sarayın mühimmat yapımını ve bu mühimmatla ceberut sistemin devamını sağladığı... Kimse mükemmel değildir...
Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2007 17 yıl Lavoisier giyotine çıkmadan önce bir dostuna kafası sepete düştüğünde onu almasını ve adını çağırmasını istediğini söyledi. Dostu bunu yaptı mı bilmiyorum. Ama rivayetin devamında yaptığı ve Lavoisier'in kesik başının gözlerini açtığı söylenir. "Kesik Baş" ile yapılan bu deneyler Lavoisier'e has değil. Biliyorsunuz "Giyotin" idam esnasında, hükümlünün daha az acı çekmesi için yapılmış bir alettir. Ancak yine de idam edilenlerin hala acı çekip çekmedikleri hep merak konusu olmuştur. Bu yüzden mesela kesilen bir baş derhal alınıp ensesine yada yanağına tokat atılıp mimikleri ile tepki verip vermediği anlaşılmak istenmiştir. Genelde kesik kafalar yüzlerini ekşitmişler ancak bunun nedeninin baştan çekilen kanın ya da yüz kaslarının gerilmesi ile olduğu anlaşılmıştır ki o da tabi o dönemde anlaşılmamıştı bildiğim kadarı ile... Ama tabi Lavoisier'in bunu denetmesi, kendisi ölürken son bir şeyi daha öğrenmek istemiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Öğrendi mi öğrenmedi mi bilemiyorum...
Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 17 yıl boşig, söylediklerin muhakkak ki doğrudur. İnsanlar bunu merak etmeden duramamışlardır. Fakat bu merakı giyotine gidenen kendisinin göstermiş olması ilginç olan.
Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2007 17 yıl Yazar BİLİMDE GERİ KALMIŞLIĞIN NEDENLERİ 1) Kaynak azlığı: Parasal destek azlığı bilim ve teknolojide geri kalmışlığın önündeki en önemli engellerden biri, fakat İslam ülkelerinin bütününde izlenen vahim tablonun tek nedeni değil. Doğal olarak daha yoksul ülkeler için kaynak azlığı sorun yaratabiliyor ve bu ülkeler bilimi erişemeyecekleri bir lüks olarak görebiliyorlar. Gerçekte hükümetlerin düşük yatırımları en önemli sorunmuş gibi sunmalarının nedeni, bilimi geliştirecek sağlam stratejilerden yoksun olmalarıdır. 2) Görüş farklılığı: Müslüman ülkelerinin çözmek zorunda olduğu en önemli sorun bilimin bir mal gibi ele alınıp, düşünce sürecinden kopartılmasıdır. Petrol gelirleri ile Batı teknolojisini kolayca satın alacaklarını düşünen Arap ülkeleri, bilim ve teknoloji ürünlerini tüketmenin ötesine pek geçemediler. Kesin olan bilim ve teknolojinin gelişebilmek için kültürel bir temele ihtiyaç duymasıdır. Bu temel de ancak bilimsel eğitim ve araştırma programları ile kazanılır. Bunun için, her şeyin üzerinde, geçmişteki sponsorluk kurumunun yeniden işlerlik kazanması gerekiyor. Geçmişte bilime destek, Müslüman toplumların en üst kademelerinden geliyordu. 3) Uluslararası bilim dünyasına uzak düşmek:Bir diğer faktör de uluslararası bilim toplumu ile Müslüman ülkeler arasında bir iletişimin kurulamamış olması. 2000 yılında UNESCO'nun gözetimi altında SESAME (Ortadoğu ve Akdeniz bölgeleri Sinkrotron Radyasyonu için Uluslararası Laboratuvar) kuruldu. Amacı, uluslararası işbirliğini geliştirmek ve ülkeleri barış içinde bir araya gelmelerini sağlamak olan bu laboratuvar, Ürdün'de, Amman'a yakın bir bölgede kuruldu. SESAM, kurulurken CERN (Cenevre yakınlarındaki Parçacık Fiziği için Avrupa Laboratuvarı) örnek alındı. CERN'de deneyim sahibi olduğum için SESAM Konseyi'nin de başkanlığını yürütmem istendi. İşte bu nedenle Ortadoğu'daki sorunları izleyerek öğrenme olanağına kavuştum. 4) Tarihi etmenler :Müslüman dünyası bilimsel açıdan altın çağını 8. ve 13.Yüzyıl arasında yaşadı ve daha sonra inişe geçti. Müslüman biliminin inişe geçmesine, başta 13.Yüzyıl'daki Moğol istilaları olmak üzere dış etmenler yol açtı. Ancak dış dünyadan kopmalar, otoriter rejimlerin gelişmesi, keşiflerin desteklenmemesi ve ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar gibi iç etmenler de bu süreçte önemli rol oynadı. Genel olarak, 1100 yıllarından başlayarak akılcı ve hoşgörülü ortam, yerini daha tutucu düşünce şekillerine bıraktı. Bu düşünce şeklinde akılcılık ve felsefeye yer yoktu. Avrupa'nın eski gelişmiş ülkelerinin tarıma dayalı toplumdan sanayileşmiş bir topluma geçmeleri 150 yılda gerçekleşti. Ancak İslam ülkelerinin Avrupalılarının deneyimlerini birebir yaşamaları için yeterli zamanları yok. Eğer Müslüman toplumlar modernizasyona ulaşmak için aynı, yavaş yolu izlemeye kalkışırlarsa, küresel ekonomilerde esameleri bile okunmaz. Bu ülkelerin sanayileşmiş ülkelerin düzeyine çıkabilmeleri için çok büyük bir atılım yapmaları gerekiyor.Tayvan, Güney Kore ve en son Çin bunun mümkün olabileceğinin somut kanıtlarıdır. 5) Liderlerin bilime bakışı :Her şeyden önce siyasi liderlerinin bilimle ile ilgili zihniyetlerinin değişmesi gerekir. Pek çok İslam ülkesinin lideri, ülkelerinin kalkınmasında bilimin ne denli önemli olduğunu kavramaktan aciz. Ancak bu, bazı ülkelerin gerçekten çok yoksul, bazılarının da - Ürdün, Pakistan, İran ve Türkiye gibi- bilimin önemini kavramış oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Kısaca burada dile getirdiğim görüşler ve eleştiriler İslam Konferansı Örgütü'ne (İKÖ) bağlı 57 ülkenin tümünü hedef almıyor. Yine de tüm İslam ülkeleri bilim ve teknolojiyi destekleyerek çok daha fazlasını yapabilirler. Sosyo-ekonomik kalkınma yalnızca doğal kaynaklara bağlı değildir. Bugünlerde, dünya ekonomilerinde bilgi, temel itici güç haline gelmiştir. Pek çok Müslüman lider veya örgüt bilim ve teknolojinin ilerlemesi için çeşitli önerilerde bulundular. Ancak bunların pek çoğunun yararı olmadı. Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri'ne göre 1996 ile 2003 yılları arasında Müslüman toplumlar bilimsel araştırmalara GSMH'nın %0.4'ten azını harcarken, dünya ortalaması %2.36'larda seyrediyordu. Kaldı ki dünyanın diğer taraflarındaki sponsorlar, Müslüman dünyasındaki çabalar artmadıkça bu ülkelere destek vermeğe sıcak bakmıyorlar. Bu bağlamda bazı girişimler iyi niyetli de olsa, sonuçlar her zaman olumlu olmayabiliyor. 2002 yılının mayıs ayında İKÖ'ye bağlı COMSTECH (Standing Committee on Scientific and Technological Cooperation) örgütü İslam Kalkınma Bankası adı altında bir bankanın kurulmasını önerdi. Bu bankanın vereceği yılda 1 milyon Amerikan doları ile seçilmiş araştırma enstitülerinin yenilenmesi öngörülüyordu. Ancak bu iyi niyetli girişimin somut yararlar sağladığı söylenemez. 6) Beyin göçü :Bu arada Arap dünyası Batı'ya göç eden aydınlarını geri getirememenin sıkıntısını yaşıyor. Kahire'deki Körfez Stratejik Çalışmalar Merkezi'nin 2004 raporuna göre her yıl Arap ülkeleri yeni mezun doktorlarının %50'sini, mühendislerinin %23'ünü, bilim adamlarının %15'ini, başta İngiltere olmak üzere ABD ve Kanada'ya kaptırıyor. Ayrıca yabancı ülkelerde okuyan Arap öğrencilerinin %45'i mezun olduktan sonra ülkelerine geri dönmüyorlar. 7) Olgunlaşmamış yüksek öğrenim sistemi :Akademik alanda bilimsel ilerlemenin önündeki en büyük engel üniversite sisteminin yeterince olgunlaşmamış olmasıdır. Bu kurumlarda terfiler yetenek ve beceriden çok güvenilirlik esasına göre belirlenir. Bazı ülkelerde akademisyenlerin aldığı ücretler o kadar düşüktür ki insanların ek bir iş daha bulma zorunluluğu ortaya çıkar. Ayrıca bürokratik sistemler inovasyonları engelleyecek kadar katıdır. BİLİMSEL İLERLEMEYE YÖNELİK ÖNERİLER Müslüman ülkelerdeki bilim ve teknolojinin durumu ile ilgili görüşlerim tümüyle kişisel deneyimlerine bağlı olmakla birlikte, burada dile getirdiğim önerilerin pek çoğu Müslüman bilim adamlarının da katıldığı görüşlerdir. 1) Sponsorluk sisteminin yeniden kurulması :Kısa vadede bilimsel araştırmaların yapılabilmesi için siyasi düzeyde sponsorluk sistemine yeniden işlerlik kazandırmak yarar sağlar. Buna en iyi örnek Ürdün'de Kral 2. Abdullah 'ın ve Pakistan'da Başkan Pervez Müşerref 'in sağladığı desteklerdir. Siyasi liderlerin temel bilimsel araştırmalar için yeterli miktarda kaynak sağlaması ve bunların da masraf olarak değil, yatırım olarak değerlendirilmesi gerekir. İç yatırımlar bu bağlamda çok önemlidir, çünkü bu ülkelerde araştırma altyapıları çok yetersizdir ve inovasyon için yasal bir çerçeve hemen hemen hiç yoktur. En alttan başlayarak bilimsel bir altyapı kurmak, önceliklerin belirlenmesinde çok büyük yarar sağlar. Başta daha iyi elektronik haberleşme sistemleri olmak üzere sağlam bir ulusal araştırma ağı, bilim adamları arasındaki işbirliğini büyük ölçüde geliştirir. 2) Uluslararası düzeyde işbirliği :Müslüman ulusların, ulusal ve ikili işbirliği projelerinin yanı sıra, uluslararası bağlantılarını güçlendirmesi gerekir. Bilimsel araştırmalarda mükemmellik ancak uluslararası düzeydeki rekabetçi ortamda elde edilir. Bölgesel ve uluslar arası örgütlerin desteklediği mükemmeliyet merkezlerine katılım bu tür bütünleşmeleri geliştirir. Ancak bunun tek şartı işbirliği içindeki ülkelerin katılımın önemine inanmış olmalarıdır. 3) Bilim adamlarına sosyal güvence :Bilim adamları, ücretleri ve emeklilik aylıkları açısından güvence altında olmalıdır. Yurtdışında çalışan bilim adamlarıyla ilişki kurulup, onları ülkelerine dönmeye ikna etmek de önemlidir. SESAME eğitim programlarının hedeflerinden biri de budur. 4) Barış ve güvenlik için bilim :Bilim uluslararası güvenliği ve barışı sağlama açısından mükemmel bir araçtır. Bu özellikle büyük ve pahalı projeler ve tesisler için geçerlidir, çünkü bu tür işbirlikleri yalnızca bilim adamlarının değil, siyasilerin ve yöneticilerin de katılımını gerektirir. Buna en iyi örnek CERN'dir. 2.Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa devletlerini bir araya getiren bu proje, eski düşmanlıkların unutulmasına, yeni dostlukların kurulmasına zemin hazırladı. Bu tür uluslararası projelerde bilim adamları yalnızca belge alışverişinde bulunmaz; gece ve gündüzlerini birlikte geçirir. SESAME örneğinde olduğu gibi İsrailliler, Filistinliler, Türkler ve Kıbrıs Rum Yönetimi aynı masa etrafında diğer ülkelerdeki bilim adamlarıyla bir araya gelerek ortak sorunlarını barışçıl bir ortamda tartışabiliyor. ______________________ CBT /23.02.07
Gönderi tarihi: 9 Mayıs , 2008 17 yıl Yazar 21. Yüzyıl Cehaleti... 21. yüzyıl cehaleti, kısaca bilim ve teknolojide bilgi kıtlığı, gelişmemişliğidir. 1995’te UNESCO başkanı jeolog Federico Mayor ve geofizikçi Augusto Forty ve birkaç bilim adamı ‘Science and Power’ adlı bir kitap yazmışlardı. Kitabın Federico Mayor tarafından yazılan son bölümünde bu cehaletin öğelerini açıklayan tanımlar vardır. Bu yüzyıl ortalarında oluşabilecek ve, İslam ülkelerine yönelecek yeni ekonomik sömürge çağının altyapısı bu ülkelerin bilimsel ve teknolojik geriliklerinin sonucu olacaktır. Bu acıklı geleceğe ilişkin bazı gözlemleri bu kitaptan esinlenerek özetlemek istiyorum. Türkiye henüz kaç bio-teknolog, kaç enerji uzmanı, kaç jeolog, kaç elektronik uzmanı, kaç doğa bilimci, kaç matematikçi ve kaç ‘imam’ yetiştireceğini anlamamış bir ülke. İşletmeci-imam yakın geleceğin okumuş prototipi olarak hazırlanıyor. Türk toplumu cyber-space ve nano-teknoloji dünyasında çağdaş Cro-magnon kuşağı olarak arz-ı endam etmemeli! Bu gözlemlerde yeni bilimsel aydınlanma ve teknolojik yenilenme döneminde özgürlüğün rolü, bilginin paylaşılması, bir kütle fenomeni olarak bilgi, medya ve bilim, bilgi transferi ve bilim adamlarının sorumluluğu bağlamında vurgulanan olguları, cahil ve vurdumduymaz bir idareci sınıfına sürekli anlatmak zorundayız. 1. Soğuk savaş döneminde hükümetler bilimsel ve teknolojik araştırmalara, özellikle askeri alanda ve ekonomide, çok geniş parasal olanaklar sağlamıştır. Bütün ülkelerin aydınları da geleceklerinin bilim ve teknolojide olduğuna inandılar. Bugün de sözde olmasa bile pratikte aynı tutum geçerlidir. Ne var ki o dönemdeki yatırımlar zengin ve fakir uluslar arasındaki bilimsel kapasite farkını daha da arttırmıştır. 2. Bilimle hükümetler arasındaki yakın işbirliği ancak özgür toplumlarda gerçekleşiyor. Gerçi totaliter devletler de halkları için bilimin sağlayacağı gelecekleri vurgulamışlardı. Fakat bu gelecek için halkın özgürlüklerinden vazgeçmelerini de istemişlerdi. Bizim bugün yaptığımız gibi YÖK Başkanları seçtiler, araştırma paralarını, faşist ya da sosyalist (ya da kendilerince makbul) bilim kuramları üreten sözde bilim adamlarına dağıttılar. Federico Mayor o dönemde demir ve kömüre ve insan gücüne dayalı sanayileşmenin politik boyutu gözden sakladığını, zorba ekonominin yürüdüğünü, fakat elektronik tarım, biyoloji ve bioteknoloji üzerine dayalı yeni sanayide, özgür olmamanın ve eğitimsizliğin cezasının çekileceğini vurgular. OKUYAN CAHİLLER Türkiye’de bugün okul ve öğrenci sayısına dayalı bir öğretim komedisi var. Geçen gün ticaret lisesini bitiren ve işletme (bu işletme fakülteleri Türkiye’yi ‘işleten’ fakülteler olarak da anılabilir) okuyan, düzenli konuşan ve dışarıdan bakınca zeki bir genç kıza sordum: ‘Suriye, Yunanistan ve Azerbaycan nerede?’ Bilmiyordu. Sonra muhasebe okuyan bu yükseköğretim öğrencisinin 13x7 çarpımını akıldan yapmasını istedim, onu da yapamadı. Hiç kitap okumuyormuş. Bu insanı donduracak deney ve gözlemleri her gençle yapabilirsiniz. Kimi istatistiklere göre Türkiye insanı ortalama 10 yılda bir kitap okuyor, günde 5 saat televizyon seyrediyormuş. Japonya’da ise kişi başına yılda 25 kitap okunuyormuş. Belki milletvekillerimiz de aynı ortalamayı tutturabiliyordur. Türkiye bir mucizeyi gerçekleştiriyor ve okuyup öğrenmeden müthiş gelişiyor! Borcu kabarıyor, dolar milyarderi yetiştiriyor, gökdelen yapıyor ve neredeyse her şeyi ithal ediyor. Böyle bir ekonominin işleyişini, ve sanayileşmenin doğasını ancak iyi saatte olsunlar bilebilir. Bu cehalet sorununu serbest ticaretin (liberal ekonominin) çözmeyeceği de açık. Cahil bir ülkenin sadece ucuz işçiliğe, sıcak paraya, faize, kötü eğitime, palavraya ve televizyon seyirciliğine dayalı bir örgütlenme şansı, hele ‘özgürlük kültürü’ yoksa, olanaksızdır. 3. Bilim paylaşılan bilgi üzerine kuruluyor. Fakat 7x13’ü çarpamayan üniversite öğrencisi bu paylaşanlar arasında olamaz. Federico Mayor, ‘bilim ve teknoloji her gün yeni buluşlarla giderek karmaşıklaşan bir bilgi (information) ortamında yaşıyor. Oysa toplum ve politik liderler bu gelişmenin dışında kalıyorlar’, diyor. Türkiye’de bu tanım tam yerine oturmaktadır. 4. Çağımızın en önemli sorunu ‘bilimsel okumamışlık’ (scientific illiteracy)’dır. (Bizim Milli Eğitim Bakanlığımız milli ve eğitim sözcüklerinin içeriğini doğru tanımladığı zaman eğitimimiz amal-i erbaa öğretebilen bir düzeye çıkar inşallah!). ‘Halk en temel bilimsel bilgilere uzak kaldığı için gerektiğinde rasyonel bir seçim yapmakta zorlanıyor’, diyor UNESCO Başkanı. (Bizim hükümet enerji kıtlığı ve susuzluk, ulaşım gibi sorunları bu halka referandumla sorarak, inşallah, çözme olanağı bulacaktır.). Kuşkusuz bilgisizlik sadece Türkiye’ye özgü değil. 1992’de İngiltere’de yapılan ‘Okumuş bir insanın okuması gerekli 10 temel kitap’ adlı ankette tek bir bilimsel yapıt yokmuş. İleri toplumlar bile edebiyatı temel bilgi açılım olarak görmekte devam ediyorlar. Bu olgu II. Dünya Savaşı’ndan sonra E. J. Snow tarafından da dile getirilmişti. Türkiye’de okumuşluk, bilimsel bilgi sahibi olmak anlamına hiç gelmedi. Fakat toplum yeterince uyanık. Kimse MRI’sız hastaneye gitmiyor. Kuşkusuz insan varlık olarak aklı ile olduğu kadar duygularıyla da yaşar. Fakat bu insan karnı şişirilen, kafası boş bırakılan, dolar hesabında boğulan insan değildir. Namaza giderse dönünce pabucunda altın bulacağına inanan insanların eğitimle ilgili bir dertleri olamaz. Federica Mayor bugünün insanının dünyayı bütün boyutlarıyla algılaması gerektiğini söyler. Bizim öğrencilerimizin de hiç olmazsa Azerbaycan’ın nerede olduğunu, ve Türkiye’de susuzluk, kuraklık sorunlarının önemini bilmesi gerek. Fakat daha da başta gelen ve çağdaş toplumların en önemli sorunu olan olgu ‘karar verici’ durumda bulunanların bilgi düzeyidir. POLİTİKACILAR UMUTSUZLUK KAYNAĞI Çağdaş kültürün çok gerisinde kalmış politikacılar, gelecek açısından sadece umutsuzluk kaynağı olabilir. İnsanlar, tarihin kendilerini nereye getirdiğini bilmelidir. Üst düzeyde bilim adamları yetişmesinin ve eğitimin gelecek dünyada yaşamına olanak veren temel girdi olduğunu da öğrenmek zorundalar. Bu bilgiler ne yazık ki televizyondan öğrenilmiyor. Spor, show, film dizileri, politik dedikodu, bilgi değildir. UNESCO istatistiklerine göre az gelişmiş (yani Türkiye gibi) ülkelerde yüksek öğretim almış insan sayısı gelişmiş ülkelerin 4-5 katı daha az, sanayileşmiş ülkelerde teknik personel sanayileşmemiş ülkelerin 8 katı, az gelişmiş ülkelerde (dünya nüfusunun %80’i) AR-GE harcamaları dünya araştırma harcamalarının sadece %4’üdür. Sürdürülebilir kalkınma programlarında yeterli bir eşiğe gelmenin ilk koşulu yetişmiş insan gücünün kritik bir büyüklüğe erişmesidir. Bu bilgi birikimine liseden mezun olup, Yunanistan’ın nerede olduğunu bilmeyen ve dört işlem yapamayanlarla ulaşılamaz. Eğitim milyonluk öğrenci sayısı, binlerce yapı ile ölçülmüyor. Bizde okul var, eğitim yok, spor salonu var, spor yok, konferans salonu var, konferans yok, yol var, ulaşım yok. Eğitimin öğrenciler için mi, yoksa inşaat müteahhitleri için mi yapıldığı pek açık değil. Bugün yeterli olmayan teknisyen, mühendis ve bilim adamı, yarın için gerekli teknik (yani uygarlık) kalitesinin hiç yetişememesi anlamına geliyor. Eğitimin varlığı, ancak amaca uygun, bilim ve teknolojiye gereken ağırlığı veren eğitim programlarının varlığı ile gerçekleşir. İngilizce dilli vakıf üniversitesi bilim adamı, mühendis yerine işletmeci yetiştiriyorsa, bu sadece millet kendini ‘işletiyor’ demeye gelir. Türkiye henüz kaç bio-teknolog, kaç enerji uzmanı, kaç jeolog, kaç elektronik uzmanı, kaç doğa bilimci, kaç matematikçi ve kaç ‘imam’ yetiştireceğini anlamamış bir ülke. İşletmeci-imam yakın geleceğin okumuş prototipi olarak hazırlanıyor. Türk toplumu cyber-space ve nano-teknoloji dünyasında çağdaş Cro-magnon kuşağı olarak arz-ı endam etmemeli! Bir Cro-magnon adamı rökonstrüksiyonunu hatırlıyor musunuz sayın okuyucular? http://www.cumhuriyet.com.tr/?xl=empopup&em=cubilim/w/b0901.html
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.