Φ efekentli09 Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2005 I.Beyazıt'ın "yıldırım" gibi düzenlediği seferlerle, Batı ve Orta Anadolu Beyliklerinin egemenliklerine son vermesi ve ülkelerini fethetmesi, 14.yüzyıl sonunda tüm Anadolu'da büyük bir huzursuzluğa ve çatışmalara yol açtı. Bu kargaşanın ve fetihlerin Doğu Anadolu'da Timur'un egemenlik alanına kadar yayılması ve bazı Anadolu beyliklerinin Timur'a sığınması, her iki hükümdarın birbirleriyle çekişmeye başlaması sonucu, güçlü imparator Timur 1402 yılında ordularıyla Anadolu üzerine yürüdü. Ankara'nın Çubuk ovasında yapılan savaşta, Beyazıt'ı yenerek esir alan Timur, Osmanlıların eline geçen tüm toprakları Anadolu beyliklerine geri verdi. Timur Aydın Eli'ni İsa Bey'in oğullarından Musa ve II.Umur Beylere bıraktı. Aynı hanedandan olan Cüneyd Bey hak iddia ettiyse de, ancak İzmir Beyliği'ni elde edebildi. Daha sonra II.Umur Bey'le anlaşan ve onun kızıyla evlenen Cüneyd Bey, 1405'de II.Umur Bey'in ölümü üzerine Aydın Eli'nin yönetimini tek başına üstlendi. I.Beyazıt'ın ölümü ve Timur'un Anadolu'dan çıkmasından sonra, şehzadeler; İsa, Musa, Süleyman ve Mehmet Çelebi saltanat çatışmalarına giriştiler. Ancak, Şehzade Mehmet Çelebi kardeşlerini yenilgiye uğratarak 1413 yılında hükümdar olunca, Anadolu Beyliklerini yeniden Osmanlı egemenliği altına alma seferlerini başlattı. Cüneyd Bey'ide yenerek yerine Şişman Aleksandır'ı atadı. Sultan Çelebi Mehmed'in ölümünü fırsat bilen Cüneyd Bey, Sultan Murat ile anlaşarak eski beyliğini yeniden eline geçirdi. Cüneyd Bey Aydın ve Saruhan bölgelerinde yeni bir beylik kurmak için girişimlere başlayınca bundan rahatsız olan Sultan Murat, onun üzerine Oruç Bey'i gönderdi. Başarı sağlayamayan Oruç Bey'in yerine atanan Hamza Bey Ceneviz gemileriyle işbirliği yaparak, Cüneyd Bey'in hükümdarlığını sona erdirdi. Bundan sonra Aydın Eli Osmanlı Birliği'ne katıldı ve Aydın Sancağı adı altında Anadolu Beylerbirliğine bağlandı. Aydın Sancağı, 16.yüzyılın sonlarında ve 17.yüzyılın başlarında hemen hemen bütün Anadolu'da görüldüğü gibi yerel ayaklanmalardan çok sıkıntılar çekti. Birçok olumsuzluklara rağmen Güzelhisar kenti, birönecki yüzyıla göre ekonomik ve kültürel olarak büyük bir gelişme göstermiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda imparatorluğun sınırlarında etnik ayrılıkçılık savaşları ile dış siyasi ve ekonomik baskılar artmış, vilayetlere merkezden vali atanması yerine, yerel beyler "ayan" olarak görevlendirilmiştir. Bu dönemde, Manisa ve Aydın'da Karaosmanoğulları, Koçarlı ve Aydın'ın bir bölümünde Cihanoğulları, Söke ve Kuşadası'nda İlyaszadeler, Çine ve Menteşe'de Hasan Çavuşzadeler, ayanlık döneminin en önemli aileleridir. Bu ailelerden bazılarının halkı kötü yönetmesi ve baskı kurması, halktan topladıkları ayni ve nakdi vergilerle feodal bir yapı oluşturması, "Atçalı Kel Memed" ayaklanması gibi bazı olaylara neden oldu. Bu dönemde Atçalı Kel Memed yönetimi ele geçirerek kendi adına mühür bile bastırdı. Efelik olgusu da bu dönemde daha belirginleşti. Merkezi otoritenin zayıflığından kaynaklanan Ayanlık, bir çok olumsuzlukları da beraberinde getirmiş oldu. 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra dünya siyasi ve ekonomik konjonktüründeki büyük değişiklikler, Osmanlı İmparatorluğu'nu da etkiledi. Batı Avrupa'lı ve Rus Emperyalizminin ağır baskıları sonucunda imparatorluk çözülme sürecine girmiş oldu. 19.yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan köklü değişiklikler ve batı ile bütünleşme girişimleri sonucunda, üretim ve ticaret desteklenmeye başladı. Bu süreç içinde Osmanlı İmparatorluğunun ticari ilişkileri Yakın Doğu ve Asya'dan, Batı Avrupa ve Birleşik Devletlere kaydı. Aydın Güzelhisarı'nda bir kervansaray Amerikan iç savaşının başlaması ile İngiliz tekstil sanayinde ortaya çıkan pamuk darlığı, yeni üretim yerleri bulunması zaruri hale gelmiş, gözleri Batı Anadolu'daki verimli arazilere çevirmiştir. Bu büyük projenin devreye girmesiyle İzmir-Aydın arası demiryolu yapımı gündeme geldi. Robert Wilkin adlı bir İngiliz iş adamının başlattığı demiryolu inşaatı çeşitli zorluklara rağmen 1866 yılında 133 kilometrelik bölümüyle hizmete açıldı. Bu ulaşım hattı Menderes Vadisi için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Pamuk üretimi daha da katlanarak arttı ve 1910 yılında, toplam devlet gelirlerinin % 15'ine ulaşmış oldu. I.Dünya Savaşı, imparatorluk sınırları içinde olduğu gibi, Aydın'da da zaten zayıf olan sosyal düzenini temelinden sarsmış, asayişsizlik daha da çok artmıştı. Osmanlı İmparatorluğu savaşta yenildikten ve Mondros Mütarekesini imzaladıktan sonra, sömürge devletleri Şubat 1919'da Paris'te toplanarak, İzmir, Balıkesir ve Aydın'ı Yunanistan'a vermeyi kararlaştırdılar. Başta petrol olmak üzere Orta Doğu'nun ekonomik kaynaklarına ve jeopolitik konumuna egemen olmak isteyen sömürgeci devletlerden güç alan Yunanistan bir dizi provakasyona girişti. Bunlardan en önemli örnek Yoran (Didim) ayaklanmasıdır. Buradaki Rumlar Türk karakolunu basarak Türk Askerlerini öldürdüler bazı memurları da yaraladılar. Benzeri olaylar Batı Anadolu'ya yayıldı ve Müslüman Türkler ile Rumlar arasında çatışmalar arttı. Bu arada İtalyanlar da Aydın etrafında hak iddia ederek, buraları Yunanlılara kaptırmamak için 13 Mayıs 1919'da Kuşadası'na, 17 Mayıs 1919'da Söke'ye asker çıkardılar. İtalyanların oldu bittisi, Yunalıların işgalini hızlandırdı ve 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal ettiler. İŞGAL DÖNEMİ: Bu işgal ülke genelinde büyük bir tepkiye neden oldu. Yunanlıların İzmir'i işgal ettiği haberi Aydın'da duyulur duyulmaz halk, bugünkü Yedieylül İlkokulunun bulunduğu alanda büyük bir miting yaptı. Buradaki konuşmalar halkı heyecanlandırdı. "kanının son damlasına kadar ülkeyi savunacaklarını ve bir karış toprak dahi işgaline razı olmayacaklarına" dair yemin ederek tepki gösterdiler. Mitingden sonra diğer il ve ilçelere haber gönderilerek silahlı direnişe geçilmesi istendi. Üç koldan Anadolu'ya yürüyen Yunanlıların güney kanadının hedefi Aydın idi. 22 Mayıs'ta Selçuk'u işgal ettiler. İtalyan birlikleri Kuşadası'na çekildiler. Aydın'daki 57. Alay önlem olarak Çine'ye çekildi. Yunanlılar, 26 Mayıs'ta Germencik ve İncirliova'yı, 27 Mayıs 1919'ta da Aydın'ı işgal ettiler. Yunan zulmünün ağırlaşmasıyla halk da direniş hazırlıklarına başladı. Yapılan hazırlıkların neticesinde 8 Ağustos 1919 günü Nazilli Kongresi toplandı. Kongre ilk olarak Aydın'ı temsilen merkezi Nazilli'de bulunmak üzere "Heyeti Milliye" örgütünü kurdu. Buna bağlı olarak "Kuvayi Milliye" (Ulusal Kuvvetler) gerçek bir halk ordusu olarak şekillendi. Bu arada Yunanlıların ilerleyişi de durmadı. Köşk, Sultanhisar ve Atça'dan sonra Nazilli'yi işgal ettiler. İlk ulusal direniş Çine'deki 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Aker ile Yörük Ali Efe'nin mutabakatının ardından Yörük Ali Efe'nin 17 kişilik grubuyla ilk olarak Sultanhisar yakınındaki Malgaç Köprüsünde bulunan Yunan askerlerine baskın düzenlenmesiyle başladı. İleriki günlerde bunlara diğer baskınlar eklendi. Düşmana önemli kayıplar verdirildi. 30 Haziran'da düşman Aydın dışına atıldı. Antalya ve Söke'den gelen piyade alaylarının desteği ile Yunan bozguna uğradı ve Topyatağına doğru kaçmaya başladı. 4 Temmuz'da kent tekrar Yunan igaline maruz kaldı. Halk Çine'ye doğru çekilince 30.000 kişilik Aydı'ın nüfusu 1.000 kişiye düştü. 26 Ağustos'ta Yunan birliklerine karşı saldırı düzenlendi. Bu arada Sivas Kongresi, Kuva-yı Milliye Komutanı olarak Refet Bey'i gönderdi. Efe gruplarının ve milislerin düzensiz ve askeri örgütlenmeden yoksun oluşu, Ankara Hükümeti, düzenli bir ordu kurulması konusunda kararlar alması için Batı cephesi Komutanlığını oluşturdu. Atatürk'ün 4 Şubat 1931 günü Nazilli'ye gitti. Her tarafı yakılmış Nazilli Halkı, Ata'dan pamuk üretiminin artırılması yönünde destek ve Nazilli'ye bir basma fabrikası kurulmasını talep ettiler.Nazilli Basma Fabrikası 9 Ekim 1937 günü Atatürk tarafından açıldı. Ata'nın "İşte halka refah verecek sesler" diyerek çalışmaya başlattığı dokuma tezgahları; ne yazık ki kötü idareler sonucu bugün susmuş durumda.İşçileri de diğer illere dağılmış durumda. 9 Ekim 1937 Atatürk Aydın'da Atatürk ilk olarak 3 Şubat 1931'de Aydın'a gelmiştir. Bu tarihi gün her yıl törenlerle kutlanmaktadır. Mustafa Kemal'in önderliğindeki yurtseverlerin özverili çalışmalarıyla başarıya ulaşan Ankara Hükümeti, Kurtuluşa giden yolu açarak 26 Ağustos 1922'de büyük taaruza başladı. Yunanlılar ve Rumlar kaçarken tüm köy ve kasabaları ateşe verdiler. Türk Ordusu İl topraklarına 5 Eylül günü ulaştı. 5 Eylül 1922 günü Kuyucak, Nazilli, 6 Eylül'de Söke ve 7 Eylül günü Aydın işgalden kurtuldu. Düşman 9 Eylül günü İzmir'den denize döküldü. Atatürk'ün dediği gibi " Geldikleri gibi gittiler." Her yıl yapılan Kurtuluş törenlerinden bir görünüm EFE, ZEYBEK VE KIZAN ZEYBEKLERİN HİYERARŞİSİ ŞÖYLEDİR. Zeybeklik kurumu üç birimden oluşmaktadır. Efe, Zeybek, Kızan Efe, zeybeklerin başıdır. Zeybekler, kızanlardan sorumlu kolbeyidirler. Kızanlar ise efenin buyruğundaki askerlerdir. EFE Efelik bir tür seçimle olur. Efenin oğlu efenin değerinde ise efe seçilir. Artık her şey onun buyruğuna kalmıştır. Efenin oğlu seçilemezse , Zeybekler aralarından en değerli zeybeği efe seçerler. Efeler birbirlerine ateşli silah çekmezlerdi. Zira bu korkaklık sayılırdı. Mintanlarının yaka düğmeleri sürekli açıktır. Sakal bırakmazlar, pala bıyıklıdırlar. Başları ustura ile tıraş edilir, arka ortadan “Perçem “ sarkardı. Bindikleri at erkek, koşumlarının metal aksamları gümüştendir. Ayaklarında “kayalık” denilen özel işlemeli çizmeler bulunur. Uzun namlu’lu silah olarak da “Filinta “ taşırlardı. ZEYBEK Zeybek kelimesi ve Zeybeklik çeşitli kaynaklarda değişik tariflerle tanımlanmıştır. Bilindiği üzere Anadolu'ya yerleşen ilk Türk'lerde asker ve orduya Sü denilmektedir. Bundan türemiş pek çok kelime arasında subaşı (Ordu Komutanı) Sü-be (ordugah, karargah) ve birde subay anlamına gelmek üzere Sü-bek sözcüğü bulunmaktaydı. Nitekim günümüzde aynı anlamda Su-bay olarak kullanılmaktadır. Bu sözcükteki S harfinin diğer birçok eski sözcükte olduğu kabul edilirse sözcüğün Zü-bek, Zi-bek ve dil akıcılığı dolayısıyla da Ziybek, ZEYBEK şekline dönüştüğü ortaya çıkar. Diğer taraftan başka bir anlama gelen Sü-bek sözcüğü nasıl Arapça kökenli Seybekten alınmışsa Arapçanın o çağlardaki büyük etkisi nedeniyle de SÜ-BEK sözcüğünün Zeybek veya Seybek haline gelmesi o kadar olağandır. Nitekim zeybeklerin tarihteki fonksiyonları üzerinde yapılacak her araştırmada onların askerlikle yakından veya uzaktan kesinlikle bir ilişkisi olduğu görülür.(Türkoğlu,1977) Zeybeklik Türkmenlerin Batı Anadolu'ya gelmeleri ile ortaya çıkmıştır. Bu nedenlede kökleri Türkmenlere kadar uzanmaktadır. bu dönemlerde (10-13.y.y) Bizans metinlerinde görülen Salpace sözcüğü Sahilbeği olarak kabul edilmiştir. Oysa, Bizanslı bir tarihçi bu sözcüğün anlamını kuvvetli insan olarak açıklamaktadır. Bu nedenle de Salpace sözcüğünün Anadolu insanına geçmiş ve zamanla değişerek Zeybek sözcüğüne dönmüş olması mümkündür. Zeybek sözcüğünün kökeni konusundaki diğer bir görüş ise, bu sözcüğün Arapça çevik insanlara verilen bir ad olan Zibaki'den geldiğidir. Ayrıca Şemsettin Sami "Kamus-u Türki" adlı eserinde Zeybekliği hafif silahlı ve güvenliği sağlamakla görevli eski bir sınıf asker olarak tanımlamaktadır. Gerçekten de zeybekler Anadolu'da esas olarak kolluk görevi görmüşlerdir. Bunlar, yolları koruyorlar ve her iki fersah ta bir bulunan kervansaraylarda ve mola verilen yerlerde bekçilik yapıyorlardı. Bu hizmetleri karşılığında ise, yollardan geçen yolculardan aldıkları az miktardaki paralarla geçimlerini sağlıyorlar, ancak bu işi yaptıklarından dolayı buralardan zor kullanarak para almıyorlardı. Zeybekler tutuculuktan uzak kişiler olduklarından bazı zamanlarda adları gavura da çıkmıştı. Aynı zamanda derbentlik yaparak ve ayanların maiyetlerinde bulunarak da geçimlerini sağlıyorlardı. Zeybekler 19.yüz yıl başlarından sonra bir takım sıkıntılar içine girdiler. Bu dönemlerde ayanlığa karşı girişilen hareketler sonucu yeni gelen yöneticiler ile zeybekler arasındaki ilişkiler eskisi gibi süremedi. 1800 lü yıllarda zeybekler Batı Anadolu ayanların zeybeklere karşı olan olumlu davranışları, 2.Mahmud'un bu yöreye gönderdiği valilerle değişmiş ve sertleşmiştir. Bu davranışlarıyla Aydın halkının eğilimleri hakkında fazla bilgileri olmadığını gösteren yeni yöneticiler oldukça tehlikeli bir ortamın doğmasına neden olmuşlardır. Atçalı Kel Memet İsyanı böyle bir ortamda patlak vermiştir.Batı Anadolu da Aydın'dan Çanakkale'ye kadar olan bölgede, dağlarda, ovalarda yaşayan bu Türk zümresinin bir diğer özelliği, hatta en bariz özelliği giydikleri orjinal elbiselerdir. Bu kıyafet hakkında da çeşitli görüşler mevcuttur. Ancak kısa dizlik hariç diğerlerinin asli Türk kıyafeti olduğuna şüphe yoktur. Türkler kendi geliştirdikleri pantolonu Batı Anadoluda iklim icabı kısa giymiş olabilirler. Bu kısa dizlik yani Zeybek donu üzerinde cepken ve başta bir külah vardır. 2.Mahmud'un reformları döneminde Aydın Valisi Çengeloğlu Tahir Paşanın zeybeklerin geleneksel giysilerini değiştirmelerini istemesi sonucu çıkan ayaklanmada zeybekler önemli kayıplara uğramış ve yenilerek yeni giysileri kabullenmek zorunda kalmışlardır. Zeybekler arasındaki kitlesel bir başkaldırı olayıda 1854'de başlayan Sinanoğlu ayaklanmasıdır. Aydın Kaymakamı Kani Paşa'nın askerlerini yenerek üç dağa egemen olan babaoğul Sinanoğulları daha sonra Arnavutluktan getirilen kuvvetlerin yardımıyla Hekim İsmail Paşa tarafından yenilgiye uğratılarak idam edildiler. Zeybekler 19.yüzyılın son çeyreğine kadar geleneklerini korumuşlardır. 1862'deki Karadağ harekatı ile 1877 Osmanlı-Rus savaşında önemli görevler üstlenmişlerdir. (Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İstanbul'da bulunan Zeybek kampına ait gravür) Ancak Osmanlı Devletinin son zamanlarında hükümet otoritesinin yok olması, adaletsizlik, Osmanlıya güvensizlik, köylülerin hor görülmesi, asayişsizlik, harplerin yarattığı ekonomik kriz, sosyal düzenin bozulması sosyo-kültürel alanda zeybekliğin bir kurum olarak ön plana çıkmasına neden oldu. Kültür düzeyi düşük olan köylüler hükümetten öç almak, Osmanlı emniyet ve asayiş kuvvetlerini etkisiz hale getirmek ve zayıf düşürmek için tek yolun zeybeklik olduğuna inandıklarından bu konunun mensuplarına yataklık dahi ederlerdi. Köylü çocuğu küçük yaşlardan itibaren zeybeklik hikayeleri ile büyür ve bu kişilere büyük bir hayranlık duyarlardı. Zeybekler 1.Dünya Savaşı yenilgisinden sonra eşkiyalığı bırakarak yavaş, yavaş köylerine dönmeye başladılar. Hele Yunan işgalinden sonra vatanın müdafaasız kaldığını gören bu Türk çocukları silahları ve adamlarıyla dağlardan inerek Kuva-yı Milliye saflarına katıldılar. Esasen efe ve zeybeklere karşı büyük hayranlık duyan halk da onları tabii bir lider olarak gördüler ve bir çok vatandaş gönüllü olarak onların saflarına katıldı. Bu suretle Kuva-yı Milliye Ege Bölgesinde etkili bir şekilde efe ve zeybeklerin etrafında oluştu. Yörük Ali Efe, Demirci Memet Efe, Danişmentli İsmail Efe, Köşklü İsmail Efe, Sökeli Ali Efe, Kıllıoğlı Hüseyin Efe ve Uzunlarlı Yörük Karahasan Efe bir çokları vatan savunmasında ve düşman işgalinin kırılmasında etkili oldular. Yurdumuzun düşman çizmesi altında kalmasını isyan eden kadın efelerimizi de unutmamak gerek; bu kadın mücahitler, Emire Ayşe Aliye, Şerife Ali Kübara ve Ayşe(diğer adı)Mehmet Çavuş.......daha bir çok isimsiz kahraman. KIZAN Kızanlar efenin maiyetindeki askerlerlerdir.Kızan kelime anlamı olarak; Batı Anadolu'nun bazı yörelerinde "Çocuk" anlamında kullanılan bir sözcüktür. Kızanların; Mintanlarının kolları uzundur. Giyimleri sade, cepkenleri sırma işlemelidir. Başlarının ortası traş edilir. Uzun namlulu silah olarak da "Martin" kullanırlardı. Efenin izni olmadan evlenemezlerdi. ZEYBEKLİĞE GEÇİŞ TÖRENLERİ Kızanlar belli kurallar çerçevesinde zeybekliğe geçerler.Yapılan törende halka olma, çok önemlidir. Yalnızca zeybek adayı kızan ayakta durur, yatağanını çeker, üç kez öperek efenin önünde diz çöker. Efe de aşağıdaki andı içirir: - Bu koca dağların sahibi kim? - Erimiz! - Yiğiti kim? - Efemiz! - Yiğit kime derler? - Sözünde durana, efesiyle ölene ! - Korkak kime derler? - Sözünden dönüp, aman diyene! - Varyemezlere acımalı mı, dayak mı haktır? - Dayak haktır! - Susuz derelerde kavak bitermi? - Bitmez. - Bitkisiz diyarlarda duman tütermi? - Tütmez. - Adem kuşağına bel bağlanırmı? - Bağlanırsa ağlanır. - Yiğitlerde ne yoktur? - Merhamet yoktur. - Şeytan'a bel bağlanır mı? - Yardımcımızdır bağlanır! - Sözünde durmayan ***** bacının kızanı olsun mu? - Olsun. - Şu dualı yatağan böğrüne batsın mı? - Batsın. - Doğru söylediğine Nasuh tövbesi olsun mu? - Olsun. Bu and içme bitince, efe kalkıp defne (tenhal)ağacının yanında durur. Zeybekler çevresine toplanırlar. Efe zeybek adayının yatağanını defne (tenhal)ağacına saplar; zeybek adayı kızan, efesine sadık kalacağına and içerek yedi kez yatağanının altından geçer. Ardısıra tüm zeybekler de geçerler. Efe yeni zeybeğin alnını, yeni zeybek de efesinin elini öper. Efe, yatağanı defne (tenhal)ağacından çekip yeni zeybeğe verir. Böylece kızan artık zeybek olmuştur. Evet, Efeliğin ve Zeybekliğin 10. yüz yılın sonunda Yusuf Paşa ile başladığı 17. yüz yılda Sivri Bölükbaşı, 19. yüz yılda Atça'lı Kel Memet ve nihayet 20. yüz yılda Demirci Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe ile sona erdiği görülür. Efeliğin ve zeybekliğin tarihçesi ne kitaplara sığar ne de internet sayfalarına hepsine buradan şükranla ve rahmetle anıyoruz. Türkiye'de Ege, Ege'de Aydın Develerin anavatanı olarak Kuzey Amerika olarak bilinir. Ancak Asya ve Amerika Kıtalarının henüz ayrılmadığı dönemlerde, Asya bölümüne geçerek Afrika'ya yayıldığı tahmin edilmektedir. Tek hörgüçlü devenin Mısır uygarlığının başlarında Kuzey-Doğu Afrika’da ve Arap yarımadasında, çift hörgüçlü devenin ise İran-Gobi çölü arasında evcillleştirildiği tarihi bulgulardan bilinmektedir. Tek hörgüçlü Dromeder develeri Ortadoğu, Arap yarımadası, Hindistan’ın bazı bölgeleri, İran, Pakistan, Kuzey Afrika, Rusya, Orta Avustralya ve California’da bulunmakla birlikte çift hörgüçlü Bactrian develeri, Orta Asya, İran, Pakistan, Afganistan da bulunur. Develer rutubetli bölgelerde yetiştirmeye müsait değildir, çünkü ayak yapıları bu şartlarda toprağa tutunmaya müsait değildir. Ayrıca rutubetli bölgelerdeki sokucu sineklere karşı kuyruklarının kısa olması ve bu sinekleri uzaklaştıramamaları nedeniyle özellikle “Trypanosomiasis” hastalığına karşı çok hassastır. Yetişkinleri 1,70-2,20 mt. yüksekliğe kadar ulaşabilen develerin dişileri 300-500 kg, erkekleri 600-1200 kg ağırlığa ulaşabilir. Develerin hörgüçleri yedek yem deposu gibidir. Beslenme imkanı olmadığı dönemlerde hörgüçlerindeki yağı kullanırlar. Develerin hörgüçleri kullanılmasıyla 2-3 kg kadar inip ortadan kaybolabilir. Deve türleri: Bactrian : Çift Hörgüçlü Asya Devesi. Dromeder: Tek Hörgüçlü Afrika, Hecin devesi, Hacı devesi, Çöl devesi. Naka-İbil-Maye: Dişi Deve. Likha: Sağılan Deve. Bahur-Buhur: Bactrian’ın erkeğine Anadolu’da verilen ad. Buduk-Köşek-Torok-Çal: Yavru Deve. Yelek: 1 Yaşlı Deve. Taylak: 2 Yaşlı Deve. Huveydi: 3 Yaşlı Deve. Tülü: Anadolu’da güreş için yetiştirilen Bactrian ve Dromeder melezi, erkeğine Besrek, dişisine Maya denir. <H2 style="MARGIN: 12pt 0cm 3pt; LAYOUT-GRID-MODE: char; LINE-HEIGHT: normal; TEXT-ALIGN: left" align=left> Anadolu'da yetiştirilen deve türleri:</H2>1. Tüylü Deve (Tülü): Aneze (Dişi) x Bactrian (Erkek) 2. Tavsi: Tüylü deve dişisinin (Maya’nın) Buhurla çaprazlanması yani geriye melezlenmesiyle elde edilir. 3. Teke: Bactrian x Dromeder kuşak melezinin erkeği ile Dromeder dişisinin geriye melezlemesinin sonucudur. 4. Kerteles: Teke dişisinin Buhur ile yapılan geriye melezlemesinin sonucudur. 5. Yeğen: Maya (Tüylü dişisi) ile dromederin geriye melezlenmesiyle elde edilir. 6. Kükürdi Deve: Erkek ve dişi tüylü develerin kendi aralarında birleştirilmelerinden elde edilir. DEVE YETİŞTİRİCİLİĞİNİN GÜNÜMÜZDEKİ YERİ VE DEVE GÜREŞLERİ: Develer, tarih boyunca insanlığa hizmet etmiştir. Mükemmel fizikleri sayesinde insanların önceki dönemlerinde tek taşıma hayvanı olarak göze çarpmıştır. Develerin mükemmel fizikleri; Kur’an-ı Kerim'in Ğasiye Suresinin 17.ayetinde “İnsan devenin ne keyfiyet ile halk olunduğuna ibret nazarı ile bakmaz mı?” diye işaret edilmiştir. Develer günümüzde genellikle DEVE GÜREŞLERİ için yetiştirilmekte, etinden ve sütünden de faydalanılmaktadır. Deve güreşleri bir kış sporu veya kış eğlenceleri gibi gözümüze çarpmakta, Dünyada sadece ülkemizde yapılan deve güreşleri, ülkemizde de Ege ve Akdeniz Bölgelerinde rağbet görmektedir. Özellikle Ege Bölgesinde yapılan deve güreşleri yerli-yabancı binlerce kişinin dikkatini çekmektedir. Çeşitli hayır etkinlikleri için düzenlenen deve güreşlerinden elde edilen gelirler, yol, su, elektrik, okul yapımı vb. faydalı hizmetlerde kullanılmaktadır. Ülkemiz turizminde ayrı bir yeri olan deve güreşlerini izlemek için dünyanın birçok yerinden yabancı turistler bölgemize gelmekte ve döviz bırakmaktadır. Alıntı
Φ K@R@_DÜZEN Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 17 Haziran , 2006 süperrr bir paylaşım gerçekten çok saol paylaşım için... memleketim efeler diyarı... hemşom saygılar.. Alıntı
Φ marti_name Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2006 Gönderi tarihi: 25 Haziran , 2006 Küçüklüğümden beri her yaz giderim merkezine diil ama Kuşadasına Dilek Yarım Adası Milli Parkı eşsiz bi yer.bol bol incirini yedim Aydın'ın ama bi memleket bu kadar mı sıcak olur yaff Alıntı
Φ bohem Gönderi tarihi: 22 Ağustos , 2006 Gönderi tarihi: 22 Ağustos , 2006 bugün döndüm Didim'den.. Altımkum'da kaldım, Mavişehir'de çok güzel.. Aydının yerlisini çok sevdim.. çok medeni, efendi, insancıl.. biraz soğuk suratlı ama, konuşunca öyle olmadıklarını kısa sürede anlıyorsunuz.. (Birde o güzelim topraklarınızı yabancılara satmasanız ne güzel olurdu) Alıntı
Φ marti_name Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 forum grafik yapmış yapacağını Alıntı
Φ marti_name Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 bugün döndüm Didim'den.. Altımkum'da kaldım, Mavişehir'de çok güzel.. Aydının yerlisini çok sevdim.. çok medeni, efendi, insancıl.. biraz soğuk suratlı ama, konuşunca öyle olmadıklarını kısa sürede anlıyorsunuz.. (Birde o güzelim topraklarınızı yabancılara satmasanız ne güzel olurdu) bi didimi sevemedim bilmiyorum neden...aslına bakacak olursak beni hiç bi yer kuşadası kadar etkilemiyor.milli park tam bi doğa harikası. satmadan da bi çok zarar verebiliyolar sevgili bohem mesela kuşadasında milli park tarafı oldukça yüksek bir dağ var.dağın en tepesinde natonun bi rahathanesi var.uzmanların söyledikleri dünyada sayılı yerlerden biri o dağ yamaç paraşütü için.ancak nato izin vermiyor!!!ya o kadar saçma ki!mesela köylerden gizli yollar yada jandarmanın girebildiği yerler varmış.hani 2. bi efes olmasada yinede muhteşem antik şehirler çıkacağını söylüyor gizlide olsa gitme şansı bulanlar (bunlar daha çok oraya yakın köylüler olur). izmir aydın yakın çevrelerde nem oranı çoktur.hatta kuşadasının merkezinde bile ama milli park tarafı öyle diil.çok uzun bir sahil şeridi var.varda var ama değerlendiren yok! Alıntı
Φ bohem Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 bi didimi sevemedim bilmiyorum neden...aslına bakacak olursak beni hiç bi yer kuşadası kadar etkilemiyor.milli park tam bi doğa harikası. satmadan da bi çok zarar verebiliyolar sevgili bohem mesela kuşadasında milli park tarafı oldukça yüksek bir dağ var.dağın en tepesinde natonun bi rahathanesi var.uzmanların söyledikleri dünyada sayılı yerlerden biri o dağ yamaç paraşütü için.ancak nato izin vermiyor!!!ya o kadar saçma ki!mesela köylerden gizli yollar yada jandarmanın girebildiği yerler varmış.hani 2. bi efes olmasada yinede muhteşem antik şehirler çıkacağını söylüyor gizlide olsa gitme şansı bulanlar (bunlar daha çok oraya yakın köylüler olur). izmir aydın yakın çevrelerde nem oranı çoktur.hatta kuşadasının merkezinde bile ama milli park tarafı öyle diil.çok uzun bir sahil şeridi var.varda var ama değerlendiren yok! evet marti ne güzel resimler yapıştırmıştım yazık oldu hepside apollodandı. kuşadası estetik olarak çok güzel ama çok yoğun bir görüntüsü var beni çekmedi fazla. işte yabancılara satış yaparsak sonunda olacağı budur. hiçbir hak taleb edemez duruma geleceğiz millet olarak. kendi miletimiz nekadar zarar verirse versin satmaktan kötü olmaz. oradaki yada başka yer olsun. topraklarımızı satmak demek ilerki nesillerin başına, yani gelecekteki belki torunlarımızın başına, büyük dert açmak demektir. bu devletimizin ayıbıdır. nem e gelince işte didim obakımdan harika bir yerdir. ben istanbulun havasında çok terliyorum yazın. ama didimde hiç terlediğimi hatırlamıyorum. inanırmısın akşam sahilde dolaşırken Ağustos ayının ortasında üzerimize hırka vs almak zorunda kalıyorduk. Marmariste bile nem yok denecek kadar azdır. ama İzmir hiçbir zamanda sevmedim. İzmire tatile gitmektense istanbulda geçirmek aynı şeydir sadece başka bir şehir. Alıntı
Φ marti_name Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 Gönderi tarihi: 30 Eylül , 2006 kuşadasının merkezini bende fazla sevmiyorum işin açıkcası.işte güvercin adasını çok severim gün batımı harika oluyor.merkezi tipik türk-yunan yapılanması turistik süslemeli bi şehir.şehir diyorum bazı şeyler fazlasıyla abartıldı.heryere konutlar falan yapılmaya başlandı. kendimi bildim bileli hersene giderdim.bu sene işlerden dolayı gidemedim. gittiğim zamanlarda en az 3 hafta kalırdım ve merkeze çok nadir inerdik arkadaşlarla. dediğim gibi milli parka yakınız mavi bayraklı plajda denize girme şansımız var. gerçekden milli parkın manzarasına hayran kalıyor insan hele birde o nato orda olmasaydı. anlamadım bişi var kuşadası öldürülmeye çalışılıyor gibi. davutlar ve güzelçamlı kasabaları var.sahiller bu kasabalara bağlı.belediye olarak küçük plaj tesisleri yapılmasına izin veriliyor bu güzel akşamları canlı müzikde oluyor bu da güzel ama belediye bu izinleri verirken Jandarma ile yola çıkmıyor. yani öyle ki belirli paralar verilen belediyenin herhangi bir iznine jandarma yasak diyebiliyor ve bu yerli yada yabancı turiste yansıyor. bi çok turist hadi en azından orda yazlıkçı olan gençler usanmış durumda. bi akşamı anlatmak istiyorum.her zaman ki gibi plajda gece canlı müzik dinliyoruz saat 23 suları jandarma geldi ve sona erdirdi yabancı müziği.ee alıştık hadi güzelçamlıcadaki canlıya gidelim dedik.anah orayada jandarma geldi.haydaaa dedik.hayır bizim için sorun diil yanımızda arkadaşların misafirleri var ve eğlenmek istiyorlar.hiç huyumuz olmadığı halde bi discoya girdik orayada polis gelmesin mi!!!haaa bu mekanlara giderken gördüğümüz jandarma devriyelerini eklemekde istiyorum çünkü ben ulan noluyo DARBE mi oldu falan dedim şakasına! kuşadası esnafı ne yaptıysa kendi kendine yaptı.etiketler menüler o kadar uçuk rakamlar ki! eskiden sorun diildi kumarhaneler vardı ve çok olmasada zengin avrupalılar geliyordu.esnafın keyfi yerindeydi.ama son 4-5 sene içinde gelen turistlerin büyük çoğunluğu rus,moldov,bulgar vs vs ee adamlarda para yok.bu sefer esnaf zaten az turist var die daha bi uçuk rakamlar denediler ve bugün can çekişiyorlar. herkes kendi avantasının peşinde.tur rehberleri bile kuşadasına gitmeden tüm ihtiyaçlarınızı alın adadan bişi almayın diyebiliyorlar.ee ne kadar çok memnuniyet o kadar çok bahşiş nede olsa yunan adalarına yakın oldukları için yunanlılardan bir teklif gelmiş. bakın siz bizim turistlerimizden bizde sizinkilerden ülkeye giriş ücreti almayalım ve insanlar bu parayı adalarda bıraksın demişler.(günü birlik yunan adaları-kuşadası turları için diyorum)fakat çok bilmiş başbakanımız olmaz demiş.adamlar yine ısrarcı olmuşlar görüşme talep etmişler.bu seferde bu konu ile ilgilenen kurumun en alt düzeydeki memurlara sevk edilmiş yunanlılar.adamlarda kızıp gelmemişler.haklılarda bence. yazık oluyor diyorum çünkü insanın içi acıyor.zaten petrolümüz irana ırağa suriyeye kayıp gidiyor bu gidişle ispanya evet turizm ile kalkınan İspanyaya kayacak tüm avrupa. Saygılar... Alıntı
Φ bohem Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 evet marti gözlemlediklerinde çok haklısın. çok güzel anlatmışsın ellerine sağlık. yani ne diyebilirim gerçekten durum içler acısı. ve gittikçe herşey daha kötü olmaya başladı. en acıklısıda devletimiz yanımızda değil. bak sadece tatil bölgeleri değil; bende bişey anlatmak istiyorum. bir kaçyıldır Beykoz tarafına hiç gitmedim. geçende öyle bi esti gittik. ya inanırmısın güzelim Beykoz Korusu, ne hale gelmiş. tanıyamadım. o güzel ormanların ağaçları tek tek kesilmeye başlandı. kaldırımlar, ve asvalt yollar yapılmaya başlandı, inşaat desen tam sürat. bide büyükşehir, kocaman pankart asmıs sözde çevre düzenlemesi, adı altında oraları zapttediyor. bisüre sonra satın alıp villalar dikilecek. çünkü bunların yağmalama şekli bu. Beykoz Korusu çok güzel bir ormandı. ormanın zaten özelliği doğal olması, asvalt yola ne gerek vardı. ya 2.5 m lik kaldırımdan kim yürüycek allahaşkına. bırakın herşey doğal kalsın. sözde dolaşıp stres atmayı gitik. büsbütün sinirlerimiz altüst olup geri geldik ha bide Koşuyolu Validebağ ormanı var. yeni yönetim geldi geleli diş biliyor tabiri caizse. önce otopark adı altında ağaçlar kesilmeye başlandı. sonra sivil halka açıldı (sadece öğretmenlere açıktı) önceden ormanın içinde piknik yasaktı, şimdi bir görmelisiniz, heryer pislik içinde halk ateş yakarken ağaçları yakıyor. ortalık talan. bide Çamlıca var. Büyükşehir geldi orayı halka açıcam dedi, heryeri istila etti. sanki orası halka kapalıydıda iyilik etti. kocabir alana mescit yaptırdı bütün restoranları birilerinin kontrolüne bıraktı. fiyatlar ikiye katlandı. öncedende halk uzaktan bakıyordu o restoranlarda yemek yiyen insanlara. şimdide uzaktan bakıyor. değişen tekşey sadece önceden modern görünümlü insanlar vardı o restoranlara şimdi ise türbanlı çarşaflı şalvarlı ilkel tipler. hatta herşey daha pahalı oldu neyse marti durum bu maalesef artık topici daha fazla dağıtmak istemiyorum. şimdi senin için bir Kuşadası yapıştırayımda sonu güzel olsun. Alıntı
Φ marti_name Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Kuşadası bu adanın heryerinde içmişliğim var Alıntı
Φ marti_name Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 bu senmisin yoksa marti ben küçükken bundan daha yakışıklıydımsss Alıntı
Φ bohem Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 of of bu resimleri gördüm yazı artık iple çekerim Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.