Gönderi tarihi: 24 Şubat , 2007 18 yıl Orkide satan bir kızın sesini duyuyorum, çığlık çığlığa yıldızların kaçıştığı bir gecede. Dağlarda zeytin ağaçları. Bir fırtına Akdeniz'in tam orta yerinde... Belki dağların eteğinde ağlıyor Ahmet Şamlı , denizin ve otların eşiğinde. Rüzgârın geçitinde, mevsimlerin dört yolunda, bulutlu gökyüzünü çevreleyen şu kırık camın önünde... Erguvanda yaprağın yeşilliği , kara bir tesellinin tozu oluyor... Ey aşk, ey aşk!.. Tanıdık yüzün gülmüyor!.. Girne'nin yamaçlarında, belki Lefke'de cehennemin oluşunda kurtuluşun tenhalığı var... Işıklar sönüyor , unutuluyor bir çiçek... Aşka, şiire, yurda, sürgüne karşı yıkılmıyor düşler, kaybolmuyor umutlar... Mayıs sürgün veriyor bahçelerde... Mayıs umut ve birazda hüzün!.. Nihat Behram , darmadağın olmuş bahçelerden nergisler topluyor yeryüzünün tüm yalnızlarının akşamı için... Nâzım Hikmet sürgünden dönüyor, sevgi dumanı tütüyor çocukların gözlerinden... Sevgililer gözyaşı döküyor... Nihat Behram ''Yaralı Yurdu'' nu anlatıyor... Nihat inatçı gülüşlerde sevgiyi çoğaltıyor... ''Acır ırmak, kıvrım kıvrım yaralı... Su acır, köpük acır... Yoncadan dudaklarında hışırtısıyla başağın üşür toprak, taş ürperir... Nasıl da yapayalnız ağlar da ağlar sedeften gözyaşlarıyla deniz... Mermerin göğsü kan içinde, kök yanık, can kıyım kıyım, asmanın kıvırcığı kül karası... Dili yok ki bağırsın çimen ezilmiş zümrütün üzüntüsünü, küskün yüzünü parçalanmış mercanın... Sılam benim, yuvam, kınım, kovanım; korunağı umudumun, barınağım, sığınağım; kanadı kırılmış turna, baharı çalınmış ömür, yolunmuş filizi yeryüzünün.. Toprak soylu, tay huylu, puslu, doğulu yurdum... Ah, kanar da kanar canımın duldasında, saranı da yok yaralarının soranı da... Dorukların dumanı, rüzgârın çığıltısı; kekikle, reyhanla, incirle, narla dokunmuş duvağı denizlerin... Ağzında hırçın dalgaların uğultusu bağrında bozkır, koynunda uçurumlar; tazıdan kıvrak, kızılcıktan zarif, kelebekten yumuşak, saf mı saf, inatçı mı inatçı, külhan mı külhan; ayvadan kekre, kayadan sert, çaylaktan yaban, şahinden cesur, sincaptan ürkek, sakadan korkak; Köroğlu'nun katışıksız öfkesi, Karaca'nın kırışıksız sevdası, Dadal'ın sazı, Yunus'un izi, Nâzım'ın sözü... Buzlu yurdum, yazlı yurdum, tozlu yurdum... Harman yerim, fındık dalım, pamuk gülüm... Sessiz yurdum, süssüz yurdum, öksüz yurdum... Dertli başım, yetim aşım, mezar taşım... Gülünden güneşine, yeminden yemişine talancının, yalancının sözüne kanmış, yanışından, donuşundan habersiz, baygın mı baygın; yakuttan alnı, serçeden gönlü bebeklik beşiğimin düşsüz, gülüşsüz ayaz mı ayaz... Ayılır da ardım sıra meleşir yudum yudum yüreğimi üleşir diye avaz avaz bağırır da bağırırım ayılıp duymaz... Yıldızlarla tutuşup geceleri uzaktan beni çağırır da çağırır... Koşarım, sızısı hızım olur... Gün olur uyanır diye uykusundan, koşarım... Yazı yazım, güzü güzüm... Ah, yarası var bağrımda yüreğim kadar.''
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için şimdi oturum açın.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.