Gönderi tarihi: 3 Ocak , 2007 18 yıl Binbir Gece tehlikesi (!), “sınırı, utancı olmayan televole hayatlar”dan ya da “Kıbrıs’ı muhterem pederinin şahsi mülkü sanarak Türkiye’nin namusu ile oynamaya cüret edenler”den daha mı büyüktür? Etiket ustası medyanın Türkiye’yi bugün getirdiği tehditkar nokta öylesi boyutlara ulaştı ki; bırakınız sapla samanı karıştırmayı, artık “akıl yürütme”, “vicdan”, “ilke”, “ciddiyet”, “sorumluluk” gibi değerlerin ham maddesi tamamen tedavülden kalktı, abartısız müzelik oldu! Alın size üzerinde iyi bir sörf yapılabilecek güncel bir malzeme; “Binbir Gece” isimli reyting rekorları kıran ve toplum sağlığını tehdit etmekle suçlanıp RTÜK’ün gündemine girecek kadar tartışma yaratan dizi! Neymiş efendim, burada para karşılığı patronu ile birlikte olan bir kadın figürü varmış ve bu, toplum sağlığını tehdit eden dehşet bir şeymiş! İyi güzel de böyle düşünen değerli insanlar, Türk Toplumu’nun güzide şahsiyetleri; acaba her Allah’ın günü gömlek değiştirir gibi sevgili değiştirip, “seviyesi düşük” bile denilemeyecek denli seviyesiz yaşamlarını gözümüzün içine sokanlardan neden bu kadar şikayetçi olmuyor, bu “mide bulandıran ********* manzara” karşısında neden bu kadar celallenmiyorsunuz? Yoksa gerçekten celalleniyorsunuz da sesinizi duyan mı yok? (O halde biraz daha fazla bağırınız ve kıpırdanınız lütfen!) Kaldı ki dizide kadın affedersiniz ama fahişelik yapmıyor, çocuğunun hayatını kurtarabilmek adına çaresiz kaldığı için ********* bir şeye evet demek zorunda kalıyor; buna ikna olunur ya da olunmaz, bir “zorunluluk zinciri”nin içine düşüyor. Ama burnumuzun dibine giren “Televole Hayatlar”da böylesi bir mecburiyet yok; aksine ortada “para” için, “içi boş etiketler” için “sanata yürekleri ile değil, ayakları ile giren bir yığın ucube” var! Haydi o tarafını da geçtik, gelelim “siyasete zihinleri ile, kimlikleri ile, vatan-millet sevgileri ile değil, ayakları ile giren diğer ucubeler”e! Zira asıl çıbanın başı bunlar! Şimdi ben, “Binbir Gece tehlikesi (!), sınırı, utancı olmayan televole hayatlardan ya da Kıbrıs’ı muhterem pederinin şahsi mülkü sanarak Türkiye’nin namusu ile oynamaya cüret edenlerden daha mı büyük?” şeklinde bir soru sorsam ve sizler de ellerinizi vicdanınıza koyarak bu suale yanıt aramaya çalışsanız; acaba nasıl bir hakikat çıkar ortaya? Ben bu suale, “Asıl tehlike, Kıbrıs gibi Türkiye’nin stratejik manada ileri karakolu, milli manada da namusu olan bir parçaya muhterem pederinin şahsi mülkü muamelesi yapan bugünkü siyasi erktir!” diye yanıt verir ve çiftçiyi “Ananı da al git buradan!” diyerek fırçalayan anlayışa “Kıbrıs muhterem pederinizin şahsi mülkü müdür?” diye sorarım! Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir karikatürde Recep Tayyip Erdoğan’ın içini açıp etrafa gösterdiği ve üzerinde “Babamın Valizi” yazan bir bavulun içinden Kıbrıs çıkıyordu. İster gülün ister ağlayın, karar sizin ama yazık ki tespit gerçek! Uzun süredir Türkiye’yi itina ile AB ve BOP kanatları arasında presleyip kilitlemekle meşgul olan ve zaman zaman da en ufak bir çekince yaşamaksızın hamaset nutuklarına yüklenen mevcut iktidarın takkesi düşeli bir hayli zaman oluyor. Ancak “Bu kadarına da pes!” dedirtip abartısız saç baş yolduran “Ucundan aççık açıyoruz!” anlayışı, yani “GKRY’ni kesinkes tanımamız anlamına gelen liman açma cüretkarlığı” ise bu vahim tabloyu tamamlayan en son kare olmuştur! Türk Devleti tarihinin hiçbir döneminde, hatta “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı’nın “Düvel-i Muazzama”nın iştahını kabarttığı son dönemlerde bile böylesi bir pozisyona düşmemiş, düşürülmemiştir! Çünkü o günkü şartlar ile bugünkü tablo kıyaslandığı vakit, bugünün Türkiye’sinde “rahatlık battığı için saçmalama ve haddi aşma yöneliminde olan bir iktidar mekanizması” ile yüzleşilecektir! Kaygıyla, sancıyla ifade edilmelidir ki; “Gazi Mustafa Kemal’in hayat verdiği Ankara Hükümeti’ni yutmak ve Osmanlı’yı Sevr’e mahkum etmek adına mesai veren İstanbul Hükümeti” bugün hiç de uzaklarda değildir! Onun için “Bırakın bu komplo teorilerini! Gayet iyiyiz! Artık kurtulun şu Sevr Paranoyası’ndan! Biraz çağdaş olun, demokratik olun, vazgeçin bu geri kafalılıktan!” diyenlere ya da bu söylemlere itibar edenlere artık “El insaf!” demiyor, kendilerine Ziya Paşa’nın Terkib-i Bendi’nden bir pasaj ile yanıt vermeyi uygun buluyoruz; ************ Şimdi buradan da sakın ola bir faşizan olduğumuz anlamı çıkmasın, zira mesaj açıktır; “Artık demokrasinin arkasına saklanarak memleketin temellerine dinamit yerleştirenleri yine demokrasi ile dövmenin zamanı gelmiştir!”
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için şimdi oturum açın.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.