Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2006 18 yıl RENGARENK KARANLIK Karanlığın içine birkaç tane renk bulamacı serpiştirmişler, tumturaklı sözcüklerle bunu şekillendirmişler ve önümüze “İşte hayat budur” diye koyuvermişler, adına da “yeni dünya düzeni” (!) demişler... Kanlı saltanatlarını korumak, harcı zulüm ve gözyaşıyla karılmış kalelerini daha da ulaşılmaz kılmak için işte hayat budur demişler... Bu renkli hayatın içinde gizlenmişler yüzlerce yıl. Yasalar yazmışlar, cezalar koymuşlar, birileri farkına varır da, bu kanlı saltanatı yıkar korkusuyla... Bu renk bulamacının içinde sadece onlar yaşayabilirmiş ama… Dışarıda kalanlar yoz karanlığa teslim olmuş, nefes almak bile güç. Ölümün nereden geleceğini kestirmek o kadar zor ki! Bazen açlık olmuş ölümün adı, bazen cinnet, bazen işkence, bazen tecrit, bazen de faili meçhul ama ille de demokrasi! İnsan hayatı o kadar ucuzmuş ki, dünyanın dört bir tarafından hayat satın almaya gelmişler... Ezmişler, sömürmüşler... Karanlıkla boyamışlar sokaklarını. Aç çocukları mendil, kadınları bedenlerini satarken görmeyelim diye… Karanlıkla boyamışlar sokaklarını. İnsanlar vurulurken sebepsiz yere henüz 17 sinde, faillerini bilmeyelim diye. Erdallar darağacına giderken duymayalım diye… Karanlıkla boyamışlar sokaklarını. İhtilaller daha kolay yapılsın, kanlı saltanatları yıkılmasın diye… Karanlıkla boyamışlar Anadolu’mu… Karanlıkla boyamışlar Vatanımı... Ama bir gün birileri serden geçip fırlamışlar sokağa, bedenlerini fırça yaparak, hayatın gerçek renkleriyle boyamaya başlamışlar o yoz karanlığı, dünyanın bütün güzellikleri ile... Çocuklar aç kalmasın, bedenler satılmasın diye... İnsanlar vurulmasın, Erdallar asılmasın diye... İhtilaller olmasın, kanlı saltanatlar yıkılsın diye... Ölmüşler, ölmüşler... Ve binlerce kez doğmuşlar her bir ölümden. Yeniden binlerce kez ölmek için... Ey Anadolu’m ne duruyorsun öyle, kalk ayağa! Şimdi durma günü değildir, savaşma günüdür... Şimdi susma günü değildir, haykırma günüdür... Dilin mi yok? Al sana dil, konuş öyleyse! Sesin mi yok? Al sana ses, haykır öyleyse! Elin mi yok? Al sana el, kaldır öyleyse! Canın mı yok? Al sana can, savaş öyleyse! Sen atalarımızdan yadigar değilsin, çocuklarımızdan ödünç aldık seni ve tertemiz geri vereceğiz çocuklarımıza... Bak geldik Anadolu, su dedin, yağmur olduk yeşerttik toprağını… Can dedin, ser dedin kurşun olduk, yağdık zulmün üstüne... Korkmadık savaştık, tutuşturduk bedenimizi bağımsızlık ateşiyle… Su deyip de aktık hayatın oluğundan, içimiz bir tufana teslim olana kadar… Sesinde yüzyılların hasretine doyduk, bütün dillerde sustuk sana varana kadar. Ve unutmadık asla, unutmasınlar onlar da! Her yeni kavgaya koşarken bizde inanç, bizde umut, tüm karanlıkları öldürecek kadar cesurdur... Ahmet Ali Özkan BÜYÜK AŞK Kavgan, kavgam Sevdan, sevdam Ve eğer istersen Ben Sen. “Çizgisinden sapmış doğru” Yönünü şaşırmış rüzgâr Tersine akan nehir. İnsan ki sorumlu İnsan ki beynini kemirir Ne aç doyurmak Ne de hayır duaları duymak Yalnız seni, doğadaki seni Toprak Hava Su İçime solumak bir nefes gökyüzünü Sevdamı sevdana Kavgamı kavgana katmak. Ne büyük aşk! Başucundaki reyhana hayat vermek... Naci Aracı
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.