Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Bir Kadın Tanıdım...

Yelda Sargın

 

 

"Uzaktaki acıları gösteren fotoğrafların sakladığı bilgi ne işe yarar? İnsanlar kendilerine yakın olan acılara pek bakmazlar. Hemde bütün dikizci tuzaklarına, kendileri için yararlı bir sonuç olan bilgi edinme fırsatını sunmasına rağmen." Susan Sontag

 

Bir kadın tanıdım ben. Yaralanmış ortasında yaşamın. Ve hep çektiği acılarla gülüyordu yaşama. Aldığı kararların ortasında, bir başına yürüyordu. Bilirsiniz, bazen zor olur insanın yaşamını şekillendirmesi… Büyük kararlar almak gerekir yürüyebilmek için. Ve güçlü olmak...

 

Kararlar almıştı kadın. Yaşamının tam ortasında yepyeni bir adım atacak kararlar istiyordu; değişmeli; diyordu her şey. Acı veren onca günü geride bırakmak ve yürümek istiyordu yeni bir yaşama doğru. Yeni gün sancılarla doğuyordu ama. Sancılar batıyordu kalbine sanki.

 

Sancılar deliyordu yüreğini. Fay hattı kırılmıştı bir kez. Adım adım oluşan çatlaklar, toprağın biriken gerginliğiyle buluşunca olan olmuştu işte. Fay hattı yüreğinin tam ortasında kırılmıştı sanki. Bir uçurum gibi ikiye ayırmıştı yaşamını.

 

Geride kalmıştı anılar ve sevdikleri. Hem de unutup gitmek istedikleriyle beraber, canına anlam katanları da bırakmıştı uçurumun o kıyısında. Biliyordu öyle olmazdı bu. Ulaşıp almalıydı onları. Ama yoktu gücü şimdilik. Güç toplamaya çalışıyordu bu yüzden.

 

Attığı her adım, ulaştığı her el onun parçası olmalıydı. Güç vermeliydi ona. Gelip geçenlerin yüzlerine hep bu yüzden bakıyordu sanki. Hayatından geçen her kişide bir kez daha sorguluyordu yaşadıklarını. Bir kez daha ölçüyordu yaşamın tüm kurallarını ve bir kez daha tartıyordu. Yine de hep umutlu gözlerle bakıyordu yaşama. Sanki her geçen, ona elini uzatacakmış gibi gelse de olmuyordu hiç…

 

El uzatmak ve boşta kalması o elin… Siz yaşadınız mı hiç bu duyguyu? Hiç böyle bir sancınız oldu mu sizin? Onca umutluyken, boşluğa yuvarlandınız mı hiç? Nasıl çıktınız peki o kuyudan? Sevdiklerinizin olması yetti mi? Ya kendiniz…

 

O gücü kim aşıladı size? Peki tam da burasında yaşamın, sorguladınız mı hiç tüm olanları? Nasıl bir düzende, kimin için yaşar insanoğlu? Kim karar verir kurallara? Kimindir çizilen kader? Ve bunca insanın yaşadığı bir yerde nasıl yalnızlaşır insanlar? Niye bencilleşir insan? Nasıl duyarsızlaşır ve uzatılan el niye boşta kalır?

 

“Karşılığı olmayınca sevgiyi bile kabul etmiyor insanlar” diyordu kadın bir konuşmamızda. Oysa sevgi doluydu, yüzünde hep gülücükler vardı onun. Umutsuz olmamıştı hiç. fiimdiyse acı çekiyordu her elini geri çevirdiklerinde. Bu köhne düzenin insan ilişkilerinde yarattığı tahribatı böylesine yaşamak ağır gelmişti ona. İnsanların düştükleri, düşürüldükleri durumu görmek ve aralarında tasnif yapmak zorunda bırakılmak.

 

Çünkü insanlar, bencil yanları söz konusu olunca silip geçiyorlardı etraflarındaki her şeyi. Hem de bunu şaşaalı kelimeler kullanarak yapıyorlardı. En zoru da buydu kadın için. Yüzüne gülüp sonra arkasını dönenlerin, hep kendilerini en duyarlı ilan edenler olması...

 

Yani güvendiği onca kişinin ikiyüzlülüklerinin ortaya çıkması… Yani korkup kaçmaları… Ağır geliyordu ona tüm bunları yaşamak. İşte ona bakarak düşündüm tüm bunları… Sonra umudu, bağlılığı, vefayı düşündüm. Ve bunları bugün, bu zor şartlara rağmen taşıyanların bir tek “bizimkiler” olduğunu…

 

Jilet kesiği bir sancı saplanıyor bazen yüreğine insanın. Yaşadıkları ağır geliyor. Her şeyin bir anda yok olmasını istiyor mesela. Unutmak, unutturmak ve yok olmak. Acı çekiyor çünkü. elle tutulur, gözle görülür bir acı değil çoğu zaman bu. Hatta gülücüklerin arkasına sığınan içten içe yok eden sinsi bir acı. Öyle ki canının yandığını anlayan olmuyor… Bakanların görmediği bir oyun sanki bu. Ve en kötüsü de görmek isteyenlerin gitgide azaldığı…

 

Mesele de bu zaten. Görmek istememekle başlıyor her şey. İstemiyor çünkü. Elini vermek istemiyor sana. Başkasının elini tutmak zor geliyor, yük oluyor o anda. Kendi acımızla yanmaya o kadar alışıyoruz ki, başkasının acısına bakmak zorlaşıyor çoğu zaman. Acıları çeken biz değil de başkası olunca, tüm sorunlar bir anda çözülüyor sanki...

 

Oysa ne çok şey var böyle anlarda, bizi bize düşman eden. Bizi insanlığımızdan uzaklaştıran, insana düşmanlaştıran. Kaybedenin kendimiz olduğunu ne kadar anlıyoruz böyle zamanlarda. Bilmiyoruz. Oysa kaybediyoruz, azalıyoruz, insanlıktan çıkıyoruz hatta. Sadece bedensel zevkleri için yaşayan varlıklar haline geliyoruz böyle anlarda. Sırtımızı dönüp gittiğimiz her şeyde daha çok yaşanır hale geliyor bu durum. Her ‘bana ne’ deyişimiz, her bizden uzak sayışımız, her yok sayışımız bizi biz olmaktan çıkartıyor aslında…

 

Ayakta kalmak… Başkasına muhtaç olmadan, başkasına yük olmadan sadece kendine inanarak, güvenerek… Sonra hayatla, insanlarla, yaşamla verdiğin bu kavgada hep yarını yaşamak için gücün olmasını istemek. Ve daha da zoru başkasının ayakta kalma savaşının içinde bir olabilmek... Güç verebilmek ona. El olabilmek, gülüşünü koymak ortaya, sıcaklığını, çıkarsız bir sevgiyi... İnsan olabilmenin erdemi aslında bunlar... Ve zor değil aslında... Sadece başkasının acısını görmek, görmeyi istemek gerekiyor. Adım atmak belki…

 

Büyük bir halka bu aslında... İçinde binlerce halka bulunan. İçten başlayıp, dışa doğru genişleyen. Tam ortasında biz varız belki… Genişledikçe görmeye başladıklarımızla çıkıyoruz o halkanın içinden. Çevremizle alakamızla birlikte büyüyor ve büyütüyoruz. Yakınlarımız, arkadaşlarımız, komşularımız, dostlarımız… Ve sonra tanımadığımız ama elimize ihtiyaç duyanlar. Uzaktaki çocuklar belki. Belki mayınlarla sarılmış bir toprağın ortasında yaşamak... Belki tepene bombalar yağarken hayatı devam ettirmeye çalışmak... Ya da ülken işgal altındayken esaretin zincirlerini kırmak için bedenini ortaya koyanların arasında yaşamak...

 

Ya da açlık çeken bir halkın evladı olmak... Yarınlar için kurulan bir düşe sahip çıktığın için ortasında olmak tel örgülerin... Sana dayatılana karşı çıkmak... Paylaşmak... Sevmek... Kendinin hissedip sahip çıkmak. Böyle böyle genişliyor çember. Aksi takdirde boğulan biz oluyoruz tam ortasında. Halkalar geliyor üstümüze... Bize ait olmadığını düşündüğümüz ve tam tersine bizim olan o halkalar boğuyor bizi.

 

Unutmak gerçekten çağın hastalığı mıdır mesela... Neyi unutur insan? Önem vermediklerini mi? Neye önem vermez peki? Kendini ne ilgilendirmez? Çıkarlar mı belirler her şeyi? Yok mudur bunun daha ötesi? Ya bizim o an fark edemediklerimiz? Kim belirliyor bizim için önem sırasını? Hangi kurallar bizi sarıp sarmalıyor? Biz neresindeyiz yaşamın? Ve ne kadar esiri oluyoruz belki de hiç onaylamadığımız o kuralların? Evet, tekrar soruyoruz kendimize ve size, unutmak gerçekten çağın hastalığı mıdır ve bu çağda gerçekten her koyun kendi bacağından mı asılır?

 

İşte bu sorulara verdiğimiz yanıtlarla değişiyor yaşama bakış acımız. Kabul, acı çekiyor insanoğlu ve hatta çektiği acılardaki adaletsizliğin boyutuna göre daha bir umutsuzluğa düşüyor. Ama bu da, daha çok bütünü görmemekten, kendini yalnız hissetmekten geliyor. Oysa yalnız değil kimse… Adaletsizlik varsa, adalet arayanlar da var. Çıkar varsa, çıkarsız sevenler de var. Bencillik varsa, paylaşımı, dostluğu büyütenler de var. Kirlenmişlik, yozluk, ahlaksızlık varsa, tüm bunlara alternatif bir yaşam düşü de var. Yeni insan için, yepyeni bir dünya için verilen kavga aynı temizliği ve yarattığı değerlerle sürmeye devam ediyor. Çünkü bu dünya da başkasının acısını kendi acısı olarak görenler, onu hiç yaşamadan yüreğinde hissedenler var. Ve hala dönüyorsa bu yaşlı dünya onlar acılara meydan okudukları içindir.

 

Bir kadın tanıdım... Onun hayatına bakarken düşündüm tüm bunları... Onun gözlerinde gördüm sevgiyi ve umudu. Sonra acıyı, beklentiyi, sahiplenilme isteğini. Derinliklerinde düşünürken fark ettim acıdan umuda dönüşen yolu, hüzünlerin isyana çevrilmesi gerektiğini ve “biz” olabilmeyi…

 

Başkasının gözleri değildi oysa onda gördüğüm. Aynada parlayan yüzümüzdü belki... O yüzden başkasının acısı olmadı hiç... Her zamankinden daha yakındı belki de…

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.