Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2006 18 yıl Türkiye'de insanlar halen de bir kuzu melemesi kadar saf ve iyidir ve bu çok az halkın özelliğidir. İçteki İyilik... Başkaları en fazla kibar olabilir. İngiliz erkeklerini "gentleman" diye tanımlarlar, bir kapıdan önce kadının geçmesi konusunda asla hata yapmayan bu adamlar, komşuları hasta olduğunda ona bir ambulans çağırma iyiliği göstermez... Öyle acımasız millettir. Dostoyevski'yi okuyarak yetişmiş, insan dramını tanıyacak durumdaki Rus erkeği okuduğunu bırakıp başına silahı dayamış adamı intihardan vazgeçirmeye çalışmaz... Öyle soğuk millettir. Ölüyorum desen Alman'a sıktığı vidayı bıraktırıp yaralı parmağa işettiremezsin... Öyle robot millettir. Bir İtalyan'dan açlıktan ölsen siestada dükkân açtırıp bir dilim ekmek alamazsın, ama insanlık üstüne saatlerce konuştuğunu duyabilirsin. Öyle "maskara" millettir. Bu ülkenin ama zengininden fakirine her kapısından iyilik görebilirsin. Bir Türk bu iyiliği bulamadığı için yabancılarla iki kuşak beraber yaşamakta ve fakat onlara karışmamaktadır. Ama yabancılar buraya geldiğinde bize hemen karışır, çünkü onların ruhu da aslında bu iyiliği arar. Batı'daki gençlerin Katmandu, Hindistan hatta Anadolu yollarına düşmesi bundandır ve oralarda kendine hepsi baharda fidana yürüyen cansuyu gibi iyilik şırınga etmektedir. İyi olmak için tanıdık olmaya gerek yoktur. Bedenimizde hiçbir hücrenin ötekiyle tanışıklığı, sinir hücrelerini ayrı tutarsak, dokuz seneden geriye gitmez, hatta çoğu birbirini birkaç saat ya da gündür ancak tanır. Ama mükemmel bir yardımlaşmayla çalışırlar. Neden iyiyiz?... Çünkü biz hareket halindeki bir organizmanın ritim içinde devinen milyonlarca küçük organı gibi davranıyoruz. Sanki bir dev yürüyor, içinde karaciğer, yürek, böbrek birbirine yardım ederek, birisi öldüğünde kendisinin de öleceğini bilerek yaşıyor; bir kadın kollarında bir çile yünü tutarken ötekinin de yumağı sarması gibi yardımlaşıyor. Yardımlaşmak, kışın kazak giymek kadar sıradan ve aynı kazağı yazın çayırda sıyırıp çıkarmak kadar coşkulu bir şeydir ki, bunu yapamayan kendini hasta hisseder. İyiliğin değeri, verene olan maliyetinin, alana olan yararıyla çarpımının, o toplumdaki iyilik sayısına bölünmesiyle bulunur... Maliyeti yüksek bir iyilik başkasına çok yarar getirmiş olsa bile, o toplumda dayanışma yaygınsa yine de düşük bir değer taşır. Ama aynı iyilik yardımlaşma olmayan toplumda değerli görülür. Örneğin bizim toplumda sinilerle insan doyurmak o kadar matah bir şey görülmezken, Almanya'da sigara ikram etmek bile iyilikten sayılır. İyilik yapmanın ödülü yoktur... burada, basitçe içimiz iyi olduğu için iyilik yaparız. Hz. Ali'nin namaz kılarken bile parmağındaki yüzüğü çıkarıp sadaka verdiğini söylerler. Batı'da yalnızca filozoflar iyilik yapabilir, ama Doğu'da iyilik halka aittir. Bir kişinin iyilik felsefesi olmadan iyi olması ne kadar soylu ve eşsiz bir durumdur. Karşılıksız iyiliğin bir tehlikesi varsa o da beleşçiliktir... beleşçilerin türemesi, tüm toplumun yardımlaşmasını tehlikeye atar. Çünkü yaptığı yardımın hiç geriye dönmediğini görünce, kişi kendini kurtarmak için hızla beleşçi olur. Böylece herkes beleşçi hale gelmekte ve toplum dağılmaktadır. O yüzden savunma refleksi olmayan Doğu'da beleşçileri ortadan kaldırmak yaşamsal bir önem taşır. Türk toplumunun bozulmasının altında bu yatmaktadır, herkes yardımlaşmayı istemekte fakat herkes beleşçi olmaya mecbur kalmaktadır. Aslında beleşçiler her zaman vardı... Eskiden köyde dedikoduyla beleşçi tespit etmek kolaydı. Maymunlar bile ağaçta tünerken, aradaki beleşçiyi, hırlaya hırlaya anlaşarak belirler ve üzerine çullanıp öldürür ya da koloniden sürerler. Büyük şehirde dedikodu, beleşçi tespitinden başka işle uğraşmakta ve amansız bir adalet sistemi toplumun beleşçiden kendini koruması için şart olmaktadır. Bugün bizde de o içteki iyilik solmaya başladı;... Türk insanı şimdilerde iyiliği ancak zor günde hatırlıyor. Türk insanı bunlara rağmen her zaman en azından yarı yarıya iyi olmuştur, ümidim odur ki yapı kolay değişmeyecektir. Başkalarının kötülüğü ortak ruhtaki iyiliği bitirmeyecektir. ________________________________________________________ Bilim Teknik 03.11.2006 / Tahir M. ceylan
Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2006 18 yıl Bu güzel yazınıza bende LONCALAR ile katkıda bulunma ihtiyacı hissettim. Loncaların kökeni, 7 ve 8. yüzyıldan îtibâren faaliyet gösteren fütüvvet ve ahîlik teşkilâtlarına dayanır. Ahîlik kuruluşuna âit töreler, kurallar birçok özellikler loncalarda devam eder. Kalfaya, usta olduktan sonra, pîri, bir törenle ustalık belgesi verirdi. Dükkân açacak olup da parası olmayana lonca para ve sermâye verip, dükkan bulurdu. Evlenmek isteyenleri evlendirir, masraflarını görürdü. Yoksul cenâze sâhiplerinin cenâzesini kaldırır, hastalara yardım ederdi. Görünüşte iktisâdî müesseseler olan loncalar, iç yapı îtibâriyle cemiyette hâkim olan bâzı ahlâkî kâideleri, müeyyideleri ile, esnafın kendi kendine tatbik ettiği müesseselerdir. Loncalarda bulunan iş ahlâkının temelinde, otoriteye ve geleneklere bağlılık, el işçiliğine hürmet, kanâatkârlık, meslek sırrını saklamak gibi prensipler yatmaktaydı. Osmanlı Devletinde loncaların ekonomik vasıfları yanında, onlara husûsiyet kazandıran, iç kuruluşları ve sosyal faaliyetleridir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda önemli olan ahîlikle yakın bağları bulunan loncaların da, ahîliğin; yiğit, ahî ve şeyh olmak üzere üç derecesine karşılık çırak, kalfa, usta, nakib vekili, nakib, baş nakib, şeyh halifesi, şeyh ve şeyh-üş-şuyûh olarak dokuz kademesi vardı. Ahîliğin kavlî ve seyfi üyelik olmak üzere, üyelerinin iki grupta değerlenmesi yerine, loncalarda üyelik kavlî, şürbî ve seyfî olarak üç grupta meydana getirildi. Lonca teşkilâtı, Osmanlı Devletinin en ücrâ köşelerine kadar yayılmıştı. Avârız sandıkları sistemiyle üyelerini, her türlü kazaya ve ölüme karşı aileleriyle berâber sigortalamıştı. Lonca teşkilâtı, Osmanlı Devletinin sosyal yapısında büyük güç, düzen, âsâyiş ve ahlâk unsuru olmuştur. Kendi bünyesi içerisinde denetlendiği gibi, devletin de kontrolü altında bulunuyordu. On yedinci yüzyılda İstanbul’da 1109 Loncaya bağlı, 126.000 üye tespit edilebilmişti. Osmanlı Devletinin son zamanlarında, sanâyileşme hareketlerinin ve fabrikalaşmanın başlaması neticesinde el sanatları giderek önemini kaybetti. İttihat ve Terakki Fırkasınca 1913 târihinde loncalar kaldırıldı. kaynak: www.dallog.com/kurumlar/lonca.htm
Gönderi tarihi: 4 Kasım , 2006 18 yıl Sevgili Dipnot ben üzülürek görüyorum ki artık insanlarımız içindeki iyilik bitti gibi.Çünkü artık olması gerekeni yapan insanlara deli gözüyle bakılıp büyük bir şaşkınlık içinde davranıyorlar.Türk halkı nasıl bu hale gelebildi anlamak mümkün değil.Zor günlerde iyilik akıllara geliyor deniyor yazınızda ama o zor günlerde de -örneğin yaşadığımız deprem gibi- başka şehirlerden otobüslerle gelip hiç ihtiyacı olmadığı halde toplanan yardımlara göz diken enkazları talan edip altında bulabildikleri altını parayı alan da bizim insanlarımızdı tabi organ mafyalarını hiç saymıyorum.Artık bunlar münferit olaylarda değil o kadar çok karşılaşılıyor ki bu tarz insanlarla yukarıda dediğim gibi olması gerekeni yapanllar şaşkınlıkla izleniyor maalesef
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.