Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

William Crosner'in Günlüğü VI. Bölüm


Misafir isimsizuye

Önerilen İletiler

Bugün sıra dışı bir olay oldu.. Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Bu satırları yazarken bile ellerim titriyor. Hâlâ sâkinleşemedim.. Edward şu an Tanrı’ya duâ ediyor. Ben de az sonra üzerimi çıkartarak ona katılacağım ve Tanrı’ya sığınacağız..

 

Sabah şükür duâmızı yaptıktan sonra durumunu öğrenmek için Miles’ın kamarasına uğradım. Miles epeyce terlemişti. Üzerinin değiştirilmesi gerekiyordu. Geary ile Stephen onunla hiç ilgilenmiyormuş. Bu işi benim yapabileceğimi söyledim ve temiz fanilâ ve gömlek çıkartmak için dolaba doğru yöneldim. Kapağı açınca bir çift uzun beyaz elbise gördüm, ortasında kızıl haç vardı. Bunların Geary ile Stephen’e âit olduklarını anlamam gecikmedi. Bir an için donup kaldım.. Bu elbiseler Tapınak Şövalyelerine âit özel bir elbiseydi.. Miles’a bunların ne zamandan beri burada olduğunu sordum, bana Finisterre’de mola verdiğimiz sırada aldıklarını söyledi..

 

Bir taraftan Miles’ın üzerini değiştirirken, bir taraftan da Geary ile Stephen’in Tapınak Şövalyesi olmayabileceklerini, onlara yalnızca ilgi duyabileceklerini, bu elbiselerin de Katolik turistlere dönük hediyelik eşyâ satan bir dükkandan alınmış olabileceğini düşündüm. Buna inanmak ve emin olmak istedim. Eğer gemide Tapınak Şövalyeleri varsa ve bu kazılar Vatikan tarafından düzenlenmiş veya yakın tâkibe alınmışsa bu dehşet bir durum.. Belki Geary ile Stephen, ben ve Edward’ı biliyor ve bizi tâkip etmek için görev yapıyor!.. Tanrım..

 

O an için öylece dondum kaldım.. Daha önce Miles’la konuştuklarımızı hatırladım.. Gece geç saatlerde kalkarak tuhaf birtakım kıyâfetler giyerek kamaradan dışarı çıkmalar, günlük hayatta birbirinin aynı kıyâfetler giymek, gece yatarken ışığı açık tutmak, bunlar Tapınak Şövalyelerinin yaptıkları işler.. Miles’a gece yatarken pijama giyip giymediklerini sordum, bana günlük kıyâfetleriyle yattıklarını söyledi. Bunu da duyunca sapsarı kesildim.. Bütün bunlar Troyes Konsülünde kabûl edilen Tapınak Şövalyeleri Tüzüğünde yazanların aynısı.. Tapınak Şövalyelerinin giydiği bu beyaz elbiseler daha önceki karanlık yaşamlarını artık terk ettiklerini ve seçtikleri yeni yaşamlarında günâhsız olduklarını simgeliyor. Birbirleriyle mutlak eşit olduklarına inanıyorlar ve bu eşitliği bozmamak için aynı şekilde giyiniyorlar. Gece rüyâlarına şeytan girmemesi ve onlara cinselliği hatırlatabilecek bir uyarıcıda bulunmaması için geceleri lâmbaları açık uyuyorlar. Her an her türlü saldırıya hazırlıklı olmaları için de geceleri günlük kıyâfetleriyle yatıyorlar.. Tanrım.. Şimdi birkez de sâkin kafayla düşününce onların Tapınak Şövalyesi olduklarından hiç şüphem yok. Edward da benimle hemfikîr.. Tanrım..

 

Miles beni öyle görünce çok şaşırdı. Belli ki kendisinin Tapınak Şövalyeleri hakkında pek bir bilgisi yok.. Onu yatağına yerleştirirken kamaraya Stephen geldi. Beni görünce o da çok şaşırdı. Ben de kendime derhâl çeki düzen verdim ve ona Miles’ın durumunda bir değişiklik olup olmadığını sorarak ortamı normâlleştirmeye çalıştım. Ayaküstü birkaç şey konuştuk ve sonra hiçbir şey yokmuş gibi müsaade isteyerek hızla oradan ayrıldım..

 

Kamarama gelene kadar bacaklarım titriyordu.. Koridorda Anthony’le karşılaştım, bana çok kötü göründüğümü söyledi. Ben de tansiyonumun düşmüş olabileceğini söyledim ve ‘biraz dinlenirsem bir şeyim kalmaz’ dedim ve kendimi kamaraya zor attım.. İçeri girer girmez Edward’a durumu anlattım.. Edward’ı ilk kez böyle şaşkın ve savunmasız görüyordum.. Bir süre birbirimize sarıldık ve hiç konuşmadık.. Ne yapacağımıza şimdi bile karar veremedik..

 

Az önce yemek salonundaydık. Dikkat çekmemek için normâl davranmaya çalıştık. Ama sanki tüm gözler bizim üzerimizde gibiydi..

 

Tanrım.. Keşke bütün bunlar yalnızca benim kafamda kurduğum şeyler olsa, bütün bunlar çocukluğumun o ilk yıllarından îtîbâren öykündüğüm Fransız yazarlarının kaleminden çıkma olsa.. Gemide olup bitenler Eleanor ve Barbara’yla oynadığımız o tatlı, mâsum, küçük oyunlar olsa.. Keşke şu kapı birden açılsa, içeri halam Karen gelse, ‘yine mi hizmetçilerle oynuyorsun, ben sana kaç kere diyeceğim aşağı kata inmeyeceksin diye, bu akşam yine cezâlısınız küçük bayım’ diyerek bana bağırsa.. Tanrım.. Keşke Geary ile Stephen’in giysileri Eleanor’un dolabından çıkma olsa, onlar da bize bu oyunumuzda eşlik etmek için aramıza katılan George ve Christopher olsa.. Tanrım..

 

Tanrım, bize yardım et..

 

Tanrım, sesimizi duy ve koruyucu meleklerini yanımıza gönder!..

 

Tanrım, sana sığındık, sen bizi Tapınak Şövalyelerinin gazâbından koru..

 

De profundis clamavi ad te Domine!..

 

30 Nîsan 1885

 

*

 

Non semper ea sunt quae videntur!.. Bunu bugün birkez daha anladım ve böyle olduğuna birkez daha çok sevindim.. Tanrım.. O kadar yücesin ki duâlarımızı karşılıksız bırakmıyorsun.. Sana binlerce kez şükürler olsun..

 

Sabaha karşı saat üç sularında uyandım ve tüm cesâretimi toplayarak silâhımı kaptığım gibi dışarı çıktım. Nunc aut nunquam!.. Tahmin ettiğim gibi Geary ile Stephen, Miles’ın bahsettiği o tuhaf kıyâfetleriyle dolaşıyor ve aralarında konuşuyorlardı. Ben mutfağa gitmek için kalkmış numarası yapıp onları tesâdüfen görmüş gibi ne yaptıklarını sordum. Geary bana ‘gece âyini yapıyoruz, biz Tapınak Şövalyesiyiz’ dedi.. Tanrım.. Bu cevâba bu kadar sevinebileceğimi hiç ummazdım!.. Tapınak Şövalyeleri ne pahasına olursa olsun kimliklerini saklamak zorundadır, oysa ki onlar daha ilk soruda ‘biz Tapınak Şövalyesiyiz’ diyor.. Quod erat demonstrandum!..

 

Onları kollarlından tuttuğum gibi güverteye götürdüm. Etrafta kimse yoktu. Kaptan köşkü de burayı görmüyordu. Pantolonuma sıkıştırdığım silâhı çıkartarak Geary’nin kafasına dayadım ve onlara işin aslını sordum. Stephen bülbül gibi öttü..

 

Bu iki kafadar meğerse şu meşhur Kutsal Kâseyi aramak için yollara düşmüş iki defîne avcısıymış. Yıllardır bu kâsenin peşindeymişler ve şimdiye kadar buna dâir en ufak bir ipucu bile bulamamışlar. British Museum’un böyle bir ekip kurduğunu ve Ephesos yakınlarında kazı yapacağını öğrendiklerinde Lordlar Kamarasından bir yetkiliyle ki bana adını söylemediler ve ben de pek önemsemedim, çünkü bu tür şeyler şu son dönemlerde pek yaygın ve bunun kim olduğunu bilsem bile bu işlerin önüne geçebilmenin maalesef olanaklı hiçbir yolu yok, işte bu yetkiliyle pazarlık yapmışlar ve kendilerini arkeolog olarak göstererek isimlerini bizim listeye yazdırmışlar.. Tanrım..

 

Herşeyimiz tamdı, bir defîne avcılarımız eksikti.. Şimdi o da tamam oldu.. Kendilerini Tapınak Şövalyesi olarak göstermelerine gelince: foyaları meydana çıkmasın diye etrafta bir belirsizlik ve şüphe atmosferi yaratarak bizi korkutmak istemişler. Yanlarına sokulursak, onlarla konuşup birşeyler danışırsak arkeolog olmadıklarını hemen anlardık. İşte o yüzden Tapınakçılara özgü davranışlar sergilemişler.. Hem kendilerini kutsal bir dâvâya adayan kişilere biz ne diyebilirdik ki!.. Ama tek eksikleri var: Tapınakçılar hakkında yeterli araştırma yapmamışlar!.. İyi ki de yapmamışlar!.. Tanrım..

Bundan böyle bu maskaralığa son vermeleri konusunda onları uyardım. Sicilya’dan Athenagoras’ı almak için durduğumuzda uygun bir mâzeret bulup gemiden ayrılmaları ve Birleşik Krallığa gerisingeri dönmeleri konusunda güvence istedim. Pek kolay iknâ oldular. Sanırım kendilerini deşifre etmemden çekindiler.. Ben de gönül rahatlığıyla kamarama döndüm ve Edward’a durumu anlattım. Sonra da üzerimi çıkartıp bir güzel uyudum..

 

Kutsal Kâse.. Haçlı seferlerine katılan çapulcu sürüsünün afyonu.. Kral Arthur ve şövalyelerinin peşinde olduğu söylenen kanlı çanak.. Sözde Son Akşam Yemeğinde Îsâ Mesih’in şarap içtiği kâse.. Vatikan’ın sâhiplendiği belki de en popüler yalan.. Bu tamâmen bir uydurma, ama gerçekten de böyle bir kâse var olmuş olsaydı bile bunun için kan akıtmaya değer mi hiç? Tanrım.. Sözde bu kâse Tanrı’nın yeryüzündeki gücünün kaynağıymış.. Bu tanrı nasıl bir tanrı ki tüm gücü kilden yapılmış bir kâsenin yere atılıp kırılmasıyla elinden gidecek.. Bir insanın bu saçmalıklara inanması için aklını yitirmiş olması gerekir.. Pekî ya I. Richard’ın tâ Britanya’dan donanmayla birlikte yola çıkıp yolu üzerinde Sicilya ve Kıbrıs’ı yağmalayarak Filistin’e varıp burada ve özellikle de Akkâ kentinde o çapulcu sürüsüne destek amacıyla Müslümanları kadın-çocuk, genç-yaşlı demeden göz göre göre katletmesine ne demeli!? Hem Akkâ’da tutsak ettiği Müslümanlar karşılığında Selâhattin Eyyûbî’den istediği fidyelerin kendisine ödenmesine karşın onların Akkâ kalesinin surları üzerinde kafalarını kopartmasına ne demeli!? Tanrım.. I. Richard, Anglo-Sakson vahşîliğinin en açık örneklerinden biriydi. Biz Anglo-Saksonlar yakıp yok etmeyi mârifet sanıyoruz.. Bu o kadar öyle ki I. Richard gibi bir cânîye bile “aslan yürekli” unvânını vermiş ve onu onore etmişiz.. Ben oldum olası bir Anglo-Sakson olmaktan utanmışımdır. Biz değil miyiz silâh zoruyla Çinlileri afyon içmeye zorlayan, onları uyutarak doğal kaynaklarını yağmalayan.. Kızılderililerin soyunu kurutmak için çiçek hastalığı bulaştırılmış battâniyeleri insânî yardım adı altında onlara veren.. Ve daha niceleri.. Anglo-Sakson ruhu modern paganlığa, özellikle de haçlı zihniyetine son derece uygun görünüyor. Bence bir modern pagan ne kadar çarpık bir zihniyete sâhipse Anglo-Sakson bir modern pagan ondan iki kat çarpık bir zihniyete sâhiptir.. Tanrım..

 

Bunlar bir tarafa, yüzyıllardır defîne avcılarının rüyâlarını süsleyen bu kâse masalının da aslında eski bir Sümer kültü olduğunu acabâ kaç kişi biliyor.. Bu kültün sonradan Greklere geçerek değiştirildiğini.. Sümerli râhiplerin tarım tanrısı Tammuz onuruna düzenlediği bahar bayramlarında, kilden yapılmış bir kâseden bir miktar suyla toprağı kutsadıklarını, bu kâsenin Tammuz’un yeryüzündeki gücünün kaynağı olduğuna ve içindeki suyun onlara hediye edildiğine inandıklarını acabâ kaç kişi biliyor.. Apollon Tapınağının tam ortasında içinde bir miktar suyla duran kilden yapılmış kâseye bakarak kehânette bulunan Grek râhiplerinden acabâ kaç kişinin haberi var.. Bu masalın da değiştirilmiş bir pagan geleneği olduğunu şu Katoliklerin ve tabiî ki defîne avcılarının anlaması için daha kaç yüzyıl geçmesi gerekiyor.. Tanrım..

 

Pekî ya Kudüs’ü işgâl eden çapulcu sürüsünü korumak için Tapınak Şövalyeleri gibi bir örgüt kurup sonra da şehrin sokaklarında bilek hizâsına kadar kan akıtmaya, Müslümanları ve Yahudileri katledip cesetlerini yırtıcı hayvanlara parçalatmaya vicdan dayanır mı!.. Îsâ Mesih bize ‘… sol yanağını da çevir’ diyordu, bu çapulcu sürüsü ise kendilerine zarârı dokunmayan binlerce insanı bir hiç uğruna katletti.. Tanrı’nın bütün lânetleri üzerine olsun, o alçak, o nâmussuz, o insanlık düşmanı Papa II. Urbanus yapmıştı yapacağını: ‘Gittiğiniz yerlerde kan akıtmaktan çekinmeyiniz, nasıl olsa Tanrı kimin heretik kimin mâsum olduğuna karar verecektir.’ Tanrım.. Ne suçu, kimin suçu, neye karşı suç, ne cezâsı, kaynağını nereden ve nasıl alan bir güç kullanımı.. Binlerce yıllık insanlık târihinde geliştirilen ve bundan sonra geliştirilebilecek hiçbir argümantasyon bu cinâyetleri haklı çıkartamaz, eğer ki bu argümantasyonlar vicdânî bakımdan kötürümleşmiş kişilere hitâp etmiyorsa.. Öte yandan Vatikan’ın bu çapulcu sürüsüne katılanların tüm günâhlarının affedileceği yalanını uydurmasına ise diyecek bir lâf bulamıyorum.. Vatikan’ın endüljans masalları bir yönüyle tâ eski zamanlardan beri karşımıza çıkan insanın tanrı olma saplantısının değişik bir formudur ve hattâ Hammurâbi’den beri çeşitli görünümlerle karşımıza çıkan insanın tanrılara bile hükmedebilme saplantısı Vatikan’da Papanın Tanrı’ya bile hükmedebilecek bir varlık olduğu saplantısı hâline dönüşmüştür, endüljans uygulamalarıyla birlikte insanların işlediği tüm günâhların Tanrı tarafından bağışlanacağı yalanı, yâni Papanın Tanrı üzerinde bile hâkimiyet kurduğu yalanı başta Papa II. Urbanus isimli o mahlûk olmak üzere tüm ardıllarının modern paganlığın Hammurâbisi olma isteğinin resmidir.. Ama dilerim Tanrı şu anı kitabı yazarı Matta’nın İnciline ‘ardımdan gelecek olanlar geçmişini unutsun, haçını kapıp peşime düşsün; çünkü Tanrı onların tüm günâhlarını affedecek’ (yanlış hatırlamıyorsam Bap 16’daydı) sözünü ekleyerek haçlı seferlerine meşru bir kılıf uydurmaya çalışan modern paganları da affeder..

 

...

 

Vatikan kendini çoktan aforoz etmeliydi!.. Tanrı’nın inâyetiyle Meryem Ana İncilini bulduğumuzda bunu biz yapacağız.. Ama dilerim Tanrı, Vatikan’ı ve haçlıları da affeder.. Dilerim Tanrı kendilerini seçilmiş insanlar olarak görüp yeryüzünde her türlü bozgunculuğu yapmayı Tanrı’nın isteğiymiş gibi gösterenleri affeder.. Dilerim Tanrı şu seçilmiş insanlar kültünü ortaya atan Kitâbı Mukaddes yazarlarını ve onlardan sonra gelip bu saçmalıklara îmân edenleri affeder.. Onlar değil midir ki Tesniye 7; 3-6’da Filistinlileri katletmenin Tanrı’nın isteği olduğu yalanını ortaya atan ve buna îmân eden.. Sözde Tanrı, Yahudilerin suça azmettiricisi!.. Bu ne büyük bir iftirâdır ey Ulu Tanrım.. Ama dilerim Tanrı, Yahudi yazarlarının bu isteğini daha sonra haçlılar bizzat onlara karşı yerine getirdiğinde duydukları pişmanlıktan dolayı onları affeder.. Sözde bu çapulcu sürüsü Îsâ Mesih’in kanını döken Yahudilerden bunun hesâbını soruyordu.. Tanrım.. Bu ne çarpık bir zihniyettir ki Tanrı, yâni sözüm ona Îsâ Mesih kendi hukukunu kendisi sağlayamıyor, bu işi bu çapulcu sürüsüne havâle ediyor.. Bu ne çarpık bir zihniyettir ki Îsâ Mesih hoşgörüyü, merhameti, bağışlamayı vb. kısacası insanlık değerlerine bağlılığı öğütlemişken bu çapulcu sürüsü hem de onun adına Yahudilere saçma sapan bir intikam güdüsüyle yaklaşıyor.. Tanrım.. Boşuna dememişler ‘Şeytan bile Kitâbı Mukaddese atıf yapabilir’ diye.. Ne de olsa Sümerlerin çarpık zihniyetlerinin yazıya döküldüğü, İznik Konsülü sırasında birkez daha tahrif edilen ve Vatikan’ın ekonomik ve siyâsî hesaplarına göre sıkça tecâvüz edilen bir metinden insanlık değerlerine bağlılık gibi bir düstur elde edilemez.. Ama dilerim Tanrı bu zırvalıkları Pavlus’a yıkmaya çalışan, Koloselilere yazdığı mektuba ‘Îsâ Mesih’in mîrasçıları, kulları, askerleri Tanrı’nın koruyuculuğu altındadır, onlara yeryüzünde diledikleri her yardım yapılacaktır’ (yanlış hatırlamıyorsam Bap 3’teydi) sözlerini bu çapulcu sürüsüne diledikleri türden bir özgürlük kazandırmak istedikleri için yamayan modern paganları da affeder..

 

Şahsî kanaatim şudur ki Yahudilerin şu seçilmiş insanlar kültünün haçlı seferlerine katılan çapulcu sürüsünü motive etmede kullanılışı Müslümanların cihat inancından esinlenerek geliştirildi. Çünkü Türkler, Malazgirt Savaşından sonra Anadolu’ya akın akın gelmeye başladıklarında ki Anadolu’daki ilk Türk yerleşimleri aslında çok daha eskilere, tâ Neolitik çağa kadar eskilere uzanır; işte Anadolu’daki Türk varlığının geometrik artışla katlanmasını mümkün kılan unsurlardan biri Türklerin bu cihat inancına olan bağlılığıydı ve sonradan Bizans’ı darmadağın edecek olan ruh da bu ruhtu. Dolayısıyla modern paganlar seçilmiş insanlar kültü ile cihat inancını birleştirerek bu çapulcu sürüsünü Türklerin üzerine salmış olmalılar.. Ne kadar ilginçtir ki Anadolu’ya geldiklerinde bâzı Türk boyları arasında Yahudilik yayılmaya başladı.. Bu beni gerçekten de çok düşündürmüştür.. Öyle sanıyorum ki Türklerin savaşçı ruhları bu boyların Yahudilerin şu seçilmiş insanlar kültünü benimsemesine yol açtı ve zamanla kendi kimliklerini kaybederek Yahudileştiler. Ne var ki bir kimsenin Yahudi olabilmesi için tek ve yegâne şart Yahudi bir kadından doğmuş olmasıdır. Pekî bu boylar nasıl Yahudi oldular!? Yahudi kadınlarla evlenip çocuklarının Yahudi olmasını sağlamış olsalar bile Tevrat’ın bildirdiği şeriata göre Yahudi sayılamazlar.. İşte, bu boyların kendilerini Yahudi ilân etmesi sanırım Anadolu’ya geldiklerinde Yahudi yerleşimcilerden öğrendikleri şu seçilmiş insanlar kültüne yakın olmalarından kaynaklanmış olmalı..

 

...

 

Bugün gerçekten de çok yoğun bir gündü, ama asıl önemli gelişme öğle üzeri oldu.. İbn-î Ceydân bin Ekber’in Seyahatül Emînil Mihmandar isimli kitabı.. Bu kitap tüm kazı programımızı etkileyebilir.. Ama henüz olaylar zihnimde tâzeyken günlüğüme önce şunları not edeyim:

 

Sabah kalktığımda saat ona geliyordu.. Üzerimizi giyindik ve Edward’la birlikte yemek salonuna doğru yöneldik. Ben Miles’a bakmak için kamarasına uğradım, Edward’ı da yemek salonuna yolladım. Geary ile Stephen’in karşılarında beni Edward’la birlikte görmesini istemedim.. İçeri girdiğimde Geary’nin gözleri kan çanağı gibiydi. Stephen de ondan pek farklı görünmüyordu. Miles ise daha iyiceydi. Kendi başına kalkmış ve üzerini değiştirmişti. Kendisine nasıl olduğunu sordum. Bana hızla iyileşmekte olduğunu ve bugün bizimle birlikte kahvaltı yapmak istediğini söyledi. Ben de ona önden gitmesini, Geary ile Stephen’le birşeyler konuştuktan sonra kendisine yetişeceğimi söyledim.. Miles kapıdan çıkarken Geary ile Stephen’e iyi görünmediklerini, kamarada kalıp dinlenmelerinin iyi olacağını, kahvaltılarını kamaraya yollatacağımı söyledim. Miles uzaklaşınca da Sicilya’ya varana kadar onları gemide dolaşırken görmek istemediğimi, bundan böyle yalnızca kamaranın içinde vakit geçireceklerini, onlara bir tür hapis cezâsı verdiğimi söyledim. İkisinin de bana olan öfkesi artmıştı. Ama bu hapis cezâsının herkesin hayrına olduğunu üçümüz de biliyorduk. Bana karşı çıkmadılar. Hızla koridora doğru yöneldim ve Miles’ın koluna girdim..

 

Yemek salonuna geldiğimizde tüm ekip Miles’ı karşılarında görünce çok sevindi. Biz masaya otururken Kaptan Plummer, Miles’a içirdiği çayın iyi geldiğini söylüyor, göğsünü gere gere İrlandalıların köklü kültürü hakkında kısa bir nutuk atıyordu. Az sonra Edward içeri girdi ve yanında süt, bal, yumurta, ısırgan otu ve özel bir pekmez türünün bileşiminden oluşmuş bir içecek getirdi, bunu Miles’a ikrâm etti. Ben servis yapmakta olan Audrey’e Geary ile Stephen’in bugün biraz rahatsız olduklarını, kahvaltılarını kamaralarında yapmak istediklerini söyledim. Daha sözümü bitirmeden Kaptan Plummer bana ciddî birşeylerinin olup olmadığını sordu. Ben de önemli birşeylerinin olduğunu düşünmediğimi, gemi yolculuklarına pek alışkın olmadıklarından olsa gerek biraz hâlsiz olduklarını söyledim. Kaptan Plummer çok heyecanlanmıştı. Gösterdiği tepkiye bir anlam veremedim. Çayını bile bitirmeden onları görmeye gideceğini söyledi ve hızla masadan kalktı..

 

Biz geldiğimizde Moses ile Daniel aralarında fısıldaşıyor, Carlo ile Gelis şu meşhur Eros Tapınağı hakkında şakalaşıyor, Clark ile Paul da kadınlar hakkında konuşuyordu. Benim sağımda Edward, solumda da Miles vardı, onun yanında da James oturuyordu. Tam karşımızda da Evans ile Aleksander vardı ve siyâsî içerikli bir tartışma yapıyorlardı. Bir ara Evans, Bismarck’ın Avusturya seferini öven birkaç söz söyledi. Aleksander ise bu seferin milliyetçilik adına yapılan bir toplu katliâm olduğunu söyledi. Ginn sanırım ortamı yumuşatmak için olsa gerek, Napolyon’un eşcinsel olup olmadığı hakkında bir tartışma başlatmak istedi. Dennis ise bu konuşmaların anlamsız olduğunu, ekibin üzerinde yoğunlaşması gereken daha önemli sorunlar olduğunu ve ivedilikle bir toplantı düzenlememiz gerektiğini söyledi. Ben de Dennis’e katıldığımı, uzun zamandır benim de kafamı kurcalayan bâzı sorunların olduğunu, ancak bunları konuşmak için Sicilya’dan Athenagoras’ı almayı beklediğimi, tüm ekip hazır olunca bu konular hakkında ortak bir toplantı yapmak istediğimi söyledim..

 

Athenagoras çok değer verdiğim bir dilbilimci. Onunla tanışıklığımız da çok eskilere dayanır. Kendisi Eski Yunanca, Latince, Rusça, Arapça, Farsça, İbrânice ve birtakım Eski Mezopotamya dillerini çok iyi biliyor. Kendisi uzun yıllar İzmir’de yaşadı. Yunan İsyanları sırasında İzmir’i terk etmek zorunda kaldı. Aslen Rum asıllıdır ve bölgenin târihi ile kültürünü çok iyi bilir. İşte, ben bu toplantıyı yapmak için Athenagoras’ın da aramızda olmasını bekledim. Hem iyi de olmuş.. Yoksa Geary ile Stephen’e bol miktarda malzeme vermiş olurduk..

 

Üç gün sonra Sicilya’ya varacağımızı sanıyoruz. Toplantıyı Pazartesi yapmayı kararlaştırdık. Bunları konuştuğumuz sırada içeri Kaptan Plummer girdi. Yüzünde tuhaf bir endişe okudum. Sanki kendisine teslim edilmiş bir emâneti koruyamamış bir çocuk gibi bakıyordu. Yüzündeki bu ifâdeyi daha önce Jeffrey hakkında konuşurken de görmüştüm. Sanırım Geary ile Stephen ona Jeffrey’i hatırlattı..

 

Kahvaltı biterken James’e Miles’ı kendi kamaralarına alıp alamayacağını sordum. Miles çok şaşırdı ve buna gerek olmadığını söyledi. Ben de henüz yeni iyileşmekte olduğunu, James’in yanında daha iyi bakılacağını söyledim. Asıl amacım Miles’ı Geary ile Stephen’den olabildiğince uzak tutmak ve ekibi bu ikiliden korumaktı. James bu önerimi candan karşıladı ve Audrey’e Miles’ın eşyâlarının ve yatağının kendi kamaralarına taşınması tâlîmâtını verdi. Bir an Kaptan Plummer’le göz göze geldiğimizde bana kızgın bir bakış yöneltti. Sanırım kendisine danışmadan böyle bir değişiklik yapmak istememize bozulmuş olmalı.. Geary ile Stephen’le ortak olacak değil ya!..

 

Kahvaltıdan sonra Miles’ın taşınma işlerini tamamladık. Böylelikle Miles; James, Carlo ve Nick’le aynı kamarada ve daha da önemlisi huzur ve güven içine alınmış oldu. Zâten Miles ile Nick de ilk günden beri iyi anlaşıyor, şimdi yatakları da yanyana. Artık Nick, Carlo’nun şu kayıp Eros Tapınağı hikâyelerini Miles’la birlikte dinleyecek..

 

İşimizi hâllettikten sonra Edward’ı kamaraya gönderdim. Ben de Dennis’in kamarasına doğru yöneldim. Dennis, Max’la birlikte kalıyor. İçeri girdiğimde Max yoktu, güverteye çıkmıştı. Dennis’e daha önce konuştuğumuz konular hakkında kafasında yeni birşeyler olup olmadığını sordum. Bana olduğunu söyledi ve kahvaltı sırasında şu toplantı fikrini bu nedenle ortaya attığını söyledi. Ben de bunu tahmin ettiğimi söyledim ve onu dinledim:

 

Finisterre’de yarım günlük mola verdiğimiz gün Aleksander, George, Anthony ve Nagel kentin eski sahaflarından çeşitli kitaplar toplamıştı. Anthony ile Nagel bu sahaflardan birine henüz daha yeni adım atmışken altmış beş-yetmiş yaşlarında bir ihtiyar, sahafa eski bir elyazması satmak için yanlarından geçmiş. Kitap eski bir gezi rehberi, Arap seyyahların yazdığı türden bir seyahatnâme. Yazarı İbn-î Ceydân bin Ekber, üzerindeki târih de 1654. Nagel böyle şeylere meraklı olduğu için adamın elinden kitabı hem de yüksek bir fiyata almış. Kitabın adı Seyahatül Emînil Mihmandar. Nagel bu kitaptan Dennis’e de bahsetmiş, çünkü İbn-î Ceydân bin Ekber kitapta antik kentler hakkında pek çok şey söylüyor ve onun nasıl olup da bu kadar kesin konuşabildiği Nagel’i şüpheye düşürmüş. Hem üstelik bu kentler hakkında pek çok şeyin henüz daha arkeoloji dünyâsı tarafından bilinmiyor olmasına karşın.. Dennis de kitabı şöyle bir incelemiş ve kendi bilgileriyle karşılaştırması sonucu herhangi bir yanlışa rastlamamış..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu olağanüstü bir şans mı, Tanrı’nın bir lûtfu mu, Lordlar Kamarası veya Vatikan’ın gizli bir entrikası mı, yoksa birilerinin kötü bir şakası mı, gerçekten de bilmiyorum.. Ama eğer İbn-î Ceydân bin Ekber diye bir kimse yaşamışsa ve Seyahatül Emînil Mihmandar isimli bir kitap yazmışsa bu kitap büyük bir olasılıkla tâ öteden beri Konstantinapolis’i ele geçirmek ve Bizans’ı yok etmek isteyen Müslüman Arapların Anadolu’ya çeşitli dönemlerde düzenledikleri seferler sırasında bu coğrafyadaki kütüphâneleri basmaları sonucu elde ettikleri târihsel kaynaklara dayanıyor olabilir ve antik kentler hakkında bugünkü bilgilerimizin neredeyse tamâmını edindiğimiz Strabon’un bu kaynaklara ulaşamamış olduğunu varsayarsak ortada bir çelişki yok.. Bu baskınların en önemlisi de sanırım 900’lü yılların ortalarında Kilikya’ya düzenlenen baskındı ve Müslüman Araplar, Kilikya Kütüphânesinden iki bine yakın kitabı gasp etmişti.

 

Ben bunları Dennis’e söylemedim, onu umutlandırmak istemedim. Her olasılığa karşı bu kitabın kulaktan dolma bilgilerle yazılmış olabileceğini ve kitaba çok da îtîbâr etmememiz gerektiğini söyledim. Kitabı incelemek için istedim ve ekipte bunu onlardan başka kimsenin bilmemesi konusunda onu uyardım ve kitabı inceledikten sonra kendisiyle ve gerekirse ekiple konuşacağımı söyledim..

 

Şimdi kitap masamın üzerinde duruyor ve kendisini incelememi bekliyor. Şöyle bir göz attım da kitap Eski Arapçayla yazılmış, sanırım okumakta zorluk çekmeyeceğim. Kitap beş yüz altmış iki sayfa. Dilerim bizim kazı bölgesine veya yakınlarındaki kentlere dâir birşeyler de vardır içinde.. Öte yandan diğer antik kentler hakkında da dilerim önemli bilgiler vardır..

 

Ne var ki böyle bir kitabın Krâliyet Kütüphânesinde olmaması ve bundan British Museum’un haberinin olmaması gerçekten de şüphe uyandırıcı.. Krâliyet Kütüphânesi yetkilileri yaklaşık bir milyon kitaba sâhip olmaktan övünüyor, eğer bu kitapta umduğumuz bilgiler varsa buna sâhip olamadıktan sonra nerede kalır Krâliyet Kütüphânesinin muteberliği.. Yok eğer bu kitap orada varsa ki olma ihtimâli çok yüksektir, çünkü bizim oryantalistler böyle şeylere bayılırlar ve bu tür kitapları toplamayı Kraliçe’ye yapılabilecek en büyük hizmetlerden biri olarak görürler, o hâlde bu kitaptan British Museum’un da haberi olmalıydı, pekî ama bundan bize niçin bahsedilmedi!?

 

Neyse, vakit geçiyor.. Bir an önce şu kitabı incelemeye başlayayım ve kendi sorularıma kendim cevap arayayım..

 

Sic ad nauseam!..

 

1 Mayıs 1885

 

*

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.