Gönderi tarihi: 9 Ekim , 2006 18 yıl Efendim şu insanoğlu hele birkez kızmayıversin.. Neler yapabileceğini önceden tahayyül etmek sanırım imkânsız.. Bu konuda târih boyunca çok söz söylenmiş, ben ise bildiklerim arasında en çok Aristoteles’inkini beğenirim.. Aristoteles der ki: insan birkez ******** yapmaya kalkıştı mı onun yapabileceği ******* hiçbir hayvan yapamaz.. Üstat bunun nedenini insanın akıl sâhibi bir varlık olmasına bağlar. El hak doğrudur da.. Fakat karşımızdaki kişi bu işi ne kadar mîzaç edinmiş olursa olsun biz yine de insanlığımızdan ödün vermemeliyiz.. İnsan olma erdemine sâhipsek ve bunu korumak konusunda da kararlıysak tabiî.. Fakat meşrebi bozuk keferelerin kullandığı küfürler bir tarafa, şu entel-dantel tayfası arasında kullanılan küfürleri dikkatle incelememiz lâzım.. Nitekim bu tayfa eğer birşeyi küfür hâline getirmişse o şey muhakkak toplumsal yaşamımızda ve insanlık değerleri açısından önemli bir yere sâhiptir ve bu önemi bulup açığa çıkartmak, sonra da bu tayfanın yaydığı ****** hipnozuna karşı geniş halk kitlelerini uyarmak lâzım.. Misâl: Osmanlı Türkçesiyle konuşmayı küfür addedip yerine Türk-İlizceyi ve Uydurukçayı getirenler onlar değil miydi.. Sınıflaşma olgusunun gereğini ve önemini görmezden gelip sınıflaşmanın yarattığı olumsuz etkilere karşı çıkmak nâmına top yekûn burjuvaya karşı çıkan ve onu küfür hâline getirenler, bununla da yetinmeyip liberalizmin yükselişe geçtiği 80’lerde milliyetçi sol akımları da küfür hâline getirenler onlar değil miydi.. Sâhip olduklar gazetelerde veya gazete köşelerinde kendilerine bahşedilen makamları ve ekonomik ayrıcalıkları kaybetmemek için birtakım cemaatlerle kurdukları ilişkilerin gereği olarak tarikatları sivil toplum örgütü biçiminde ambalajlayıp Kemâlizmi küfür hâline getirenler de yine onlar değil mi.. Ve daha niceleri.. Bu lafazan matbuat sonunda milliyetçiliği de küfür hâline getirdi.. Artık düşüncelerini, görüşlerini, fikirlerini, kanaat ve önerilerini beğenmedikleri kimselere milliyetçi sıfatını küfür olarak sarf ediyorlar ve daha da kötüsü: milliyetçilik hızla değerden düşüyor ve geniş halk kitleleri tarafından çok yanlış ve hastalıklı bir biçimde algılanıyor.. Pekî milliyetçilik nedir? Efendim bendeniz bunu daha önce Gün Dönümü II; Felsefe ve Kapitalizm isimli kitabımda serimlemiştim, müsaade buyurursanız bunu sizlere kendi kitabımdan okuyarak îzâh edeyim: “Efendim realitede olup bitenlere baktığımızda ve milliyetçilik ilkesi aracılığıyla dile getirilen talebin zamansallığını ve mekânsallığını; yâni içerdiği istemlerin târihselliğini hesâba katarak düşündüğümüzde şunu görürüz ki milliyetçilik ilkesi içinde yaşanılan milleti yüceltmeye çalışmak yollu bir talebi dile getirir. Nitekim bu talebi şu ya da bu şekilde bütün milliyetçilik-pratiklerinde görürüz. Bu talep de kanımca zorunluklu olarak millî ekonomi, millî kültür ve millî devlet unsurlarını içinde barındırmak durumundadır; bu unsurlar olmayınca veya gerektiği biçimde karşılanamayınca bu talebi sağlama iddiâsında olan istemler hakkında oldukları talebin özüne uygunluksuz oluyor çünkü. Ancak bunlara geçmeden önce birincileyin milleti biraz irdelemek lâzım; nitekim neyin yüceltilmeye çalışılmakta olduğunu görmeden; yâni nesneyi belirlemeden bu çalışmaların yapısı ve işleyişi hakkında konuşmaya çalışmak kanımca anlamsız olacak. Efendim millet kelimesi Acemcedeki milla kökünden gelir ve milla dinsel topluluk anlamındadır. Nitekim bundan uzunca bir zaman önce Osmanlı Devleti içinde yaşayanların hangi milletlerden olduğu sorulduğunda Yahudi milleti, Hıristiyan milleti ve Ortodoks milleti olmak üzere belli başlı dinsel toplulukların adı geçiyordu. Oysa ki zamanla millet kelimesi Batı dillerindeki nation kelimesinin sâhip olduğu anlamı kazanmaya başladı. Nation kelimesi ise salt dinsel bir birlikteliğe değil; aynı zamanda da dilde, duyguda, düşüncede, beğenide vb. ortaklıklara göndermede bulunan bir kelime. Efendim insan kuşkusuz sosyâl bir varlık (da). Bu varlık belirli bir birliktelik duygusuyla başkalarıyla birlikte yaşayan bir varlık. Bu birliktelik duygusunu ortaya çıkartan ve besleyen oldukça farklı unsurlar var ki bunların neler olduğu toplum felsefesini ilgilendirir. Ancak bu unsurlar nedeniyle birliktelik duygusuna sâhip olanların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan ve birtakım ortaklıklara dayanan yapıya millet (nation) adının verilmesi 1789 Devriminden sonra oldu. Bunun böyle olması da aslında Devrim sonrasında yapılan ve Anayasa Hukuku kapsamına giren egemenliğin (yâni Fransızların souveraineté dediği şeyin) kaynağı hakkındaki tartışmalarla ilgili: Efendim 1789 Devrimi öncesinde başta Jean Bodin olmak üzere bir kısım hukukçular kralın görev ve sorumluluklarını meşru bir temele oturtmak için sürdürdükleri çalışmalarda souveraineté kelimesini ortaya atmış ve bunun kaynağına da kralı yerleştirmişlerdi. Bu çalışmalar dolayımsız olarak ilâhî hukuk teorisiyle de ilgiliydi: nitekim bu hukukçular kralın görev ve sorumluluklarının kökensel karşılığını tanrının irâdesiyle ilişkilendiriyordu. İmdi devlet organları kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirirken doğrudan ya da dolaylı olarak krala bağlı bir biçimde ve aynı zamanda da tanrının irâdesine uygunluklu bir biçimde kendi çalışmalarını sürdürüyordu. Ne var ki Devrim sonrasında kral tahtını ve tâcını kaybedince souveraineténin kaynağının kime âit olduğu sorunu ortaya çıktı ve sonunda bu kaynağın millete (nation) âit olduğu yollu görüşler dile getirildi ve benimsendi. İmdi Devrim sonrasında Devrimin etkilerinin hızla yayılmasına bağlı olarak Batı dillerine nation kelimesi de hızlı bir biçimde; fakat değişik şekillerde yerleşmeye başladı. Bizde de millet kelimesi daha çok Osmanlı Devleti’nin yıkılmasının hemen ardından yine egemenliğin kaynağı sorunuyla ilgili olarak gündeme geldi. Nitekim Mustafa Kemâl’e göre (de) egemenliğin kaynağı milletti. İmdi egemenliğin kaynağını belirtmek için kullanıldığında millet kelimesi Anayasa Hukuku içinde düşünülmüş oluyor, bu şekliyle bu kelime belirli bir vatandaşlık bağına göndermede bulunuyor. Ne var ki meselenin bir de toplumkuramsal boyutu var ve bu vatandaşlık bağının ötesinde milleti oluşturan bu ortak yapı içinde nelerin yer alıp nelerin yer almadığı hakkında 19. yüzyılın sonlarından bu yana çok ciddî görüş ayrılıkları var. Öte yandan kimileri de soy ortaklığını bu yapının aslî unsuru olarak görürken, kimileri ise böyle düşünmüyor. Bana sorarsanız benim görüşüm şudur ki bu ortak yapı hakkında Ziyâ Gökâlp’in verdiği tanım nesnesine uygun: Ziyâ Bey’e göre millet: dil, din, ahlâk ve estetik bakımından ortak olan; yâni aynı terbiyeyi almış olan bireylerden oluşan bir topluluğun adıdır. İmdi millet hakkındaki bu iki tanımın birbiriyle olan ilişkisine gelince: Anayasa Hukuku bakımından milletten bahsedebilmek için ille de toplumkuramsal olarak geçerli bir ortak yapının olması gerekmez; söz gelişi aslında toplumkuramsal olarak Amerikan milleti diye bir millet yok; fakat Anayasa Hukuku bakımından Amerikan vatandaşlarından oluşan bir Amerikan milleti var.” Pekî ne oldu da milliyetçilik sonunda bir küfür hâline geldi? Efendim bu sorunun cevâbını vermek için sizlere özüne uygunluklu bir milliyetçilik-pratiği gerçekleştirmek isteyen Türk milliyetçilerinin neler yapması gerektiği hakkında çizdiğim genel bir çerçeveyi; başka deyişle millî ekonomi, millî kültür ve millî devlet ilkeleri doğrultusunda belirlediğim bir “paket program”ı nakledeyim, ondan sonra bu sorunun cevâbı zâten kendiliğinden ortaya çıkacaktır: “1) Türk ekonomisi ivedilikle yabancı sermâyenin tahakkümünden kurtarılmalı ve başta Soros’un adamları olmak üzere tüm uluslararası para spekülâtörlerin ekonomimiz üzerindeki nüfuzları ivedilikle kırılmalı; öte yandan gelişmekte olan ülkeler üzerinde emperyalist amaçlara sâhip olmayan yatırımcıların yapacak olduğu yatırımlar kazanacakları paraların tamâmını ülkemiz sınırları içinde (ve millî çıkarlarımıza zarar vermeyecek türden belirli sınırlar dâhilinde) diledikleri yatırımlara dönüştürmeleri şartıyla desteklenmeli. 2) Âdil ve geniş tabanlı bir vergi kânunu düzenlenerek ekonomimiz bütünüyle kayıt altına alınmalı ve borçlanmanın bir devlet politikası olmasına ivedilikle son verilmeli; nitekim bu kânunla vergiyi doğrudan almak yerine sıfır faizle proje karşılığı onu girişimciye vererek reel sektörün sermâye kıtlığı yollu sorunlarını aşmalarına yardımcı olunmalı ve reel sektöre düşük mâlîyetli kaynak sağlanmalı. 3) Bu yolla reel sektörün üretim dışı gelirlerle değil de salt üretimle para kazanması teşvik edilmeli. 4) Millî çıkarlarımız açısından son derece kilit bir öneme sâhip olan yatırımların yabancı sermâye tekelinde toplanmasına ivedilikle son verilmeli ve bu nitelikteki kurumlar da ivedilikle devletleştirilmeli; imdi bu konuda önceliği enerji alanındaki yatırımlar almalı. 5) Enerji ihtiyâcımızın karşılanması için, gerekli önlemleri almak koşuluyla nükleer enerji santralleri yapımına ivedilikle geçilmeli; nitekim dünyâ üzerinde yaklaşık 50 yıldan beri nükleer enerji kullanılmakta; buna karşılık bunun tehlikeli olduğu yollu birtakım söylemsel maniplasyonlar aracılığıyla, gelişmekte olan ülkelerde bu santrallerin kurulmaması için türlü dolaplar çevrilmekte; söz gelişi birtakım sivil toplum örgütlerine inanılmaz kaynaklar sağlanmakta; imdi bu tür maniplasyonların farkına vararak nükleer enerji santrallerinin kurulmasına ivedilikle geçilmeli. 6) Para politikalarımızın belirlenmesinde IMF’nin ve Dünyâ Bankasının tahakkümüne ivedilikle son verilmeli. 7) Devletin ekonomi alanından el çekmesine dönük girişimlere ivedilikle dur denilmeli; nitekim özellikle de gelişmekte olan ülkelere empoze edilen liberalleşme reçetelerinin aslında emperyalizmin o ********* yüzünü maskeleyen uygulamalar olduğu görülmeli ve başta tahkim yasası olmak üzere şeker, tütün, enerji ve bankacılık yasaları ivedilikle millî çıkarlarımıza uygunluklu bir biçimde yeni baştan düzenlenmeli. 8) Tarım ve hayvancılık alanlarında daha önce sâhip olduğumuz; fakat IMF’nin baskıları nedeniyle kaldırdığımız sübvansiyonlar ve teşvikler iyileştirilmiş bir biçimde yeniden yürürlüğe sokulmalı ve bunlar yapılırken de tarım ve hayvancılıkla uğraşan yurttaşlarımızın sorunlarını doğru bir biçimde çözecek yeni düzenlemeler getirilmeli. 9) Kartel medyasının mâlî kaynakları kontrol altında tutulmalı ve gazete patronlarının banka sâhibi olmaları ivedilikle engellenmeli. 10) Gümrük Birliği Antlaşması ya feshedilmeli ya da iyileştirilmeli; nitekim Avrupa Birliği’ne tam üye olmadan Gümrük Birliğine giren tek ülke Türkiye’dir ve verdiği tek taraflı tâvizler nedeniyle henüz ortaklık haklarından yararlanamadan çok ağır yükümlülükler sırtlanmak mecburiyetinde bırakılan tek ülke de Türkiye’dir; bu bakımdan bu antlaşma ya feshedilmeli ya da iyileştirilmeli ve her iki durumda da ülkemizin kayıpları karşılanmalı; nitekim bu antlaşmada uygulanan çifte standart nedeniyle, ülkemiz gümrüklerini Avrupa’ya sonuna dek açmışken, bize tarım ve tekstil ürünlerinde kota uygulanmasına devâm edildi; imdi bu tür sorunlar da ivedilikle hâlledilmeli. 11) Dolayısıyla başta enerji olmak üzere sigorta ve vergi gelirleri ivedilikle aşağı çekilerek mâlîyet bedellerinin düşürülmesi ve bu yolla da reel sektörün rahatlaması sağlanmalı, reel sektörümüzün dış piyasa koşullarında rekâbet edebilmesi güven altına alınmalı ve yerli üretim ithâl mallar karşısında korunmalı. 12) Komşularımızla olan ilişkilerimiz en üst seviyede ekonomik işbirliği sağlayacak biçimde yeniden gözden geçirilmeli ve dış ticâretimizin önemli bir bölümü komşularımızla gerçekleşmeli. 13) Kıbrıs sorununda aslâ tâviz verilmemeli. 14) Irak’ın toprak bütünlüğü korunmaya çalışılmalı; ancak bunun gerçekleşmesi için ne Amerikan emperyalizmine ne de onun maşası olan Kürt milliyetçilerine en ufak bir tâviz verilmeli. 15) Uluslararası sistemin ülkemiz içinde görev yapmak için gönderdiği ve bizzat kendi istekleri doğrultusunda onlarla işbirliği içinde olan ajan provokatörlerin (imdi daha önce Akademik Felsefenin Sefâleti ve Kapitalist Sistem İçinde Hümanist Etiğin Rolü Üzerine isimli çalışmalarımda hümanist etikçilerin aslında millî birlik ve berâberliğimizi bozmak ve millî politikalarımızın insan hakları(!?) temeline oturtulması gerektiği yollu söylemleri dile getirerek bunları benimsettirip bizi emperyalistlerin ve siyonistlerin kucağına oturtmak için görev yapan birer ajan provokatör olduklarını ortaya koymuştum) defterleri ivedilikle dürülmeli ve bu amaç doğrultusunda, Özal zamânında yürürlükten kaldırılan İhâneti Vataniye Kânunu yeniden yürürlüğe sokulmalı. 16) Millî politikalarımızın millî çıkarlar doğrultusunda değil de insan hakları lakırdılarına göre belirlenmesi gerektiği yollu görüşlerin emperyalizmin cicili bicili tuzakları olduğu görülerek hukuk sistemimizin millî çıkarlar doğrultusunda yeniden yapılandırılmasına ivedilikle geçilmeli. 17) Milletvekilleri dokunulmazlıkları yeniden düzenlenerek bu dokunulmazlığın salt kürsü dokunulmazlığıyla sınırlandırılması sağlanmalı ve başta çetecilik olmak üzere bu tür suçlara bulaşmış vekillerin yargı önünde hesap vermelerinin önündeki engeller kaldırılmalı.” Şimdi anladınız mı milliyetçiliği küfür hâline getiren entel-dantel tayfasının derdini!? Ne dersiniz, onlar bu milleti ...... mı sanıyor? ***
Gönderi tarihi: 10 Ekim , 2006 18 yıl sayın alkım çözümleriniz güzel ama bunları uygulamaya kalkarsak bir çok kişi tahtından olacağı için bunu uygulamak o kadar zor ki hele hele abd,imf vb. yönettiği bir ülkede yaşıyorsak
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.