Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Suskunluğundan tanırım O'nu... Yüzünde her daim nöbete duran ve içindeki depremi maskeleyen gülücüğü bilirim.

O depremin yüreğinde açtığı derin yarıklardan en küçük bir iz yansımasa da yüzüne, aşinayım ketumiyetine...

 

Bilirim ki, kabil olsa da, ters çıkarılmış bir kazağı düzeltir gibi içten kavrayıp dışa çevirseniz ruhunu, sanki yıllar yılı söylenmeyip saklanmış, dilin ucuna kadar gelip tutulmuş, tam haykırılacakken içe atılmış yüzlerce sözcük, hafızaya kelepçelenmiş binlerce söz, dile getirilmemiş on binlerce itiraz, akıtılmamış onca gözyaşı ilmek ilmek çözülüp saçılıverecektir ortalığa...

 

Ama o konuşmaz.

 

Sabırla dinler, sitemsiz kabullenir ve ruhunun derinliklerine gizlediği çekmecelerde özenle saklar içine attıklarını...

 

Sadece kendisiyle baş başayken açar onları...

 

Kimi zaman gizli bir günlüktür çıkan çekmeceden... Yazar; ...kimi zaman da sırdaş bir silahtır... Sıkar.

 

* * *

 

Niye bazıları ağzına geleni söyleyip rahat uyku uyurken, "içine atan", sessizliğe gömülüp kendi dehlizlerinin karanlığında yapayalnız kâbuslar görmeyi seçmiştir?

Anlatmazlar ki bilesiniz...

 

Kimi nasıl diyeceğini bilmediğinden, kimi bildiğini de diyemediğinden, kimi dediği halde kıymeti bilinmediğinden, kimi bir kez deyip yanlış bildiğinden, suskunluğun o huzurlu kuytusuna sığınmıştır.

 

Sesini en çok yükseltenlerin en haklı sayıldığı bir dünyada, sürüye uyup gürültüye katılmaktansa sessizliğe gömülüp haksız sayılmayı tercih ederek tevekkülle içine kapanmıştır. İç kanamaları zaman zaman ağzından kaçırıverse de, dudağının kenarından sızanın "kızılcık şerbeti" olduğuna inandırır herkesi...

 

Oysa ne kadar gizlemeye çalışsa da, içindeki fırtınanın birilerine fark edileceği umudunu hep korur. Suskunluğunun her şeyi anlattığını sanır. Sanki onca gürültü içinde birileri gözbebeklerini okuyacak ve konuşmayı bilmeyen bir çocuğun derdini anlar gibi, iç dünyasında çağlayan nehrin sesini duyacaktır. Başını sessizce öne eğişinden, sitemkâr imalarından, dargın yalnızlığından derdini anlayacak, şifresini çözüp sessizliğini sese çevirecek birini bekler umarsızca...

 

Oysa gürültünün çağında, kimselerin vakti yoktur, anlatmayanın derdini anlamaya...

Kimse kimsenin gözbebeğine bakıp konuşmaz; yüreğini dinlemeye yanaşmaz.

 

Öyle olunca da hepten içine kapanır "içine atan"... Maddi varlığını dibe çeken bu manevi yükün ağırlığıyla yaşamayı öğrenir. Yükünü sırtlayıp, kendi iç sesiyle sohbet ederek yürümeye koyulur. Kendine yazılmış mektuplar, meçhule karalanmış satırlar, sadece yastığının bildiği sırlarla örer kozasını...

 

Sabah oldu mu, sahte gülümsemesini yüzüne yapıştırıp hayata karışır.

 

Anlaşılmadıkça artar ketumiyeti... Rahat hesaplaşanlara özenerek erteler hesaplaşmalarını... Geciktirilmiş her sohbet, vazgeçilmiş her itiraf, gösterilmemiş her tepki birbirine yapışıp koca bir ura dönüşür içinde... Sonra kanser gibi sarar bünyesini...

 

İçindeki yara, yüzünde gülümseyen maskeyi aşağı çekmeye başlar zamanla... Artık ya içindekileri kusacak, ya da hepten susacaktır.

 

İşte o zaman, "iç" denilen o dipsiz derinlik, o ne atsan dolmaz sanılan kuyu taşar aniden... Yük, taşınmaz olur. Yıllar yılı sabırla bastırılan volkan, ya umulmadık bir tepki, ya katılırcasına bir ağlama nöbeti veya gizlenmiş bir silah olur, gürültüyle patlar.

 

"İçine atan"ları bilmeyenler, kestiremezler bu ani tepkinin nedenini... Yanlış yerde ve son günlerde ararlar ipucunu... Oysa onca yılın suskunluğuyla kaynaya kaynaya dolmuştur yanardağ... Ve gün gelmiş patlamıştır.

 

İntiharı, doğumudur "içine atan"ın... İlk kez yüksek sesle konuşmuştur ve çoğu kez, son olur bu...

 

Artık geride bıraktığı efsane konuşacaktır, kendisi yerine...

 

* * *

 

Tanırım O'nu...

Sessizliğin erdem sayıldığı bu özel dünyanın suskunları bilirler birbirlerini...

Çareyi de bilirler.

Gözbebeklerine bakıp ruhunda kaynayan volkanı sezecek ve şefkatle "içeri" sızıp O\'nu yukarı çekecek bir dost elini umutla beklerler.

Beynine ancak o dost eli uzanabilir.

O yoksa yedeği bir kurşundur.

 

Can DÜNDAR

Gönderi tarihi:

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...

 

'Nereden çıktın bu vakitte' dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...

 

Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.

 

Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...

 

En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...

 

Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.

 

Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.

 

Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş..

 

Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş...

 

Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...

 

'Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız' diyebilmeli...

 

Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:

 

'Bunu da aşacağız!

 

İmza: Bir dost!...'

 

Can Dündar

Gönderi tarihi:

Öldürecektim seni bende ;kendimde o gücü bulabilseydim eğer...

Sindiremeyecektim senden kalanları benden uzak mezarlara koymaya!!Diyar diyar dolaşıp yine içime gömecektim seni en sonunda...

”Ben demiştim” diyenlere, üzüntümü belli etmemek için kuşandığım, mekanik tebessümlerimin ardındaki yaşlarla sulayacaktım taze mezar toprağına ektiğim çiçekleri... Ama ben seni içimde öldürmeye kıyamadım....

 

 

Başarabilseydim incitecektim seni,incinmişliğimin verdiği cahil cesaretle..

Ne var ne yok sayıp dökecektim karşına geçip..

 

Kendimi hayrete düşürürcesine birer tokat gibi vuracaktım hiç kullanmadığım o ağır lafları..

 

Kıracaktım seni bin bir parçaya ayırana kadar..Duvardan duvara fırlatacaktım sevgi diye önüme sunduğun hastalıklı duygularını.....Ama ben seni incitmeye de kıyamadım....

 

 

Elimden gelseydi unutacaktım seni..

Gözlerimden silecektim hayalini ve dilimden adını. Duman duman atacaktım seni bu şehirdeki tüm bacalardan;ama soluduğum havaya karışıp yine dolacaktın ciğerlerime.

Onlarca damla döküp göz pınarlarımdan akıtacaktım seni sevgimin atığı diye;ama ıslaklığın kalacaktı elmacık kemiklerimde..

Bu kez de tenimin tuzuna karışacaktın. “Sözümü tutacağım ,adını anmayacağım”nağmelerini dinleyip neyi unutacağımı unutacaktım seni unutayım derken.. Zaten ben seni unutmaya da kıyamadım......

 

 

Ne kadar çabuk geldi ayrılık...Oysa daha yeni başlamıştık birbirimize ayak uydurmaya,daha doğrusu ayak uyduramamaya..Nedensizliklerin iç çekişlerini dinlerken vedalar bozdu suskunluğumuzu.. Bana mıydı kızgınlığın yoksa kendine mi anlamadım... Kaçar gibi veda ettin...

Oysa ben seni sevmelere doyamadım!!!

 

Öldürecektim seni..

incitecektim seni..

unutacaktım seni...

ama lanet olsun!!! kı-ya-ma-dım.

 

Oysa ben seni sevmelere doyamadım!!!(ALINTI)

Gönderi tarihi:

Artık anladım... Ya ben bu dünyaya fazla geliyorum, ya da bu dünya bana fazla geliyor...

 

Yine de biliyorum, her ikisi de aynı kapıya çıkıyor ve ortada kalan yalnızca benliğim oluyor.

 

Eğer bu dünya bana fazla geliyorsa, suçu dünyada değil, dünyalılarda aramak lazım diyorum.

 

Dünyalılar, yani insancıklar...benden olmayanlar dediğim varlıklar; onların bitmek bilmez hırsları, yerli yersiz yarattıkları soğuk savaşlar, en olmadık zamanda büründükleri umutsuzluklar, bu sonsuz çıkar ilişkileri, sevgi eksikliği ve tatmin olmak için yapılabilecek her türlü çirkeflik, riyakarlık ve yalanlar...

 

Bu kavramların olduğu bir dünyadayım ve geçte olsa anlıyorum ki, buraya ait değilim, burada olmamalıyım...

 

O zaman bu dünya fazla bana, ya da, dediğim gibi, aynı sonuca varırsam, ben bu dünyaya fazlayım.

 

Yaşamım eksiklikler, yoksunluklarla geçti ve ilk defa bir şeylerin fazlalığından huzursuz oluyorum.

 

Bu narsistlik değil, bencillik hiç değil...ama istediklerim bunlar değil...

 

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, ama derin düşünen bir şahıs, “bazı insanlar asla deliremezler, bu yüzden yaşamlarının sonuna kadar acı ve keder dolu bir hayat sürmeye mahkumdurlar!” diyor... Bu sözün beynime her damga vuruşunda, tarif edilmez bir heyecan ve istekle delirmek istiyorum.

 

Delirmek...

 

Erasmus, deliren bir insanın herkesten daha çok şey başarabileceğine inanmış ve bunu kanıtlayacak belgeler yazmakla harcamıştır ömrünü...

 

İnsanların karşılıklı çıkarları üzerine kurulan bir dünyanın o tanıdık, gerçek ve bir o kadar da acı olan düzenini şu şekilde özetler “Deliliğe Övgü” adlı kitabında:

 

“Hayatta hoş olan ya da sürekli olan hiçbir bağlılık göremezsiniz. Hükümdar uyruklarını, uşak efendisini, öğrenci eğitmenini, dost dostunu, koca karısını, ev sahibi misafirini, arkadaş arkadaşını; durmadan hata, yüze gülme, hatır şinasilik ya da buna benzer hoş bir deliliğin verdiği tatlı rüyalarla karşılıklı olarak aldatmazlarsa, her biri az zamanda diğerine katlanılmaz gelir.”

 

Delirmek...

 

Eğer bu eylemi yapabilirsem, sanki bu dünya artık bana fazla gelmeyecek, ya da sanki ben bu dünyaya fazla gelmeyecekmişim gibi hissediyorum. Ama her seferinde karşılaşma olasılığı olan o haksızlıklar, o sonsuz bekleyişler, o bitmek bilmez umutsuzluklar ve yaşamdan hiçbir şekilde zevk almama hissi beni sonu olmayan bir uçurumun sonuna doğru sürüklüyor...

 

Lyme Körfezi’ndeki uçurumlara benzetiyorum bu sonu olmayan ve benim kurtuluşum olabilecek olan uçurumu... Sonra, o uçurumun en derinliğinde kendi özümü, kendi benliğimi bulabileceğimi düşünüyorum, ama bunu yapabilmem içinde delirmiş olmam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bunca yalan ve sahte düşüncelerin olduğu, şu bana fazla gelen dünyada adı olmayan bir uçurumun en dip köşesinde kendimle baş başa kalma tutkusu; bu dünyadaki benim gibi olmayan insanların o hep en üste ulaşabilme isteklerine, bitmek bilmez hırslarına ve yaşamdaki amaçsız beklentilerine ters düşüyor.

 

Ters düşüyor, çünkü ben onlardan değilim, çünkü onlar benim gibi değiller... Aslında bu içine sığamadığım ya da beni fazlalık olan gören dünyada, hep bir şeyler bir şeylere ters düşüyor.

 

Peki siz hangisi olmak isterdiniz?

 

Bu dünyada kendinize bir alan yaratıp, hep yükselmeye çalışarak, haksızlık, bencillik ve karşılıksız duygular ve karşılıklı çıkarlar içinde ömrünüzü harcayıp, aslında ne için olduğunu bilmediğiniz halde hep bir yere ulaşmak için var gücünüzle çalışıp ve en sonunda bir yere vardığınızda, aslında istediğinizin bu olmadığını anladığınız halde, sanki istediğiniz, arzuladığınız ve hak ettiğinize inandığınız yerde sizin gibi olmadığınıza inandığınız varlıklarla kurulu bir düzen içinde yaşamayı sürdürmeyi mi; yoksa karşılaştığınız her adaletsizliğe, yalancılığa ve hayal kırıklığına isyan edip, sizden olmayan insanları kendi haline bırakıp, yine nereye gittiğinizi bilmeden, adını bile bilmediğiniz bir uçurumun en dibinde kendi dünyanızla, kendi öz benliğinizle baş başa kalmak mı isterdiniz?

 

Size bir fırsat verseler, aklı başında bir insan olarak, ilerlemeyi isteyip, aslında istemediğiniz ama size en uygun olduğuna inandığınız bir yere ulaştıktan sonra, kalabalık içinde yalnız kalmak pahasına, tüm ömrünüzü o en sonunda ulaştığınız yerde normal bir insan olarak, bu dünyaya fazla gelmeyen bir varlık olarak ve bu dünyanın size fazla gelmediğine inanan bir şahıs olarak yaşamayı mı tercih ederdiniz?

 

Yoksa, herkesten farklı olduğunuza inanarak, gerektiğinde tüm dünyayı karşınıza alabilecek kadar cesur, yalnız kaldığında en güçlü olabilen, hak edene hakkını verebilecek kadar zeki, umutsuzluklarla baş edebilecek kadar azimli ve istediğinizde yapmak istediğiniz her şeye ulaşabilecek kadar istekli; ama tüm bunların karşılığında kimsenin bilmediği, adsız bir uçurumun dibinde mi olmayı isterdiniz?

 

Sizler, başkaları ne düşünür bilmiyorum ama ben kesinlikle herkesin olduğu, bir çok kişinin olabileceği ya da isteyebileceği bir yerde olmak istemezdim.

 

Peki neresi o istediğim yer?

 

Hangi mistik mekan, hangi bilinmez, hangi ulaşılmaz, dokunulmaz yer burası? Buraya ulaşabilme imkanları yaratmak için ille delirmek mi gerekiyor?

Normal bir insanın vasıfları, istekleri ve idealleri bu yerin kurallarına ters mi düşüyor?

 

Bu soruların cevaplarını inanın bende bilmiyorum, hatta cevaplarını bulmaya çalışırken, biraz daha uğraşırsam delirebileceğimi düşünüyorum. Ama bunlar yetmiyor beni uçurumun dibine sürüklemeye...

 

Uçurumun dibine sürüklenmeyi istiyorum ve bu bile benim normal dışı davranışlar sergilediğimin göstergesidir, ama nedense bunu istesem de yapamıyorum.

 

Peki bu mu yaşamak? Bir şeyleri istediğin halde bir türlü yapamamak mı?

 

Ya da ne istediğini bilmeyip, bir yere vardıktan sonra , “tamam, burası olmam gereken yer” diye zoraki bir kabullenmeyle sıradan ve rutin bir hayat sürmeye teşebbüs etmek mi?

 

Yoksa çoğu değerlerin yok olduğu, haksızın haklıya zulmettiği, kötülerin kazanıp iyilerin kaybettiği, umutsuzluk ve özlemin her geçen gün daha da arttığı bu dünyada kendinizi fazlalık olarak hissetmek mi?

 

Yoksa, bir an için delirip, her şeye meydan okuyarak, bin bir zorlukla adını bile bilmediğiniz korkunç bir uçurumun dibinde kendi değerinizi ve özbenliğinizi fark ederek, herkesten farklı olduğunuzu hissederek ama yalnız kalarak çok absürd ve marjinal bir hayat sürmek mi?

 

Artık anladım, bu dünya beni kaldıramıyor, ya da ben bu dünyayı kaldıramıyorum. Bu eziklik, yenilmişlik, zayıflık değil...Mazoşistlikte değil...

 

Kendime zarar verdiğimi düşünmüyorum bu iç sıkıntılarımla, yeni farkına vardığım şu umutsuzluk, riyakarlık, haksızlık ve gereksizlik kavramlarıyla...

 

Bu kavramlar bana fazla gelen dünyanın içindeki, benden farklı olduğuna inandığım varlıklar sayesinde yerleşiyor benim iç dünyama, kalbime ve tüm yaşamıma...

 

Bana fazla gelen ya da benim fazla geldiğim bu dünyada hangi mistik, hangi bilinmez kuvvet benim kendi dünyama bu denli etki edebiliyor, beni bir uçurumun en dibinde olma tutkusuna itiyor ve beni herkesten farklı olduğumu gösteren inanca sebep vermeye cüret ediyor bilmiyorum ama, artık anladım, olmak istediğim yeri kendim belirlemeli ve bir an önce oraya gidebilecek kadar cesur, korkusuz ve azimli olmalıyım.

 

Tüm bunları yapabilmek için delirmek mi gerekiyor onu da bilmiyorum, çünkü henüz o aşamaya gelemedim, izin vermedi etrafımdaki boşluklar buna...

 

Ama biliyorum, benim olmam gereken yer o adını bilmediğim, kimsenin fark etmediği uçurumun en dip köşesi...

 

Ya sizin hak ettiğiniz yer gerçekten neresi?

 

Hatice Mine BAHADIR

Gönderi tarihi:

ne güzel anlatmış can dündar dostluğu.paylaşım için teşekkürler sedelina,görüldüğü kadarıyla dostluk sıkıntısı çekenlerden değilsin,seni çok seven dostların var...... :clover:

 

benim öyle birtanecik bir dostum var hemde doğduğum andan itibaren yanımda olan güzeller güzeli ablam...ona güvendiğim kadar kendime güvenmem ben... :wub:

Gönderi tarihi:

acı çeken dostuna dinlenmesı için sert yatak göster,demiş bır düşünür...gerçek dost gerektiğinde söver yazarın dediği gibi..

 

her dediğine baş sallayan sadece göstermelıktır...

 

benım bu forumdaki dostlarım;inan gerçek hayattakılerin bazılarından daha içten daha samimi,daha derdıme ortak olan ınsanlar....

 

senınde benle paylaştığın gün gibi... :clover:

Gönderi tarihi:

teşekkürler. :clover:

 

umarım dostluklarınız baki kalır.

 

gerçek hayatta araya neler giriyor neler ne menfaatlere satılıyoruz

 

arkamızı döner dönmez başlıyor dedikodu.artık insanların ruhları

 

şeytana satılmış sedelina,öyle bencillerki.... hiç unutmuyorum sevdiğim

 

bir dostum beni çok kötü incitmişti kendi menfaati için...sonunda

 

kaybeden o oldu çok çabaladı sonra ama bende bitmişti artık.....

 

hala arasıra özlerim yaşananlar unutulmuyor çünki.ama yinede iyiki

 

yaşamışım diyorum dönüp baktığımda....

 

tamam geç oldu fazla saçmaladım biliyorum...... ben neler yazıyorum

 

yahu :huh:

Gönderi tarihi:

bir reklamda diyorlar ya ver çoşkuyu ver çoşkuyu :laughing:

 

dostun mu var derdin var arkadaşım offfoffff şaka bir yana bizim gibiler az kaldı inanki......... bizi müzeye koysunlar artık. -_-

 

gittikçe yabancılaşıyoruz birbirimize,en yakınımızın dertlerini dinliyor gözükürken bile içten seviniyoruz oh olsun sana sen hakettin bunları iyi yapmışlar diyoruz.....

 

insanlık öldümü diyoruzya bazende bence daha ölmedi ama cançekişiyor neyazık ki... :flowers:

Gönderi tarihi:

evet

 

ne kadar insansanız; o kadar yalnızsınız :excl:

 

 

zarar veren bi dosttan daha çok zararsız bi düşmanı tercih ederim.... dostluk konusnda pek şanslı olmadım ben ama elimde kalanlar yetiyor bana hani bi tane olsun tam olsun gibilerinden... günümüzde dostluğa ulaşmak güç bi erdem ....çıkar kavgaları dedikodular gölgesinde kalıyor dostluk kimi zaman... ama biliyorum yaşıyorum ve inanıyorum ki gerçek dostlar ve dostluklar hep var olcak ve biz inadına insanlık yapmaya devam edicez :clover:

 

 

sevgiler

Gönderi tarihi:

 

 

zarar veren bi dosttan daha çok zararsız bi düşmanı tercih ederim.... dostluk konusnda pek şanslı olmadım ben ama elimde kalanlar yetiyor bana hani bi tane olsun tam olsun gibilerinden... günümüzde dostluğa ulaşmak güç bi erdem ....çıkar kavgaları dedikodular gölgesinde kalıyor dostluk kimi zaman... ama biliyorum yaşıyorum ve inanıyorum ki gerçek dostlar ve dostluklar hep var olcak ve biz inadına insanlık yapmaya devam edicez :clover:

 

 

sevgiler

 

çoğu yerde güç kalmıyor ınsanlık yapmaya devam etmekte -_-

Gönderi tarihi:

çoğu yerde güç kalmıyor ınsanlık yapmaya devam etmekte -_-

 

 

 

yanlış mı anlaşıldım acep :unsure:

Gönderi tarihi:

İnsanlar; onlara yukarıdan bakmak gerek. Işığı söndürüp pencereye geçiyordum: Yukarıdan birisinin onları gözleyeceğini akıllarına bile getirmiyorlardı. Önden görünüşlerine dikkat ederler, bazı da arkadan görünüşlerine, ama bütün gösterileri bir yetmişlik seyirciler için hesaplanmıştır.

............

............

....................

....................................

 

 

Boğuluyordum. İnsanlarla düzayak bir yerde birlikte olunca onları karınca yerine koymak çok güçtür.

 

 

 

 

................

.......................

.............................

.........................

 

Onların benim düşmanım olduklarını biliyordum, ama onlar bunu bilmiyorlardı. Aralarında

sevişiyorlardı, dayanışıyorlardı; bana gelince, şurada burada yardım eli uzatacaklardı, çünkü

benim kendi hemcinsleri olduğuma inanıyorlardı. Ama gerçeğin en küçük yanını

öğrenebilselerdi beni döverlerdi.Zaten.........

 

 

 

................

 

..........

 

.....

Gelgelelim onların elindeydim. Onlardan korkuyordum: Bu bir önseziydi. Ama düşünün ki

onlardan nefret etmem için çok ciddi nedenlerim vardı.

 

Bu bakımdan, her şey, bir tabanca satın aldığım günden başlayarak çok iyi gitti. İnsan,

üstünde patlayabilen ve gürültü çıkaran şeylerden birini sürekli taşırsa kendini kuvvetli

hissediyor.

..........

..............

................

..............

......................................

 

 

Sonra tabancayı yere atıp onlara kapıyı açtım.

 

 

 

SARTRE

 

DUVAR-Herostratos

 

Ama biliyorum, benim olmam gereken yer o adını bilmediğim, kimsenin fark etmediği uçurumun en dip köşesi...
:clover:

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.