Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 18 yıl GAZETECİNİN ACIKLI GÖSTERİSİ Arap kardeşlerin canı acıyor, ülkemizin bir yerleri acıyor, doğu yanıyor, içimiz acıyor, yanıyoruz. Tık yok! Bir küçük parka bile Ahmet Kaya adı verilemiyor, F tiplerinde, arka mahallelerde olan biten duyulmuyor artık. Tık yok… Gazeteler, medya, entel plazalar; 5. Lale Devrini yaşıyorlar: “Kim kimden daha süper eğleniyor!” Bir de, “lale aldım balık pazarından” dümbürtüsü!... Ama en zor durumda olanlar gazeteciler, aydınlar ve âlimlerdir inanın bana. Sorumluluk ve görevlerini yerine getirmeyenler; halkın gücünü unutanlar ve halkla bütünleşmeyenler; bilgi, bilinç ve yön vererek ona rehber olmak zorunda olan bu insanlar, bu fonksiyonlarını unutmuş, güçlerini yitirmiş ve yönlendirici özelliklerini kaybetmiş durumdadırlar. Rehberlik durumunu bıraktılar ve her türlü yobazlığın köleleri haline geldiler. Halkı aydınlatmak ve özgürleştirmek yerine sistemin sürdürücüsü olmayı seçtiler. Yardakçı olmanın maddi karşılığını alanlar arasındaysa gazeteciler en alt sıralarda yer almaktadırlar. 1980 öncesi aldıkları bütün haklar, sendikal güvenceler, sosyal güvenceler bir bir silindi ve anında kapıya konacak yanaşmalar haline getirildiler. Biner biner işten atılan gazeteci haberlerinin anlamı budur. Onun için de büyük bir güvensizlik içinde köleliklerini ispatlamaya, patrona yanaşarak kişiliklerini deforme etmiş ağabeylerine, ablalarına yaranmaya çalışıp durmaktalar. Çünkü hiçbir şey onları korumuyor. En ufak bir kan uyuşmazlığında işsizliğe mahkûm olacaklarını biliyorlar. Onları koruyacak kimse yok artık. Basın sendikaları, cemiyetleri, gazete patronlarının sadakalarıyla yaşayan bir huzur evi konumundadır. Bunu bilen gazeteci çevresine, şefkatle değil vahşi bir kendini kurtarma güdüsüyle bakmaktadır. Onun için halkla alay ederler, sıradan insanların hayatlarına bodoslama girerler, iktidarlı olmayanı umursamazlar ve genel kabul görmüş olanın şakşakçısı olarak muhalif grupları, cemaatleri, aydınlanmışları itelerler. Bakın manşetlere, araya ***** koyan tv haberlerine, bakın Pazar ilavelerine, bakın kendisini maymun etmiş köşe yazarlarına ne dediğimi anlayacaksınız. Kimse bu durumdan kurtulamaz. Hepsi aynı iklimin insanıdır. Patronların, sistemin, şehirli sosyetik hayatın, iktidarın ve askerlerin çizdiği dar sınırlar içinde ellerinde kalan bir iki konuyu çiğneyip dururlar: Aile içi şiddet, töre cinayetleri, tinerciler, magandalar. Sözde kadına yönelik şiddeti kullanarak ne kadar Avrupalı ve gelişmiş olduklarını vurgularlar. Öte yandan kadınlar, bir cinsel köle olarak “yanlışlıkla” açılmış göğüsleri, yat partileri ve televizyonda ünlü olmak için her şeyini vermeye hazır çıplak manken kızların frikikleri ile yer alırlar bu modern denen şeyde! Kim kimle yatmış, niye yatmış, o ona layık mıymışla dolu entelektüel köşe yazıları gündemimizi oluşturur. Azınlık diye adlandırılan düşüncelere duyulan öfke, kasten bir intikamcılıkla kinlenen zengin karılarının boşanma davalarına, yatlarına, tuhaf köpeklerine duyulan ilgi ve bütün bu bize gerçek hayat diye yutturulan yapay tiplere benzemeyene, farklı olana, ötekine yönelen garez, nedense bir şiddet olarak algılanmaz. Siyasi kabullere karşı çıkan bir kızın, bir muhalif grubun, bir özel cemaatin haberi verilirken gösterilen aşağılayıcı taassup, aile içi şiddet yanında lüzumsuz bir öğedir artık. Midesi biraz hassas olanların geveledikleri düşünceler ise, 90’ların medya taktiğinin bir eseri olarak, biraz ondan –tam işte sahici bir yazar derken- biraz bundan, ne dediği belli olmayan kelime oyunlarına dönüşür. Artık fikirden değil yazıdan söz edilir. Teknik bir şeyden. İnsan yoktur, yazı pazarlama teknikleri vardır. Siyasi ve kültürel dangalaklığın ideolojik sopaları haline gelmiş bir okuryazar takımının kaya büyüleri… Yıvış yıvış bir gösteri toplumu… Aydınlar ve âlimler ise olan bitenin maaşlı danışmanları halindedirler. Tekniklerin, gizli dillerin, ukala dümbelekliğinin bir parçası olmuşlardır. Büyük medya patronlarının, sermaye gruplarının akıl hocası, halka sallanan sopası ve illüzyonu olarak yaşarlar. Firavunlar gibi düşünürler, asker gibi yürürler, zenginler gibi kibirlenirler, batılı tuzu kuru sınıflarla aynı sabunu kullanmak için kalın “life style” kitapları yazıp, okurlar. Canımızı sıkmayalım, asi gençleri birlikte susturalım, bir milyon lira için çanta çalıp katil olanları asalım, görevini yerine getirmiş bir yurttaş olarak huzur bulalım. Aman düzen bozulmasın, fos bir ırkçılıkla, fos bir solculukla, fos bir kelime cambazlığıyla milleti oyalayıp gidelim: “Uyandırma kerizi!!!” Birbirlerinin özel hayatlarına bakarken, bir şarkıcı kızı aralarına alarak oynarken bu büyük gazeteci yazarlar; İsrail, Filistinlileri cayır cayır yakarken dekolteli bir resmin yayınlanıp yayınlanmamasını tartışan kadınlar, f tipi, q tipi bütün zindanlarda çürüyen insanların feryatları duyulmasın diye aptal pop şarkıların sesini açan eleştirmenler, milyon dolar rüşvet alırken yakalanan “tel-faşo” kırmalarını köşe yazarı yapan reyting kırıkları ve yaptıkları filmlerle, yazdıkları kitaplarla kendi ülkelerinden, kendi kültürlerinden utanan ödüllü yazarlar, yönetmenler… Bütün bunları beynine çamaşır suyu dökmüş gibi ağzından salyalar akarak seyreden sessiz çoğunluk. O çoğunluğun korkunç hayatı. Yani sonuçta bu gazetecilerin, aydınların durumu kötüdür. Bizimki daha da kötüdür. Ama bizler, ölümlü ve de inançlı isyankârlar olaraktan; gazeteci-aydın-danışmanların yalama olmuş vida beyinlerini anlayışla karşılamalıyız. İsyanı çağrıştıran isimlere duyulan korkuyu da olgunlukla karşılamalıyız. Çünkü biliyoruz ki robotta ruh bulunmaz. Biz, Allah onları kurtarsın desek de… Bu teneke yığınlarına Allah, yapacağını yapmıştır zaten ve de müstahaklarını bulmuşlardır çoktan… Asıl meseleyse şudur: Biz, bu yalandan nasıl çıkarız? Alnımızı güneşe, ışığa, hayata doğru ne zaman doğrulturuz?… Ben işte bunu bilmiyorum? Siz biliyor musunuz?... cem sancar
Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 18 yıl Okurken tüylerim diken diken oldu.Ne çok haklı tarafı var.Ve ne çok doğruyu paylaşmış bizimle. Birde bu açıdan bakmanın nasıl olduğunu öğrenmiş olduk,içim burkuldu
Gönderi tarihi: 1 Ekim , 2006 18 yıl Neden bu yazıyı okuyunca kendimi bir fabrikada sandım? anlamış değilim.Vakana, susturulmuş,sindirilmiş,ürkütülmüş bir dünyanın kapılarını açıyor. Gerçekten de bu ülkede sorumluluğunu bilen nice güzel insan gün begün yokolup gidiyor.Uğur Mumcu gibi bir yazarın patlatılan arabası renault 12 modeli idi ama yazılarını notebook'unda saklıyordu. Bu beni o kadar çok etkilemişti ki işte gerçek güzel insanlardan birisi de bu dedim. Teknolojiyi işinde kullanıyordu. Vakana'yı yürekten kutluyorum.
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.