Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 18 yıl KONUŞSAM SESSİZLİK SUSSAM AYRILIK resmin rehindir gurbetimde gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... ve akşam, bir kez daha saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara “bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır” çekmiyorsun! akarsuları imrendiren yüzün de sabahçı kahveler de biliyor görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle görüşmeyeli ya sen nasılsın adım, adresim durur mu defterinde? şimdi siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum konuşsam: sessizlik/gitsem: ayrılık sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara gurbetini rehnetme özlemimde… YILMAZ ODABAŞI
Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 18 yıl SAKLA YAMALARINI KALBİM ne gül ne yarın! gül, küle karılmış günlerin tortusunda yarın, vurulmuş yatıyor bugünün avlusunda sakla yamalarını kalbim... insanlar büyüdükçe günler kısalırlar günlerimiz gibi aşklarımız da yittikleri duraklarda kalırlar sakla yamalarını kalbim... kendini bıçak gibi ışıyan yeni güne bağışla yürü, arkana bakma, ama umursa bazen anılara en çok yakışan elbise birkaç damla gözyaşıdır unutma... YILMAZ ODABAŞI SAVRUL GEL “eksikliğim çoktur ben de bilirim “eksiklikle kabul eyle gel beni” -Pir Sultan- ılıklığımı seriyorum gökyüzü çıplaklığına bölüş gel dola gel saçlarını sabahlarıma iner yol, sokulur gece uykularına bozkırların yolları ve uykuları tüket gel a gülüm savrul gel soluğuna sarıl rüzgârlarımın beni böyle darmadağın uykularda buluyorsun üşüyorum sarıyor, seviyorum gülüyorsun beni böyle temmuz sabahlarına dolayıp gülüşünle gölgelere gölgelere koyverip gidiyorsun dön de gel a gülüm sırılsıklam sevdalara dol da gel! şu benim yosunsuz, kumsalsız kıyısızlığım ak da gel ak da gel! darmadağın akşamlarda umutlar bulacaksın sırılsıklam hüzünlerde öksüz sevinçler karanlığı tüket a gülüm umutları topla gel… YILMAZ ODABAŞI
Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 18 yıl DEFOLU ÇIKAN HAYAT VE İYİ YÜREKLİ ÇOCUKLAR I uzun boylu ağrılara atıldım sokaklarda hırçın rüzgârlara katıldım iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte “dünyanın şavkı kendine, efkârı bize mi?” demekte; kimileri taburlara, koğuşlara gitmekte kimileri sidikli döşeklerde upuzun uykulara düşmekteydiler uzaklarda yaşlı çam ağaçları sessizce çürümekteydiler... iyi yürekli çocuklar günlerin rahmine yaslarken düşlerini bazen apansız ölmekte ölmekteydiler... ama şalvarları gül desenli döne’ler yeniden dillenip döllenmekte doğrulup yeniden dillenmekte ve sokakların, a(damların), kedilerin üstünden rüzgârlar esmekteydiler... (gecede bir fahişenin koynunda uzun donlu, nizipli bir tüccar üşümekte; kaçak elektrik kullanılan evlerde sümüklü oğlanlar “püsküvit”(!) istemekte ve sımsıcak somunları kavrayan yaslı eller, balta girmemiş hayatın ortasından korkak ve küstah bir tevazuyla yürümekteydiler... iyi yürekli çocuklar düzineler halinde feleğe küfrederek geçmekteydiler; sonra gecede mart kedileri, ay ışığı ve iniltiler... hep aynı nakaratta köhne bir hayat...) sonra bildik törenler, kanıksanmış itaatler ve her aşkın künyesine bir gün dökülen küller... sonrası pazaryerleri: patates, pırasa vs. taksitler ödenip senetler alınacak bu ay da bu ay da sürüm sürüm turplara sıkılan limon damlaları gibi duraklarda defolu çıkmış hayat kimin umurunda! II kimin umurunda yeni donlar giyen eski kadınlar ve bilumum “öteki”ler dolup boşalan kültablaları bozuk sifonlar ****** adisyonlar ve yamalı bohçalar gibi uzayan yollar kimin umurunda buharlaşmış oğullarını arayan anaların acısı ve yaşlı bir kemancının eskimiş papyonundaki keder... /sürerken ıssızlığın ödül töreni sen topla dur topla dur dağılan sevinçleri.../ III “-vay anasını bu maçı da alamadık abiler ipne hakemler bizi yine mağlup ettiler!” iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte en pahalı düşleri dolara endeksleyip en ucuz pazarlara sürmekteydiler sonrası aşkın ve şarabın şanına düşen gölgeler... gölgeler kimin umurunda? yoruldu yorgunluk da aşk bir yana, düş bir yana! paranın sultası düştükçe düştükçe aşka, ışığa ve şarkıya her şey hızla ayrışmakta üstelik gün ortası, ışıkta! her şey pazar ve karmaşa... /sürerken ıssızlığın ödül töreni sen topla dur topla dur kirletilmiş düşleri.../ IV iyi yürekli çocuklar sessizce o aşınmış saçaklarda, yollarda ısrarla yanlış atlara binip ısrarla düşmekteydiler... -yok yoluna geçti geçen günler ..k yoluna kaldı kalan günler geride bu yüzden aşk dediğiniz nedir ki be abiler? camları buğulu bir genelev odasında vizite fiyatına... solarken gecekonduların dar pencerelerinde bal gözlü kızlar... V sürerdi yine sürerdi mırıltılar ve homurtularla hayat “bu maçı da alamazken abiler” iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte büyüdükçe kirlenmekte kirlendikçe ölmekte öldükçe bilmekte bildikçe acımakta acıdıkça görmekteydiler ki her fırtınadan ve anıdan geride herkes figüran yaşamın sahnesinde... sahnesinde yaşamın kentlerin kaldırımlarında upuzun dilenciler minibüslerde demlenmiş ter ve çürük sperm kokusu sahnesinde aşklarla rus ruleti ve tel kaçıran çorapların kederi... sahnesinde brüt bir yaşam net bir ölüm (bırak rezil gündüzleri geceye yaslan gülüm!) VI iyi yürekli çocuklar o mahallelerden düzineler halinde geçmekteydiler... uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce büyümekteydiler -işte bu vuruşlar sürdükçe maç mı alınır ulan sayın abiler ipne hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler! aşkta düşte işte birer birer inerken beyaz bayrakları /bizim çocuklar, bütün maçlarda yenildiler.../ YILMAZ ODABAŞI
Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 18 yıl VAR GİT ARTIK buralarda gece uzun gün ışığı yakındır var git artık bakma ardına ölüme fazla sokulma ama düşün ki mevsim rüzgarlarının savurduğu bir orman insan sev onu, sokul, konuştur doludur fazla üstüne varma hep susmak susmak... yetmiyor bazen işte bu yüzden bütün ışıkları yanmalı yeryüzünün ozanlar her şeyi anlatmalı var git artık acıyı aşındırma tut ve at sevdaya uzayan çağlayana KİRALIK KEDER dicle kadar kurudum ne sustum ne konuştum çöplükte bir gül gibi böyledir savruluşlar ben yaktım yangınımı ben inledim, ben izledim ölüm, seni gözledim ömrümde çırpınışlar şimdi kim anlar beni soğuk hayat, soğuk duvar sıcak birşey özledim kalmadı başlangıçlar kalmadı başlangıçlar… YILMAZ ODABAŞI
Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 18 yıl DIŞARDA ÜŞÜYEN HAZİRAN KALBİMDE HAZAN “uygarlık ve barbarlık kardeştir.” -Havel- dünya sığmıyor insana havel yüzlerdeki, yüreklerdeki maske parada kir, suda klor, havada nem yüksek borsa, alçak basınç ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler /insan, sığmıyor insana havel!/ ve her şey: şey! mesela o takvimler, o günler her biri şimdi kim bilir neredeler yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler bize kalan kurt kapanı sözleşmeler ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır havel? biz bu kentlerde bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır ve dışarıda üşüyen bir haziran kalbimde yılların tufanından artık bir hazan (kalbimde hazan ve şairdir elbet sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!) dışarıda üşüyen bir haziran kanımda nikotin cehennemi kısa kibrit uzun duman yaan! yine yaan! yine yaaaan! yan ki yangınlar bile yansın haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın... bırak ağlasın artık gündüzlerin ışığında aşk gecelerin sularında yakamozlar yok ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara çamaşır ipleri duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri(!) dışarıda üşüyen bir haziran dışarıda aşksız aşk, aids, hepatit b dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller viagra cinsellikler, çıldırtan günler! ve dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın inatla! inatla gülümsemeyi öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi... (herkes fanusuna asmış kendini bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...) dışarıda üşüyen bir haziran dışarıda öldü insan öldü insan hiçbir kitaba yakışmadan! ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi bu yüzden her şey: şey! havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan; hepsi bu işte basit, olağan her şey şey’dir; inandıklarımızdır belki de yalan abarttığımızdır, kül’dür herkesin payına kalan... YILMAZ ODABAŞI
Gönderi tarihi: 26 Eylül , 2006 18 yıl EY HAYAT (ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın aslında yokum ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın…) yaşam bir ıstaka gelir vurur ömrünün coşkusuna hani tutulur dilin konuşamazsın! tırmandıkça yücelir dağlar sen mağlupsun sen ıssız ve kalbinde kuşların gömütlüğü tutunamazsın… eloğlu sevdalardan dem tutar aşk büyütür yıldızlardan yasak senin düşlerin dokunamazsın... birini sevmişsindir geçen yıllarda açık bir yara gibidir hâlâ hâlâ ne çok özlersin onu ağlayamazsın... yolunda köprüler çürür sesin, sessizlik sanki bir uğultuda savurur hayat kül eyler seni doğrulamazsın! yapayalnız bir ünlemsin dünyayı ıslatan şu yağmurlarda herşey çeker ve iter anlatamazsın... yaşam bir ıstaka gelir vurur işte ömrünün coşkusuna sesinde çığlıklar boğulur ama bağıramazsın… sonra vakt erişir, toprak gülümser sana upuzun bir ömrün ortasında ne hayata ne ölüme yakışamazsın! yazdırmalısın mezar taşına: ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın aslında hiç olmadım ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın…
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.