Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Gece kar yağacak sabaha kadar.

Toprakta et, kemik çıtırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar

Değince bir taşa kafatasları.

-Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Açıyor elini göğe bir kadın.

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların...

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları

Sızıyor bir kapı aralığından;

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Çocuklara açar mağaraları

Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.

İlân-ı aşk eden dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder..

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları,

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.

 

Baykuşlar ötüyor harabelerde;

Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.

Bir kaza kurşunu bulur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları...

Bir ruhun ışığı vardır göklerde,

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Ötüyor baykuşlar harabelerde.

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.

Bekledi arzuyla karanlıkları

 

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Ta içinde duyar ani bir ağrı,

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.

Bir neşe şarkısı tutturur gider

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;

Kurşunlar sıkılır göklere doğru,

Serçe yavruları yuvada titrer.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

İnce yelkenleri alıyor yeller.

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...

 

İnce yelkenleri alıyor yeller;

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlıyor siyah kediler;

Titriyor gönüller ve kara bayrak,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

BEN KANDAN ELBİSE GİYDİM HİÇ DEĞİŞTİRSİNLER İSTEMEZDİM

 

Kendinden birşeyler kattın

Güzelleştirdin ölümü de

Ellerinin içiyle aydınlattın

Ölüm ne demektir anladım

 

Yer değiştiren ben değildim

Farklılaşan sendin

Sendin bana gelen aynalarla

Sendin bana gelen sendin

 

Artık ölebilirdim

Bütün İstanbul şahidim

Ben kandan elbiseler giydim

Bundan senin haberin var mı

Gönderi tarihi:
  • Yazar

KAN İÇİNDE GÜNEŞ

 

Polonyanın kanı beyazdı

İsyan bir bayraktı süt içinde

Porselenlerden yapılmış Polonya

Kırılan heykel ve heykel aşkları

Ve Venüsün kırık kolu Polonya

 

Polonya Polonya sana günaydın

Karanlıklardan çekip kaderini

İlk aydınlığa çıkardın

 

Ama ben Peşteye dönüyorum

Peşte bir kan çemberi

Işıklı çemberler içinde ölüler

Konuşturuyorlar sfenksleri

Öğretiyorlar kelimeyi doğan

Çocuklara kutsal kelimeleri

Kelime en güçlü silahtır

Tutar şehri ve insanı

 

Elektrik lambalarının altında

Kadın kanları

Kadınlar susmuştu

Konuşan erkekti

Kadın gömlekleri yırtılıyordu

Anne gömlekleri

Ve mesut dakikaları beklemiş

Bütün saatler

Tırak deyip durdu

 

Günah duvarına düşmüş

Şehrin beyaz kaderi

Ve kan aynasında

Macar gölgesi

Macar kası gergin

 

Kan büyüyordu

- İşin kötüsü gözüm görmüyor

- Silah ıslandı atamıyorum

- Çevrem kıpkırmızı oldu

Ellerim yapış yapış

- Kelimelerimi duyuyor musun?

 

Dünyaya kan ismi veriniz

 

Sokak fenerlerine asılmış

Güzel ve canlı ölüm

Aydınlatıyordu gerçeği

Telgraf direklerine çekilmiş

 

Düşman ölüleri bir bütün

Apayrı bir varlık insandan

Günah kadar çirkin

Ve Tanrı düzenine aykırı

Bir ur kocaman

 

Ölüm yayılıyordu ölüyordu gece bile

İşleyen makinalar kalmıştı yalnız

Ve onların kolları insanlar

Zalim kelimesinin gözbebeği

İnsan değil alet

Aletin aleti

Kör

- Tanrı onlarsız değil

Ama onlar - Tanrısız

 

Geride ve Peştede kan vardı

Budanın bir kelimelik heykeli kan içinde

Ve güneş yavaş yavaş yükseliyordu Peşte dağlarında

Ve kan pırıl pırıldı

 

Kızgın ve kaynar

Bin güneş yanıyordu kanda

Küçük fakat sağlam

Gönderi tarihi:
  • Yazar

AŞK VE ÇİLELER

 

Monna Rosa siyah güller, ak güller;

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatk

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah, senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa, siyah güller; ak güller!

 

Ulur aya karşı kirli çakallar,

Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.

Monna Rosa, bu gün bende bir hal var,

Yağmur iğri iğri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.

 

Zeytin ağacının karanlığıdır

Elindeki elma ile başlayan...

Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,

Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,

Zeytin ağacının karanlığıdır.

 

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur,

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

 

Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi...

Ellerinden belli olur bir kadın.

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların.

 

Açma pencereni, perdeleri çek:

Monna Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmeme için yetecek;

Anla Monna Rosa, ben öteliyim...

Açma pencereni, perdeleri çek.

 

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;

Saat on ikidir, söndü lambalar.

Uyu da turnalar gelsin rüyana,

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

 

Akşamları gelir incir kuşları,

Konarlar bahçemin incirlerine;

Kiminin rengi ak, kiminin sarı.

Ah, beni vursalar bir kuş yerine!

Akşamları gelir incir kuşları...

 

Ki ben Monna Rosa, bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar... Su kenarında

Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.

 

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım uymaz öyle her saza,

En güzel şarıkıy bir kurşun söyler...

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

 

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Birgün gözlerimin ta içine bak;

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

 

Artık inan bana muhacir kızı,

Dinle ve kabul et itirafımı.

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı,

Artık inan bana muhacir kızı.

 

Altın bilezikler, o korkulu ten,

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;

Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,

Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;

Altın bilezikler, o karkulu ten!

 

Monna Rosa siyah güller, ak güller,

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah, senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

Gönderi tarihi:
  • Yazar

DENİZİN KENTİNİ YAKTIM

 

Denizin kentini yaktım

Vızıldayıp duran kafamın ortasında

Denizin kentini yaktım

Hurma şırıltılarıyla

 

Denizin kentini yaktım

Beni çocukluğumdan koparan

Denizin kentini yaktım

Bir kent kadın kabuklarından

 

Denizin kentini yaktım

Miras kalmış bir alevle

Denizin kentini yaktım

Veli ağaçlarla kalbi atan mermerle

 

Tanrıyı anarak kalbi atan

Cami sütunları boğdu

Sararmış gözyaşlarıyla

Kararmış denizin kentini

 

İstanbul ey sevgili şehir

Dön dön karadan gelen sesime

Son veren zaman yatırında

Denizden getirilen biçimine

Gönderi tarihi:
  • Yazar

MECNUN, MUM VE PERVANE

 

Bir gece Mecnun'un yaktığı

Bir mumun etrafında

Dönüyordu

Zavallı incecik bir pervane

Mumsa devrilmek istiyordu

Pervane yerine

Mecnun'un üstüne üstüne

Sevgili mum

Dedi Mecnun

Sevdim seni

Acıdığın için pervaneye

Bende önerirdim

Kader izin verseydi

Beni yakmanı

Onun yerine

Ama acele etme vakit var

Sayılıdır saatler dakikalar

Azrail bile senden sabırlıdır

Burada sencileyin benim de işim var

Ben herkes için

Değişik ve ayrı dozda

Soyut bir otobiyografyayım

Herkesin yaşadığı bir iç tarih

Hekesin yüreğinden geçen bir coğrafya

Gidip gidip varacakları

Fakat ulaşamayacakları

Bir panorama

Kaderin zaman zaman

Kabaran kanlara uyguladığı

Nirengi noktaları batmış

Beyaz bir karanlığa batmış

Mutsuzca mutlu bir topoğrafya

 

Sonra gece bitti mum söndü

Bu söyleşilerle tan atarken

Pervane Mecnun'a

Mecnun pervaneye döndü

Gönderi tarihi:
  • Yazar

SESSİZ MÜZİK

 

Sen kış güneşi misin

Yakarsın ısıtmazsın

 

Bir ırmağın ortası yoksa

Seni mi hatırlayacağım

 

Bu dünyada olup bitenlerin

Olup bitmemiş olması için

Ne yapıyorsun

 

Sizin evin duvarları taştan

Dumanı da mı taştan

 

Seni kız arkadaşlarından

Sevinç gözyaşları içinde

Öpen olmayacak mı

 

Ezberlediğin şiir

Beklediğin adam

Gönderi tarihi:
  • Yazar

ŞEHRAZAT

 

Sen gecenin gündüzün dışında

Sen kalbin atışında kanın akışında

Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında

Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın

 

Sen bir rüya geceleyin gündüzün

Sen bir yağmur ince hazin

Sen şarkılarca büyük hüzün

Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne

Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın

 

Sen merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın

Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın

Sen başını çeviren cellatbaşının güne

Sen öyle ki sen diye diye seni anlıyamayız

Şehrazat ah Şehrazat Şehrazat

Sen sevgili sen can sen yarsın

Gönderi tarihi:
  • Yazar

YAĞMUR DUASI

 

BEN geldim geleli açmadı gökler

Ya ben bulutları anlamıyorum

Ya bulutlar benden bir şeyler bekler

Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum

Ben geldim geleli açmadı gökler

 

Bir yağmur bilirim bir de kaldırım

Biri damla damla alnıma düşer

Diğerinde durur göğe bakarım

Ne şehir, ne deniz kokan gemiler

Bir yağmur bilirim bir de kaldırım

 

Nedense aldanmış ilk gece annem

Efsunlu bir gömlek giydirmiş bana

İişte vuramadı gökler bana gem

Dinmedi içimde kopan fırtına

Nedense ilk gece aldanmış annem

 

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan

Ortalıkta ölüm sessizliği var

Bana ne geldiyse geldi yukardan

Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan

 

İyiki bilmiyor kalabalıklar

Yağmura bakmayı cam arkasından

İnsandan insana şükürki fark var

Birine cennetse birine zindan

İyiki bilmiyor kalabalıklar

 

Yağmur duasına çıksaydık dostlar

Bulutlar yarılır hava açardı

Şimdi ne ihtimal nede imkan ar

Göğe hükmetmkten kolay ne vardı?

Yağmur duasına çıksaydık dostlar

 

Ben geldim geleli açmadı gökler

Ya ben bulutları anlamıyorum

Ya bulutlar benden bir şeyler bekler

Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum

Ben geldim geleli açmadı gökler

Gönderi tarihi:

bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim

ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura

tüyüme horozdan çok itimat edeceğim

itimat edeceğim şu belalı yağmura

ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim

asılmış bir adamın iki eli yağmura

bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

Gönderi tarihi:
  • Yazar

ÇEŞMELER

 

I.

 

Benim yalnızlığımdan

Damıtılmış çeşmeler

Kurumuş unutulmuş

Ceşmelerin akışıyım

İnsanlık içinde

 

Ay görmez onları onlar ayı görür

Aydan haberlidirler

Söylediklerinin çoğu

Ay hakkındadır

Aya dair

Ayın tarihine ait

 

Fındıklılı Mehmet Ağa

Çeşmesi

Silahtar Tarihinin yazarı

Yenilmez karpuzlar

Acı salatalıklar yıkamıştım suyunda

İçilmez

Bozuk suyunda

Gece yarısı

Ayışığında

Yaz ay ve ben

Silinmeye yüz tutmuş yazı

Ölümü hecelemiştik

Ortalığı dolduran sesinde

Ta... aşağılarda olan yatıra

Bir türkü söylüyordu

Ölüm ötesinde açmış

Menekşeler kimliğinde

 

Ölüydü insanlar

Yalnız yaşıyordu o yatır

Ve o çeşme

Ben de

Sıratı andıran bir çizgide

Soluyordum devrildim devrileceğimi

Hayatı ve ölümü birlikte

Aynı geçmezlik ve değişmezlikte

Aynı yenilik ve tazelikte

Ürpererek geçiyordu yarasalar

Uzaklardan

Beyoğlu'nu bir telgraf gibi

İleterek birbirine

Gönderi tarihi:
  • Yazar

İNCİ DAKİKALARI

 

Sen bana yeni yılsın her dakika

Her dakika bir yaşıma daha giriyorum

 

Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni

Saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın

Ben bin parçaya bölündüm her parçasında

Her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın

Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın

Erkek ağlar mı diyeceksin

Hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı

Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum

Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında

Daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden

Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey

Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya

Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde

Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya

Sen benim ağlamamı erkeklığıme

Uyanan ölmeyen yenilenen

Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulan

Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime say

 

Bütün bir yıl bütün bir yaşama boyu

Gizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say

 

Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komam

Öyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağım

Bu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırım

Şehrin ölümünü yanlış anlama

Gözleri kör oldu doğrudur ama o kadar

Ve şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar

 

Senin odan günışığı en güzel müzik bana

Farklılıklar odası

Giden tren buharları içinde örümcek ağı

Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak

Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş

Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı

 

Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum

Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandır

Benim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim

İncilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorum

Bu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yoktur

Benim ak ve kara kayalar içinde bulduğum inciler

Bu inciler sen olmasan bende bile yoktur

Oldukları yerde bile

Gönderi tarihi:
  • Yazar

MONA ROZA

 

 

Mona Roza, siyah güller, ak güller

 

Geyvenin gülleri ve beyaz yatak

 

Kanadı kırık kuş merhamet ister

 

Ah, senin yüzünden kana batacak

 

Mona Roza siyah güller, ak güller

 

 

 

Ulur aya karşı kirli çakallar

 

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

 

Mona Roza, bugün bende bir hal var

 

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

 

Ulur aya karşı kirli çakallar

 

 

 

Açma pencereni perdeleri çek

 

Mona Roza seni görmemeliyim

 

Bir bakışın ölmem için yetecek

 

Anla Mona Roza, ben bir deliyim

 

Açma pencereni perdeleri çek...

 

 

 

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

 

Bende çıkar güneş aydınlığa

 

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

 

Seni hatırlatıyor her zaman bana

 

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

 

 

 

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

 

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

 

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar

 

Işıksız ruhumu sallar da durur

 

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

 

 

 

Ellerin ellerin ve parmakların

 

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

 

Ellerinden belli oluyor bir kadın

 

Denizin dibinde geziyor gibi

 

Ellerin ellerin ve parmakların

 

 

 

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

 

Saat onikidir söndü lambalar

 

Uyu da turnalar girsin rüyana

 

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

 

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

 

 

 

Akşamları gelir incir kuşları

 

Konar bahçenin incirlerine

 

Kiminin rengi ak, kimisi sarı

 

Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine

 

Akşamları gelir incir kuşları

 

 

 

Ki ben Mona Roza bulurum seni

 

İncir kuşlarının bakışlarında

 

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

 

O masum bakışlar su kenarında

 

Ki ben Mona Roza bulurum seni

 

 

 

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

 

Henüz dinlemedin benden türküler

 

Benim aşkım sığmaz öyle her saza

 

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

 

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

 

 

 

Artık inan bana muhacir kızı

 

Dinle ve kabul et itirafımı

 

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

 

Alev alev sardı her tarafımı

 

Artık inan bana muhacir kızı

 

 

 

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

 

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

 

Bir gün gözlerimin ta içine bak

 

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

 

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

 

 

 

Altın bilezikler o kokulu ten

 

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne

 

Bir tüy ki can verir bir gülümsesen

 

Bir tüy ki kapalı gece ve güne

 

Altın bilezikler o kokulu ten

 

 

 

Mona Roza siyah güller, ak güller

 

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

 

Kanadı kırık kuş merhamet ister

 

Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!

 

Mona Roza siyah güller, ak güller

Gönderi tarihi:

ÇOCUKLUĞUMUZ

 

 

 

Annemin bana öğrettiği ilk kelime

 

Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

 

Annem bana gülü şöyle öğretti

 

Gül, Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi

 

Annem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus

 

Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

 

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde

 

Binmiş gelirdi Ali bir kırata

 

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından

 

Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekte

 

Biz o atın tozuna kapanır ağlardık

 

Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü

 

Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü

 

Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

 

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

 

Babam lambanın ışığında okurdu

 

Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık

 

Fetihlerde bayram yapardık

 

İslam bir sevinçti kaplardı içimizi

 

Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık

 

Bediri, Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

 

Mekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi

 

Kediler mangalın altında uyurdu

 

Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı

 

İnanmış adamların övüncüyle

 

Sabırla beklerdik geceleri

 

Şimdi hiçbirinden eser yok

 

Gitti o geceler o cenk kitapları

 

Dağıldı kalelerin önündeki askerler

 

Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi

 

Sezai KARAKOÇ

Gönderi tarihi:
  • Yazar

MASAL

 

 

Doğuda bir baba vardı

 

Batı gelmeden önce

 

Onun oğullari batıya vardı

 

 

 

Birinci oğul batı kapılarında

 

Büyük törenlerle karşılandı

 

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

 

Söylevler söylediler babanın onuruna

 

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

 

Oğul masmavi şafağin rüyasında

 

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

 

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

 

Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

 

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

 

 

 

İkinci oğul Batı ülkesinde

 

Gezerken bir ırmak kıyısında

 

Bir kıza rastladı dağların tazeliginde

 

Bal arılarının taşıdığı tozlardan

 

Ayna hamurundan ay yankısından

 

Samanyolu aydınlığından inci korkusundan

 

Gül tütününden doğmuş sanki

 

Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu

 

Saçlarını güneş destelemiş

 

Yıllarca peşinden koştu onun

 

Kavuşamadı ama ona

 

Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

 

Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

 

Alıp götürdü onu

 

Ve ikinci oğulu

 

Sivri uçurumların ucunda

 

Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda

 

Baba yağmurlardan anladı bunu

 

Yağmur suları aci ve buruktu

 

İşin künhüne varsın diye

 

Yolladı üçüncü oğlunu

 

 

 

Üçüncü oğul Batıda

 

Çok aç kaldı ezildi yıkıldı

 

Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

 

Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

 

Fakat batinin büyüsü ağır bastı

 

İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

 

Sonra büsbütün unuttu onları

 

Şef oldu buyruğunda birçok kişi

 

Kravat bağlamasını öğrendi geceleri

 

Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

 

Patron oldu ama hala uşaktı

 

Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü

 

Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda

 

Ondan hesap sordu o da

 

Sırf utançtan babasına

 

Bir çek gönderdi onunla

 

Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

 

Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

 

Bu yüklü çeki

 

İyice yaşlanmıştı ama

 

Vazgeçmedi koyduğundan kafasına

 

Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya

 

 

 

Dördüncü oğul okudu bilgin oldu

 

Kendi oymak ve ülkesini

 

Kendi görenek ve ülküsünü

 

Günü geçmiş bir uygarlığa yordu

 

Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

 

Batı bilginleri bunu kutladı

 

O da silindi gitti binlercesi gibi

 

Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle

 

Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

 

 

 

Beşinci oğul bir şairdi

 

Babanın git demesine gerek kalmadan

 

Geldi ve batının ruhunu sezdi

 

Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır

 

Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

 

Topladı tomarlarını geri dönmek istedi

 

Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

 

Kum gibi eridi gitti yollarda

 

 

 

Sıra altıncı oğulda

 

O da daha batı kapılarında görünür görünmez

 

Alıştırdılar tatlı zehirli sulara

 

Içkiler içti

 

Kaldırım taşlarını saymaya kalktı

 

Ev sokak ayırmadi

 

Geceyi gündüzle karıştırdı

 

Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara

 

 

 

Baba ölmüştü acısından bu ara

 

 

 

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

 

Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

 

Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

 

Bir de o talihini denemek istedi

 

Bir şafak vakti Batıya erdi

 

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

 

Durdu ve tanrıya yakardı önce

 

Kendisini değistiremesinler diye

 

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

 

Ve başladı oymaya olduğu yeri

 

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

 

O aldırmadı bakışlara

 

Kazdı durmadan kazdı

 

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

 

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

 

O zaman dönüp konuştu :

 

Batılılar !

 

Bilmeden

 

Altı oğlunu yuttuğunuz

 

Bir babanın yedinci oğluyum ben

 

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

 

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

 

Ruhunu üzmek istemem babamın

 

Gömün beni değiştirmeden

 

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

 

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

 

Karşınızdakini değistirmek

 

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

 

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

 

Fakat değişmeyecek ruhum

 

Onu kandırmak için boşuna dil döktüler

 

Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

 

O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

 

Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

 

O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

 

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

 

Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

 

En onulmaz yarası olanlar

 

Ta kalblerinden vurulmuş olanlar

 

Yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar

 

Gönderi tarihi:
  • Yazar

RÜZGÂR

 

 

 

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!

 

Gelin duvağından kopan bir rüzgâr...

 

Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;

 

Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...

 

 

 

O ceviz dalları, o asma, o dut,

 

Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...

 

Yangından yangına arda kalmış tut.

 

Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar.

Gönderi tarihi:
  • Yazar

SEVGİ

 

 

1.

 

 

 

Ah benim sevgim çiçek örneği

 

Çarpılmışların kinini yeniler

 

Beni alnımdan vurmak ister

 

Saraların iftiraların gençliği

 

 

 

Bilirim geçmektir sevgi

 

Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden

 

Çünkü çocuklar geçer

 

Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden

 

 

 

Zarif vakitlerin seçkin kadınları

 

Hazırlardı kızlıklarında (doğum)ları

 

Kaçmakla kurtulamadıkları

 

Arada uyguladıkları

 

 

 

2.

 

 

 

Çölden farklı olmayan bu korku

 

Çocukların bu korkudan olur neşeleri

 

Siyah sepete baktıkça her biri

 

Sıcak hoşluğunu anlarlar ölmenin

 

 

 

O gün gün ışığından mahrum

 

Mahrum bırakılmış genç kızlar

 

Anneleriyle parka çıkarlar

 

Anneleriyle anneleriyle anneleriyle

Gönderi tarihi:
  • Yazar

İLK

 

 

 

Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler

 

Sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden

 

Yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden

 

Denize karsı küçüle küçüle giden evleri

 

İnce ince karşılardın olağan karşılardın

 

Şen dünya içinde sen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen

 

 

 

Bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve sen

 

Seni çağırıyorum geç gel ağlayan son bakireler içinden

 

Kadınlar taş heykeller gibi gelip gecer sarı kayalardan

 

Hangisine baksam sen kımıldar sen seslenirsin içerlerden

 

Çekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlügü diyorum

 

Körlük güneşe ve gözlerime doğru gelen

 

 

 

Sen bir el uzanışıyla aydınlanan yeni ay mısın

 

Geyik resimleriyle kabarık her köşen

 

Geyik derisinde akan ilk nehir

 

Bir el uzanışıyla

 

İlk sokağın ağzında kaybolursan ağlayacağım

 

Leylaklarla akrepler gözlerine bakıp insan olurlarsa

 

Çocuk cennetinde günahların ilkini sen işliyorsun demektir Suna

 

Parlayan denizler gürültüsüz şiirler kapanan kapılar sana

 

gök taşlarını getiriyorlar

 

Seni sayıklıyor

 

Denemesi yanlış yapılmış ilk ok

Gönderi tarihi:
  • Yazar

 

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE

 

 

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak

 

Baharı kolayarak girelim kelimeler ülkesine

 

Bir anda yükselen bir bülbül sesi

 

-Erken erken karlar ortasında

 

Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-

 

Bana geri getirir eski günleri

 

...Paslanmış demir bir kapı açılır

 

Küf tutmuş kilitler gıcırdarken

 

Ta karanlıklar içinde birden

 

Bir türkü gibi yükselirsin sen

 

Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken

 

Söyleyemediğim ateşten kelimeleri

 

Şuuraltım patlamış bir bomba gibi

 

Saçar ortalığa zamanın

 

Ağaran saçın toz toprağını

 

Bana ne Paris'ten

 

Newyork'tan Londra'dan

 

Moskova'dan Pekin'den

 

Senin yanında

 

Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı

 

Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu

 

Geceme gündüzüme

 

Gözlerin

 

Lale Devrinden bir pencere

 

Ellerin

 

Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den

 

Kucağıma dökülen

 

Altın leylak

 

 

 

***

 

 

 

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla

 

Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma

 

Kimi ırmaklardan yansıma

 

Kimi kayalardan kırpılma

 

Kimi öteki dünyadan bir çarpılma

 

İçi ölümle dolu

 

Dönen bir huni

 

Doğarken güneş

 

Kesilmiş ölü yüzlerden

 

Bir mozayik minyatürlerden

 

Dokunur tenimize

 

Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay

 

Ve birden senin sesin gelir dört yandan

 

Menekşe kokulu sütunlardan

 

Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan

 

Gözlerine ait belgeler sunulur

 

Ey aşkın kutlu kitabı

 

Uçarı hayallere yataklık eden

 

Peri bacalarının yasağı

 

Gönlümün celladı acı mezmur

 

Bana bıraktığın yazıt bu mudur

 

Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi

 

Senden bir gök

 

Senden yıldızlar ördüler

 

Ateş böcekleri

 

O gece dört yanıma

 

Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı

 

Sen bir anne gibi tuttun ufukları

 

Ve çocuklar gülle anne arasında

 

Seninle güller arasında

 

Tuhaf bir ışık bulup eridiler

 

Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler

 

Aramızdaki sırra

 

Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar

 

Gençlik monologları

 

Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından

 

Bana getiren

 

Yasamız vardı

 

Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne

 

Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

Gönderi tarihi:

VEDA

 

Silahlara veda

Geceye rüyaya ve sana

Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden

Düzenlerin çıkmazına

 

Çizdiğim resmin

Saat kulesi ağlıyor

Ağzım o çeşit yok

Şişe bu çeşit var

 

Sen bir gece gelsen

Güneş doğmasa

Gitmeden yine gelsen

Bu yeni geleni

Bu bize bakanı

Sana bir anlatsam

Güneş doğmasa

Sandıkların içini göstersem sana

Çizdiğim resmin

Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde

Bir rafa koyabilsen

Olup biteni ve onları

Sabaha kadar konuşsak

O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam

Ateşi karı tüfeği çeksem

Ocağa pencereye kapıya

 

Kemana veda

 

Yağmurda şeytan ve şapkası

Silahın ölümünü kutluyorum

 

Tren kaçırmış gibiyim

 

Sana veda

Gönderi tarihi:
  • Yazar

ŞAHDAMAR

 

 

 

Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız

 

Bir balığın, bir siyah, bir kara balığın

 

İncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;

 

(K) harfi üzerine yemin edersiniz.

 

Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızların

 

İyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.

 

İstakozların, kırmızı ve mavi istakozların

 

Bir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,

 

Küçük ve büyük, acılı ve acısız

 

Yeminler yeminler yeminler edersiniz.

 

Siz siz üzre yeminler edersiniz.

 

 

 

Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;

 

Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz

 

İki tane elimiz var deriz;

 

Bin tane elimiz olsaydı

 

Bini birbirinin aynı olurdu deriz.

 

999 elimiz kağıt gibi yansın,

 

Bir elimiz güneş gibi dursun..

 

Biz elbette dudak büker, hayret ederiz.

 

 

 

Biz inkar eder, inkarı severiz;

 

Bayram hediyenizi iade ederiz

 

Biz mahcup ve onurlu çocuklarız

 

Başımızı kaldırıp bir bakmayız

 

Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

 

Siz güvercinleri gözlerinden vurursunuz

 

Siz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuz

 

Siz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

 

 

 

Toprağı zindana koyduk biz

 

Üzerine yedi kilit vurduk biz

 

Kaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık biz

 

Varsın yarın takılsın benim çene kemiğim

 

Bir köpeğin ön dişlerine

 

Ve Fahriye'nin kürek kemiği tam ortasından kırılsın

 

Biz inkar eder, şah inkarlar severiz.

 

 

 

Kafamızı kaldırıp bir bakmayız

 

...........................................

 

Ruhumuzun içinde kar yağar

 

Anamızdan doğduğumuz geceden beri

 

Heybemizi emektar makinelere yükleriz

 

Fikirlerimizi tifil vinçlere

 

İri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz

 

Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız

 

Biz kirli ve temiz çamaşırları

 

Aynı zaman aynı minval üzere katlarız

 

Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız

 

 

 

Siz kalbe hançer gibi giren

 

Siz kalpten ağaç gibi çıkan

 

Siz bize şahdamarımızdan yakın

 

Siz yüzükler içindeki kan

 

Siz inançların sedef kabuğunu

 

Ebabil kuşlarının gagalarıyla kıran

 

 

 

Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruz

 

Gün gelecek toprağın altına uzanacağız

 

Her gece saat beş sularında sizi

 

Toplardamarlarımızın içinde bekliyeceğiz

 

Gönderi tarihi:
  • Yazar

BATIŞ

 

 

 

Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarım

 

Gece artık hiç dönülmeyecek yerlerdeki o sevgiliye

 

Çocuklara kekik toplıyan o sevgiliye

 

Bir kekik uzatan çocuk anne deyince

 

Deniz dibinden çatı çeken

 

Çocuk üstüne arkadaş üstüne

 

 

 

Güneştir düşen yeşilinde bir yüz döner

 

Değişmiyen o gençliğiyle sevgili

 

Ölümden sonraki kurtulma gibi

 

Döner döner de gelir karşıma

 

Deniz dibinden cıkan ahtapot ölüleri

 

Eski utanmaları çeker su yüzüne

 

 

 

Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir rengin

 

Altın hatıralar hükümetinin

 

Bitmeyen sultanı o sevgiliye adanmış

 

Soy utanc soy anış soy sevgi

 

Gel artmaz azalmaz ey sevgi

Gönderi tarihi:
  • Yazar

BALKON

 

 

 

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

 

Ölümün cesur körfezidir evlerde

 

Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların

 

Anneler anneler elleri balkonların demirinde

 

 

 

İçimde ve evlerde balkon

 

Bir tabut kadar yer tutar

 

Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen

 

Şezlongunuza uzanın ölü

 

 

 

Gelecek zamanlarda

 

Ölüleri balkonlara gömecekler

 

İnsan rahat etmeyecek

 

Öldükten sonra da

 

 

 

Bana sormayın böyle nereye

 

Koşa koşa gidiyorum

 

Alnından öpmeye gidiyorum

 

Evleri balkonsuz yapan mimarların

Gönderi tarihi:
  • Yazar

DOKTORUN KARŞISINDA

 

 

 

Doktor bir kavisim var bir kavisim var

 

Geçen günden beri bir kavisim var

 

Ondan bir akıntı mıdır yarasalar

 

Bir kavis önünde linç mi demek kurtarılacak bir kent ki

 

Yeşil bir toprak selameti

 

Bir kabrin bir cihanlık cömertliği cesareti

 

Kitaplardan kitaplara

 

Atılarak erişilmiş bir saygı saati

 

Bir kırağı yaprağında son direniş çiçekleri

 

Ölen bir hristiyanda bir yahudi zambak sesi

 

Çarşıların boşluğunda ben bir eski çeşme yası

 

Affedersiniz doktor siz süryani misiniz

 

(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşim süryani)

 

 

 

Ben çok incil gördüm çıkmamış boyalari

 

Biraz daha gerilmiş yazıldığı ceylan derisi

 

Ama silinmiş ölüme karşı dayatan

 

Lazarı ayağa kaldıran muştu defnesi

 

Bütün defnelerı kırdık bir güveç neşesi

 

Fırınlar açıldı narlar kurudu

 

Kuyu deştik sular çekildi

 

Doğ ey kuyruklu yıldızı ülker kümesi

 

Bilirim en çorak toprağın bile var bir kehaneti

 

Bir kerameti

 

Bir gelecek zaman ticareti

 

Demet demet muştuları

 

Demet demet nimetleri

 

Doktor siz süryani misiniz

 

Yani eski bir süryani

 

(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşım süryani)

 

 

 

Bilirim bilirim incilden yola çıktınız

 

Ama yolu çabuk şaşırdınız

 

İncilden kendinize bir şeyler katacağınıza

 

Kendinizden incile çok şeyler kattınız

 

Sevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işlediniz

 

Ama sonra tutup mermere taptınız

 

Mermeri kadeh kadeh

 

Bir alacakaranlik gibi içtiniz

 

Sonra kustunuz mermeri

 

Çağlarca kustunuz mermeri

 

Ey mermer kusan ırk

 

Ey oruçsuz tiyatro

 

Acıkmış iftarsız acıkmışlar

 

Güneşten başka ne bulmuşsa yemiş olanlar

 

Doğuya hücum demek doğuya hücum var

 

Işte size bir kent ki

 

Yanlış yanan bir linç ampulünden

 

Size eşsiz bir şölen var

 

Kemiklerimin ışıklarindan

 

İyi sanat doğrusu misyonerlik

 

Doktorluk gibi doktor

 

(Hayır ben süryani değilim ama bir arkadaşım var)

 

 

 

****

 

 

 

Siz çin diyorsunuz anlıyorum

 

Bir pirinç hastalığı falan

 

Geçiyorsunuz da bengisulardan

 

Bir hızır hızarından

 

Bir tabut pınarından

 

Gözümün hastalığından

 

Nasıl ki Meryem de bir çocuk sezmişti Cebrail sularından

 

Nasıl ki yeşil sancaklar inmişti bir gün Diyarbekir surlarından

 

Kurtarıyordunuz beni

 

Bana bir gemi gibi yaklaşan

 

Üsküdar akşamlarından

 

Fatih camii gibi aydınlıktınız

 

Bir fakir ölüsü kadar sessiz ve sade

 

Sağımda kırgın solumda çılgın

 

Önümde Yakup Yusuf ve İshaktınız

 

Arkada kaynak sular kadar berraktınız

 

Dün akşam üzeri güneşi siz batırdınız

 

Başkası değil doktor güneşi siz batırdınız

 

Ama inandim ki doktorsunuz değilsiniz süryani

 

Doktorsunuz doktordan başka birşey değilsiniz yani

Gönderi tarihi:
  • Yazar

KÖPÜK'TEN

 

 

 

Portakal büyüsüdür yalayan seni beni

 

Kentte başlarken gece horozun terk ettiği

 

Bir kadını havlıyor taşıyor o ıssız köpekler ki

 

Kırmızı bir karpuzun ortasından kesilen o köpekler ki

 

Deniz mi dedin ne denizi

 

Ben Kristof Kolomb'un uşağı değilim

 

Ben ırmakçıyım denizci değilim

 

Kulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesi

 

Bir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesi

 

Bir kere kente girdin

 

Bir kadını al onu yont yont anne olsun

 

Her kadın acıma anıtı bir anne olsun

 

Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne

 

Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle

 

Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun

 

Ve sonra yıpratılan ne

 

Mavi bir alıkonan

 

Bu köpekler neyi havlıyor hangi kadını

 

Bu horozlar neyi ürperiyor çocukları mı

 

Sabah ki marul ortası kırılan bir gemi direkte

 

Vakit çiçek bozuğu bir akşam terkisi

 

Bana ayrılan hangi Arap atının terkisi

 

Hangi çadır düşüncesi ve çöl

 

Bir mermerin rüzgârdaki savruluşu çöl

 

Kadın giyeceklerinin kıvranışı kızılda

 

Bir kırmızı biber salgını develer

 

Yeter suyun anıtlaşması çelik çelik biatı

 

 

 

Bir kere kente girdin

 

Felçli kadın karyolaya bağlı Haliç

 

Engenlik gençkızlık işletmesi karyola ki

 

Bekâr bir ölümün fener alayı şöleni

 

Azrailin boyuna bülûğa erdiği gerdeği girdiği

 

Eleni Eleni karyolada düşünen kadın

 

Yalnız ve som karyolada düşünen kadın

 

Her erkeği papaz sanıp günah günah olarak çıkartan

 

Her gece güneşi ısıran

 

Köpekler neyi havlıyor hangi gülü

 

Horozlar neyi ürperiyor savaşı mı

 

Bir yumurta ortasında gece yarısı

 

Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin

 

Ölüm ki tabiatüstü hayatların menaceri

 

En yeni buluşu intihardır

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.