Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

İSLAM İLE KÜFÜR ARASINDAKİ MÜCADELE

 

İslâm'ın şafak sökmesinden beri İslâm'ın fikirleriyle küfrün fikirleri; Müslümanlarla kafirler arasındaki tavizsiz mücadele şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Bu mücadele Rasul (s.a.v.)in insanlara gönderilmesinden, Medine'de İslâm Devleti kurulmasına; Müslümanların müstakil bir kuvvete ve orduya sahip olmasına kadar sırf fikrî olarak başladı ve böyle devam etti. Bundan sonra Rasul (s.a.v.) bu fikir mücadelesine kanlı mücadeleyi de ilave etti. Cihad ayetleri nazil oldu. Bu mücadele böylece devam etti. Kıyamete, yani yerlerde ve göklerde Allah'tan başka hakim kalmayıncaya kadar bu metot; fikri mücadelenin yanı sıra kanlı mücadele olarakta devam edecektir. İşte bundan dolayı, yeryüzünde İslâmla küfür, kafirlerle Müslümanlar bulundukça; kıyamete kadar birbirlerine düşman olacaklardır. İşte bu gerçek, Müslümanların hayatının her anında açık bir şekilde idrak edeceği; İslâmla küfür, Müslümanlarla kafirler arasındaki ilişkilerinde bir ölçü ittihaz etmeleri gereken kesin ve daimi bir gerçektir.

 

Fikri mücadele; İslâm'ın fikirleri, küfrün fikirlerine galip gelinceye; Allah İslâmı muzaffer kılıncaya kadar on üç sene en şiddetli bir şekilde devam etti. Nihayet Medine'de, Müslümanların mallarını, ırzlarını koruyacak; cihad yoluyla insanlar arasında İslâmı yayacak bir devlet kuruldu. İslâmla küfür, Müslüman ordularıyla küfür orduları arasında son derece şiddetli savaşlar başladı. Birbirini takip eden harplerin hepsinde zafer Müslümanlar tarafında idi. Müslümanlar bazı çarpışmalarda hezimete uğradılarsa da, ilk altı asırda meydana gelen harplerden hiç birini kaybetmediler. Tam altı asır muzaffer olarak kaldılar. Bu süre zarfında İslâm Devleti dünyada birincilik durumunu muhafaza etti. Bu şekildeki bir muzafferiyet insanlık tarihinde Müslümanlardan ve İslâm Devletinden başkasına nasip olmadı. Fakat kafirler ve bilhassa Avrupa devletleri İslâmiyet'e darbe indirmek; Müslümanların varlığını temelinden sarsmak için fırsat arıyorlardı. Her fırsat düştükçe hücum ediyorlar veya entrikalar çeviriyorlardı.

 

Hicrî altıncı (Miladî 11.) asrın sonlarıyla yedinci asrın (Miladî 12.) başlarında, İslâm Devletinin yönetim sisteminin gevşediğini, vilayetlerin merkezden ayrıldığını; valilerin malî, sulta ve askerî gibi mühim olan iç meselelerde ve yönetimde müstakil bir hale geldiklerini; tek bir devletten ziyade müttefik bir devletler topluluğu halini aldıklarını; bazı vilayetlerde halifenin adının minberlerde anılmasından, paralarda isminin yazılmasından, haraç olarak aldığı bir miktar maldan başka bir otoritesi kalmadığını gördüklerinde bir asır müddetle devam eden "haçlı hücumları" başladı. Bu harplerde Müslümanlar mağlup oldu. Haçlı orduları Filistin, Lübnan, Suriye'yi (Şam vilayetini) istila edip buralarda uzun bir müddet; hatta Trablusşam gibi şehirlerde ise, bir asır müddetle kaldılar.

 

Bu harpler bir asır boyunca devam etti. Müslümanların, kaybettikleri toprakları haçlılardan geri alma azmi kaybolmadı; fakat bu harpler İslâm ümmetinin varlığını sarstı, İslâm Devletinin itibarını düşürdü. Müslümanlar harbi kaybettiler, kafirler karşısında hezimete uğradılar. Her ne kadar bu harpte İslâm aleyhinde küfür lehinde fikrî ve ruhî bir muzafferiyet sağlanmadıysa da Müslümanlar hiç bir kimsenin aklına gelmeyecek derecede "hayal kırıklığına" ve "zillete uğradılar". Bunun için bu zaman: Haçlı Savaşları/Seferleri devri; «Müslümanların Hezîmeti» devri olarak itibar olunur. Müslümanlar, her ne pahasına olursa olsun, sonunda "Haçlılara" galip gelmeyi; onları memleketlerinden kovmayı başardılarsa da, yeni fetihlere ve mücadelelere girişemediler, yani kafirlerle savaşları tekrar başlatamadılar. Müslümanların üzerindeki zafer kafirlere aitti.

 

Bu gaile sona erer ermez Moğol akınları başladı. Nihayet 10 Şubat 1258 de "Bağdat katliamı" oldu. Arkasından aynı sene Şam'da Moğolların eline geçti. 3 Eylül 1260 da yapılan "Ayn Câlut" muharebesiyle Moğollar yenildi. Bundan sonra Müslümanların nefislerinde Cihat duyguları harekete geçti. Dünyaya daveti yüklenmeyi yeniden hissettiler. Kafirlere karşı Müslümanların gazveleri başladı. Bizanslılara karşı cihad ve çarpışmalar ve zaferler birbirini takip ediyordu. Bu hadiseler Hicri yedinci asrın sonlarında (M. 13. asırda) vuku buldu. İslâm ümmeti yeni fetihlere girişti, harpler ve çarpışmalar devam etti. Zafer daima Müslümanlar tarafındaydı. Bazı çarpışmalarda yenilmekle beraber; harpleri sonunda Müslümanlar kazanıyor ve bir çok memleketler fethediyorlardı. İslâm Devleti yeryüzünde birinci devlet haline gelmişti. Bu hal dört asır müddetle, Hicri on ikinci asrın yarısına (M. 18. asrın sonu) kadar devam etti. (Yani Avrupa'da ki devletlerin kuvvetine bariz etkisi olan "sanayi devrimine" kadar.) Bunun üzerine Müslümanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Dünyada kuvvetler dengesi bozuldu. İslâm Devleti yavaş yavaş birinci derecedeki mevkiîni bıraktı. Nihayet kuvvetli devletlerin göz diktikleri bir av haline geldi. Fethettiği bir çok memleketlerden çekilmeye, tâbi memleketlerdeki otoritesi azalmaya başladı. Kafir devletler İslâm ülkelerini parça parça elinden almaya başladılar. İslâmiyet bundan sonra geri çekilme devrine girdi. İşte bu sırada Avrupa devletleri İslâm Devletini kaldırmayı; devletler arasındaki varlığını ve İslâmı hayat sahasından tamamen silmeyi; insanlar arasındaki ilişkilerde etkisini ortadan kaldırmayı düşünmeye başladılar. Yani ikinci bir "Haçlı Seferine" girişmeyi; fakat birinci Haçlı Savaşında olduğu gibi; yalnız askeri bir harekatla Müslümanları hezimete uğratmak ve İslâm Devletini ricat ettirmekle yetinmeyip; İslâm Devletini kökünden kazıyacak, herhangi bir izini bırakmayacak ve bir takım "merasim ve alametlerden" başka, Müslümanların kalplerinde İslâmın hiç bir etkisini bırakmayacak şekildeki köklü ve korkunç bir mücadeleye girişmeyî düşünmeye başladılar...

 

Devami Gelecek Insa´Allah..

Gönderi tarihi:

AVRUPA DEVLETLERİNİN İSLÂM DEVLETİ ALEYHİNDE KOMPLO GİRİŞİMLERİ

 

Kafirler İslâm Memleketlerinin taksiminde ihtilafa düşmekle beraber İslâm’ı yıkmak hususunda ittifak üzereydiler. Bunun için türlü vesilelere başvurdular. Avrupa memleketlerinde milliyetçilik ve bağımsızlık duygularını körüklediler. Memleketlerin ahalisini İslâm Devleti’ne karşı harekete geçirdiler. Hücuma geçmek için mal ve silah yardımı yaptılar. Sırbistan ve Yunanistan da olduğu gibi; İslâm Devleti’ni arkadan vurmaya kalkıştılar. 1798 Temmuz'unda, Fransa Mısır'ı istilaya başladı. Mısır’dan sonra Filistin'e yürüdü. Ve işgal etti. İslâm Devleti’ne kati bir darbe indirmek için Şam vilayetinin geri kalan kısmını da işgal etmek istedi. Fakat başarılı olamadı. Yenildi, arkasından Mısır’dan da çıkıp aldığı toprakları devlete teslim etti.

 

 

 

Vahhabilerin ve Suudi Yönetimin Doğuşu

 

İngiltere ise, ajanı Abdülaziz b. hz.HZ.MUHAMMET b. Suud vasıtasıyla İslâm Devleti’ni içinden vurmaya uğraştı. Önce HZ.hz.muhammed b. Suud'un başkanlığında, sonra oğlu Abdulaziz'in başkanlığında Vahhabiler İslâm Devleti’nin içinde bir varlık gösterdiler. İngiltere onlara mal ve silah yardımı yaptı. Bunun neticesi Vahhabiler, mezhep esasına dayanarak; Hilâfet otoritesinin hakimiyetini tanıyan İslâm memleketlerini istilaya kalkıştılar. Yani İngiltere'nin yardımıyla ve teşvikiyle Halifeye karşı kılıç kullandılar ve İslâm ordusu ve Emir-ül Mümininin askerleriyle çarpıştılar. Bu olay İslâm memleketlerini halifeden almak, mezheplerine göre oraları idare etmek, diğer İslâm mezheplerinin meydana getirdiği bütün eserleri kuvvetle ve kılıçla ortadan kaldırmak içindi. 1788 de Kuveyt'i yağma ettiler ve zapt ettiler. Sonra Kuzeye doğru ilerleyerek Bağdat'ı muhasara ettiler. Maksatları: Kerbela'yı istila edip, Hasan’ın (r.a.) kabrini yıkıp; orayı ziyaretten men etmekti. 1803 Nisan'ında Mekke'ye hücum ederek yağma ve zapt ettiler. 1804 baharında Medine onların eline geçti. Rasul (s.a.v.)'in Revzai Mutahhara'sının kubbesini yıkarak bütün kıymetli eşyaları oradan attılar. Bütün Hicaz'ı aldıktan sonra Şam'a doğru yürüyerek Hınıs'a yaklaştılar. 1810’da Necef'e hücum ettikleri gibi Şam'a da hücum ettiler. Şam, çetin bir müdafaa yaptı. Teslim olmadı. Fakat Vahhabîler bundan sonra Kuzeye doğru ilerleyerek hakimiyetlerini Suriye'nin ekseri topraklarında tesis ettiler. Hatta Halep'e kadar ilerlediler. Bu Vahhabî hamlenin, İngiliz teşvikiyle olduğu belliydi. Zira "Suud Oğulları" İngiltere'nin ajanlarıydı. Vahhabi mezhebini, İslâm Devleti’ne darbe indirmek; diğer mezheplerle çarpıştırarak Osmanlı Devleti’nin içinde mezhep kavgalarını kızıştırmak için şahsî menfaatlerine siyasî işlerden bir vasıta olarak kullandılar. (Vahhabîlik: İslâmi mezheplerdendir. Kurucusu bir müçtehit HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'dır). Tabiî mezhep mensupları bunun farkına varamadılar. Fakat Emir Suud'un ve Suudilerin durumdan haberleri vardı. Çünkü HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'ın İngilizlerle alakası yoktu. İngilizlerle münasebeti olan HZ.hz.muhammed b. Suud ve oğlu Suud'du. HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab Hanbelî Mezhebinden idi. Bazı meselelerde içtihat etmiş ve diğer mezhep sahiplerinin bu meselelerde kendisine muhalefet ettiğini görmüştür. İnsanlara, fikirlerini kabul ederek ona göre amel etmeleri için davet etmiş, diğer İslâm'ı fikirlere karşı şiddetli hücumlara girişmiştir. Kur’an ve hadîsten çıkardığı fikirleri, kendi fikirlerine muhalif olduğu için diğer alimlerden, emirlerden ve ileri gelen kimselerden muhalefetle karşılaştı. Mesela: Peygamber (s.a.v.)'in kabrini ziyaret etmenin haram ve günah olduğunu söylerdi. Hatta o kadar ileri gitti ki, "Rasul’ün (s.a.v.) kabrini ziyaret için sefere çıkan bir adamın namazları kısaltamayacağını, çünkü günah işlemek için yola çıktığını" söylerdi. Bunun için şu hadisi delil getirirdi:

 

Buhari, K. Savm 1858

 

"Üç mescidden başka bir mescidi: Benim bu mescidim, Kabe ve Mescidi-i Aksa'dan başka bir mescidi ziyaret için sefere çıkmayınız."

 

Bu hadîsle; "Peygamberin bunlardan başka herhangi bir yeri ziyaretten menettiğini; Ravza-i Mutahhara'yı ziyaret maksadıyla yola çıkmanın bundan hariç kaldığı için haram olduğunu" söylerdi.

 

Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Ensar, 21974

 

"Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık ziyaret edebilirsiniz."

 

hadîsiyle diğer mezheplerin salihleri ise: Rasul (s.a.v.)'in kabrini ziyaretin mendup veya sünnet olduğuna kaildirler.

 

Bu bapta başka bir çok hadîsler bulunduğunu söylemelerine ilaveten; Peygamberin (s.a.v.) kabrini ziyaret etmek evleviyyet tarikiyle bu hadîsin şümulüne dahildir. HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'ın delil olarak getirdiği hadîsin mescitlere mahsus olduğunu; Peygamberin kabrini ziyarete şamil olmadığını, mesela: bir adamın Ayasofya Camiini ve Şam'daki Emevî Camiini ziyaret etmek için yola çıkamayacağını; fakat ticaret, ziyaret, gezinti ve seyahat gibi maksatlarla seferlere çıkabileceğini havidirler. Hadîs, mutlak olarak seferi yalnız bu üç mescidi ziyarete hasredip diğer şeyleri yasaklamıyor. Bu üç mescidden başka bir mescide ziyaret için sefere çıkmayı men ediyor. Bunun gibi diğer bütün hususî görüşlerinde de, mezhep salikleri kendilerinin Kitap ve Sünnetten anladıklarına muhalif olduğunu söylerler. Mezhep salikleriyle kendi arasındaki mücadelesi bunun gibi meselelerden dolayı şiddetlendi. Nihayet memleketinden sürüldü.

 

M. 1740 da Anze kabilesi reisi HZ.hz.muhammed b. Suud'a sığındı. Bu adam Üyeyne şeyhine düşmandı. Üyeyne'nin merkezi Diriyye ise Suudîlerin merkezinden altı saat uzaktaydı. İşte burada HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab mezhebini yayacak bir hava buldu. Diriyye ve havalisinde mezhebini yaymaya başladı. Uzun bir müddet geçmeden "fikirlerini koruyacak adamlar" buldu. HZ.hz.muhammed b. Suud bu fikirlere temayül gösterip (HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'a) yaklaşmaya başladı.

 

1747 de HZ.hz.muhammed b. Suud, HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'ın fikirlerini kabul ettiğini ve ona yardım edeceğini; onun bu fikirlerini koruyacağını ilan etti. İşte bu anlaşma ile Vahhabî'lik hareketi bir davet ve idare şeklinde tezahür etti. HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab bu mezhebi neşir ve insanlara talim ediyor; HZ.hz.muhammed b. Suud'da hükümlerini emrindeki adamlar üzerinde bizzat icra ediyordu.

 

Bu mezhep ve paralel olarak HZ.hz.muhammed b. Suud'un saltanatı, Diriyye havalisindeki kabileler arasında davet ve yönetim bakımından yayılmaya başladı. 10 sene zarfında otuz mil murabba kadar olan bir sahaya yayıldı. Bu genişleme, mezhebe davet ve Anze şeyhinin saltanatı yoluyla oldu. Kimse buna mani olmadı ve onunla mücadele etmedi. Hatta HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'ı Üyeyne'den çıkaran İhsa Emiri bile hasmının genişlemesine mani olamadı ve onunla muharebe etmek için ancak 1757 de hazırlanmaya başladı. Lâkin bunda muvaffak olamayarak yenildi. HZ.hz.muhammed b. Suud Diriyye, İhsa ve havalisine hakim oldu. Buralarda Vahhabîlik devlet kudretiyle icra ediliyordu.

 

Fakat bundan sonra bu hareket, İhsa ve havalisinde mahsur olarak kaldı. Her hangi bir faaliyette ve inkişafta bulunmadığı biliniyor. HZ.hz.muhammed b. Suud ve Vahhabi mezhebi bu sınırlar dahilinde kaldı. Hareket durdu ve felce uğradı.

 

1765 de HZ.hz.muhammed b. Suud öldü. Yerine (Anze Şeyhliğine) oğlu Abdülaziz geçti. Bu yolda herhangi bir faaliyet ve istila hareketinde bulunmadı. Bu duraklama tam otuz bir sene devam etti. Vahhabî hareketinin adı anılmaz oldu. Hiç bir kimse onun tehlikesinden bahsetmiyor ve korkmuyordu.

 

Fakat 1747-1788 seneleri arasında; hareket başladıktan 41 sene ve duraklamasından 31 (1757-1788) sene sonra birden canlandı. Mezhebi neşretmek için yeni bir metot kullandı. İslâm Devleti’nin her tarafında; büyük devletler yanında hatırı ve adı sık sık anılmaya başlandı. Komşularının, hatta bütün İslâm Devleti’nin huzurunu kaçıran bir hareket haline geldi.

 

1787 de Abdülaziz yeni bir emirlik ve hanedanlık kurmak; Emirliği verasete bağlamak, diğer bir tabirle yerine oğlu Suud'u veliaht tayin etmek için harekete geçti. HZ.hz.muhammed b. Abdulvahhab'ın başkanlığı altında büyük bir kitle toplandı. Abdülaziz bunların önünde kendisinden sonra hakkını ailesine inhisar ettirdi. Kendisinden sonra emirliğin oğullarında kalmasını ve yerine oğlu Suud'un geçmesini ilan etti. HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab'ın başında bulunduğu bu kitle bunu kabul etti. Böylece bir "kabilenin veya kabileler topluluğunun" değil; bir "devletin" hanedanlığını kurdu. Anlaşılıyor ki Vahhabî mezhebinde, mezhebin başkanlığı HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab ailesine böylece geçti. Mezhebin şeyhliğini ve emirliğini tespit için yapılan bu olaydan sonra birdenbire genişleme ve fetih hareketi canlandı. Mezhebi harp yoluyla yaymaya başladı. 1788 de Abdülaziz büyük bir askerî hareket için hazırlıklarına başladı. Arkasından Kuveyt'e saldırdı. Burasını zapt etti. Zaten İngilizler Kuveyt'i Osmanlı Devleti’nden almak istemişler; fakat alamamışlardı. Zira Almanya, Rusya, Fransa gibi büyük devletler ona karşı cephe almışlardı. Üstelik "Hilâfet Devleti" de ona mukavemet ediyordu. Nihayet, Kuveyt'i Osmanlı Devleti’nden ayırmaları, sonra Şimal'e doğru sokulmaları; Rusya, Almanya, Fransa ve Osmanlı Devleti gibi büyük devletlerin nazarıdikkatini çekti. Sonra bu gibi harplerin "mezhep" vasfını almasından dolayı dinî duyguları harekete geçiriyordu.

 

İşte, Vahhabîlerin uzun müddet duraklamadan sonra ansızın faaliyetlerini tekrar başlatması bu şekilde oldu. Bu, yeni bir metotla başladı. Diğer İslâm mezheplerinin varlığını silerek, onların yerine Vahhabiliği ikame etmek için harp ve fetih tarzındaydı. Bu faaliyet Kuveyt'e hücum edip almakla başladı. Arkasından yeni genişleme hareketlerine giriştiler. Arap yarımadasında, Şam'da, Irak'ta da komşuları olması hasebiyle; Hilâfet Devleti olması bakımından Osmanlı Devleti için bir huzursuzluk kaynağı oldular. Başka mezheplerden vazgeçip kendi mezheplerine tabi olmaları için Müslümanlarla ve Halife ile çarpışıyorlar; İslâm memleketlerini istila ediyorlardı. 1792 de HZ.hz.muhammed b. Abdülvahhab öldü. Yerine oğlu geçti. İşte böylece Suudi emirleri Osmanlı Devleti’ne darbe indirmek; Müslümanlar arasındaki mezhep harplerini körüklemek için Vahhabiliği siyasî bir alet olarak kullandılar.

 

 

İslâm Devleti’ne Karşı İngiliz Komplosu

 

Suudîlerin İngilizlere ajanlığı ve onlara sadakati; Hilâfet devleti ve bundan başka Almanya, Rusya, Fransa gibi devletler nezdinde malûmdu. Onların, İngilizlerin kuklası olduğu malûmdu. İngilizler, devletler arasında Suudileri tuttuklarını gizlemiyorlardı. İlave olarak; ordu teçhiz etmek ve yetiştirmek için onlara "Hint yoluyla" gelen silahlar, mühimmat ve para İngilizlerin mallarından başka bir şey değildi. İngilizlerin desteğini bildikleri için; Avrupa devletleri ve bilhassa Fransa "Vahhabîlik" hareketine karşıydı. Halife Vahhabîlere bir darbe indirmek istedi. Fakat Medine, Bağdat ve Şam valileri karşı koymaktan aciz kaldılar. Nihayet Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan onlara karşı mücadele etmesini istedi. Mehmet Ali önceleri biraz tereddüde düştü. Lâkin, Fransa'nın ajanı olduğundan (Mısır'da yaptığı ihtilalde ve hükümeti ele geçirmesinde, bunun halife tarafından tanınmasında Fransa ona yardım etmişti) onun muvafakati ve teşviki üzerine Sultanın emrini kabul etti. 1811 de oğlu Tosun'u Vahhabîlere karşı gönderdi. Mısır ordusuyla Vahhabîler arasında bir çok çarpışmalar oldu. Nihayet 1812 de Mısır ordusu Medine'yi fethetti. Sonra 1816 Ağustosunda oğlu İbrahim’i Kahire'den gönderdi. O, Vahhabîleri iyice ezdi. Hatta başkentleri Diriyye'ye kadar çekildiler. Orada 1818 Nisanından itibaren bir yaz boyunca onları muhasara etti. 9 Eylül 1818 de Vahhabîler teslim oldular. İbrahim'in askerleri Diriyye'yi yerle bir etti. Öyle söylenir ki; adeta izi kalmasın diye onu sabanla sürdü. Böylece "İngiltere'nin" girişimi sona erdi.

 

 

Fransa’nın İslâm Devleti’ni Vurma Girişimi

 

Arkasından Fransa, ajanı Mısır Valisi Mehmet Ali vasıtasıyla Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmak istedi. Ona açıkça siyasî ve devletler arası yardımda bulundu. Mehmet Ali, halifeden ayrıldı ve ona karşı harp ilan etti. 1831 de Şam'a yürüyerek Filistin, Suriye, Lübnan'ı aldı. Anadolu içerilerine kadar ilerledi. Hemen halife ona karşı kuvvetli bir ordu gönderdi. İngiltere, Rusya ve Alman devletlerinden ikisi Mehmet Ali'nin aleyhine döndüler. 1840 da İngiltere, Rusya ve Alman devletlerinden ikisiyle "Dörtlü ittifakı" yaptı. Bu anlaşmaya göre bu devletler Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyacaklar, gerekirse silahla Mehmet Ali'yi Suriye'den çekilmeye mecbur edeceklerdi. Bu tutum devletler arası durumu Osmanlı halifesinin lehine çevirmişti. Bu durum Mehmet Ali’ye karşı yapılan harbe, ilaveten halifeye yardım etti. O da Suriye, Filistin, Lübnan'dan çekilmeye mecbur oldu. Mısır'a dönerek halifeye tabi bir vali olmayı kabul etti.

Gönderi tarihi:

MİLLİYETÇİLİK YAYGARALARININ

VE BAĞIMSIZLIK EĞİLİMLERİNİN UYANDIRILMASI

 

Avrupa devletlerinin, özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın İslâm Hilâfetini ortadan kaldırmak için giriştikleri gayretler böylece devam etti. Lâkin; Osmanlı Devleti’ni arkadan vurmak için tertipledikleri düzenli ordular, harpler ve muharebelerle yaptıkları teşebbüsler başarısız kaldı. Bunun sebebi, Halifenin kuvvetinden ziyade "devletler arası durum" ve "ganimetleri taksim etmede ki ihtilaftı."

 

Fakat bu devletlerin Avrupa'da; Sırbistan, Macaristan, Bulgaristan ve Yunanistan'da vs. yerlerde giriştikleri hareketler "milliyetçilik" ve "istiklal" gibi unsurlar vasıtasıyla netice verdi. Bunun için Avrupa devletleri halifenin hükümranlığı ve İslâm bayrağı altında bulunan bütün memleketlerde bu metodu benimsediler. Yani "milliyetçilik duygularını" ve "istiklal" diye isimlendirilen "ayrılış" hareketlerini körüklediler. Hususi bir şekilde bu ruh (Türk'lere ve Arap'lara da) aşılandı. İngiliz ve Fransız elçilikleri İstanbul'da ve mühim İslâmi memleketlerde istiklal (bağımsızlık) duygularını, milliyetçiliği körüklemeye başladılar. Bağdat, Şam, Beyrut, Cidde, Kahire gibi yerlerde bu hareketler açıktan açığa icra ediliyordu. Bunun için başlıca iki merkez seçildi. Devleti merkezinde baltalamak için "İstanbul'a" bağlı vilayetlerde ve bilhassa Arapça konuşan Müslümanların bulunduğu memleketlerde başarısızlığa uğratmak için de "Beyrut'u" seçtiler.

Gönderi tarihi:

Hilâfet’e Karşı Çalışmada Beyrut Merkezinin Rolü

 

Beyrut'taki merkez için İslâm’ı ve İslâm Devleti’ni Baltalamak için bir küfür merkezi olması itibariyle "uzak neticeler" elde etmek ve "uzun vadeli çalışmalar" yapmak için bir plan hazırlanmış; İstanbul'daki merkez için ise "acil gayeler" ve "semereli sonuçlar" elde etmek maksadıyla ayrı bir program hazırlanmıştı. Bunun için Beyrut'taki merkez binlerce Müslüman'ı kafir yaptı. İslâmi ilişkileri küfür hükümleriyle hareket eden ilişkiler yaptı. Böylece bu merkez öldürücü bir zehir oldu. İslâm Devleti Birinci Dünya Savaşına girince bunun acı neticesi görüldü.

 

Batılı kafirler, İbrahim Paşa'nın Şam vilayetinden çekilmesiyle siyasi hareketlere giriştiler. 1842 de "Amerikan Misyoner Heyetinin" murakabesiyle çıkacak bir ilmî heyet teşkil etmek için bir encümen kuruldu. Beş senelik çalışmadan sonra "İlimler ve Fenler Cemiyetini" kurdular (1847). Cemiyetin denetimini birer "İngiliz ajanı" olan Hıristiyan "Butrus el Büstanî" ile "Nasıfel Yazıcı" üzerlerine aldılar. Bunlardan başka İngiliz Albayı Churchill, Amerikan Eyli Smith, Kornilyos Von Dyke'te bu cemiyeti idare ediyorlardı. Başlangıçta cemiyetin gayesi kapalı tutuluyordu. Fakat ilmî bir maske altında büyüklere ve küçüklere mekteplerde "batı kültürünü" ve "batı fikirlerini" aşılamaya çalışıyorlardı. Cemiyetin üyelerinin bunca gayretlerine karşılık iki sene zarfında Şam vilayetinden 50 kadar Hıristiyan'dan başka hiç bir kimse bu cemiyete bağlanmadı. Yeni üyelerin hepsi Hıristiyan'dı ve çoğu Beyrut halkındandı. Dürzîlerden ve Müslümanlardan katiyen hiç bir kimseyi kazanamadılar.

 

1850 senesinde Cizvitler tarafından "Şark Cemiyeti" adıyla Fransız papazı Henri Dô Bronair'in başkanlığında ikinci bir cemiyet kuruldu. Bunun üyelerinin hepsi de Hıristiyandılar.

 

Arkasından 1857 de yeni bir karaktere sahip olan diğer bir cemiyet kuruldu. Bu cemiyetin kurucuları Araplardı ve bu cemiyete Araplardan başka hiç bir kimsenin alınmamasına dikkat edilmişti. Böylece bazı Müslümanlar ve Dürzîler bu cemiyete Arap olmaları itibariyle üye alınmışlardı. Cemiyetin üyesi 150 kadardı. Aralarında Araplar arasında sivrilmiş kimseler vardı: Dürzîlerden Hz.Muhammed Arslan Müslümanlardan Hüseyin Bayham, Hıristiyanlardan İbrahim Yazıcı ve Butrus el-Büstani'nin oğlu. Cemiyetin gayesini besleyen, bu uğurda daimî olarak çalışan bu son ikisiydi. Bu başarı kafirleri hile ve gizli yollarla değil; doğrudan doğruya ilim yolunu da takip etmeksizin açıktan açığa milliyetçilik ve istiklal hareketlerini körüklemeye teşvik etti.

 

1875 senesinde Beyrut'ta "Gizli Cemiyet" kuruldu. Bunun kurucuları Beyrut Protestan Fakültesi'nde tahsil yapan 5 Hıristiyan genç idi. Yanlarına bazı kimseleri de celb etmişlerdi. Bu cemiyet siyasi bir fikir üzerine kurularak siyasi bir parti halini aldı. Ve Arap milliyetçiliği üzerine kuruldu. Bu İslâm memleketlerinde "Arap milliyetçiliği" esasına dayanan ilk "siyasi parti" idi. "Araplığa", "milliyetçiliğe" çağırıyordu. Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanlığa davet etmeye ona Türk Devleti demeye, "dini devlet işlerinden ayırmaya"; Arap milliyetçiliğini esas almaya ve Müslümanlar arasındaki dostluğu İslâm akidesinden ayırıp yalnız Arap milliyetçiliğine göre ayarlamak için çalışmaya başladı. Bu cemiyet gizli neşriyatta bulunuyor, neşriyatında ve ifadelerinde Türkiye'yi itham ediyor, Cemiyeti yönetenler İslâmiyet'e karşı kin besliyorlardı. Halifeliği Araplardan gasbettiklerini, İslâm dinine tecavüzde bulunduklarını ve dini bozduklarını söylüyorlardı. Böylece ırkçılık ve milliyetçilik hareketleri yayılmaya başladı. İşte Avrupa devletlerinin "Beyrut merkezinden" elde ettikleri neticeler "ajanlar ve casuslar" yetiştirip fikirlerde ve ruhlarda tahrifat yapmaktı. "Fikrî tesiri" korkunç olmakla beraber "siyasî bakımdan" zayıftı.

Gönderi tarihi:

Hilâfet’i Vurma Çalışmalarında İstanbul Merkezinin Rolü

 

Beyrut merkezi böyle idi. İstanbul merkezine gelince: Kafir batılılar, Osmanlı Devleti’ni; yönetim adamlarının vasıtasıyla merkezden çökertmek için burada bir çok işlere giriştiler. Bunların en korkunçları ve en mühimi "Jön Türkler" veya "İttihat ve Terakki" cemiyetleriydi. Jön Türkler önce Paris'te teşekkül etti. Kurucuları Fransız kültürüyle yoğrulmuş ve Fransız devrimini iyice tanımış Türk gençleriydi. Gizli bir ihtilalci cemiyet halinde kuruldu. Başkanlığına "Ahmet Rıza Bey" getirildi. Halk arasında barınmak ve Batı fikirlerini Türkiye'ye getirmek istiyorlardı. Bu cemiyetin Berlin, Selanik ve İstanbul'da ayrı şubeleri açıldı.

 

Paris merkezi muntazam bir şekilde tanzim edilmiş; programı müfrit, propaganda vasıtaları kuvvetliydi "Ah bar" adlı bir gazetesi vardı. Bu gazete Avrupa'dan postalar vasıtasıyla gizlice İstanbul'a gönderilip bazı Türkler tarafından gizlice dağıtılıyordu. Başka siyasi yayınlar da aynı şekilde içeri sokuluyordu.

 

Berlin şubesi ise; mutedillerden, eski hükümetin bakanlarından, siyasilerden ve bazı yüksek memurlardan, siyasi kabiliyeti olan kimselerden teşekkül etmişti. Bunlar "ıslahat" taraftarıydılar. Devletin işlerinin Almanya yönetiminde olduğu gibi düzenlenmesini, imparatorluğu oluşturan halklardan müşterek bir federasyon kurulmasını istiyorlardı.

 

Selanik şubesinin ekserisini orduda nüfuzu olan kültürlü subaylar teşkil ediyordu. Bunlar ihtilal için hazırlanıyorlardı. Onlara bazı alimler ve küçük subaylar da katıldı. Bunlar arasında, Cemiyet'in Hükümeti ele geçirdiğinde, başlangıçta Başvekil olan Talat'da vardı. Bu kadar kuvvetli olmalarına rağmen Paris merkezinin talimatına göre hareket ediyorlardı. Paris merkezi batı fikirlerine göre görüşlerini yöneltiyor ve bu yolda mücadele çabasını aşılıyordu.

 

Mason mahfelleri; bilhassa "İtalyan Büyük Mahfeli" Selanik'te bu cemiyetin faaliyetlerini kolaylaştırıyor ve edebî bakımdan ona yardım ediyordu. Mason localarında toplantılar yapılıyor. Casuslar bütün gayretlerine rağmen bunlara nüfuz edemiyorlardı. Bu locaların azalarının çoğu İttihat ve Terakki Cemiyeti'ndeydiler. Bu yardımlar ve destekler sayesinde cemiyetin mensuplarının sayıları ve kuvveti artıyordu. Ayrıca cemiyet mensupları mason usulleriyle İstanbul ve hatta sarayla irtibat kurmaya çalıştılar.

 

Bu cemiyetler (İttihat Terakki-Jön Türkler) toplantılar yaparak ihtilale hazırlanıyorlardı. 1908 senesine kadar bu böyle devam etti. Nihayet ihtilal ile yönetimi ele geçirdi, kuvveti açığa çıktı. Avrupa'da ona memnuniyetini izhar etti. 1908 sonbaharında, Parlamento açılmadan biraz önce cemiyet üyelerinin katılımıyla Selanik'te bir kongre akdedildi. Bu, kuvvetlerinin ilk "gövde gösterisi" idi. Bu sırada cemiyetin başkanı Paris merkezi başkanı ve Kurucusu Ahmet Rıza Beydi. Cemiyet üyelerine: Avrupa devletlerinin "bu milliyetçilik hareketine iyi niyetini", "memleketin durumundan memnun olduklarını" ve "partinin başarısından dolayı memnuniyet duyduklarını" iftiharla hitap etti.

 

Bu sırada, 1908 sonbaharında İngiltere, Gerald Luther'ı İstanbul'a yeni elçi tayin etti. Luther İstanbul'a gelince İttihat ve Terakki Cemaati tarafından bir kahraman gibi karşılandı. Hatta İttihat ve Terakki'nin adamları; arabasının atlarını serbest bırakarak, arabayı çeken atların yerine geçtiler. Bunların hepsi İttihat ve Terakki'nin emir ve tertibiyle idi. Cemiyetin mensuplarının Batı fikirlerine hayranlıkları o dereceye vardı ki; benimsedikleri fikirlerin İslâm’la çelişkili olduğunu anlama bir yana, yönettikleri devletin vakıalarının dahi bu fikirlere uygun olmadığını anlayamadılar. Şaşkınlıkları, dar görüşlülükleri o dereceye vardı ki; cehaletleri Avrupalıların dahi dikkatini çekti. Hatta bu sırada İstanbul'daki diplomatlardan biri "ekseri birinci adımdan önce ikinci adımı attıklarını" söyledi. İttihat ve Terakkinin adamları, devleti çabucak "batı kanunları ve fikirleriyle doymuş" adamların eline verdi. Jön Türkler Cemiyeti'ne nihayet onlar hakim oldu.

 

Sonra bunlar, orduya hakim olanın bütün kuvveti elinde tuttuğunu anladılar. Nihayet yeni tayinleri parti siyasetine bağlamaya çalıştılar. Subaylar bir fen adamı veya cengaverden ziyade partici idi. Bütün Osmanlı Devleti tebaasına kanunun Türklere verdiği hakları ve vazifeleri tanıdılar.

 

Bu Cemiyet, devletin halihazırdaki ve gelecekteki durumuna hükmetmeye başladı. Bununla batılıların ellerinde, devlete darbe indirmek ve Hilâfet’i yıkmak için kullandıkları bir fikir akımı oluştu: Bu asırda; İslâm'ın değil Batı fikirlerinin, Batı hadaretinin iş gördüğünü; "Türkçülüğün" en mühim mesele olduğunu ve her şeyden önce ona göre hareket edilmesi gerektiğini; istikbalimizin ona bağlı olduğunu benimseyen, iktidar partisi ve destekleyicileri tarafından da temsil edilen bir fikir haline geldi. Bu parti "vatancılıkla" övünüyor ve ona ehemmiyet veriyor; "Türkiye'nin ve Türklerin diğer İslâm memleketlerinden ve milletlerinden üstün olduğunu" söylüyordu.

 

Diyebiliriz ki, Jön Türkler veya İttihat Terakkinin kurulması, batılıların İslâm’ı ve İslâm Devleti’ni yıkmak için giriştikleri en korkunç hareketti. Bunun semereleri acil oldu. Parti idareyi eline alıp devlete hakim olunca; devletin bünyesine yıkıcı baltalar indirilmeye ve devletin Müslüman tabakasını ayıran, geçilmesi imkansız hendekler kazılmaya başlandı. Zira "kavmiyetçilik" insanların arasını açan; harpler, buğzlar ve düşmanlıklar meydana getiren en tehlikeli bağdır. Devletin bütün tebaasının cemiyete alınmamasına rağmen; İttihat ve Terakkicilerin siyasetleri Osmanlı unsurları arasında milliyetçilik fikrini uyardı. Ardından hemen "Arnavutlar" İstanbul'da bir cemiyet kurdular. "Çerkezler" ve "Kürtler" onları takip etti. Bundan evvel "Rumların" ve "Ermenilerin" düzenli ve gizli cemiyetleri vardı. Bunlara kanunî bir veçhe verdiler.

 

Araplar da İstanbul'da; "Osmanlı Araplarının Kardeşliği" adlı cemiyeti kurdular. İstanbul'daki merkezinde bu ibareyi taşıyan levha asılıydı. Lakin İttihat ve Terakki Araplara karşı hususi sert bir tavır takındı. Bütün ırkçı cemiyetlerin gelişmesine müsaade ettiği halde; Arap cemiyetlerine karşı mukavemet başladı. Devlet adına Arap Cemiyetini lağvedip, merkezini kapattılar. Orduda ırkçılık ayrımı yapmaya başladılar. Arap subayları memleketlerinden çağırarak İstanbul'a getirdiler. Almanya'ya ihtisasa gidecek subaylar arasına katılmaya müsaade etmediler. İttihat ve Terakkiye mensup Arapları cemiyetin merkez komitesine almamayı kararlaştırdılar. Bu cemiyet Türk, Arnavut, Çerkez vs. farkı gözetmeksizin Osmanlı Devleti’nin bütün tebaasının ortak bir kurumuydu. Hizip, hükümeti ele geçirir geçirmez diktatörce hareket etti. Cemiyette Türklerin nüfuz sahibi olması; Arapları mühim mevkilere getirmemeleri ile bu cemiyet; bir "Türk cemiyeti" haline geldi. Hükümette de bunu birçok yeni tayinler takip etti. "Evkaf Nezareti" bir Arap'tan alınıp bir Türk'e verildi. Hariciye ve dahiliye bakanları Arap olana değil de özellikle Türklere veriliyordu. Arap memleketlerine kasten "Arapça bilmeyen Türk valiler" gönderiliyordu.

 

Bunu Türkçe'nin "resmi dil" olması takip etti. Hatta Arapça gramer dahi Türkçe kitaplar vasıtası ile öğretiliyordu. Arapça'ya karşı o derece olumsuz bir tavır takındılar ki; 1909 da Osmanlı Devleti’nin Washington büyük elçisi bir beyanname ile Amerika'daki Osmanlı tebaasının sefaret işlerinde Türkçe’den başka dil kullanamayacağını ilan etti. Halbuki bunlar yarım milyon olmalarına rağmen aralarında Türkçe bilen bir şahıs dahi yoktu.

 

Bu çeşit ırkçılık ordudaki Türkler ve Araplar arasında bariz bir şekilde yayılmıştı. İttihat ve Terakkiye mensup Türk subaylar bu hissi; muamelelerinde, terfilerde ve yüksek tayinler de gösteriyorlardı. Arap subaylar bu hareketlere hiddetlendiler. Fakat devlete bağlılıklarında en küçük bir şüpheye dahi düşmediler. Zira mesele Araplarla Türklerin birleşmesi meselesi değil; yalnız bir "İslâm ümmeti" ve "halifesi" meselesiydi ki; Allah, İstanbul'da bulunan halifeye isyanı Allah'a isyan, ona itaate da Allah'a itaatle bir yapmış; ona asi olmayı kendisine asi olmak saymıştı. "Zira müslüman müslüman'ın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu yalnız bırakmazdı." Bunun için Arap subaylardan ileri gelen bazıları bu durumdan müteessir oldular. 1909 senesinin sonlarında İttihat Terakki'nin söz sahiplerini bir toplantıya davet ettiler. Onlar da müspet cevap verdiler. İstanbul'da uzun bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya Araplarla Türkler arasındaki anlaşmazlıkları kesin olarak halledecek çareler arandı. Bu toplantı neredeyse; birliğin yenilip, ırkçılığın bırakılması ve "İslâm akîdesi" altında birleşmeyi gerçekleştiriyordu. Fakat Türkçülükleri İslâmî akîdelerinden daha kuvvetli olan "Ahmet Ağa Bey", "Yusuf Akçura Bey" ve diğer bazılarının da ırkçılığı bırakıp yalnız İslâm akîdesinin sadakatinin kabul edilmesi fikrine karşı Türkçülükleri ağır bastı. Toplantının başlangıcından daha kötü bir şekilde dağılmasına sebep olan; Türkleri övüp Araplara hakaret ifade eden kaba kelimeler sarf ettiler.

 

Cemiyet eski yolunda yürümeye devam etti. Tam manasıyla Türklerin eline geçince, programını tadil ederek onu tam manasıyla Türklere ait bir cemiyet haline getirdiler. Bu tadilatın kötü sonuçlarından biri de bütün Arapların, Arnavutların, Ermenilerin, İslâmî akîdeyi tek hakim kabul eden bazı Türklerin cemiyetten ayrılmalarına sebep oluşudur.

 

 

 

Arapçılık Cemiyetleri ve Partilerinin Kuruluşunda Avrupalı Elçiliklerin Rolü

 

Bunun akabinde Avrupa devletlerinin elçilikleri Araplarla alaka kurma, cemiyetler ve partiler kurma faaliyetini hazırladılar. "Adem-i Merkeziyet" cemiyetini kurdular. Bunun merkezini "Kahire"; Başkanını da Refık el-Azm'ı seçtiler. "Reform Cemiyeti" de kuruldu. Bunun merkezi "Beyrut'tu". Bundan başka "Edebiyatçılar Cemiyeti" ve buna benzer cemiyetler kuruldu. İngilizler, Fransızlar ırkçılık duygularını taşıyan Arapların saflarına sokuldular. Onlara memleketlerinin hazinelerini açtılar. 18 Haziran 1913 senesinde Arap gençliği Fransa'nın yardımıyla Paris'te bir kongre yaptı. Bu Arap milliyetçilerinin Osmanlı Devleti’ne karşı İngiltere ve Fransa tarafına geçtiklerinin ilk ilanıydı.

 

İttihat ve Terakkiciler bunu hisseder etmez; "Türk Ocağı" cemiyetini yani "Türk Ailesini" kurdular. Bunun gayesi İslâm’ı mahvedip, Osmanlı unsurlarını Türkleştirmekti. Bundan sonra din aleyhinde gazeteler ve kitaplar yayınlamayı teşvik etmeye başladılar. Bunlardan biri meşhur Türk yazarı Celal Nuri Bey'in "Geleceğin Tarihi" adlı eseridir. Bu kitabında da şöyle diyordu:

 

"Maslahat, İstanbul Hükümeti'nin Suriyeli'leri vatanlarını terke mecbur etmesini, Arap memleketlerinin; bilhassa Yemen'le Irak'ın Türkçe'yi neşretmek ve bir din lügati haline getirmek için Türk müstemlekesi haline getirilmesini icab ettiriyor. Varlığımızı korumak için mutlaka bütün Arap memleketlerini Türk memleketi haline getirmek gerektiriyor. Zira yeni Arap gençliği milliyetini hissetmeye başladı. Şimdiden bu büyük tehlike için ihtiyat tedbiri almalıyız."

 

Irkçılık ve vatancılık nefislerde bu derece tahribat yapmıştı. "Bağlılık İslâmiyet'ten ırkçılığa ve vatancılığa dönüşmüştü." Bu hal İslâm’ın ırkçılığa ve vatancılığa dokunan bütün kısımlarına karşı mücadeleye sebep oldu. Devlet otoritesini elinde bulunduranların etrafındaki adamların ölçüsü İslâm değil, ırkçılık ve vatancılıktı. Hatta Araplardan ve Türklerden bir sınıf meydana getirmeye davet etmekteydiler. Cemal Paşa Suriye'de iken Arap gençlerinin Fransa lehine devlete ihanet ettiklerini; Fransa ve İngiltere'nin direktifîyle hareket ettiklerini; Şam Fransız Konsolosluğunda ele geçirilen vesikalarla ispat etti. Bunlar hissedilince devlet, tebaası arasında birliği sağlamak için Arapların gönlünü almak istedi. Arap liderlerini Şam'da bir yemek toplantısına çağırdı. Bu toplantıda onları birliğe davet ederek şöyle hitap etti: (Bu hutbenin bir yerinde şöyle diyordu)

 

"İstanbul'da ve diğer Türklerle meskun yerlerde müşahede ettiğiniz gibi Türk camiasının hareketleri Arapların menfaatleriyle çatışmaz. Biliyorsunuz ki, Osmanlı Devleti’nde Bulgar, Ermeni ve Yunan hareketleri olmuştur. Şimdi ise bir Arap hareketi başladı. Türkler hangi milletten olduklarını söyleyemeyecek kadar kendilerini unuttular. Vatanî ve millî ruh tam bir uykuya daldı. 0 kadar ki Türk milletinin en sonunda yok olmasından korkuldu. Gelen bu büyük tehlikeye mani olmak için Jön Türkler teşkilatı takdirle karşılanacak bir uyanıklık gösterdi. Türklere vatanseverlik ruhunu aşılamak için silaha sarıldılar." Sonra; "Size garanti veriyorum ki, hiç bir zaman Arapların ve Türklerin gayeleri birbiriyle çelişmez. Türkler ve Araplar vatanlarına ait meselelerde birbirlerinin kardeşidirler." dedi. Sözüne şöyle devam etti: "Hulasa Jön Türklerin (İttihat ve Terakki’nin) en büyük gayesi Türk milletini bütün dünya milletlerinin takdir ve hürmetini kazanacak bir millet yapmak; 20. asır milletleriyle yan yana yaşaması için gereken hakları sağlamaktır."

 

Bu nutku ile Cemal Paşa Hilâfet sancağı altında Müslümanları toplamak istemiş; Arapların Türklerden yani Hilâfet’ten ayrılmalarına; İngiliz ve Fransızlardan bu uğurda yardım istemelerine mani olmak istemişti. "Cemal Paşa" ırkçı olmakla birlikte; İslâm'ın, işleri düzenlemeye yeterli olmadığına inanan kafirlerden ve mürted Müslümanlardan, İngiltere ve Fransa ile beraber, "Hilâfet’in aleyhinde" çalışan hainleri idam etmekte, hainlerin boynunu vurmakta elbette haklıydı. Bu kimseler kafirlerin emri ile Hilâfet aleyhine hareketlerde bulununca onun bu hareketi de haklıdır. Lakin Cemal Paşa ve mensubu bulunduğu İttihat-Terakkînin adamları milliyetçilik fikri taşıdıklarından hapsedilmeğe, tecziye edilmeğe daha layıktılar. Teskin etmek maksadıyla söylediği bu söz hatadan, milliyetçilik ayrılığının böyle sözlerle tedavi edilemeyeceğinden ileri geliyor. Kendinin fasit akîde de bulunduğunu; Devletin tebaasını birleştirmek için İslâm'ın yegane bağ olduğunu nazarıitibara almadığını ortaya koyuyordu. "Halbuki, Hilâfet ancak İslâmiyetle hakim olabilirdi." Ondan başka bir şey olamazdı. Söyleyeceği tek söz şu idi ve bundan başka bir şey söylememesi gerekirdi. Bu meseleyi kesip atan söz şudur: "Hepimizin bağlanacağı yer İslâm akîdesidir. Bundan başka hiç bir şeye bağlanamayız. İşlerimizin mihenk taşı budur." Halbuki bunun yerine Arapça konuşan Müslümanları teskin ederken; "Türklerin ve Arapların gayeleri birbiriyle çatışmaz." diyordu. "Türkler ve Araplar vatan uğrunda birbirlerinin kardeşleridir" ve "Bu partinin (Jön Türklerin) en büyük gayesi: Türk milletini, bütün dünya milletlerinin takdirini ve hürmetini kazanan bir millet yapacağız; 20. asır milletleriyle yan yana yaşaması için lazım gelen haklarını tespit edeceğiz." sözleriyle de, kafirler ile yan yana olmayı; İngilizleri, Fransızları, Yunanlıları ve İtalyanları kastediyordu.

Gönderi tarihi:

Kralx

 

Bu Konunun basligi Hilafetin Nasil Yikilmis oldugudur. Bu yuzden konunun disina cikmayalim. Ama Insa´Allah ben en yakin zamanda buna bir aciklik getirecem

 

Islamda Hosgorunun olup olmadigina dair.

Gönderi tarihi:
Kralx

 

Bu Konunun basligi Hilafetin Nasil Yikilmis oldugudur. Bu yuzden konunun disina cikmayalim. Ama Insa´Allah ben en yakin zamanda buna bir aciklik getirecem

 

Islamda Hosgorunun olup olmadigina dair.

15691[/snapback]

 

 

Umarım İslamda hoşgörü yok demyeceksindir. Bende farklı bir başlıkta yaz diyorum zaten. İllaki bu başlıkta yaz demedim..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Dikkat ederseniz söylemler çok sert. Herşeyi ölüm kalım savaşı gibi gösteriyorlar bu ne demek biliyormusunuz. Eğer istediğimizi elde edemezsek ALLAH YOLUNDA ÖLÜRÜZ diyorlar....

15818[/snapback]

 

Wallahi, Bizim mucadelemizi baskasi bu kadar guzel anlatamazdi

 

Bizim bu konumuz ÖLÜM-KALIM meselesidir. Biz Hilafetin olmayisina boyle bakiyor ve namlunun ucunda Cenneti goruyoruz. Ve diyoruzki;

 

Ya Sahadet Ya Hilafet!!

 

Yani Ya Hilafet Yada Sehidlik.. Baskasi bizi kurtarmaz!

 

Evlerinizde bir kac rekat namaz kilinipta cennette girilmiyor kardeslerim!!

Gönderi tarihi:
Dikkat ederseniz söylemler çok sert. Herşeyi ölüm kalım savaşı gibi gösteriyorlar bu ne demek biliyormusunuz. Eğer istediğimizi elde edemezsek ALLAH YOLUNDA ÖLÜRÜZ diyorlar....

15818[/snapback]

 

Wallahi, Bizim mucadelemizi baskasi bu kadar guzel anlatamazdi

 

Bizim bu konumuz ÖLÜM-KALIM meselesidir. Biz Hilafetin olmayisina boyle bakiyor ve namlunun ucunda Cenneti goruyoruz. Ve diyoruzki;

 

Ya Sahadet Ya Hilafet!!

 

Yani Ya Hilafet Yada Sehidlik.. Baskasi bizi kurtarmaz!

 

Evlerinizde bir kac rekat namaz kilinipta cennette girilmiyor kardeslerim!!

16071[/snapback]

 

:D

1-Sizin mücadeleniz arap cöllerinde Kutebe vahsetinin kanli kara topraklarinda arap cöllerinde akbabalara yem olurken,

 

2-Bizim mücadeleniz ise, Menemen operasyonunu Türkiye geneline yayip, cumhuriyet düsmanlarini, zorla da olsa, evcillestirmek olacaktir. :D

 

3- Bizim mücadelemiz, Atatürk´ün Karabekir´e dedigi gibi sonunda "hocalari toptan kaldirmak" olacaktir.

Gönderi tarihi:

3- Bizim mücadelemiz, Atatürk´ün Karabekir´e dedigi gibi sonunda "hocalari toptan kaldirmak" olacaktir.

 

Bak işte yukarıda yazılı emeli ancak rüyalarınızda görürsünüz ayrıca bu nasıl bir bağnaz düşüncedir hocaları ortadan kaldırmak da ne ola ...

Gönderi tarihi:
3- Bizim mücadelemiz, Atatürk´ün Karabekir´e dedigi gibi sonunda "hocalari toptan kaldirmak" olacaktir.

 

Bak işte yukarıda yazılı emeli ancak rüyalarınızda görürsünüz ayrıca bu nasıl bir bağnaz düşüncedir hocaları ortadan kaldırmak da ne ola ...

16078[/snapback]

 

Fethi bey, inönü ve Atatürk bu karari aldiginda, Karabekir zamana birakmak üzere engel olmaya calismisti.

 

Atatürk ise " tam zamani, simdi yapamazsak sonra hic olmaz" demisiti.

 

Ama olacak. sonra hic olmaz demis olsa da olacak.

Bundan hic süpheniz olmasin.

 

Adamin oglu arap cöllerinden gelip altindaki minderi ceksin, biz de oturup izleyelim ha :D Fazlasi da olacak. Siz yalniz sabiredin ve izleyin.

saygilar

Gönderi tarihi:
3- Bizim mücadelemiz, Atatürk´ün Karabekir´e dedigi gibi sonunda "hocalari toptan kaldirmak" olacaktir.

 

Bak işte yukarıda yazılı emeli ancak rüyalarınızda görürsünüz ayrıca bu nasıl bir bağnaz düşüncedir hocaları ortadan kaldırmak da ne ola ...

16078[/snapback]

 

Fethi bey, inönü ve Atatürk bu karari aldiginda, Karabekir zamana birakmak üzere engel olmaya calismisti.

 

Atatürk ise " tam zamani, simdi yapamazsak sonra hic olmaz" demisiti.

 

Ama olacak. sonra hic olmaz demis olsa da olacak.

Bundan hic süpheniz olmasin.

 

Adamin oglu arap cöllerinden gelip altindaki minderi ceksin, biz de oturup izleyelim ha :D Fazlasi da olacak. Siz yalniz sabiredin ve izleyin.

saygilar

16084[/snapback]

 

Eh o zaman ne diyiim sana iyi rüyalar :D

Gönderi tarihi:

Dünya ülkeleri artik tam bagimsiz degiller.

 

Her sey, ülkelerin biribiryle entgrasyonundan dogan sonuclarla gelisiyor.

 

Olaylar, yalniz bizim istemlerimiz disinda gelisiyor.???

 

Yani arkadasim, tayyip veya tayyip gibilerin meclisi doldurmalari artik cok sey ifade etmiyor.

Onlar kadrolar halinde getirilip götürülüyor.?

Bu aciklamayi cumhuriyet dönemi millet vekilerinden Emre Kocaoglu da aynen yapmistir.

secilmis birileri yok ankarada. secilmis görünenler var. Düzen, sistem önceden hazirlanmistir.

 

(burasi önmeli)

Hocalarin ükemizdeki varligi da, bu kadrolarin kararlarina baglidir, sandik basina giden isamcilarin cogulcu görünen koyun sayisina göre degil.

Dünyanin geldigi nokta bu.

 

Yalnizca biz istemiyoruz diye hocalar gitmez.?

Kimileri cok istiyor diye de hocalar ilelebet kalmaz.?

 

Dünyanin bu gün geldigi noktayi kimse hayal edemiyor daha.

 

Irak savasina, yalnizca ABD- Saddam-sömürü iliskileri gözüyle baktigimiz sürece gercegi göremeyecegiz.

saygilar.

Gönderi tarihi:

Bağımsız olmayan ülkeler nasıl birbirleriyle entegrasyon sağlarlar..?? Neden çelişkiler görünüyor her iletilerde..

Tayyip diye hafife aldığınız şahız bu gün, TC kanunlarıyla ve halkın oyuyla TC hükümetinin başbakanı olmuştur.. Siyasi kimliğim saklı kalmak kaydıyla, bu tarz söylemleri kınıyorum. Önce makama saygı duyacaksınız, sonra bütün ciddiyetiniz ve olgun kişiliğinizle fikirlerinizi yazacaksınız.. Sözüm size değil canuqur..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Bağımsız olmayan ülkeler nasıl birbirleriyle entegrasyon sağlarlar..?? Neden çelişkiler görünüyor her iletilerde..

Tayyip diye hafife aldığınız şahız bu gün, TC kanunlarıyla ve halkın oyuyla TC hükümetinin başbakanı olmuştur.. Siyasi kimliğim saklı kalmak kaydıyla, bu tarz söylemleri kınıyorum. Önce makama saygı duyacaksınız, sonra bütün ciddiyetiniz ve olgun kişiliğinizle fikirlerinizi yazacaksınız.. Sözüm size değil canuqur..

 

Saygılar..

16429[/snapback]

YAHU BENI GÜLDÜRMEKTEN KASIKLARIMA AGRI SOKTUNUZ :D:D:D

 

SIZ GERCEKTEN INT KAFEYE MI SAHIPTINIZ?

 

PEKI SIZ IKI YADA DAHA FAZLA PC YI MAKINALAR OLARAK BAGIMSIZ DURURKEN; ONLARIN BILGI ALISVERISLERINI BIRIBIRINE ENTEGRE EDEMIYOR MUSUNUZ :D

 

SIZIN DERDINIZ; TEK SORUNUNUZ BILGISIZLIK ARKADASIM

SIRF INANCINIZ GIDER KORKUSUYLA CAMBAZLIK YAPIP; HER KELIMEDE BIR SEYI UCUNDAN TUTUP BAAK KIL BULDUM DER GIBI GÖSTERIYORSUNUZ :D

 

ABDE ILE BORC ILISKINIZ; SÖMÜRÜ ILISKINIZ VAR POLDUGU SÜRECE ONLARLA ENTEGRE ICINDESINIZDIR: bIR COK ÜKE ILE DE EGER BECERIKLIYSENIZ; BILIM ALNINDA DA EKONOMIK ALANDA DA ENTEGRE ICINDESINIZ.

bIR COK DÜNYA ÜLKESI BÖYLE YASIYOR:

YA SIZ? :D

 

BAGIMSIZ OLMAMALARINI ÖYLE BIR ANLADINIZ KI SIRI BIR KURNAZ YARATIGA BENZETIRSEMM AYIP OLACAK; AMA DEMAGOJINIZE YATMIYORUM:

 

SORUYORUM; NEDEN BAGIMSIZ DEGILDIR ÜLKELER? BILDIGINIZ HALDE SUSACAGINIZA EMINIM :D

 

yani su yukaridaki yorumda, entegre ile bagimsizlik kavramini gercekten anlamadiysaniz, kuskularim artacak sizin üzerine, yok ama ben kiviriyorum derseniz, ben de gülerim.

 

yalniz bu forum yazilarinin; siz ne kadar yan cizsenizn de bir cok kisi tarafindan okundugunu unutmayin.

saygilare

Gönderi tarihi:
Bağımsız olmayan ülkeler nasıl birbirleriyle entegrasyon sağlarlar..?? Neden çelişkiler görünüyor her iletilerde..

Tayyip diye hafife aldığınız şahız bu gün, TC kanunlarıyla ve halkın oyuyla TC hükümetinin başbakanı olmuştur.. Siyasi kimliğim saklı kalmak kaydıyla, bu tarz söylemleri kınıyorum. Önce makama saygı duyacaksınız, sonra bütün ciddiyetiniz ve olgun kişiliğinizle fikirlerinizi yazacaksınız.. Sözüm size değil canuqur..

 

Saygılar..

16429[/snapback]

YAHU BENI GÜLDÜRMEKTEN KASIKLARIMA AGRI SOKTUNUZ :D:D:D

 

SIZ GERCEKTEN INT KAFEYE MI SAHIPTINIZ?

 

PEKI SIZ IKI YADA DAHA FAZLA PC YI MAKINALAR OLARAK BAGIMSIZ DURURKEN; ONLARIN BILGI ALISVERISLERINI BIRIBIRINE ENTEGRE EDEMIYOR MUSUNUZ :D

 

SIZIN DERDINIZ; TEK SORUNUNUZ BILGISIZLIK ARKADASIM

SIRF INANCINIZ GIDER KORKUSUYLA CAMBAZLIK YAPIP; HER KELIMEDE BIR SEYI UCUNDAN TUTUP BAAK KIL BULDUM DER GIBI GÖSTERIYORSUNUZ :D

 

ABDE ILE BORC ILISKINIZ; SÖMÜRÜ ILISKINIZ VAR POLDUGU SÜRECE ONLARLA ENTEGRE ICINDESINIZDIR: bIR COK ÜKE ILE DE EGER BECERIKLIYSENIZ; BILIM ALNINDA DA EKONOMIK ALANDA DA ENTEGRE ICINDESINIZ.

bIR COK DÜNYA ÜLKESI BÖYLE YASIYOR:

YA SIZ? :D

 

BAGIMSIZ OLMAMALARINI ÖYLE BIR ANLADINIZ KI SIRI BIR KURNAZ YARATIGA BENZETIRSEMM AYIP OLACAK; AMA DEMAGOJINIZE YATMIYORUM:

 

SORUYORUM; NEDEN BAGIMSIZ DEGILDIR ÜLKELER? BILDIGINIZ HALDE SUSACAGINIZA EMINIM :D

 

yani su yukaridaki yorumda, entegre ile bagimsizlik kavramini gercekten anlamadiysaniz, kuskularim artacak sizin üzerine, yok ama ben kiviriyorum derseniz, ben de gülerim.

 

yalniz bu forum yazilarinin; siz ne kadar yan cizsenizn de bir cok kisi tarafindan okundugunu unutmayin.

saygilare

16439[/snapback]

 

Gene aynı taktikle alaycı ve gülen bir tavırla işin içinden çıkıverdiniz. Bana pc öğretmeyin, ben bir pc ciyim. Ülkeler arasındaki entegrasyonu öyle anlatırsanız bende öyle anlarım. Sanırım anlatma güçlüğü çekiyorsunuz. Beni bilgisizlikle suçlamanız, sizin bildiklerinizi onaylamıyorum diye olabilir. Size her konuda bilgi verebilirim. Yalnız bilgi verecek yada bilgi aktaracak ortamı bozuyorsunuz, işin ironisine kaçıyorsunuz. Bende size sizin taktikle cevap yazıyorum. Başka yerlerde de tartıştık bilgi ve belgenin alasını yazdım, tavrınız gene buydu hiç değişmedi.. Ayrıca aldığım tebrik nesajları bu konuların okunduğunu gösteriyor..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:

ben bilgimi onaylatmayi sevmem.

 

cevirmeleri hemen yakalarim, cevaplardan nasil kacildigini hemen anlarim, 24 yillik egitimciligimde cok PC ciler gördüm ama entegre olaylarini sizin kadar karistirana pek rastamadim :D

 

 

sorum devam ediyor.

Demek ki haaaala, ülkelerin bagimsiz olmadiklari kavrami ile öte yandan entegre olduklari kavrami arasindaki bagi cözemediniz ve celiski olarak sanmaya devam mi ediyorsunuz.

 

ok, düsünün biraz daha.

saygilar

Gönderi tarihi:

Ya Allah aşkına onun neresini anlamıyacağız.. Konu başındaki anlatma tarzınızı okursanız çelkişkinizi göreceksiniz. Hiç bir ülke tam bağımsız değildir. Aralarında da elbette entegrasyon olmak zorundadır. Hatta savaş yaparlarken bile bazı durumlarda kendi aralarında ticaret yaparlar. Bu ne Allah aşkına.. Sanki karşımızda uluslararası ilişkiler profösörü varda akedemik konuşuyoda biz anlamıyoruz.. Konun tümüne hakim olunmalıdır. Bir yazıyı alıp kopyalamak ve o yazının üzerine tüm konuyu yıkmak olmaz..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Ya Allah aşkına onun neresini anlamıyacağız.. Konu başındaki anlatma tarzınızı okursanız çelkişkinizi göreceksiniz. Hiç bir ülke tam bağımsız değildir. Aralarında da elbette entegrasyon olmak zorundadır. Hatta savaş yaparlarken bile bazı durumlarda kendi aralarında ticaret yaparlar. Bu ne Allah aşkına.. Sanki karşımızda uluslararası ilişkiler profösörü varda akedemik konuşuyoda biz anlamıyoruz.. Konun tümüne hakim olunmalıdır. Bir yazıyı alıp kopyalamak ve o yazının üzerine tüm konuyu yıkmak olmaz..

 

Saygılar..

16449[/snapback]

 

teskürler, sorun cözüldü. hepsi bu kadardi.

peki sorun neydi, hiic,

saygilar

Gönderi tarihi:
Ya Allah aşkına onun neresini anlamıyacağız.. Konu başındaki anlatma tarzınızı okursanız çelkişkinizi göreceksiniz. Hiç bir ülke tam bağımsız değildir. Aralarında da elbette entegrasyon olmak zorundadır. Hatta savaş yaparlarken bile bazı durumlarda kendi aralarında ticaret yaparlar. Bu ne Allah aşkına.. Sanki karşımızda uluslararası ilişkiler profösörü varda akedemik konuşuyoda biz anlamıyoruz.. Konun tümüne hakim olunmalıdır. Bir yazıyı alıp kopyalamak ve o yazının üzerine tüm konuyu yıkmak olmaz..

 

Saygılar..

16449[/snapback]

 

teskürler, sorun cözüldü. hepsi bu kadardi.

peki sorun neydi, hiic,

saygilar

16450[/snapback]

 

Demekki sorun yokmuş. Demekki amaçta yokmuş. bunları öylesine yazmışsınız..

Siz gibi bir eğitimci tarafından eğitilmek ne güzel, aydınlandım, teşekkürler..

 

Saygılar..

Gönderi tarihi:
Ya Allah aşkına onun neresini anlamıyacağız.. Konu başındaki anlatma tarzınızı okursanız çelkişkinizi göreceksiniz. Hiç bir ülke tam bağımsız değildir. Aralarında da elbette entegrasyon olmak zorundadır. Hatta savaş yaparlarken bile bazı durumlarda kendi aralarında ticaret yaparlar. Bu ne Allah aşkına.. Sanki karşımızda uluslararası ilişkiler profösörü varda akedemik konuşuyoda biz anlamıyoruz.. Konun tümüne hakim olunmalıdır. Bir yazıyı alıp kopyalamak ve o yazının üzerine tüm konuyu yıkmak olmaz..

 

Saygılar..

16449[/snapback]

 

teskürler, sorun cözüldü. hepsi bu kadardi.

peki sorun neydi, hiic,

saygilar

16450[/snapback]

 

Demekki sorun yokmuş. Demekki amaçta yokmuş. bunları öylesine yazmışsınız..

Siz gibi bir eğitimci tarafından eğitilmek ne güzel, aydınlandım, teşekkürler..

 

Saygılar..

16452[/snapback]

 

 

SIZ GERCEKTEN CIDDI SORUNLARI OLAN BIRI MISINIZ GERCEKTEN.

 

BOS YERE ORTADA BIRSEY YOKKEN TARTISMA YARATIP; SONRA KIVIRIP, SONRA YENIDEN TARTISMAYA CAN ATAN BIR YAPIYA SHIPSINIZ KI ISINIZ ZOR.

 

BEN AZ ÖNCE HATANIZI ÖRTMEYE VE MAHCUP OLMAMANIZI SAGLAMAYA CALISTIM, KONUYU BITIRDIM, AMA SIZ ILLEDE HAYI BENIM DÜSÜNCE KAPASITEM BU KADAR, BEN PC DEN ANLAMIYORUM AMA INTERNT KAFEM VAR, GELIN BENI YINE AYNI KONUDA YINEV MAHCUP EDIN DIYE NEDEN ISRAR EDIYORSUNUZ ALLAAASKINA; CIDDEN SORUYORUM?

 

SORUNUNUZ NE? :D

TEKRAR CIDDI OLARAK SORUYORUM, SIZI RAHATSIZ EDEN BIGI SEVIYENIZ MI, INANCLARINIZ MI, YOKSA ISLERINIZ KÖTÜ GIDIYOR DA ONDAN MI AYNI KONUYU, SIZI AFFETTIGIM HALDE ACMAYA HEVES EDIYORSUNUZ :D

 

:clover: INANANILAMZ INSAN MANZARALARIMIZ VARMIS TA HABERIMIZ YOKMUS :D

Gönderi tarihi:

Bütün bildiğiniz konuları ortaya dökün. İstediğiniz konuda sizinle en sonuna kadar alaysız, şakasız gülmeden tartışacağım. Siz bildiğinizi sanıyorsunuz oysa bir çok yazınızda hep aynı yazıları görüyorum. Oradan orayamı aktarıyorsunuz. Bana pc dersi vermeyin. Tereciye tere satmayın. Benim hangi hatamı örttüğünüzüde yazın da, çamur kalmasın... Sonuç olarak Allahın varlığını anlayacak bir bilgiye ve akla sahibim. Tekamül saçmalığına da gülecek bir zekam var...

Saygılar...

Gönderi tarihi:
Ya Allah aşkına onun neresini anlamıyacağız.. Konu başındaki anlatma tarzınızı okursanız çelkişkinizi göreceksiniz. Hiç bir ülke tam bağımsız değildir. Aralarında da elbette entegrasyon olmak zorundadır. Hatta savaş yaparlarken bile bazı durumlarda kendi aralarında ticaret yaparlar. Bu ne Allah aşkına.. Sanki karşımızda uluslararası ilişkiler profösörü varda akedemik konuşuyoda biz anlamıyoruz.. Konun tümüne hakim olunmalıdır. Bir yazıyı alıp kopyalamak ve o yazının üzerine tüm konuyu yıkmak olmaz..

 

Saygılar..

16449[/snapback]

 

teskürler, sorun cözüldü. hepsi bu kadardi.

peki sorun neydi, hiic,

saygilar

16450[/snapback]

 

Demekki sorun yokmuş. Demekki amaçta yokmuş. bunları öylesine yazmışsınız..

Siz gibi bir eğitimci tarafından eğitilmek ne güzel, aydınlandım, teşekkürler..

 

Saygılar..

16452[/snapback]

 

 

SIZ GERCEKTEN CIDDI SORUNLARI OLAN BIRI MISINIZ GERCEKTEN.

 

BOS YERE ORTADA BIRSEY YOKKEN TARTISMA YARATIP; SONRA KIVIRIP, SONRA YENIDEN TARTISMAYA CAN ATAN BIR YAPIYA SHIPSINIZ KI ISINIZ ZOR.

 

BEN AZ ÖNCE HATANIZI ÖRTMEYE VE MAHCUP OLMAMANIZI SAGLAMAYA CALISTIM, KONUYU BITIRDIM, AMA SIZ ILLEDE HAYI BENIM DÜSÜNCE KAPASITEM BU KADAR, BEN PC DEN ANLAMIYORUM AMA INTERNT KAFEM VAR, GELIN BENI YINE AYNI KONUDA YINEV MAHCUP EDIN DIYE NEDEN ISRAR EDIYORSUNUZ ALLAAASKINA; CIDDEN SORUYORUM?

 

SORUNUNUZ NE? :D

TEKRAR CIDDI OLARAK SORUYORUM, SIZI RAHATSIZ EDEN BIGI SEVIYENIZ MI, INANCLARINIZ MI, YOKSA ISLERINIZ KÖTÜ GIDIYOR DA ONDAN MI AYNI KONUYU, SIZI AFFETTIGIM HALDE ACMAYA HEVES EDIYORSUNUZ :D

 

:clover: INANANILAMZ INSAN MANZARALARIMIZ VARMIS TA HABERIMIZ YOKMUS :D

16457[/snapback]

 

 

 

 

Hepimiz aynı gökkubbenin altında yaşıyoruz ama hepimiz aynı ufku görecek kadar keskin gözlere sahip olamıyoruz sanırım anlaşmazlık burda çıkayor sevgili canuğur

 

 

saygılar... :clover:

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.