Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Tanrı Sahnede

 

Onları materyalizmin devrim marşlarıyla tanımıştık.Cem Karaca tekbirlerle gömülmek istedi.Timur Selçuk, "Ben namazını kılan bir sosyalistim" dedi. Mahzar Alanson 'Yandım Yandım'ı Hz. HZ.hz.muhammed için yazdığını söyledi.Ne oluyor? Popçular mı dindarlaşıyor? Yoksa din mi popülerleşiyor?

 

Yıllar önce bir mizah dergisinde bir karikatür vardı: 'Ateizm konferansı'nda konuşacak hatip, kuliste diz çökmüş dua ediyor: "Tanrım, bağışla ne olur? Bir kere girmiş bulunduk bu yola..."

Türkiye'de adı Marksist sol çizgiyle özdeşleşmiş kimi müzisyenlerin çekmecelerinden kutsal kitaplar çıkması, akla bu karikatürü getiriyor.

Acaba ateist hareketlerin starları, devrim marşları söyledikleri dönemde de sahne almadan kuliste dua ediyorlar mıydı?

Yoksa 'beklenen devrim'in bir türlü gelmemesi mi onları uhrevi bir dünyanın kollarına çekti?

Geçici bir moda mı bu?

Yoksa ideolojinin boşluğunu inanç mı doldurdu?

 

Alkışlar ve tekbirler

Cem Karaca'nın ölümünün ardından Zaman gazetesinde Fetullah Gülen'in bir veda ilanı yayınlandı. Bu, 'Hocaefendi'nin daha önce bir şiirini seslendiren sanatçıya vefa örneği olarak yorumlandı.

Karaca, 'son fotoğraf'ında babasının mezarı başında dua ediyordu.

Kendisi de vasiyeti üzerine Abdülbaki Gölpınarlı'nın cenazesinin kaldırıldığı camiden, alkışlar yerine tekbirlerle uğurlandı ve başucunda dua ettiği babasının yanına gömüldü.

Bütün bunlar, onu 'devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halklar' için söylediği 1 Mayıs marşıyla anımsayan kimi hayranları için şaşırtıcı oldu.

Ne olmuştu da, 'devrimci Cem', alkıştan sıkılmış ve son yolculuğuna tekbirlerin eşlik etmesini istemişti?

Cem Karaca'nın soyağacını ve biyografisini inceleyenler bu soruya tekil yanıtlar bulabilirler. Ancak işin, onu aşan bir yanı var. Çünkü Karaca, cebinde tespih bulunan ilk 'solcu müzisyen' değil; son olmayacağı da kesin...

Ondan 5 yıl önce, yine meydanlarda işçi sınıfının 1 Mayıs marşını seslendirmesiyle tanıdığımız bir başka müzisyen Timur Selçuk, Nebil Özgentürk'e şöyle diyordu:

"Namazını kılan bir sosyalistim ben... Daha iyi bir yöntem gelirse bir dakika sosyalizmle kalmam, yeni yönteme geçerim. Ama esas gönül pınarım, kaynağım o başucu kitabımdır. Ondan (Kuran'dan) son nefesime kadar vazgeçmem. Başucu kitabımla sosyalist ahlâkın çok uyuştuğuna inanıyorum. Çünkü orada insandan, emekten yana bir şeyler var. Ama Marksist miyim? Hayır. Çünkü ben Allah'ı inkâr edemem. İşçi sınıfı diktatörlüğünü kabul edemem. Sosyalizmin altından çok sular aktı. İbadeti reddeden bir Marksizmi ben de reddediyorum."

Selçuk, eskiden beri bu görüşte olduğunu söylüyordu, ancak 1970'lerdeki dinleyicileri onun marşlarıyla coşup işçi sınıfı diktatörlüğü için sloganlar atarken, sahnedeki adamın konserden sonra namaza gittiğini bilmiyorlardı. O, bunun nedenini şöyle açıklıyordu:

"Bize 'İbadet, Allah'la kul arasındadır' diye öğretildi. Ayetlerde de 'İbadetini yüksek sesle yapma, bunları gösteriş için kullanma' dendi bize... Babamız da bunları söyledi. Ama ne zaman '90'lara geldik, ne zaman ki bir takım insanlar o eşsiz başucu kitabını oya tahvil etmek için bunun bezirganlığını yapmaya başladılar, 'Babacığım, kusura bakma, ben artık konuşuyorum' dedim: 'Ben de ibadetimi yapıyorum arkadaş, senden daha da dindarım. Çünkü oy istemiyorum insanlardan. Üstelik sosyalistim' Bitti."

İşte başka bir örnek...

Dönemin solcularından sayılmasa da dindar bir görüntü de arzetmeyen Mazhar Alanson, NTV'de Gani Müjde'nin programında, sevdalıların birbirlerine söyledikleri son 'hit'i Yandım Yardım için şöyle diyordu:

"Yandım Yandım'ı Hz. HZ.hz.muhammed için yazdım. Mekke'de, Kâbe'ye ilk gittiğim gün, o şarkının 'yandım yandım' sözü çıktı. Mekke'deki ikinci günümde ise '...ki ne yandım' kısmını ekledim. Daha sonra yazılan 'Bana yeniden şarkılar söyleten kadın' mısrası ise hayali bir sevgiliye ithaf edildi. Herkes bu şarkıyı bir kadın için yazdığımı sanıyor, ama öyle değil. Böyle garip bir adamdan bunu beklemezsiniz."

Sufi'nin yazarı Mazhar da "Sevdadan geçme faslında"ydı artık, "Mevla'yı bulma yollarında..."

 

Cat Stevens'tan Cohen'e

Bu, bize özgü bir akım değil...

Son 30 yılda Batı müzisyenleri arasında sıkça rastlanan bir durum...

En tanıdık örneği, Cat Stevens...

Uyuşturucuyla dibe vurduğu 27 yaşında Kuran'la tanışıp Müslümanlığı seçen ve Yusuf İslam adıyla kendini İslam'ın emrine veren pop yıldızı...

Bir başka örnek, "Acımız arttıkça daha çok Tanrı'ya ihtiyaç duyuyoruz" deyip maneviyat tahkimi için Hindistan yollarına düşen Beatles...

Ve 70'lerde girdiği derin buhranı atlatmak için Zen'e sığınan ve sonunda Guru'sunun peşine düşerek 5 yıl boyunca Güney Kaliforniya'daki bir dağda, yaşlı hocasının aşçısı olarak tapınağa kapanan Leonard Cohen...

Peki ne oluyor?

Popun starları mı dindarlaşıyor?

Yoksa din mi popülerleşiyor?

Papa'nın huzurunda ters dönerek break dansı yapan popçular mı ibadete yöneldi, yoksa çağın ihtiyaçları doğrultusunda donuk kilise korolarını birer rock ayini haline çeviren papazlar mı moderniteye boyun eğdi?

Paranın, şöhretin, içkinin, uyuşturucunun, seksin hükmettiği bir dünyanın hükümdarlarının secdeye gelmesini nasıl izah etmeli?

Mütemadiyen altında oldukları ışık, renk ve ses alemi, aydınlatmak yerine karartıyor mu dünyalarını...? Aradıkları ışığı maneviyatta mı buluyorlar?

Karşı karşıya oldukları yoğun fiziki baskı onları metafizik bir dünyaya mı itiyor?

İlişkilerin yüzeysel, geçici, çıkarcı, sahte olduğu bir dünya içinde, mistik olan cazibe mi kazanıyor?

Yoğun ilginin getirdiği bir anlam kaybı, anlam arayışını mı getiriyor beraberinde..?

Sahnede kazanılan yarı-Tanrısal konum, onları Tanrı'ya mı yaklaştırıyor?

 

Tanrı'nın dönüşü

Belki de bu soruların yanıtı, modernizmin din karşısındaki yenilgisinde saklı...

Tanrı'yla zıtlaşarak bayrağını açan modernite, dindarlığı hep köylülük alameti olarak gördü ve aşağıladı.

Buna karşın (ya da bu yüzden) dindarlar da modernliği ateistlikle eş gördüler ve direndiler.

Ancak bu özdeşleşme ilkin Batı'da çözüldü. Ağır kimlik krizlerinin ardından 'Tanrı'nın dönüşü'ne tanık olundu. Ateizmin karargahı Sovyetler'in duvarı yıkılırken kilise ayakta kaldı. Avrupa'da kiliseye gidenlerin sayısı azalsa da, dinin etkisi çoğaldı.

Zamanla aynı gelişme Türkiye'de gözlenir oldu. Daha önceleri 'Tanrıtanımaz' olmasalar da 'din-dışı' bir hayat süren modern kesimler, Ramazan'da iftar sofralarında buluşmaya başladılar. Modernizm vaatlerini tutamayıp yoruldukça, din, biçare yüreklere yeniden yerleşti.

Bu eğilimin öncüleri de 'toplumun sinir uçları' kabul edilen duyarlı sanatçılar oldu.

Maneviyata en sıkı sarılanlar, maddiyata en çok dokunanlar arasından çıktı. Sol bir maziden İslam'a evrilen İsmet Özel de bir şiirinde "Küfre yaklaştıkça inancım arttı" demiyor muydu?

 

Kaynak: Milliyet Gazetesi - 19 Şubat 2004

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.