Gönderi tarihi: 22 Mayıs , 2006 19 yıl Onu ne zaman tanıdım, hatırlamıyorum. Tanımakla iyi mi ettim, ondan da emin değilim. Aslında derdim başımdan aşkındı. Karımla aramız kötüydü, çok borcum vardı ve çalacak yer bulamıyordum. Adını anmak istemediğim bir namussuz, alkolik olduğumu yaymıştı piyasaya. İşin kötü tarafı, bir darbukacının alkolik olması bir kalp cerrahının alkolik olması kadar vahim bir şeydir. Darbuka ritm demektir çünkü. Ritm de şarkıların kalp atışıdır. Hiçbir assolist nabzını elleri titreyen birine teslim etmek istemez. Ama Allah sizi inandırsın, alkolik değilim ben. Tek kusurum şahane bir darbukacı olmak. Haliyle, çok düşmanım var. Mütevazı öyküm kaderin ters bir cilvesi sonucu Galata’da başlıyor. Çünkü o adamı Galata’nın izbe sokaklarında tanıdım. Sunday Udegbunam futbolcuydu. Nijerya’nın adını şimdi hayatta hatırlayamayacağım bir köyünde, bir Pazar günü doğmuştu. Sonra iç savaşın mahvettiği ülkesinden kaçıp Allah’ına yan bakan bir geminin ambarında İstanbul’a gelmişti. Geminin Boğaz’a girdiği anı unutamayacağını söylerdi hep. İki yanda yalılar, hayal gibi dalgalanan deniz, seher ışığıyla parlayan kubbeler... Aslında böyle geçmiş zaman cümleleriyle bahsetmemek lazım ondan. Allah korusun ölmüş gibi. Halbuki durumu fena değil şu anda. Deminki doktorun yalancısıyım. Hacıhüsrev’in toprak sahasındaki antremanlarına ara sıra giderim. İyi top oynar Udegbunam. Ayrıca dünyada başka takım kalmamış gibi, Shalke 04’ü tutar. Küçükken rüyasında kendisini Shalke formasıyla görmüş çünkü. Ona “bana bak karam” derim hep: “İstanbul’a niye geldiğini asla unutma. O mezbelede dört memleketlinle bareber idare edebildiğin kadar kalacaksın. Kendine iyi bakacaksın. Öteki Afrikalı çocuklarla her hafta antremanlarını yapacaksın. Her Pazar kilisene gidip duanı edeceksin. Sonra da şu futbol simsarlarından birinin gözüne batıp kapağı Almanya’ya atacaksın. Yaşın otuzu geçince de bizim enayi kulüplerden birine transfer olacaksın. O zaman cebinde tonla para olacak tabii. Yanlış anlama, çok şey istemem. Muhammed ağabeyini alıp yakışıklı bir Boğaz lokantasında rakı ısmarlarsın olur biter. İşte o zaman gülerek bugünleri anacağız seninle. Çünkü köyünden bunun için ayrıldın. Ablanın çeyiz parasını bunun için çaldın. Ananın hayır duasından bu yüzden mahrum kaldın. Gözünü seveyim dağıtma dikkatini.” İki yılda Türkçe’yi iyi kötü öğrenmiş olduğu için, dediklerimi anladığını sanırdım. Fakat ilk fırsatta gitti aşık oldu Udegbunam. Aslında haklıydı; çok güzeldi Nora. Simsiyah, günışığının üzerinden kayıp gittiği bir teni vardı. Kömür karası saçları insanı siyah ırkı yarattığı için Allah’a şükretmeye çağırırdı. Zeytin gözleri bebek gibi merakla bakardı hep. Bu gözler o Pazar sabahları kiliseye giderken kuzguni ışıklar saçardı. Zaten bizimkiyle de bu sabah ayinlerinden birinde tanışmışlar. Biz adamı maneviyatını korusun diye kiliseye yolluyoruz, o ne işler çeviriyor. Ben durumu Udegbunam’ın zırt pırt ortadan kaybolmaya başlamasından anladım. Kızı alıp filmlere, çay bahçelerine falan gidiyordu. Zar zor soktuğumuz bir otoparkta kazandığı parayı da böyle harcıyordu tabii. Yanlış anlaşılmasın; aslında aşk meşk işlerine bayılırım ben. Bir romantik film seyredeyim, anında gözüm dolar. Karımın bana hâlâ katlanmasının nedeni de böyle çocuksu yanlarım galiba. Hele tipimi görseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Bar fedaisi gibi iri bir cüssenin içinde pıt pıt atan hercai bir kalp... Ama dengi dengine çalmıyordu davul. Nora Nijerya’nın sayılı ailelerinden birinin kızıydı. Ailesinin Afrika’da epey bir malı mülkü vardı galiba. Buraya da Boğaziçi’nde okumaya gelmişti. Bitirdikten sonra eğitimine Avrupa’da falan devam edecekti. Şimdi onun yanında bizim çulsuz Sunday Udegbunam’ı düşünmek size de garip geldi değil mi? En azından arkadaşlarınada öyle gelmiş olacak ki kızı uyarmışlar. Beyoğlu’nda derme çatma bir müştemilatta kalan, evine torbacıların arasından geçerek giden birini Nora’ya yakıştıramamışlar. İşin kötüsü ben de yakıştıramıyorum, ne yalan söyleyeyim. Günün birinde kız ilişkiyi kesti. En iyisini yaptı bence; iç kıyıcı laflar etmeden, bıçak gibi kesti attı. Udegbunam çıldırdı tabii. Ne okulun kapısına dayanıp polislerden hakaret işittiği kaldı, ne de rakıya vurup gecesini gündüzünü şaştığı. Artık antremanlara da gitmiyordu. Halbuki bir hafta sonra bunların Afrika karması, Karagümrük ile futbolcu simsarlarının seyredeceği özel bir maç yapacaktı. Son iki gün yalvar yakar kaldırıp Hacıhüsrev’e gönderdik onu, gözü biraz açılır gibi oldu. Bu sefer de “Nora gelmezse maça çıkmam” diye tutturdu. Azarladım, tokatladım işe yaramadı. Bunun üzerine elimi yüzüme alıp kızı görmeye gittim. Aradım, taradım, okulunda buldum sonunda. Pek Türkçesi yoktu ama neticede anlaştık. Anlayınca da fidan gibi büktü boynunu, güzel başını sallayıp geleceğini söyledi. Maç günü hava çok sıcaktı. Mayıs başı olmasına rağmen gâvur ağzı gibi yanıyordu İstanbul. Bizimki fena oynamıyordu. Asıl mevkisi orta sahanın solu olmamasına rağmen elinden geleni yapıyordu. Habire kafasını çevirip boş tribünlere bakacağına kendisini oyuna verse daha da iyi oynardı aslında. Neyse ki ilk yarının ortalarında şahane bir şey oldu. Nora iki kız arkadaşıyla beraber tribünde göründü. Filmin akışı o andan itibaren hızlanıverdi. Udegbunam kızı trübünde görünce geriye gidip kaleciden topu aldı, rakipleri tek tek geçerek karşı kaleye koşmaya başladı. Herkes hayretler içinde bizimkinin çalımlarına bakıyordu. Tam ceza sahasına girecekken birden yavaşladı, sonra ekseni etrafında şöyle bir döndü ve ipi kesilmiş kuklalar gibi yığılıverdi yere. Bir süre kalkmayınca koştuk yanına; baktık yüzü mosmor. Nefes alamıyor. Hemen bir taksiye atıp Çapa’ya yetiştirdik. Kalbinin delik olduğu da orada ortaya çıktı. Şimdi yoğun bakımdan çıkmasını beklerken düşünüyorum da, bu adam kalbinin hasta olduğunu biliyordu bence. Hayattaki tek umudu olan futboldan kopmamak için bunu kimseye söyleyemedi tabii ki. Kâğıdım bittiği için mevzuyu artık bağlamam gerekiyor. Ayrıca hemen gidip bir kadeh içmezsem galiba elimin titremesi geçmeyecek. Ama Nora’yı görmenizi isterim. Gecenin bu saatinde hastane koridorunun karşı tarafındaki iskemlede oturuyor. Ağlamaktan şişmiş gözleri ve dağınık saçıyla öyle güzel görünüyor ki... Kollarımı göğe açıp “seni gidi aşk meleği” demek geliyor içimden: “Seni gidi aşk... Sen nelere kadirsin!”
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.