Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Üç Dil

 

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin

En azından üç dil

Birisi ana dilin

Elin ayağın kadar senin

Ana sütü gibi tatlı

Ana sütü gibi bedava

Nenniler, masallar, küfürler de caba

Ötekiler yedi kat yabancı

Her kelime arslan ağzında

Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla

Kök sökercesine söküp çıkartacaksın

Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek

Her kelimede bir kat daha artacaksın

 

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Canımın içi demesini

Kırmızı gülün alı var demesini

Nerden ince ise ordan kopsun demesini

Atın ölümü arpadan olsun demesini

Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini

İnsanın insanı sömürmesi

Rezilliğin dik alası demesini

Ne demesi be

Gümbür gümbür gümbür demesini becereceksin

 

En azından üç dil bileceksin

En azından üç dilde

Ana avrat dümdüz gideceksin

En azından üç dil

Çünkü sen ne tarih ne coğrafya

Ne şu ne busun

Oğlum Mernus

Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.

Şair : Bedri Rahmi Eyuboğlu

Gönderi tarihi:

Arkadaş Dökümü

 

evvela dişlerimiz döküldü

sonra saçlarımız

arkasından birer birer arkadaşlarımız

şu canım dünyanın orta yerinde

yalnız başına yapayalnız

kırılmış kolumuz, kanadımız

tatlı canımızdan usanmışız

 

bir şüphedir sarmış yüreğimizi

ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi

bir şüphedir demir atmış ciğerimize

pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi

düğüm üstüne düğüm şöyle dursun

bir çalım bir kurum hepimizde

nereden inceyse oradan kopsun

 

bu canım dünyanın orta yerinde

hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize

yalan mı? gözünü sevdiğim karıncalar

işte: hamsiler sürü sürü

arılar bölük bölük geçer

leylekler tabur tabur

 

ya bizler? eşrefi mahlukat!..

boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz

 

bizler bölük bölük, bizler tabur tabur

bizler sürü sepet

yalnız birbirimizi öldürmüşüz.

Şair : Bedri Rahmi Eyuboğlu

Gönderi tarihi:

Hüzün Geldi

 

Türküler bitti

Halaylar durdu

Horonlar durdu

Al damar, mor damar, şah damar sustu

Bahçeler put kesildi birer birer

Meyveler salkım saçak taş.

Bir bulut uçardı

Başı boş bedava

Yandı kül oldu.

Hüzün geldi baş köşeye kuruldu

Yoruldu yüreğim yoruldu.

Ağaç büyür arkasında koşamam

Kervan yürür peşi sıra düşemem

Yıldız akar uçsam da yetişemem.

Hüzün geldi baş köşeye kuruldu

Yoruldu yüreğim yoruldu.

Şair : Bedri Rahmi Eyuboğlu

Gönderi tarihi:

Sitem

 

Önde zeytin ağaçları arkasında yar

Sene 1946

Mevsim

Sonbahar

Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim

Dalları neyleyim

Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim

Yar yar... Seni karasaplı bıçak gibi sineme sapladılar

Değirmen misali döner başım

Sevda değil bu bir hışım

Gel gör beni darmadağın

Tel tel çözülüp kalmışım

Yar yar... Canımın çekirdeğinde diken

Gözümün bebeğinde sitem var

 

 

 

Kara Sevda

 

...ve nihayet gelip çattı

Bir dilimi zehir zıkkım

Bir dilimi candan tatlı.

Masallarla indi yere

Sebil oldu cümle hikayelere

kara kara kazanlarda kaynadı

Diyar diyar al kanlara boyandı

Türkülerde ateş alev yandı tutuştu

Gördes kiliminde nakış

Minyatür bahçelerinde suret kesildi.

Ve nihayet gelip çattı

Elveda belirsiz bedava sevince

Uçan kuşa eşe dosta elveda

Bütün haşmetiyle gelip çattı

Bir dilimi zehir zıkkım

Bir dilimi candan tatlı.

Şair : Bedri Rahmi Eyuboğlu

Gönderi tarihi:

İstanbul Destanı

 

İstanbul deyince aklıma martı gelir

Yarısı gümüş, yarısı köpük

Yarısı balık yarısı kuş

İstanbul deyince aklıma bir masal gelir

Bir varmış, bir yokmuş

 

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir

Anadolu'da toprak damlı bir evde

Gülcemal üstüne türküler söylenir

Süt akar cümle musluklarından

Direklerinde güller tomurcuklanır

Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum

Gülcemalle gider İstanbul'a

Gülcemalle gelir

 

İstanbul deyince aklıma

Bir sepet kınalı yapıncak gelir

Şehzadebaşı'nda akşam üstü

Sepetin üstünde üç tane mum

Bir kız yanaşır insafsızca dişi

Boyuna posuna kurban olduğum

Kalın dudaklarında yapıncağın balı

Tepeden tırnağa arzu dolu

Sam yeli söğüt dalı harmandalı

Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı

Şehzadebaşı'nda akşam üstü

Yine zevrak-i derunum

Kırılıp kenara düştü

İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir

Dokuzuncu Senfoniyle kolkola

Cezayir marşı gelir

Dört başı mamur bir gelin odası

Haraç mezat satılmakta

Bir gelinle güvey eksik yatakta

Köşede sedef kakmalı tombul bir ut

Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta

Sonra ellerinde şamdanlar nargileler

Paslı Acem kılıçları

Amerikan kovboyları

Eller yukarı

 

Ne kadar da beyaz elbiseleri

Amerikan deniz erleri

Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi

Sütten duru buluttan beyaz

Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin

Yakışmaz

Ama harbederken onlara

Bambaşka elbiseler giydirirler

Kan rengi, barut rengi, duman rengi

Kin tutar kir tutmaz

 

İstanbul deyince aklıma

Kocaman bir dalyan gelir

Kimi paslı bir örümcek ağı gibi

Gerinir Beykoz'da

Kimi Fenerbahçe'de yan gelir

Dalyanda kırk tane Orkinos

Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir

Orkinos dediğin balıkların şahı, Orkinos mavzerle gözünden vurulur

Denizin içinde ağaçlar devrilir

Kan çanağına döner dalyanın yüzü

Camgöbeği yeşili bulanır

Bir çırpıda kırk Orkinos

Reisin sevinçten dili dolanır

Bir martı gelir konar direğe

Atılan Kolyosu havada yutar

Bir başkasını beklemez gider

Balıkçı gülümser tatlı tatlı

Adı Marikadır bu martının der

Her zaman böyle gelir böyle gider

 

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir

Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır

Çalımından geçilmez altmışlık madamların

Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların

Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların

 

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir

Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır

Ama şu Kızkulesinin aklı olsa

Galata kulesine varır

Bir sürü çocukları olur

 

İstanbul deyince aklıma

Tophane'de küçücük bir sokak gelir

Her Allahın günü kahvelerine

Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir

Kimi dilenecek dilenmesine utanır

Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun

Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm

Çöpçü olmuştur bugüne bugün

Kiminin sırtında perişan bir küfe

Kiminin sırtında nakışlı semer

Şehrin cümbüşüne katılır gider

Kalın yağlı bir kolana koşulur

Piyano taşırlar omuz omuza

Kendinden ağır yükün altında adamlar

Balmumu gibi erir dururlar

Sonra kanter içinde soluk alırlar

Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin

Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin

Nazdan nazik çiniden bilezik eller

Derken

Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses

Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin

Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:

Gamı sadiyi felek

Böyle gelir böyle gider

 

İstanbul deyince aklıma

Stadyum gelir

Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi

Hepsinin dudağında İstiklal Marşı

Bulutlar atılır top top pare pare

Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm

Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız

İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm

 

İstanbul deyince aklıma

Stadyum gelir

Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık

Memleketimin insanlarına

Daha fazla sokulmak isterim yanlarına

Ben de bağırırım birlikte

Avazım çıktığı kadar

Göğsümü gere gere

Ver Lefter'e yaz deftere

Stadyum gelir

İstanbul deyince aklıma

Binlerce insanın aynı anda

Aynı şeyi duymasından doğan sevincin

Heybetini düşünürüm

Birbirine eklenir kafamda

Binler yüzbinler milyonlar

Sonra bir mısra havalanır ürkek

Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar

 

İstanbul deyince aklıma

Yahya Kemal gelirdi bir eyyam

Şimdi Orhan Veli gelir

Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli

Demindenberi senin tadın senin tuzun

Senin şiirin senin yüzün

Yaralı bir güvercin misali

Başımın üstünde dolanır durur

Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine

Neresine mi arayan bulur

Erbabı bilir

Deli eder insanı bu şehir deli

Kadehlerin çınlasın Orhan Veli

 

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir

Burgaz adasında kıyıda

Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne

Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür

İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler

Bütün İstanbul'u dolaşırlar elele başbaşa

Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta

Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli

Ziba mahallesinde gece yarısı

Sabaha Galata'dan geçer yolları

Maytaba alacakları tutar kahvede

Zararsız bir deliyi

Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun

Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin

Sonra oturup sessizce ağlarlar

 

İstanbul deyince aklıma

Sait Faik gelir

Taşında toprağında suyunda

Fakirin fukaranın yanıbaşında

Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir

Kıldan ince kılıçtan keskin

Hep iyiden güzelden yana

Hep kimsesizlerin

 

İstanbul deyince aklıma

Sait'in son yılları gelir

Hey Allahım en güzel çağında Sait'e

Dört beş yıl ömrün kaldı denir

Sait Sait olur da nasıl dayanır

Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine

İhtiyar balıkçı pis pis düşünür

Bir zehir yeşilidir açılır

Bir yeşil ki ciğerine işler adamın

Bir yeşil ki kasıp kavurur

Küçük mavi çocuk

İhtiyar balıkçı

Ve dilimize bulaşan zehir yeşili

İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri

Dilimiz yaşadıkça yaşasın Sait'in şiiri

 

İstanbul deyince aklıma

Sabiyem gelir

Sabiyem boynundan büyük bir demetle

Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir

Bahar nereden gelirse velhasıl

Sabiyem oradan gelir

Ne delidir ne divane

Aslını ararsan çingenedir

Tepeden tırnağa güneştir

Topraktır

Anadır

Analar içinde bir tanedir

Biri sırtında biri memesinde biri karnında

Karnı her daim burnundadır

Canını mendil gibi takar dişine

Yürekten birşeyler katar işine

Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar

Alçakgönüllüdür Sabiyem

Hem masa satar, hem göbek atar

Ver bir çeyrek güzelim der

Neyse halin o çıksın falin

Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz

Sonra anlatır dün gece başına gelenleri

Görürüm üryamda bir sarı yılan

Cenabet ugraşır durur benimlen

Uyanır bakarım benim bebeler

Yatağın ucuna kaymış

Ayağımın parmaklarını emer

 

İstanbul deyince aklıma

Bir basma fabrikası gelir

Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun

Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta

Kanter içinde mahzun

Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun

Fabrikada pencereler tavana yakın

Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin

Dışarda ağaçlar dizi dizi

Duvarlar duvarlar uzun duvarlar

Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi

Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor

Dışarda dışarda dışarda

Mevsim gürül gürül akıp gidiyor

Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm

Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin

Kötü kötü düşünüyor

İpeğin akışına doyum olmaz

Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz

Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz

Bir top Amerikandan neler çıkmaz

Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır

Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi

Gülsüm'ün gözleri kamaşır

Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm

Bir top Amerikana hasret sizlere ömür

Gülsüm'lerin sürüsüne bereket

Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet

Gider Gülsüm gelir Gülsüm

Azrail ettiğin bulsun

 

İstanbul deyince aklıma

Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir

Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil

Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan

Yaz demez kış demez mutlaka gelir

Kirli yelkeninde yeni bir yama

Demirinin pası gelir dilime

Nabzımda duyarım motorunun hızını

Canımın içine sokasım gelir

İri kalçaları pullu denizkızını

 

İstanbul deyince aklıma

Takalar gelir

Alçakgönüllü kalender

Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer

İstanbul deyince aklıma

Koca Sinan gelir

On parmağı on ulu çınar gibi

Her yandan yükselir

Sonra gecekondular gelir ardısıra

İsli paslı yetim

Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim

Şair : Bedri Rahmi Eyuboğlu

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.