Gönderi tarihi: 10 Mayıs , 2006 19 yıl Turan Dursun Kitaplarındaki Tavrı: 1-Kitaplarında genellikle Türkçesi olan kaynaklardan alıntı yapmıştır. 2-İddia ettikleri şeyler kendi orijinal ürünü değil yıllardır Hıristiyan-Yahudi oryantalistlerin gündemde tutmaya çalıştıkları konulardır. Dursun sadece pazarlamacılık yapmıştır. Zaten bir alıntısında buna yer vererek “Leoni Caetani öyle diyor, araştırılması lazım” diyerek zekice okuyucunun aklını karıştırmak istemiş "ama doğru bir şey yaptığını sanıp, yanlış iş yapan" insanın yaptığını yaparak onlardan faydalandığının da açığını vermiştir. 3-Ayetin ayetle, ayetin hadisle, hadisin ayetle, hadisin hadisle açıklanacağını bilemeyecek kadar usul bilgisinden habersizdir. Haberi Vahid'le, Haberi mütevatir'in farkından habersizdir. 4-Kitaplardaki bir konuyla ilgili, pek çok rivayet arasından, yüzyıllardır âlimlerin (raviler açısından) seçip kabul ettiği doğru olanları değil, işine gelen rivayetleri okuyucuya doğru olarak sunmuştur. Bu da onun ne kadar objektif (!) olduğunu gösterir. 5-Hadislere uydurma rivayetler karıştırıldığını söylemiş ama kendisi o uydurma rivayetleri işine geldiği zaman istediği gibi kullanmıştır. 6-En basit olayları bile alaycı bir üslupla ifade ederek, doğru-yanlış güya kaynak ta göstererek bu konuda hiçbir bilgisi olmayan okuyucuyu istediği gibi yönlendirmeye çalışmıştır. 7-“Bozacının şahidi şıracı” sözünde olduğu gibi İlhan Arsel’le paslaşmakta birbirlerini kaynak göstermektedir. Bir fetva kitabındaki, “…Tavaif-i nisadan biri talak-ı bain ile zevcinden talik oldukta akil ve baliğ olmayan bir velede veyahut bir sabiye veyahut içi göçmüş bir pire nikah olsa, badehu ondan da talak-ı bain ile talik olsa, önceki zevci ile nikahı caiz olur mu?” Yaşlı erkek anlamına gelen “Pir” kelimesini “Pire” anlayacak kadar ilmi(!) salahiyeti olan kişiyi - Arsel'i -kavalye kabul ederek dans etmiştir. *Bir sabataist olduğu iddia edilen İ.Arsel, Vehbi Koç'un damadı, Semahat Arsel'in kocasıdır. Sabataistliği ile ilgili olarak bkz. www. orienternet.de /sabataylist.htm TURAN DURSUN'UN ARAPÇASI-ÇARPITMALARINDAN ÖRNEKLER T.Dursun şöyle diyor: —Daha öncelere dayanır. Klasik Arapça, Fusha Sahih Arapça deniliyor ki, asıl Arapça, bozulmamış Arapça. O bozulmamış Arapçayı çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Bugünkü Arapçayı da bilirim, ama o ölçüde değil. Arapçayı bilmemin önemi şurada, islam kaynakları o Arapçayla yazılıdır. Hem Kur'an, hem hadis tüm İslam kaynaklarında. Ayrıca benim uzmanlık alanım var. Örneğin, fıkıhçıyım ben, yani islam hukukçusuyum. Kelamcıyım, İslam kelamcısıyım. O da ayrı bir daldır. Hadis bilimcisiyim, yani bir hadis nasıl çürük olur, nasıl sağlam olur. Usulü hadisten bilinir, Usulü hadisçiyim. İslamın bu dallarını sadece meslek olarak da değil, özel çabalarımla da öğrenmeye çalışırım. Yani beni bu alanda, karşımda olanlar da yanımda olanlar da uzman olarak görürler. Ayrıca doğubilimciyim. Ben şimdi, kendimden sıkılıyorum anlatmaktan. Bu arada tüm dinlerin kutsal kitaplarını karşılaştırdım. Bir din etnologuyum." (Din Bu I/ 97) Sarfı, Nahvi, bedi-beyanı, tefsiri, hadisi, fıkhı, kelamı, mantıkı, sıhahı, usulü hadisi, usulü tefsiri, usulü fıkıhı, aruzu, İslam Tarihini,astronomiyi çok iyi bilen, aynı zamanda embriyoloji alanında uzman ve din etnologu olan mütevazı (?) yazarın bunları ne derece bildiğini makalelerinde göreceğiz. Askerde Türkçe okuma yazma öğrenmiş birisinin kitaplarında yaptığı dil hatalarına da hiç değinmeyeceğiz. Aşağıda ki bölüm Prof. Dr. Süleyman kitabından alınmıştır: 1.1-T.DURSUN, Hz, Peygamber'in, azl (doğumu önlemek için, boşalmadan önce ayrılma) ile ilgili bir sözünü aktarıyor: Ebu Said el Hudrî anlatıyor: —Peygamberle birlikte Benû Mustalık Gazası'na çıktık. Ve Arap tutsaklarından tutsaklar elde ettik. O sırada kadınlar iştahımızı çekti. Bekârlık çok güç gelmişti bize o günlerde. Ve azil yapmak istedik. İstiyorduk azil yapmayı Ancak, "Peygamber aramızdayken ona sormadan nasıl azil yapacağız?" dedik ve gidip peygambere sorduk. Peygamber de azl yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur. (Yapabilirsiniz de. Yapmayabilirsiniz de.) Ama bilin ki, kıyamet gününe değin meydana gelecek bir yavru, ne olursa olsun meydana gelir."(DİN BU I, 34) Bu metinde geçen "yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" cümlesi, “Mâ aleyküm ellâ te’falû"dur. Bunun Türkçe anlamı, "Yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur" değil, tam tersine "Yapmamanız için bir gerek yoktur, yapabilirsiniz" demektir. Yani hadiste, yazarın söylediğinin tersi söylenmektedir. Yapmamanızda bir sakınca yoktur değil, yapmanızda bir sakınca yoktur. Hattâ mâ nâfiye (olumsuz edatı) da olabilir ki o zaman "Neden yapmayacaksınız?" anlamını verir. 1.2-T.DURSUN “DİN BU II” 46 ncı sayfasında, Arapça metni şöyle çevirmiştir: Birçokları gibi lbn Hazm'ın da, sâbiîlerden, tapınaklarından, ibadetlerinden söz ederken yazdıkları şunlar da var: (lbn Hazm, el Fasl, 1/88) "Ancak onlar (Sâbiîler), 7 yıldıza ve 12 burca saygı göstermek gerektiğini söylerler ve bunların suretlerini (resimlerini, heykellerini) tapınaklarında yapıp bulundururlar. Bunların kadîm (öncesiz ve sonrasız) olduklarını da söylerler. Bunlara kurbanlıklarla ve darıyla yakınlaşmaya çabalarlar. Bir gündüz ve gece içinde, Müslümanların namazlarına benzer beş vakit namazları vardır. Ramazan ayında da oruç tutarlar. Namazlarında, Ka'be'ye, el Beytü'l-Haram'a dönerler (kıbleleri Kabe'dir). Mekke'ye ve Ka'be'ye saygı gösterirler. Ölü etini, kanı, domuz etini haram sayarlar. Müslümanlara haram sayılan kurbanları onlar da haram sayarlar. Hindistanlılar da Buda'ya (ya da putlara) yıldızlar adına tasvir (resim, heykel) ve saygı anlamında buna benzer bir yol izlerler. Arap toplumundaki putların kökenini de bu oluşturur.(l/88.) Burada sâbiîlerin, yıldız tanrılara "kurbanlıklarla ve darı ile yaklaşmağa çalıştıklarını ifade ediyor. Arapça metindeki “ed-Dehanü” kelimesini, darı diye çevirmiş ve sâbiîlerin, kurban yanında darı ile de tanrılara yaklaştıklarını söylemiş. Bildiğim kadarıyla tarihte hiçbir millet tanrı diye taptığına darı takdim etmemiştir. Çünkü darı, tanrıya takdim edilecek bir değerde görülmez. Aslında metinde geçen “ed-Dehanü” kelimesi darı değil, "duman, buhur, tütsü" demektir. Tanrılara kurban kesenler, buhur yakarak, güzel koku ve tütsü ile ibadetlerini mabudlarına takdim ederler. Dini törenlerde, mevlitlerde buhur yakmak, tütsü ile topluluğa güzel koku yaymak, hâlâ yapıla gelmektedir. Şimdi bu kadar basit şeyi dahi bilemeyen bir insanın, ana dilinden daha iyi Arapça bildiğini iddia etmesi uygun mudur? Bu iddia sahibinin, diğer metinlere yaptığı çevirilerin ne derece aslına uygun olduğunu okuyucu düşünmelidir. (Gerçek Din Bu 1, Süleyman ATEŞ,11-14) 1.3- Şu örnekte Dursun’un çarpıtmalarından bir örnektir ve S. Ateş’in kitabından alınmıştır. Turan Dursun, yine Hz. Muhammed'in, güya şehvetperestliğini kanıtlamak hevesiyle, Gazali’nin İhyasında yer alan bir rivayete tutunmaktadır: "O dönem Araplarında şehvet (erkeklik gücü), en başta gelen bir özellikti. Bunu, Gazâlî, İhyâ'u Ulûmi'd-dîn adlı kitabının Âdâbu'n-Nikâh bölümünde uzun uzun anlatır. Ve bir örnek verir: Ali’nin oğlu Hasan'ın, bir alışta "altı karı birden aldığını, sonra çok geçmeden bunları boşayıp yenilerini aldığını, bu torunu Muhammed'e anlatıldığında, Muhammed'in: 'O, yaratılışta da, huyda da bana benziyor' dediğini" söylüyor. Yazar, Gazali’nin ibaresini tahrif etmiş. Çünkü Peygamber’in devrinde, torunu Hasan'ın, dört kadın değil, bir kadın alması da mümkün değildi. Hasan, hicretin dördüncü yılında doğmuştu. Peygamber’in vefatı sırasında o, sadece altı yaşında idi. Altı yaşında bir çocuğun dört kadın alması, sonra tez zamanda bunları boşayıp yerine başkalarını alması, bunu duyan Peygamber’in de onu övmek için "O yaratılışta da, huyda da bana benziyor" demesi mümkün müdür? Turan Dursun'un, bu tahriften amacı, dört kadın alıp, tez zamanda bunları bir başka grup kadınla değiştirmiş olan torunu Hasan'ın bu davranışını Peygamber’in beğenmiş olduğunu, böylece Peygamberin şehvet düşkünlüğünü anlatmaktır. (Gerçek Din Bu I.s.31-32) 1.4-Dursun’un çarpıtmaları bir iki değil ki onlardan bir başkası da şudur: Ahzab suresindeki şu ayet inince: “Eşlerinden dilediği (nin nöbetini) geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. Boşadığın eşini de arzu ettiğin takdirde tekrar geri alabilirsin. Bunda senin üzerine bir günah yoktur…” (Ahzab/51) güya Hz. Aişe şöyle demiştir: "Mâ erâ (urâ) rabbeke illâ yüsâriu hevâke".(1) “Görüyorum ki, senin Allah'ın yanlızca senin şeyinin keyfini yerine getirmek için koşuyor.” Yukarıda ki Hz. Aişe'nin sözüne bu anlamı vererek, maksadını gerçekleştirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir yobaz görüntüsü vermektedir. T.Dursun’un çarpıtarak söylediği, Hz. Aişe'nin söylediği sözün doğru tercümesi şudur: “Kanaatim şudur ki, Rabbin senin arzu ve isteğini geciktirmeden hemen (ayeti indirmek suretiyle) yerine getirir.” 1.5-Turan’ın çarpıtmalarından bir örnek daha: "Peygamberin döneminde "gece baskınları" düzenlenirdi. Peygamberin emriyle "Öldür, öldür!" şiarları haykırılırdı. Sonra da yağmaya girişilirdi.” (Ebû Dâvûd, Cihâd/102, hadis 2638; ibn Mace, Cihâd/30, hadis 2840). Filistin'de "Übnâ (sonraları 'Yübnâ')" denen bir yere Peygamber bir baskın düzenlemişti. Baskını yapacaklara da şu buyruğu veriyordu: - Sabahleyin Übnâ'ya (ansızın) baskın yap ve orayı yak! Ve "Übnâ" köyü yakılıyordu. İçindekilerle birlikte.” (Ebû Dâvûd, Cihad/91, hadis 2616, c. 3, s. 88, ayrıca s. 124'teki 2'nolu not: ibn Mace, Cihâd/31, hadis No: 2843, c. 2, s. 948). Düşmanın bulunduğu yerdeki ağaçlar, ürünler de yakılır, ya da kesilirdi. Peygamber Benû Nadir kabilesinin hurmalıklarını yaktırmıştı… Peki, işin doğrusu neymiş şimdi ona S. ATEŞ'in Kitabından onu öğrenelim: “Übnâ baskını, durup dururken yapılmış bir şey değildir. O bölge halkı Müslümanları sürekli rahatsız ediyordu. Peygamberin elçilerini öldürmüşlerdi. Onlara bir ders vermek gerekince Peygamber, Üsâme kumandasında bir ordu göndermek istedi. Üsâme Peygamber'in, kendisine şöyle emrettiğini söylemiştir: — Sabahleyin Übnâ'ya baskın yap, sonra yak!" (Ebû Dâvûd, Cihâd: 91; Ibn Mâcc, Cihâd: 31). Hadisin metninde olan sadece budur. Hadiste kastedilen, köylülerin evlerini ve ekinlerini yakmaktır. Ibn Mâcc'nin yaptığı açıklama böyledir (2/948, not: 2843). Turan Dursun, hadis metninde olmayan şu ilâveyi yapıyor: "Übnâ köyü yakılıyordu, köy halkıyla birlikte." Hâlbuki hadisle köy halkının yakıldığından söz edilmez ve Üsame'nin gidip köyün ekinlerini yaktığı da anlatılmaz.… Peygamber asla köy halkını yaktırmamıştır. Savaşın sonucuna katkısı yoksa ağaçlara, ekinlere dokunulmaz, ağaçlara, hayvanlara dokunmama hususunda Hz. Ebûbekir'in de emri vardır.Ayrıca Yahudi olan Nadîr oğullarının birkaç hurma ağacını kestirmesinden maksat onları korkutup kan dökülmeden teslim olmağa zorlamak idi. Gerçekten adamlar savaşsız olarak Peygamber'in şartlarını kabul edip, taşınır mallarını develere yükleyip gitmeğe razı olmuşlar ve bu toprak Müslümanların eline geçmiştir. Fakat Peygamber bütün hurmaları kestirmiş değildi. Sadece birkaç ağaç kestirdi. Bunu gören Nadîr oğulları, şartları teslim şartlarını kabul ettiler. (Gerçek Din Bu, 85-87) Acaba, ağaçların kesilmesindense, savaşa girip, hümanist geçinen Turan’a göre her iki taraftan ta yüzlerce kişinin ölmesi, kendisini daha mı mutlu ederdi bilinmez? Hz. zeyneb meselesİ 1-Cahş kızı Zeynep:36 yaşlarında dul. Zeyd b. Haris’le evliydi boşandılar. T.Dursun; şöyle diyor: “Zeyneb Bint Cahş, Muhammed'in oğulluğu Zeyd'in karısıdır. Zeyd'i Muhammed kendisine "oğul" edindiği için herkes ondan "Muhammed'in Oğlu (Zeyd İbn Muhammed)" diye söz eder. Muhammed bir gün, Zeyd'i görmek için onun evine gider. Zeyd'i bulamaz, Zeyd'in karısı Zeyneb'le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb'e. Bir kadına Muhammed'in ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan çıkması ve dolayısıyla Muhammed'in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle Zeyd durumu öğrenir öğrenmez Muhammed'e gidip konuşur: — Karımdan ayrılmak istiyorum. — Neden? Seni kuşkuya düşürecek bir şey mi yaptı? —Vallahi hayır. Beni kuşkuya düşürecek hiçbir şeyi olmadı. Onun iyilikten başka bir şeyini görmedim. —Öyleyse karını bırakma, Tanrı'dan kork! Muhammed "karını bırakma" derken, gerçekte sevdiği Zeyneb'in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın.” "Ey Muhammed! Allah'ın nimet verdiği ve seninde nimetlendirdiğin kimseye: 'Eşini bırakma, Allah'tan sakın!' diyor; Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun İnsanlardan çekiniyordun. Oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir." (Ahzâb, ayet: 37.) 1.1-T.Dursun burada “Muhammed'in içinde sakladığı şey, Zeyneb'e olan aşkıyla birlikte, Zeyd'in onu boşaması ve kendisinin almasına olanak sağlanmasını istemesiydi” diyerek işine gelen yorumu tercih etmiş, Okuyucuyu yanlış yönlendirmiştir. Burada “Muhammed'in içinde sakladığı şey” T. Dursun’un dediği gibi “evlenme isteği” değil, ayette hemen altta açıklandığı üzere “..Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun İnsanlardan çekiniyordun….. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda mü'minlere bir sorumluluk olmadığı bilinsindir". Hz. Peygamber’in endişesi halkın “Muhammed evlatlığının karısıyla evlendi” dedikodusuydu. Bu surenin başında geçen şu ayetlerde bu konuyu açıklar: “Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab/2-3) Büyük bilgin(!) T.Dursun, usulü tefsir ilminde “ayetler, ayetleri açıklar” konusu işlenirken herhalde gırgır geçiyordu. 1.2-2000’e Doğru dergisinde diyor ki: “Muhammed bir gün Zeyd'i aramak üzere evine gider, Zeyd'i bulamaz. Evde Zeyd'in güzel karısı Zeyneb vardır. O sırada içeride çamaşır yıkamaktadır. Yorgunluktan ve terden pembeleşmiş yüzü ve yarı çıplak haliyle son derece çekicidir.Peygamber Zeyneb'in güzelliği karşısında coşkuya kapılır ve şu sözleri söylemekten kendini alamayarak evden çıkar...... Zeyd eve gelince Zeyneb olayı anlatır. Zeyd içinde karısını yitireceği önsezisiyle Peygamber'e koşar: Zeyneb'i sevdinse hemen boşayım, sen al, der. Muhammed'in karşılığı: O nasıl söz, karım boşama! Ancak içten içe boşanmasını da ister.” Şu cümleler hiç bir kaynakta geçmez, senaryolaştırmadır :“Yorgunluktan ve terden pembeleşen yüzü ve yarı çıplak vücuduyla” diye adeta oradaymış gibi tanımladığı, Peygamberin düşüncelerini okuyup “Zeyneb'in güzelliği karşısında coşkuya kapılır” sözleriyle ifade ettiği, Zeyd için de “Zeyd içinde karısını yitireceği önsezisiyle” (karısını kaybedeceği endişesinde olan Zeyd’in gelip Peygambere “Sevdinse hemen boşayayım” cümleleriyle ifade ettiği T.Dursun’un yazdığı senaryo, İslam’ı bilmeyen kitleler için etkileyici oldu mu bilinmez ama işin aslı da şudur: 2.1-Hz Peygamber, Zeyd’i evlatlık olarak almış ama daha sonra, bir ayetle bu evlatlık kaldırılmıştır. 2.2-Hz. Zeyneb, Hz. Muhammed’in öz halasının kızıdır. Nedense T.Dursun bunu okuyucusuna söylemez. 2.3-Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb’i evlendiren Hz. Peygamberdir bunu da söylemez.. 2.4-Hz. Peygamber, Zeyneb’i daha önce Hz. Zeyd için istemiş ama Zeyneb’in ailesi vermemiştir. Ahzab Suresinin 36. ayeti bunun üzerine inmiş ve ailesi Zeyneb’i Hz. Zeyd’e vermiştir. 2.5-Hz. Zeyd zenci ve azat edilmiş olsa da bir köledir. Hz. Zeyneb bu evlilikten hiç bir zaman hoşnut olmaz. 2.6-Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb daha önce den çok sık kavga etmekte ve bunu Peygambere ilettiklerinde Hz. Peygamber sabır tavsiye ederek evliliklerinin devamı için çaba sarf etmektedir. Gayesi Zeyneb’le evlenmek olsaydı bunu niye yapsın? 2.7-Araplarda geçerli olan “Bir kişi evlatlığının boşanmış karısıyla evlenemez” yargısı da Hz. Peygamber’in, Zeyneb’le evlenmesiyle son bulmuştur. 2.8-T. Dursun’un masalına göre “Muhammed bir gün, Zeyd'i görmek için onun evine gider. Zeyd'i bulamaz, Zeyd'in karısı Zeyneb'le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb'e”. Sanki Hz. Peygamber Zeyneb’i hiç görmemiş, sanki Zeyneb halasının kızı değilmiş, sanki onu Zeyd’le evlendiren Hz. Peygamber değilmiş. Sanki Peygamber onunla Zeyd’i evlendirmeden önce evlenemezdi? 2.9-Ahkamu’l Kur’an’da, şöyle der:Zeyneb Allah Resulünün yakın bir akrabası olarak her zaman yanındaydı. Örtünme ayeti henüz inmediği için her zaman onu görebiliyordu” dediğini nereden bilecek, bilse de bunu yazacak dürüstlük nerede? 3.1-“2000’ e Doğru” dergisinde Turan şöyle der: “... Peygamberin Zeyneb'e olan aşkı, evlendikten sonra da uzun süre devam eder. Hadislerin anlattığına göre, Peygamber nerede güzel bir kadın görse hemen eve koşar, Zevneb'le yatardı.” (Buhari - Hibe/8 - Tecrîd hadis no: 1130) 3.2-Hz. Peygamberi (a.s) bu şekilde okuyucusuna takdim eden ünsüz yazar, sanki Peygamber’in (a.s.) hiç bir işi, hiç bir görevi yokmuş son derece çapkın bir insan gibi hep güzel kadınları takip edip, onlardan bir şey elde edemeyince hemen nefes nefese koşarak evine gelip hanımıyla yatarmış gibi göstermektedir. Şimdi bu Kafirin verdiği kaynağa bakıyoruz öyle ya okuyucuyu tatmin etmek için kaynak vermek gerekir. Yani Tecrîd hadis no: 1130, Hayret doğrusu. Tecrid 8. cilt, sayfa 17 Hadis No:1130 böyle bir hadis yooook. Numarasını verdiği hadiste sadece Hz. Zeyneb ile Hz. Aişe arasında cereyan eden bir tartışmadan bahsediliyor. O kadar… Herhalde Diyanetin bastırdığı Tecrid ile Dursun’un kitabı farklı farklı….(?) 3.3-Yukarıda Dursun'un rivayetini verdiği hadis bazı hadis kitaplarında yer alsa da mesele S. ATEŞ'in dediği gibidir: ".. İyilik, fazilet kalbe hiçbir kötü düşüncenin gelmemesi değil, gelen bu kötü düşüncelere uymamak ve bunları kovmaktır. Yazarın yukarıya aldığımız rivayeti, bir tek kişinin haberidir. Bu haber, en az iki-üç yüzyıl ağızdan ağza dolaştıktan sonra yazıya dökülmüştür. Aktarandan aktarana geçerek ikiyüz yıl dolaşan bir insan haberinin, aslına ne derece uygun olduğunu takdir etmek güç değildir. Bundan dolayı vâhid haberleri kesinlik değil, zan ifade eder. Doğruluğu kesin değildir, muhtemeldir. Yani bu haber doğru da olabilir, yalan da olabilir. Tutalım ki rivayet doğrudur, Hz. Muhammed, kasıtsız olarak karşısına çıkan bir kadına bakmış ve içinde bir arzu uyanmıştır. Bunun çaresi, hemen evine gidip nefsini helâl olan eşi ile yatıştırmak ve içinde uyanan o duyguyu kalbinden savmaktır. Eğer Hz. Muhammed, gözüne çalınan kadının ardına düşüp onu izleseydi o zaman bu eylemi kınanırdı. Kasıtsız olarak kalbine doğan bir isteği, helâl bir yöntemle savması, arkadaşlarına da böyle yapmalarını öğütlemesi fena bir şey midir? Zaten kendisi, kasıtsız bakışın doğal olduğunu, bundan günah yazılmayacağını, ama ısrarla, döne döne bakmanın günâh olduğunu söylemiştir: "Bakışı bakışın ardına takma, gözünü dikip bakma, ilk bakış (göze çalınma) lehinedir (bundan ötürü sana günâh yoktur) ama ikinci bakış lehine değildir (günâhtır)." (Ebû Dâvûd, Nikâh: 43; Tirmizî, Edeb: 28) 3.4-Hadis şöyledir: "Hz. Peygamber bir kadın gördü, eşi Zeyneb'in yanına gitti (ki o anda) eşi deri tabaklamakla meşguldü, ihtiyacını gördü ve arkadaşlarının yanına çıktı...", Haberi Vahid'le, Haberi Mütevatir arasında ki farkı bilmeyen Dursun'un elinde yukarıdaki şekle dönüvermiştir. 3.5-Hadisin yüzde yüz doğru olduğunu varsaysak bile, görüldüğü gibi ravi "ihtiyacını gördü" demekte "ihtiyacının" ne olduğundan bahsetmemektedir. Yani hadisi rivayet eden kişi içerde Hz. Peygamberin ne yaptığını görmemiştir. Zaten görmesi de mümkün değildir. HZ. SAFİYYE OLAYI 1-Safiye: T.Dursun’un dramatik bir tarzda anlattığı ve sanki Yahudilerin toptan kılıçtan geçirildiği izlenimi verdirmeye çalıştığı Beni Kurayza Yahudileri ile olan savaştan önce Hendek savaşından bahsetmek gerekir. Hendek savaşından önce, Benî Kureyza Yahudileri, hiç bir gruba taraf olmamışlardı. Ama Benî Nadîr Yahudileri onları bu savaşa katmaya çalıştı. Safiyye'nin (ra) babası Huyey b. Ahtab kalkıp doğrudan Kureyzâ oğullarının lideri Ka'b b. Esed'in yanına gitti. Ka'b görüşmeyi reddetti. Huyey: "Ben ucu bucağı olmayan deniz gibi bir ordu getirdim. Kureyş ve bütün Araplar ayağa kalkmışlar, hepsi de Muhammed'in kanına susamış durumdalar. Bu fırsat, elden kaçırılacak gibi değil. Artık İslâm'ın sonu geldi" dedi. Ka'b hâlâ savaşa katılmaya razı değildi. "Muhammed'i daima sözünde duran biri olarak tanıdım. O'nunla yaptığım anlaşmayı bozmam ve verdiğim sözde durmamam mertliğe sığmaz" dedilerse de savaşa katılarak Müslümanlarla yapılan anlaşmayı “Muhammed kimdir, anlaşma nedir, biz tanımıyoruz” diyerek bozdular, ihanet ettiler. Hendek savaşından sonra geri çekilen Benî Kurayza’lılar, Safiyye'nin (ra) babası Huyey b. Ahtab’ı yanlarında götürdüler. Hz. Peygamber, “Hiç kimse silahını bırakmasın, hedef Kureyza” diyerek, Beni Kureyza’nın anlaşmayı bozmalarının hesabını sormak için yola çıktı. Beni Kureyza’lılar özür dileyip anlaşma zemini hazırlayacaklarına, Peygambere küfürler yağdırdılar. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Sonunda Sa’d b. Muaz’ın vereceği karara razı olacaklarını bildirdiler. Sa’d b. Muaz Tevrat’a göre hüküm verdi ve erkeklerin öldürülmesine karar verdi. Bu yaklaşık savaşa katılan 400 (Bkz. İbni Hişam, Beni Kureyza gazvesi) kişinin öldürülmesi demekti ve Yahudiler buna hiç itiraz etmediler. Peki, Hz. Peygamber Beni Kurayza’ya karşı nasıl davranmıştı: 1.1-Yahudilere anlaşma yapılmış ve dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri bildirilmişti. 1.2-Aleyhinde pek çok karar olan Beni Kurayza’ya haklar vererek, Beni Nadir’le eşit seviyeye çıkarmıştı. 1.3-Beni Nadir sürgüne gönderilmiş ama Beni Kurayza’yla tekrar anlaşma yapmıştı. 1.4-Beni Kurayza Hendek savaşına katılarak anlaşmayı bozdu. 1.5-Hendek savaşının çıkmasını sağlayan Safiyye’nin (r.a) babası Huyey b. Ahtab’ı koruma altına alarak kalelerine götürmüşlerdi. Her iki taraftan insanların öldüğü bir savaşı başlatan, binlerce insanı zor duruma düşüren, anlaşmaları bozan, Müslüman hanımların kaldığı kaleye saldıran Beni Kurayza’ya onların Kutsal kitapları doğrultusunca verilen karara Yahudiler bile itiraz etmemişken T. Dursun niye itiraz ediyor onu anlamakta güçlük çekiyoruz. Yahudi’den çok, Yahudicilik acaba niye? Yüzlerce ağaca soykırım yapıldı diyen çevreci(?) T. Dursun, Hz. Peygamberin(a.s) bunu geçimlerini hurmadan sağlayan Yahudilerin direnişlerini kırmak, teslim olmalarını sağlamak ve her komutanın ordusunu az zayiatla başarıya ulaştırmak için ne yapılması gerekirse onu yaptığını anlamasını beklemiyoruz zaten. Bizzat kendisi elleriyle yüzlerce hurmayı diken, “Savaşta çocuklara, kadınlara, yaşlılara, ağaçlara zarar vermeyin.”, “Kıyametin koptuğunu görürseniz elinizde fidan varsa onu diken” diyen Hz. Peygamberin bu yönünü ortaya çıkarmasını da kendisinden beklemek abesle iştigal olur. Ateist, ateistliğini yapar. Safiye, Kurayza liderin kızı, Nadir kabilesinin liderinin karısıydı. Babası ve kocası ölmüş, kendisi de esir edilmişti. Dıhyetü’l Kelbi gelerek bir hizmetçi istemiş Hz. Peygamber de “Bizzat giderek bir tane al.” Diyerek tercihi Kelbi’ye bırakmış o da giderek Safiye’yi almıştı. Daha sonra bir Müslüman gelerek bu seçime Safiyye’nin konumunu göstererek itiraz etmiş ve Safiyye ile Hz. Peygamberin evlenmesinin doğru olacağını söylemiştir. (Müslim 4/546) Hz. Peygamber (a.s), Safiyye’yi azat etmiş, çekip gitme ya da kendisiyle evlenme seçeneğini sunmuş. Safiyye’de bir peygamberle evlenmeyi tercih etmiştir. (İ.Hanbel, Müsned, 3/138) Hz. Safiyye, şu rivayeti nakleder: “Hz. Muhammed, Medine’ye hicretten sonra babamla amcam O’nu dinlemeye gitti. Döndükten sonra amcam, babama “O mu?” (Yani beklediğimiz peygamber mi?) diye sordu. Babamda “Vallahi “O” diye cevap verdi. Amcam “Peki ne yapacağız?” diye sordu. Babam: “Vallahi ben yaşadığım müddetçe ona iman etmeyeceğim.” Diye cevap verdi. İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıkta T.DURSUN dan daha ileri olan Oryantalist Leoni Caetani bile: “Muhammed'in, dâima nefsine ve ihtirasına hâkim olmayı bilen adamlardan biri olduğunu ispat etmek zor bir şey değildir.” KADININ UĞURSUZ SAYILDIĞI İDDİASI “…. Arsel'in kitabı, şimdiye dek yazdığı kitaptan gibi son derece değerli, titiz bir inceleme, araştırma ürünü. Sağlam, dürüst bir bilim adamının değerlendirmesi olarak, ele alınanların hepsi sağlam kaynaklara dayalı. Yürekli, daha güzel bir dünya hazırlanmasına yönelik, ışık tutucu örnek bir çalışma. Kitap, yüzyılımızın kitabı olacak nitelikte. "Kadın hakları" yönünden özellikle.” (Turan Dursun, Din Bu I,110-112) Turan Dursun’un göklere çıkardığı, dürüst bilim adamı, İlhan Arsel’in “yüzyılımızın kitabı olacak nitelikte”ki titiz bir inceleme ve araştırma ürünü olan kitabında ki “Atta, evde, bir de kadında uğursuzluk" olduğu konusunda ki hadisin aslı neymiş ona bakalım. 1.1- İlhan Arsel ve T. Dursun gibi düşünenlere Usulü fıkıh Dersi: Hangi kitapta olursa olsun, bir hadis rivayeti, ancak mütevâtir olduğu takdirde inanmayı gerektirir, kesinlik ifade eder. Buhârî ve Müslim'de bulunan hadisler mutlak doğru olmayabilir. Usul âlimlerine göre içlerinde “Teda’uf” olabilir. Yani birisine göre “sahih” kabul edilen bir hadis, diğer muhaddise göre “zayıf” olabilir çünkü hadis kabul etme şartları farklı farklıdır. Sağlamlık bakımından dereceleri de farklıdır. Fakat bunların çoğu, pek çoğu “vâhid” haberdir. Buhârî ve Müslim'de yer almış olsa da tevatür derecesine erişmemiş kişi haberleri, "yakîn" (yani kesinlik) değil, zan (sanı) ifade eder. İçinde kuşku bulunduğu için kesin hüküm bildiremez. “Sahih” hadisin tartışması, "Müslüman’ım" diyenlerce ve uzmanlarınca yapılamaz.” diyen Dursun'a "Ha! Evet! Kafirlerce yapılabilir" demek gerekir di. Asırlardır muhaddisler, hadislerin, zayıfını, sahihinin, mevzusunu, ravisini, ricalini, tearuzunu... araştırmakla boş şey mi yapmışlar. Allah onlardan razı olsun onlar sayesinde ilim adına küfrünü yayanların gerçek yüzü anlaşılıyor. 1.2- Hz. Peygamber buyurmuştur ki: “Üç şeyde uğursuzluk vardır: Atta, evde, bir de kadında da" Turan, Buhârî'de yer almış bulunan bu hadisin sağlamlığında hiç kuşku bulunmadığını ileri sürmektedir. İşin garip tarafı, Turan işine geldiği zaman Buhari’deki hadislerin uydurma olduğunu söyleyip reddetmekte, bazen alay etmekte, bezen de hadislerin yazılmasının yasaklandığını söyleyip bu kitapların çok sonraları yazıldığını söylemektedir. Evet! Bu hadis Ebû Hüreyre'den gelmektedir. Doğrudur ama eksiktir. Bunu görmeyen İ. Arsel ve T. Dursun ikilisi canlarının istediği gibi yorum yapmakta ve meseleyi dallandırıp budaklandırmakta okuyucuyu istedikleri mecralara götürmektedirler. Meselenin doğrusunu öğrenmek isteyen buyursun okusun: “Katade’nin rivayetine göre: Amiroğullarından iki kişi Hz. Âişe'nin yanına geldiler, dediler ki: Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Musned’inde şu haberi rivayet etmektedir: Muhammed b. Râşid bize, Mekhulün şöyle dediğini rivayet etti: Hz. Âişe'ye, Ebû Hureyre'nin, "Resulullah (a.s.): Uğursuzluk şu üç şeydedir; evde, kadında ve atta.” buyurdu." dediği sorulunca, o şöyle cevap verdi: "Ebû Hureyre iyi ezberlememiş, o girdiğinde Resulullah (a.s.) Allah, Yahudileri kahretsin, şöyle derler: Uğursuzluk şu üç şeydedir; evde, kadında ve atta." buyurmuştu; ama o, hadisin başını işitememiş, sadece sonunu duymuştur." (Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Müsned. s, 215, no: 1537) İşin doğrusu Aişe’nin yukarıda ki sözüyle anlaşılmışsa da, anlamak istemeyenler için biz biraz daha bilgi verelim. 1.3-“Şum” uğursuz saymak demektir. İslam’da “uğursuzluk yoktur” diyen Hz. Peygamber kendisiyle çelişkiye düşmez. Ama rivayetlerin arasındaki bağlantıyı bilmeyenler çelişkiden kurtulamaz. 1.4-Yüce Allah: "Dilediğine kızlar, dilediğine erkekler hibe edeceğini" bildiriyor (Şûra: 50) Ayette, gerek kızın, gerek oğlanın, Allah'ın bir bağışı, lütfü olduğunu belirtirken önce kızın zikredilmesi düşündürücüdür. Zira Arap dili ve edebiyatına göre bir kelimenin önce geçmesi onun önemini gösterir.Yüce Allah buyurur:"Ben sizden erkek ve kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep biri birinizdensiniz…" (Âli İmran: 194)Yüce Allah buyurur:"İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisi (koruyucusu)dirler. İyiliği emreder, kötülükten menederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Elçisine itaat ederler, işte Allah onlara rahmet edecektir." (Tevbe: 71)"Erkek veya kadından her kim inanarak güzel işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." (Nisa: 124)"Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; işte Allah, bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzâb: 35) 1.5-Abdullah ibn Mes'ûd, Hz. Muhammed'e(a.s), kiminle beraber bulunması, kime hizmet etmesi gerektiğini sorunca Hz. Muhammed, üç kez "Annen’e" dedikten sonra, “Baban’a", demiştir. (Buhârî, Edeb: 2; Müslim, Birr: 1) 1.6-Peygamber, kötü huylu veya kırıtkan bir kadın hakkında: "Şeytân, kadın şeklinde görünür" demiştir.Zaman zaman alıntı yaptığı Rağıb el-İsfehani’nin “Müfredat”ına baksaydı Arapça’da şeytan kelimesinin “İnsan ya da hayvanlardan, kötü huylu olanlara (ele avuca sığmayan, haşarı olanlara) sıfat olarak verildiğini” görürdü. (el- Müfredat fi Garibil Kur’an, 381) Bunu görmek istemeyen, görmeden yorum yapanlarda nerede o samimiyet? 1.7-Kur’an-ı Kerim, şeytanın erkek şeklinde olabileceğini de söylemiştir.Bedir Savaşı sırasında Bekr oğullarından Sürâka ibn Mâlik ibn Cu'şum adında bir kişi Kureyşlilere katılmış, onları savaşa teşvik ve tahrik etmiş, sonra iki ordu karşılaştığında işin ciddiyetini, zorluğunu anlayan Sürâka, kışkırttığı adamları bırakıp kaçmıştır. İşte bu adam, Kurân'da şeytan olarak takdim edilmektedir: "O zaman şeytân, onlara, yaptıkları işi süslemiş: 'Bugün insanlardan, sizi yenecek kimse yoktur. Korkmayın, ben de sizin yanınızdayım!' demişti. Fakat iki topluluk birbirini görünce ardına dönüp: 'Ben sizden uzağım, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'tan korkarım zira Allah'ın cezası çetindir!' dedi." (Enfâl: 48) “İşte böylece biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları iftiralarıyla baş başa bırak.” (En'âm 112) surelerinde hem cinlerden, hem de insanlardan şeytanlar bulunduğu belirtilmekte, kötü huylu, bozguncu insanların şeytan tabiatlı olduklarını söylemektedir. Şimdi bu ayetlerden, bütün erkeklerin şeytan olduğu anlamı çıkarılabilir mi? İnsanın, niyeti bozuk olunca herkesi kendi düşündüğü gibi yönlendirmeye çalışıyor. Bir “Tefsir usulü" uzmanı, bir "hadis usulü" uzmanı, bir "fıkıh usulü" uzmanı olan Turan’ın bir hadis karşısında ki tavrı bu, varın yazdığı diğer yazıları siz düşünün. Turan Dursun’un Psikolojik yapısı: Kişinin karakteri ve yapısının çocukluk devresinde aldığı eğitim ve ailesinin tavrı ile yakından alakalı olduğu bilinen bir gerçektir. Aşağıda alıntı yaptığımız bölümler Doğu Perinçek’in karısı Şule Perinçek’in Turan Dursun’la yapılan röportajından alınmıştır. Bu onun nasıl bir ruh yapısı içerisinde olduğunu gösterecektir sanırım. (Not: Cümle bozuklukları ve düşüklükleri aynen alınmış, hiçbir düzeltme yapılmamıştır.)Doğu’da medresede okudukları yılları anlatan Dursun şöyle diyor: 1- “….en az 40-50 öğrenci olurdu. yatar kalkarlardı. Romanımda orada homoseksüel olayların bulunduğunu da belirtiyorum. Erkek çocuk denmez. Çocuk yaşta olan yalnızca ben vardım. yani en az 13-14 yaşında. 25-30 yaşlarında olanlar da vardı. Çeşitli basamakta olan mollalar…” Öğrenciyken talebeler arasında homoseksüel ilişkiler olduğundan bahseden Dursun acaba aktif yada pasif olarak bunlara katılmış mıdır? Kitaplarında yazdığı Peygamberin cinsellikle ilgili yazılarında bunun bir etkisi olmuş mudur? 2- “…tanrı ile kavga ederdim….” Don Kişotvari bir tavır sergileyen Dursun Allah’la ile iplerinin kopmasını da şöyle açıklar; “allah'la kavgam ondan. rüyamda allah'ı görmüştüm. bir söğüdü yontuyordu. bir ayağını söğüdün aşağısına koymuş, bir ayağını yukarısına. dallarını falan yontuyor. herkes çevresine toplanmış. ben bir fırsatını buldum, sokuldum. "kim bu?" diye sordum. allah, dediler. "peki, söyleyeceklerim var" dedim. önce kızmaması için yemin ettirdim. yemin etti. "valla billa kızmam" dedi. "ben senin yaptığın işleri beğenmiyorum, ben. senin yerinde olsam bunları yapmazdım. madem cenneti yaratacaktın, bu dünyayı niye yarattın'? sonra safi'yi çok güzel yaratmışsın. sabo, safi'nin ablası çocuk felci mi geçirmiş nedir, küçükken yatalak olmuştu. çok üzülüyordum, acıyordum,"neden öyle yaptın" dedim. böyle bir tartışmamız olmuştu. o zamanlar 10-11 yaşlarındaydım. kargalık' taydım..” 7 yaşındayken aşık olan kahramanımız Dursun, daha sonra bir de kargalık köyündeyken (herhalde Ağrı/ Tutak/kargalı köyü olsa gerek) Safi diye bir kıza aşık olmuş, aslında kız onu ayartmışmış. Rüyasında Allah’a, Safi’nin, “çarpık çurpuk” olan ablası Sabo’nun hesabını sormuş, Tanrıya kızmayacağı konusunda da yemin ettirmiş. Ha birde tanrı oturmuş bir ayağını söğüdün aşağısına, diğerini de söğüdün yukarısına koymuş söğüt yontuyormuş. Bozulmuş Tevrat’ın, Yakub peygamberi Allah’la güreş tutturmasından çok etkilenmiş anlaşılan. Dursun, biraz akaid okusaydı dediği şartlarda Allah’ın rüyada görülmeyeceği, onun şeytan olduğunu anlardı. 3-Kendisini ayartan (!) sevgilisi Safi, buna epeyce tecrübe kazandırmış anlaşılan. “…sevgili olmuştuk. kız beni ayartmıştı. ailesi bizim evlenmemizi istiyordu. küçüklükten, yani dokuz yaşını buldun mu, şeriata göre evlendirilir. kız dokuz yaşına geldi mi tamam. kız beni hep ayarttı. Bazı şeyleri ben bilmezdim. kız soyun, işte şöyle, böyle", yani benim hiç bilmediğim şeyleri kız göstermişti o sıralar. epeyce ilişkiler, duygusal ilişkiler gelişmişti kızla aramızda...” Safi’yle hangi tecrübeleri yaşadığı bizce malum değildir ama okuyucu istediğini düşünmekte serbesttir. benim tek düşüncem var bu adamın psikolojisi dağılmış ve aklını sadece dini yalanlamaya vurmuştur. Düşündümde bunun yolundan gidenlerde böylemi olmuş 4-T.Dursun karısını “pek” sevmediğini ama onun kendisine olan ilgisinin çok ileri derecede olduğunu söyler. “…naime'yle pek sevişmiş sayılmazdık. hatta onu başkasına kaçırmayı bile planlamıştık. …ama genç sonradan vazgeçti” “…karı- koca bu duygularını zamanla yitirirler. karımın bu durumu sürmüştür. tabii çok nedenleri var. onun bu duygusal yoğunsallaşması, benim karıma daha da önem vermemi gerektirmiştir. önem verdim de ne yaptım? ayrılmayı hiç düşünmedim. başka sevdiklerim olduğunda onlara yönelmemişimdir…” Acaba başkasının kaçırmayı düşündüğü sonra da vazgeçtiği bir kadınla evlenmenin ve evliyken de başka kadınlara âşık olmasının, yazılarında “Peygamberin evlilikleri ve cinsel yaşantısını” araştırmaya yönelmesinde bir ilgisi var mıdır? Ciddi bir psikologun araştırmasında yarar var. 5-Karınızın Dini inancı var mı? Sorusuna bakın Dursun ne cevap veriyor: “…dini inancı tümden yok denebilir mi, bilmiyorum. yalnız yıllar önce babama "efendi baba, allah, allah diyorsun ama ben senin oğlunu allah'tan daha yüksek görüyorum. allah o kadar iyi olamaz" demiş. babam "hadi, oradan hınzır oğlu hınzır" demiş kovmuş yanımdan, yıllar önce derdi ki: "bu peygambere inanmıyorum. ama allah'a inanıyorum. ama sen inanmıyorsun. 'herhalde yok yoktur' diye düşünüyorum o zaman. allah senin gibi bir insanı nasıl cehennemde yakar. Öyleyse yoktur." Şimdi düşünüyorum kırıntıları filan vardır…” Karısı tarafından Allah’tan daha yüksek görülen, babası tarafından çok sevilen ama daha sonra babasıyla tüm ilişkilerini kopararak nasıl bir evlat olduğunu gösteren bir profil var önümüzde. 6-T.Dursun, karısını döver miydi? “…molla döneminde ilk zamanlarda oldu. onun üzüntüsü her zaman yoğundu. fakat bu durum çok sürmedi. o bir dönemdi. Bu böyle olurmuş dedim. babanız annenizi döver miydi? çok, çok... o bir gelenek gibiydi…” Babasının annesini sıkça dövdüğü ve kendisinin de “bir dönem” karısını dövdüğünü söylediği “dönem”in ne kadar olduğu konusunda bir bilgi kendisinden maalesef ulaşmamıştır. Bir yıl mı, beş yıl mı on yıl mı…? Zaten “bu böyle olurmuş”(?) ne önemi var canım! “Molla döneminde ilk zamanlarda oldu” diyerek zekice(?) topu auta attığını zannediyor Dursun. Sanki eşini dövmesini aldığı dini eğitim emretmiş. Hz. Peygamberin eşlerin dövülmesini yasakladığından da haberi yok bunun. Yoksa var da söylemek işine mi gelmiyor? 7-Hiç tarikata girdiniz mi? Sorusuna verdiği cevap: “…hayır. bir ara saidi nursi'ye sempatim olmuştu…” Zavallı yazar, Saidi Nursi’nin bir şeyh ve nurculuğun bir tarikat olmadığını hatta Saidi Nursi’nin tarikata karşı olup, “zaman, tarikat zamanı değildir.” Dediğinden ve cemaatlerden bi-haber. Zaten onun yolundan gitmeye devam etseydi şuan çok farklı yerde olurdu. 8-Halkın komünist müftü demesinin doğruluğu ne kadar onu da kendisinden öğrenelim. “…Tarık zafer tunaya'nın başkanı olduğu devrim ocakları'nın kurucuları arasındaydım…” Bunları röportaj yaptığı Şule Perinçek’in kocasının dergisi 2000’e doğru da ilmi (!) yazılar yazdığından mı böyle demiştir bilemiyoruz. 9-“…Türkiye gençlik teşkilatı'nın bana bir çağrısı, önerisi olmuştu. götürelim, papa ile tanıştıralım demişler "madem papayla konuşacağım, o Hıristiyan. biz de Hıristiyanlar konusunda birtakım şeyler biliyoruz ama İslam’ın aktardıklarını biliyoruz. acaba bunların kendi kaynaklarında ne diyor? onu öğrenmeliyim ki konuştuğum zaman daha güçlü olarak konuşayım" Katoliklerin lideri Papa Vatikan’da oturur normal birisinin görüşmesi mümkün olmadığı gibi, görüşebilecek konumda olanlar da en az iki ay önceden randevu alması gerekir. Din etnologu olan zavallı Dursun, Papa ile papaz arasındaki farkı bile bilmekten aciz. 10-“…hafızlar kuran'ı ezbere bilir, ama hafız hangi ayetin nerede olduğunu, hangi konuda hangi ayet olduğunu bilemez. ama ben hemen bilirim…” Breh breh! T.Dursun, hafız değil ama Kuranı ezbere bilen hafızlardan daha iyi biliyor. Hem hangi hafıza hangi ayeti sorsanız hangi cüz hangi sayfada olduğunu hemen bilir. İnsan acaba Dursun hayatında hiç hafızla karşılaşmış mı diye sormadan edemiyor. 11- Allah’la ilk kavgasının bir rüya ile başladığını söyleyen Dursun; “ben peygambere inanmıyorum, ama allah'a inanıyorum".o bir süre sürdü. ama çok uzun değil…” diyerek çelişkinin en güzel örneğini sunmuş çünkü yaptığı olağanüstü(!) deney evlilik yıllarında olmuştur. “…deneyler yaptım kendi kendime, tanrının olmadığına ilişkin. önce tanrı varsa, bu tanrı muhammed'in tanrısı değildir diyordum. olamaz ama, acaba bu tanrı ne iş yapar? varsa ne yapar? önce var mı? rastlantılar üzerinde durdum. rastlantı öğeleri üzerinde durdum. evde, karım gene şaşırmıştı. "sen delirdin mi" demişti….” Bütün Bilimselciler Böylemidir.12-Dursun’un yaptığı bilimsel deneyi neymiş şimdi görelim: “kovaya su doldurdum. süpürgeyi alıp batırdıktan sonra duvarlara rasgele serptim. baktım. bakıyorum duvarlarda çeşitli biçimler oluyor. insan resmi, hayvan resmi, ağaç... kuruyor. ben bir daha serpiyorum. Kadıncağız orada öyle bakıyor. "ne yapıyorsun sen" diyor. "neden yapıyorsun?" allah var mı, yok mu onu bulamaya çalışıyorum" dedim. anlayamıyordu, (niye anlayamıyorsa “ama ben senin oğlunu allah'tan daha yüksek görüyorum” diyen bir kadın buna niye şaşar?) suyla süpürgeyle duvara serpmeyle allah'ın ne ilişkisi var. onlarla bir kanıt bulmuştum. bu duvarlarda çeşitli resimler oluşuyor. hayvan resmi. gerçi süpürge benim elimde, su da. suyu serpen de benim. ama o biçimler benim irademden kaynaklanmıyor. rastlantısal oluyor. (amabu adam hem cevabı kendisine cevabı veriyor sonrada işine gelmeyip kaçıyor) eğer benim irademden kaynaklanıyor olsa, aynı biçimleri bir daha yapabilmeliyim. Aynı biçimde serpiyorum, başka resimler meydana geliyor. demek ki rastlantısal. öyleyse neden insanlar da evren de rastlantısal olmasın. pekala milyonlarca yıl içinde, biçimden biçime geçerek, değişerek. antropolojiyle de çok yakından ilgilendim. Bu allahlılık iki üç yıl daha sürdü. birden tümden o da silindi. o gelişmeler artık tanrının hiç olmadığı noktaya gelmekle sıçrama gösterdi. tanrıyı inkar etmek demiyorum, olan bir şey yok ki inkar edeyim. tanrının yok olduğunu bilme noktasına varmam, o sıçrama, birkaç yılımı aldı…” Yaptığı dünya literatürüne girecek deneyde süpürgeyi elinde alan varlık, süpürge yerine resim fırçası alıp şövaleye bir kâğıt koyup resim yapmaya kalksa daha doğru sonuç alır, “Kâinatta tesadüfe tesadüf edilmediğini” bulurdu. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız T. Dursun yazılarını nasıl bir haleti ruhiye içerisinde yazdığını bizlere göstermektedir. 13-“Sonunda bir kapı buldum” diyor Dursun kitabının önsözünde, " 2000'e Doğru dergisini çıkaranlar açmıştı bu kapıyı. Saçak dergisi ve sonra 2000'e Doğru. "Ohh"! Ne güzel bir olay. Artık, İslâm'daki özel deyimiyle "mesail-i müstetire"yi, yani dince "kapalı kalması gereken konular"ı gün ışığına çıkarabilecektim. Ve koyuldum. Bildiğiniz gibi... Eğer bunlar “"kapalı kalması gereken konular”sa İslami kaynaklarda niye yer alsın? Müslümanlar gizli kalması, konuşulmaması gereken konuları, kâfirlere malzeme olarak asırlar önceden niye kitaplarına alsın? Güya aklınca, tarihte yapılmamış bir şeyi yaptığını söyleyerek 2000’e doğru dergisine dalkavukluk yapacak. Bunlarmı bizim Efendimizin ahlakına değinirler işte onların gerçek yüzü Bakın O Bazıları Ne Haldeler Dinsizliğin Kendini Yakan Ateşi İçinde Ateistler Tarihin En Kan Dökücü İsimlerinden Biri Olan Hülagu'yu Sitelerine Ad Olarak Koyabilmektedirler.Yeter Ki Din Düşmanlığı Olsun , Bağdat'ı, Oradaki Ünlü Kütüphaneyi,Halkı Yakıp,Yıkıp,Kılıçtan Geçiren Bir Vahşi De Olsan Tarihte Arap Müslümanlarını Yenmiş İlk Türk Olması - Belki De Gizli Faşistliklerini De Ortaya Çıkaran Bu Tercihleri İle - Ateistlerin Hülagu'yu Baş Tacı Etmeleri İçin Yeterli Kabul Edilebilmektedir...! E. Aydın'ın Gözü O Kadar Din Düşmanlığı İle Kör Olmuş Ki" Yeryüzünü Size Döşek Kıldık..." ( Yani Sizin Emrinize Amade Kıldık ) Ayetini " Bakın Döşek Düz Yere Kurulur , Kur'an 'Da Yerin Düz Olduğunu Söylüyor (!) " Diye Yorumlayabilmektedir Ateistler Müslüman Alimlerin Yazdığı Kitaplardan Alıntılar Yaparak İslam'a Saldırmaya Çalışırken , Objektif Olduklarını İddia Eden Bu İnsanlar , Aynı Kitaplarda Var Olan ,Başka Yerlerdeki İddialarına Cevapları İse Görmemezlikten Gelip , Kitaplarına Aktarmamaktadırlar...! Beyler Ateist Ya Her Seferinde Allah (Cc) Adı Geçince " Allah'ın-Varsa Eğer- Ve Onun Peygamberi Olduğunu İddia Eden Muhammed'in..." Diye Yazarak Seviyesiz Ve Edepsizliklerini İfşa Edebilmektedirler - Hadi Bir Kere Yazdın ,...Ama Aynı Sayfada Defalarca Durmadan Bu Tür Tekrarlamalar , İçlerinde İslam'a Karşı Var Olan Nefret Ve Hoşgörüsüzlüğün Dışa Yansımasından Başka Bir Şey İfade Etmemektedir! Ya Şu Cümlenin Mantıklı Ve Saygıdan Vazgeçtik, Seviyeli Bir Tarafı Var Mı ?: " Muhammed'in Okur-Yazar Olması İhtimali De Var.. Muhammed, Okur-Yazar Olmasa Bile, Kör Ya Da Sağır Da Değildi ,..." Ya Her An Yeni Yeni İlmi Hakikatleri Ortaya Çıkan Kitabı - Haşa- Hz. Muhammed'in Yazdığı İftirasına Ne Demeli ...?! Hele - Haşa -Peygamberimizin "Kölelerden " Öğrendikleri İle Kur'an'ı Yazdığı İddiası Ne Kadar Mantıklı..?Kur'an'ın Yazılması,Nuh Tufanı- Gılgamış Destanı Benzetmelerinin , Kur'an'ın Tevrat - İncil'den Alıntı İle Yazıldığı İftiralarının Cevapları Sitemizde Mevcuttur! Ya Yazarın Merak Ettiği Sorulara Bakar Mısınız ?:" .. Hangi Tarihte,...Aralarında Ne Kadar Yaş Farkı ,...Kıyafetleri Nasıldı?,...Meyvenin Adı Neydi?,...Ne Kadar Yaşadılar? Kaç Yılında Öldüler? Eger Siz Allah-Varsa Eğer- Olsa İdiniz:....Ya... Yoksa ... :Soru Diye İleri Sürdüğü Tüm Soru-İftiraların Cevabı Kur'an'da Olduğu Halde O'nu Tarafsız Okumadığı İçin Komik Durumlara Düşmektedir Kendi Oluşturduğu Girdap İçinde Boğulan Sayın Yazar. İslam'a Düşmanlığı Bakın Yazarı Ne Hallere Düşürüyor , İslam Domuz Etini Yasakladı Ya ! : "Kaldi Ki, Domuz Besiciligi Karli Bir İstir. Domuz, Bir Yilda 15-20 Yavru Dogurur Bir Senede. Bir Domuz, Kesilme Zamanina Bir Seneden Kisa Surede Gelir.Kesilme Zamaninda 150 Kilo Tartar....Bugun, Et Fiyatlarinin Yuksekligi Karsisinda Yeterince Et Alamayan Kisiler, Domuzun Pazara Girmesi İle, Daha Ucuza Daha Cok Et Alabilirler... Şimdi Dikkat ! Bakın Şu Domuzun Yaptıklarına " Abd Ve Avrupa'nin Onde Gelen Gelismis Ulkelerinde, Domuz Eti Bol Miktarda, Salam, Sucuk, Sosis, Lop Et Olarak Tuketilir. Ve, Bu Ulkelerin İnsanlari, Daha Gelismis Daha Yapili Vucuda Sahiptirler, Daha Uzun Boyludurlar. Sporun Her Sahasinda Daha Basarili Olurlar, Cunku Daha Saglam Bir Vucuda Sahiptirler. Beyinleri De Daha İyi Calisir, Bilim-Teknik, Ekonomi Alaninda Daha İleridedirler. Ulkeleri Daha Gelismis, Daha Temizdir. Yollar, Evler, Arabalar, Evlerindeki Esyalar, Hersey.. Daha Gelismis Ve Daha Moderndir. (Bunlar, Akilli Olduklarini Gosteriyor). Cunku, Bu İnsanlar, Cocukluklarindan Beri "Yeterli Hayvansal Protein Ve Et" Tuketiyorlar. Bu Da Et Verimi Yuksek Domuz Sayesinde Oluyor...." Demekki Bizim Kalkınamamamızın Sebebi İlim,Okuma,Düşünme Araştırmama Eksikliği ...Değil Domuz Eti Yemememizmiş!?... Çok Yaşamanın Sırrı Da Çözüldü!:Spor,Yüksek Yaşam Standartları,Bilgi..Falan Değil : " Domuz Eti Yemeyen Islam Ulkelerindeki İnsanlara Gore Cok Daha Fazla Yasiyorlar. Demek Ki, Daha Sagliklilar. Demek Ki, Yedikleri Domuz Etinin Bir Zarari Yok.. Bilakis, Faydasi Bile Olabiliyor..Din Yasaklamis" Diyerek, Bilimsel Gecerligi Olmayan Kisitlamalarin Esiri Olmamak Lazimdir" Bilimsel Geçerliliğe Bakar Mısınız Lütfen?! Bir Yazısını Şöyle Bitiriyor Ateistimiz:"Degismeyen Tek Sey, Degisimdir." Bizde A. Eınstein'dan Alıntıladığımız Bir Söz İle Cevap Verelim : " Çağımızda Bir Önyargıyı Parçalamak ,Atomu Parçalamaktan Daha Zordur." Allah ( C C ) Taasuptan Kör Zindanından Bizleri Muhafaza Eylesin - Amin !- Gerçeği Ters Yüz Etmenin En Basit Örneği :Bizim İddiamız Hak Dinlerin Bozulması Putperestlik Ve Çok Tanrılı Dinlere Yol Açmıştır Olurken Yazarımızın Olaya Bakış Açısı İse - Her Seferinde Olduğu Gibi 180 Derece Terstir! :" Tüm Dinler Bir Masaldır. Günümüzdeki Tek Tanrılı Dinler, Çok Tanrılı Dinlerin Değişimi Sonucu Meydana Gelmişlerdir." Yazar Bir Yerde "Demek Ki Hadislere Yalan Karismis" Derken Daha Sonra O Uydurma Hadisleri Delil Gösterip İslam'a Saldırabilmektedir : "Özellikle "Türkler" İçin "Hadis"Ler Vardır. Türkler İçin Hiç De İyi Şeyler Söylemeyen Bu Hadisler,... Yine Yazardan İtiraf - Kendi Seviyesiz Diliyle Tabii -"Hadis Uydurmacilariyla Savasiyor Gorunenler, Uydurma Diye Nitelediklerini Toplamislardir Da. Bugun Elimizde Uydurma Hadislerin Toplandigi Kitaplar Vardir. Şu Hadisin Neresinde Irkçılık Vardır? : "Şu Da Kıyamet Alametlerinden: Kıldan(Keçe) Ayakkabı Giyen Bir Toplumla Vuruşup Öldüreşeceksiniz "Hazreti Resul Gelecekle İlgili Bir Haber Veriyor Ve Bu Aynen Oluyor , Araplar Müslüman Olmadan Önce Türklerle Savaşıyor,Burada Irkçılık Yok Aksine Kıyamet Alameti Var..!Ama Yazar Buradan Hareketle Hz. Resul'u "Türk" Düşmanı İlan Edebiliyor! Aksine Irkçılar Da Hz.Resul'un Ağzından Hadis Uydurup "Türkleri Öven" Hadisler Uydurmaktadırlar. Şu Mantığa Bakar Mısınız ?; -"Biz Her Peygamberi, Kendi Toplumunun Diliyle Gönderdik. İlle De Böyle Yaptık Ki, O Toplumdan Olanlara Anlatabilsin." (İbrahim Suresi, Ayet: 4.) Demek Ki, Kur'an'a Göre, "Tanrı'nın Elçisi"Nin Bir "Toplum"U Var. Şimdi Soralım, Ne İlgisi Var?Yazara Kalsa Allah ( C C ) Hz. Resul'u İlk Muhatabı Olan Arap Toplumuna Çince Konuşurken Mi Gönderecekti...?İlk Muhatap Çevresi Olan Kabilesi İdi Ve Onlar Anlayıp Değerlendirebilsin Diye Allah Arapça Olarak Kur'an'ı İndirmiştir! Kur'an Hz. Resul'e Hitaben " Seni Alemler - Yani Hem Tüm İnsanlara Hem Cinlere - Rahmet Olarak Gönderdik" Buyurmaktadır... Kur'an'da " Mekke" (Ümmü'l-Kura) Ve "Çevresi"'Ne Uyarıcı Olarak Hz.Resul'un Gönderildiğine Dair Ayetler Vardır; Neden , Çünkü İlk Muhataplar O Bölgedir...Daha Sonra İslam Yayıldıkça Tedrici Olarak , Kademe Kademe Hedef Kitle Genişletilir.Mekke'den ...Alemlere Rahmet Mesajları Yayılır.Ama Yazar Bu Tedrici Tebliğ Metodunu Kavrayamamakta Ve Bakın Ne Demektedir :"Muhammed'in "Tüm İnsanların Peygamberi", Kur'an'ın Da "Tüm İnsanlara Yönelik" Olduğunun Anlatıldığı Ayetler De Var. Kur'an'daki Nice Çelişkilerden Biridir Bu" Yazar Bazen Doğru Şeyleride Dile Getiriyor Ama Ne Yazık Ki Sonuç Olarak Yanlış Yerlere Varıyor :" Bu Sorular Elbette Kendiliğinden Oluşmuyor.Belli Ki Bazı Yobazlar, Bazı Kitaplar, Bazı Hocalar, Bazı İmamlar, Bazıları Bu Soruları Soran Kişilerin Kafasına Bunları Sokmuşlar Ve İnsanlar Kuşkuya Kapılmış. . . Bilmiyor , Bilmediğini De Bilmiyor; "... Ben De Diyorum Ki: Müslüman Erkek, Müslüman Olmayan Kadınla Evlenebiliyor Ama, Müslüman Kadın Müslüman Olmayan Erkekle Evlenemiyor. Bu Da İslamın Kadın-Erkek Eşitliğine Bakış Açısını Gösteren Bir Diger Örnek!.. Insan Haklarından Söz Eden "Türban"Lılar.. Ne Dersiniz? " İslam Başka Dinden Görüşten Olanların "Zorla " İslam'a Sokulmasını Yasaklar( "La İkrahe Fiddin": Dinde Zorlama Yoktur).O Nedenle Müslüman Bir Erkek Müslüman Olmayan Bir Kadınla Evlenebilir Çünkü Onu Müslüman Olması İçin Zorlama Diye Bir Şey İslam'da Yoktur, İslam'a Aykırıdır.Ama Diğer Din,Fikir Akımlarında Bu Hoşgörü-İnsan Hakkı Yoktur.Kadın Kendini Zorlayan Kocası Karşısında Zor Durumda Kalabileceği İhtimaline Karşı İslam - Çünkü Müslüman Olmayan Kocayı Sınırlayacak Allah Ayeti Gibi Kesin Bir Kısıtlayıcı Hüküm Yoktur Başka Din Ve Fikir Akımlarında - Allah Müslüman Kadınların , Müslüman Olmayanlarla Evlenmesine İzin Vermemiştir.Bu Kadın Erkek Eşitsizliği Değil , Tam Aksine Kadınların Korunmasına Yönelik Bir Hükümdür Kıyas Yeteneğinden Yoksun Bir Yazar; Soru( Diyanete Sormuş Bir Vatandaş):Mahkeme Kararı İle Boşanmış Eşler, Dini Açıdan Da Boşanmış Sayılır Mı? Cevap( Diyanetten):Mahkeme Kararı İle Boşanmış Eşler, Dini Açıdan Da Boşanmış Sayılır. Yazar;" Tam Bir Çelişki Daha.. Muhammed Zamanında Medeni Kanun Ve Mahkeme Mi Vardı?.."Ya Medeni Kanunlar İslam'ın Kuralları İle Örtüşmüş İse ...?Aah Yazar Ah ! Yazarın Düşün Sahibi Biri Olmamasına Bir Örnek DaHa : " Islamiyet Dinini Benimseyenlerin Arasinda Bu Denli Cogunlukta "Kör Cahil" İnsan Olmasi Neden? Eger, Islamiyet İnsanlara Fayda Saglayan Bir Din Olsa İdi, Kendisini Benimseyenlerin Bu Denli Cahil Kalmalarini Onlerdi. " İlk Emri "Oku " Olan,Düşünmüyor Musunuz, Aklınızı Ne De Az Kullanıyorsunuz!...Türü Yüzlerce Ayeti Bünyesinde Bulunduran Bir Kitaba İnandığını Söyleyenler,O Kitabın Gereğini Yerine Getirmiyorlar, Düşünüp,Araştırmıyorlarsa Suç Kimindir?Bir İnsan Doktordan Reçeteyi Alıp Okusa Ama Uygulamasa , Ölse ,Suç Kimindir.Yazara Göre Doktorun Ve Reçetenin !Binlerce Yıldır Sabun Var Ama Hala Pis İnsanlar Var, Suç Sabun Da Mı Sabuncuda Mı Alıp Kullanmayan,Veya Alıp Sabunu Kenara Koyan İnsanlarda Mı? İlaca Sahip Olmak Yetmez İlacı İçmekte Lazımdır! Yazarın Hala Evrim Teorisini Savunması,Üstadı T. Dursun'un Bir Süpürge Ve Bir Kova Su İle Tanrı Tanımaz Olma Öyküsü,Branşı Hukuk Bir İnsan İ.Arsel'in , Branşı Dışında Hadis Üzerine Bir Eser Yazıp Komik Hatalara Düşmesi ,Hz. Resül'ü Karalamak İçin Bilerek Yapılan Saptırmalar ( Mesela " İstersen Özgürsün,Malını Al Ve Git Veya Sana Evlenme Teklif Ediyorum Müslüman Ol Ve Benimle Kal " Cümlesindeki İki Teklifi Tek Cümlede Toplayıp " Benimle Evlenirsen Serbestsin (...!) Şeklinde Tek Cümlede Toplamaları...Vs , ), Yazarların Ateizm İle Agnostizm Arasında Gidip Gelmeleri, Yazar Ve Bu Tür Taifenin Ön Yargı,Taasup Ve Bilgisizliklerinin İz Düşümlerinin Doğal Sonucu Olmaktadır. Bilmeyen İnsan Bilmediğini De Bilmeli En Azından Tarafsız Olmalıdır Hedefe Yolusuz Gidilmez T. Dursun'un yazıları bir metoda mı dayanıyor? Yoksa (Don Kişotça) bazı itilimlerden doğan tepkiler midir? İslami kaynakları değerlendirmede hiçbir metoda dayanmayışı, İslam'ın temelinden olmayan (İslam’ın temeli Kuran ve ona uygun rivayetlerdir) kitaplardan eleştirebileceği parçaları alışı; buna karşın işine gelmeyen bölümlere gözünü kapayışı onun tepkisel olduğunu gösteriyor. Buna birkaç örnek vermek istiyoruz; 1) Şeytan ayetleri masalını anlatırken; "Olayın kalan bölümü, sayılamayacak kadar çok hadis ve tefsir kitaplarında var" (Din Bu I: s101) diyor. Halbuki sayılamayacak kadar çok dediği 3-4 kitabı geçmiyor. T.Dursun ayrıca bu rivayetleri reddeden (Kadı Iyaz, Fahreddin Razi, Alusi, Kadı Beyzavi, Muhyiddin Arabi, İzmirli İsmail Hakkı, Muhammed Abduh, Muhammed b. İshak b. Huzeyme, Beyhaki, Şevkani, Kurtubi, Ayni vs.) birçok alimi yok saymıştır. 2) Ayetlerin geliş tarihine ilişkin kesin bir bilgi ileri sürülemez (s104) diyerek şeytan ayetleri masalını ispatlamaya çalışırken her nedense ayetlerin tarihine ilişkin kesin bilgi veren kaynakları unutuveiyor! 3) Arap dilindeki mecazi (benzetme, sembolik) kavramları, sanki anlamlarını bilmiyormuş gibi kasıtlı çevirmektedir. Mesela Allah'ın gözetlemesi demek olan "Allah'ın gözü" deyimini "insanın gözü gibi göz" diye tercüme etmiştir. 4) Eş kelimesini karı diye çevirerek okuyucunun zihninde olumsuz anlamlar uyandırıyor. Mekr kelimesini düzen yerine kasten tuzak olarak çevirerek yine aynı anlam saptırmasına başvuruyor. 5) Tefsirlerdeki bilgilerden işine geleni alarak farklı yorumları gözardı etmekte, hatalı bir tefsirde gördüğü hatayı, İslam’ın görüşüymüş gibi vermektedir. Mesela: Ayın yarılması konusunda (s217) İbnül Cevzi'nin tefsirini kendi yorumuna ters düştüğü için reddetmektedir. s230'da ise İbnül Cevzi'yi güvenilir bir müfessir olarak kabul etmektedir. Biz T. Dursun un bu "bilimsel!" yöntemli uygulamalarını objektif düşünme ve değerlendirme hassasiyetine zıt buluyor ve reddediyoruz. 6) Bazı konularda tefsirleri kanıt olarak bir hünermiş gibi sıralarken nedense
Gönderi tarihi: 16 Mayıs , 2006 19 yıl Yazar Aleyna aleyküm selam ve rahmetullah ve berakatuhu el- mübarek keşke görsek ve tabiki de anlasak ama nerde kardeşim inşallah cuma tepesinde beraber kuran dinliyenlerden oluruz(amin)
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.