Φ KiRaZ Gönderi tarihi: 17 Ağustos , 2011 Gönderi tarihi: 17 Ağustos , 2011 Yüz Yıla Mahkum - Ümit Yaşar Oğuzcan Sende karlı dağların serinliği sende mayıs rüzgarlarının ılıklığı var sen denizlerimde bir büyük dalgasın ben senin sonsuzluğunda bir kum tanesi sen bir tanyerisin renkli camlar gibi ben her sabah senin şafaklarında uyanıyorum seni kimseler bilmeyecek benden başka kimseler bilemeyecek seni sevdiğimi ona yanıyorum.. Hiç bir şey beni kurtaramaz artık jüri karar verdi suçluyum işte ellerime kelepçe vurdular alıp götürüyorlar beni güneşe ve gökyüzüne son defa bakıyorum zaman bir ateş oluyor yüreğime düşen kendimi kadere ve sana bırakıyorum yüz yıl sana mahkumum ben.. 1 Alıntı
Φ KiRaZ Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 10 Haziran , 2012 Az Yaşadıksa Da Ben kibriti çaktığım zaman Her şey kırmızıydı yüzün olarak Ben kibriti çaktığım zaman Çünkü her yüz bir memlekettir Ben sigaramı yaktığım zaman Çünkü her sigara bir kelimedir Ben sigaramı yaktığım zaman Güz günleriydi bir şarkı olarak Bir güvercin ben öldüğüm zaman Nice hüzünlerden yaprak yaprak Bir güvercin ben öldüğüm zaman Cemal Süreya 1 Alıntı
Φ KiRaZ Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2012 Biriken bütün rüzgarlar işte orada, o deniz kasabasında o çok köpekli, çok rüzgarlı yerde patladı. İkimizi aynı gökyüzüne baktıran, neydi o, ışık söndü. Sustum. Sustum. Sustum. Sustum. Bütün aşkların sonunda yaptığım gibi, konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu. Biliyordum. Birhan Keskin 1 Alıntı
Φ KiRaZ Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 28 Temmuz , 2012 Soluk Soluğa -1 Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de... O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan -Ahmet Telli Alıntı
Φ KiRaZ Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2012 Kışındır şimdi bu kışa girişin bir hüznü müdür, o mudur acaba bu iri iri sevmekler, denizi o eski mühür, o mudur acaba mavi isterse mavi kalsın ister ölümle değişsin kendini ellerim bu hüzünde her şeye karşı kırgın, kaba saba çocuklar vardı çarşıya indiğimde hemen hemen günsonu ellerini verdin tuttum, tamam ağzını da ver bir daha durup durup yüceltiyorsun şu korkak şafağımı incelmiş bir mor olarak çıkıyorum böylece her sabaha şimdi bu hüzün nedir sanki, kara kazağım sırtımda işte bir duman, bizi tüten, işte bir duman ki kapkara kışa nasıl başlanır bahçelerde, çiçekler nasıl başlarsa bir balıkçı denizin dibine öyle başlar her defa şimdi bu kışa girişin hüznü müdür, o mudur benim her duygum biraz hüzün gibidir. Mesela Turgut Uyar Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2012 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2012 Tatlı mı tatlı Kiraz, hepsi ayrı ayrı güzellerdi... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.