Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kimleri Feda Ettik Barış Yolunda.....


''biji tirkiye''

Önerilen İletiler

Türkiye, ne zaman Kürt meselesi ile ilgili köklü çözüm arayışlarına girse süreç kanlı eylemler ve provokasyonlarla kesiliyor.

Geçmişten ders alınmamış olacak ki, silahlar, bıçaklar, sopalar ellerde yine bazı gruplar sokaklarda. Oysa bu 'kurgulanmış kavga'da pek çok değerimizi yitirdik.

 

Geçmişe baktığımızda Turgut Özal'dan Eşref Bitlis'e, Adnan Kahveci'den Uğur Mumcu'ya ve adını sayamayacağımız binlerce masum vatandaşımızı bu uğurda feda ettiğimizi görebiliriz. 'Derin Devlet'in işi olarak görülen cinayetlerin zamanlamasının Kürt meselesinin konuşulduğu dönemlere denk geldiği de... Kaybedilen isimlerin tamamı bu haftaki Aksiyon Dergisi'nde yer aldı.

 

Dergi, kapak dosyasında Kürt meselesine siyasi ve demokratik çözümün konuşulmaya başladığı 1990 yılından itibaren süreci irdeleyen bir analiz yayımladı. Çarpıcı bilgiler içeren analizde yapılan suikastlar ve provokasyonlar irdeleniyor. Kürt meselesi ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkilendirilen kanlı olaylarda bir çok önemli isim ortadan kaldırılmış. İşte o isimler:

 

Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas: 26 Eylül 1990'da ilk sivil MİT Müsteşarı olma hayaline kavuşamadan öldürüldü. Özal'a yakınlığıyla bilinen Abas, Kürt meselesinin sivil çözümünden yanaydı.

 

Başbakanlık Başmüşaviri emekli Korgeneral Hulusi Sayın: 30 Ocak 1991'de öldürüldü. 1989 yılına kadar OHAL Asayiş Birlikleri Kolordu Komutanlığı görevinde bulunan Sayın, Kürt meselesinin sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini savunuyordu.

 

HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın: 5 Temmuz 1991'de polis kimlikli kişiler tarafından alınarak öldürüldü. Cenazesinde de kalabalığın üzerine ateş açıldı, Diyarbakır savaş alanına döndü. JİTEM adının karıştığı bu cinayet Kürt sorunundaki en büyük provokasyonlardan biri olarak görülüyor.

 

ANAP Milletvekili Adnan Kahveci: Mayıs 1992'de Özal'a sunduğu Kürt raporunda: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır." ifadelerini kullandı. Kahveci bir yıl sonra şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetti.

 

72 yaşındaki Yazar Musa Anter: 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da öldürüldü.

 

Gazeteci Uğur Mumcu: 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu öldürüldü. Öldürülmeden önce PKK-Devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışıyordu.

 

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis: 17 Şubat 1993'te şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetti.

 

Cumhurbaşkanı Turgut Özal: 17 Nisan 1993'te vefat etti. Eşi Semra Özal hala eşinin öldürüldüğünü savunuyor. Özal'ın ölümü Kürt meselesini çözme çabaları ile ilişkilendiriliyor.

 

HEP kurucularından Mardin Milletvekili Mehmet Sincar: 4 Eylül 1993'te faili meçhul cinayetleri araştırmak için gittiği Batman'da öldürüldü.

 

Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın: 22 Ekim 1993 tarihinde Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü. PKK çok sansasyonel bir eylem olmasına rağmen Bahtiyar Aydın cinayetini hiçbir zaman üstlenmedi. Jandarma İstihbarat Astsubayı Hüseyin Oğuz yıllar sonra yaptığı açıklamada Aydın cinayetinin arkasında JİTEM olduğunu söyledi. Aydın, Kürt sorunun sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceğini savunuyordu.

 

Eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı emekli binbaşı Ahmet Cem Ersever: Duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu. PKK'yla mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söylemişti.

 

Behçet Cantürk: 24 Ocak 1994'te öldürüldü. Bu tarih, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in "Elimizde PKK'ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi var, hesap soracağız" açıklamasından sonraya rastlıyor. Bu süreçte Savaş Buldan, Hacı Karay'ın da içinde bulunduğu pek çok işadamı infaz edildi.

 

Gazeteci Metin Göktepe: 8 Ocak 1996'da öldürüldü.

 

Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe: 9 Ocak 1996'da Sabancı Center'ın 25. katında susturucu takılmış tabancayla öldürüldüler. Sabancı Grubu'nun 1995'te Kürt Sorunu üzerine hazırlattığı raporda "Bu sorunu sadece fabrika kurarak çözemeyiz." deniliyordu.

 

Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okan: 24 Ocak 2001'de uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını yitirdi. Halkla kurduğu güçlü bağ ve JİTEM gibi güçlere karşı başlattığı mücadele ile ön plana çıkmıştı.

 

Eski HADEP genel başkanlarından Hikmet Fidan: 6 Temmuz 2005 tarihinde Diyarbakır'da öldürüldü. PKK'nın eylemlerini eleştiriyordu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

En dikkat çekici iddialar, Eşref Bitlis ve Gaffar Okkan ile ilgili olanlardır. (Diğerleri önemsiz demiyorum.)

 

Türkiye’de bir derin devlet yapılanmasının, dünyayı yöneten gizli servislerden bağımsız, kendi inisiyatifi ile çalışması, hele bu tür suikastleri kendi başına düzenlemesi imkânsızdır. Eğer bu ülkede bir derin devlet varsa, bu ancak daha önce de savlanmış olduğu üzere, kontrgerilla tipi dış gizli servisler işbirliği ile yürütülen bir faaliyet olabilir.

 

Şimdiki resim ise apaçık ortada: Eğer bu derin devlet iddiası, hayali bir de ad konulan şu meşhur yapılanma ise, ve bu sözde yapılanma cumhuriyeti korumak isteyen, cumhuriyete karşı planlanan AB master planlarına karşı çalışan bir yapılanma ise, Bitlis ve Okkan dış gizli servislerce öldürülmüş, devlet derini ve sığı ile bu kişileri koruyamamış demektir.

 

Çünkü AB sorunun çözülmesini filan istemiyor. Sorunun derinleşmesini ve sonuçta Türkiye’nin bölünmesini istiyor. Çünkü halihazır büyüklükteki lokmanın boğazından geçmeyeceğini, boğazına takılacağını ve yutamayacağını düşünüyor.

 

Eğer bölünmeye, bağımsız bir Kürt devletinin Türkiye Cumhuriyetinden kopmasına çözüm adını koyuyorsanız, o başka… Fakat herhalde Eşref Bitlis ve Gaffar Okkan bölünmeyi çözüm olarak görmüyorlardı, öyle değil mi? Bu insanlar tersine kaynaşmayı, bütünleşmeyi sağlamaya çalışıyorlardı. Gaffar Okkan’ın Diyarbakırspor maçlarını nasıl birleştirici ve kaynaştırıcı bir unsur olarak son derece başarılı kullandığını çok iyi biliyorum. Kimse bana onun şimdilerde çözüm diye yutturulmak istenen ve AB master planının ilk uyutma adımları olan ana dilde eğitim, özerk federasyon bilmem ne yanlısı olduğunu filan yutturamaz.

 

Yapılan anti Atatürk ve 2. cumhuriyetçi, hepsinden önemlisi: “laik olmasa da olur(!?) demokratikçi” propaganda, tüm gerçekleri tersyüz etmeye ve tüm kafaları karmakarışık yapmaya öyle şartlandı ki, kendi kafası karmakarışık oldu, artık ne iddia ettiğini kendisi de bilmez oldu. Bizim kafamızda ise bir karışıklık yok, biz resmi olanca netliği ile görüyoruz. Tipik örnek: TRT de saatlerce beyin ishalini saçan bir o yana, bir bu yana dönmekten başı dönmüş, midesi bulanmış şahıs… Bu şahsın bu saçmaları, savlamaların belkemiğini oluşturuyor, varın siz düşünün artık.

 

Yok yani, ortada anayasal bir sorun yok, sorun uygulamadaki eksiklikler. Doğu’nun zor coğrafi ve iklimsel ve üstelik kültürel şartları. Ulus kaynaşmış, akrabalıklar had safhada, anayasa eşitliğin teminatı. Ancak uygulamada bu teminat sağlanamıyor, yapılacak olan bu teminatı pekiştirmek, kaynaşmadaki çatlakları gidermek. Ortada geçinemeyen, bir arada yaşayamayan toplumlar olur da sorun var dersin. Anayasa bir grubu eşit saymaz da sorun var dersin. Böyle bir sorun yok. Sorun, kağıt üzerinde kalan eşitliği kağıt üzerinden kurtarıp uygulamada sağlamak. Bu da iktidarın temel görevi.

 

Bir iktidarın görevi ise, asla “ikinci sınıf vatandaşlarımızı bu durumdan kurtaracağız” diye kendini kendine şikayet etmek değildir. Anayasada “şu vatandaşlar ikinci sınıftır” yazıyor mu? Hayır! O halde ikinci sınıfsa suçu hiç anayasaya babayasaya atma ey iktidar, aksaklıkları düzeltme makamı sensin! Seni oraya uygulamadaki aksaklıkları düzelt diye seçtiler, buyur düzelt. Senin işin bu! Ondan bundan yakınmak değil! Asıl hakareti sen bu söylemle yapıyorsun insanlara. Bir hükümet düşünülebilir mi ki bir kısım vatandaşına dönsün, “siz ikinci sınıfsınız” desin? Sen eşitlik sağladın da anayasa mahkemesi “yooo, tüm vatandaşların eşit olması anayasaya aykırıdır, bazı vatandaşlar ikinci sınıftır” diye iptal mi etti? Asıl bazı vatandaşları ayırır, “o da etnik, o da etnik” deyip ulus bütünlüğünü yok ederek ayrı eğitim verirsen asıl o zaman sınıflaşır toplum. Açılımın başlangıcını hatırlayın. “O da etnik, o da…” diye, yani Çekoslavakyalılaştırma, “ülkede Çek var, Slovak var” benzeri bir iddiayla başlatmıştı değil mi? Hemen ardından durumu kurtarmak için gelen “tek bayrak” bilmem ne söylemleri, takiyye ve manevradır. Bu tek bayrak lafıyla dilinin altında gizlediği, federasyon bayrağıdır! Tabi tabi, tek bayrak! Böyle uyutmaya çalışıyorlar. Tabi tabi, geçici olarak Çekoslavakya bayrağı, ayrı Çek bayrağı ile ayrı Slovak bayrağı sonraki iş, o zamana kim öleee, kim kala, elbette… “Hani tek bayraktı?” diye yakasına mı yapışabileceksiniz?

 

Süreci baştan iyi düşünün, resmin çok net olduğunu, iplerin nereye uzanıp nerden çekildiğini çok ama çok net göreceksiniz…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

AB kaynaklı propaganda aygıtı, tüm gerçekleri tersyüz etmek ve aka kara, karaya ak demek üzere çalışmaktadır. Taşeronları da aynı taktiği birebir uygulamaktadır. Teslim olmanın adını barış, dogmayı egemen kılmanın adını demokrasi, satın alınmışları demokrat, yıkıcılığın adını yapıcılık, bölünmenin adını bütünleşme, ayrışma ve kamplaşmanın adını sevgi,(*) totaliter dini dogma faşizminin adını kardeşlik, kavganın adını uyum... Yani kısaca her karaya ak, her aka kara demek şeklinde bir propaganda makinasını çalıştırıyorlar.

 

Bunu her alanda, her söylemde görüyoruz. Hayatta olmayan, tekzip edemeyecek insanların anısını bile menfaatlerine alet etmelerinde de... Uzun bir süredir tüm kurbanlar dini ve etnik bölücülük planlarının önündeki engelleri kaldırmak için veriliyor. Ne zamandan beri mi? Şimdiki taşeron kendini kimin halefi gösteriyor, ona dikkat edin anlarsınız.

 

Şimdi doğruya doğru, akıllı bu Batılılar. Önce Sovyetlere karşı ancak sizi dinin "Yeşil Kuşak"ı kurtarır dediler, sonra Sovyetler gitti, dinin de bağnaz bölücü tortusu kaldı mı elimizde...

 

Hakkaten kurnazlar... hakkı sahibine teslim etmek gerek...

 

(*) Orwell'in ölümsüz eseri 1984 de, totaliter Büyük Birader rejiminin içişleri bakanlığının adı "Sevgi Bakanlığı" idi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.