Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Öykü, romanı geçip gitti


Legendary

Önerilen İletiler

Öykü, romanı geçip gitti

Derviş ŞENTEKİN

 

Katmanlarından birinde edebiyat birikimini saklıyor öykü: Kafka'yı, Çehov'u, Sait Faik'i ya da Sabahattin Ali'yi okumadıysanız gizini çözemezsiniz öykünün. Kafka'yı çözmeden öykü de yazamazsınız, roman da -yazmamalısınız da

 

Özellikle 90’lardan bugüne bakıldığında romanımız gibi değil öykücülüğümüz; öykünün geleceğe yönelik kaygısı daha derin. Kılık kıyafetiyle, podyuma çıkıp kendini herkeslere göstermekle ilgilenmiyor. İçinin zenginliğiyle ilgili daha çok, hiç durmadan, bunu daha ne kadar geliştirebilirim diye uğraşıyor. Bu nedenle de dünyayı algılayışı romana göre daha gerçekçi. Ne zaman sönecekleri bilinmeyen -hatta yanıp yanmadığı bile belli olmayan- neon ışıkları altında boy göstermek yerine, insanın içine doğru bir yolculuğa çıkmayı seçmiştir öykü.

 

Daha sert söylemeliyiz belki, herkesin bildiğini: Çok satmak için yazılıyor romanlar, ne yazik ki. Nerede büyük roman? Harcını İnce Memed’in Huzur’un ya da Tutunamayanlar’ın suyuyla karmış roman hangisi? 2004’ten bugüne yüzlerce ilk roman yazıldı. 2004’te yayımlanan 150 romanın 70’i ilk romandı. Hangisinin adını unutmadık? Aklımızın askısına çengelini asan hangi kitaptı?

 

Okur olması gerekenler yazar oldu

Bir ortada olma, herkeslere görünme, çok satıp çok kazanma aracı mıdır roman?

 

A. Ömer Türkeş, bu durumu yorumlarken şöyle diyor: “Sadece içini döküp rahatlamakla bitmiyor; bir o kadar da görünme, işaret edilme arzusu, görülüp işaret edilenlere, mesela Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Murathan Mungan ve diğer ünlü yazarların medyadan ‘billboard’lardan yansıyan görüntülerine duyulan hayranlık da var işin içinde...”

Haksız mı?

 

Durum böyle olunca kolayı seven okuyucu için yazılmaya başlandı romanlar. Okuruyla romancı iç içe geçti; şunu söylüyorum: ‘okur’ olması gerekenler ‘yazar’ oldu. (Bu, Türkiye’ye özgü bir durum da değil üstelik.) Tam da işte burada ayrışıyor her şey. Öykü kolay yazılmadığı gibi, kolay da okunmuyor. Her şeyden önce bir birikim istiyor okurundan. Katmanlarından birinde edebiyat tarihini de saklıyor: Kafka’yı, Çehov’u, Sait Faik’i ya da Sabahattin Ali’yi okumadıysanız gizini çözemezsiniz öykünün. Kafka’yı çözmeden öykü de yazamazsınız, roman da -yazmamalısınız da. Yazılmaz değil, yazılır. Ne yazık ki artık böyle yazılıyor romanlar. Yarına kalmak için değil bugün ‘parlamak’ için yazılıyor.

 

Kelimelerin bir araya gelmesi midir edebiyat? Yazar, ‘duvar’ yazınca ‘duvar’ı bir sözcük olarak okuyup öyle duyumsuyorsak, tat vermez, zihne tortusunu bırakmaz o eser. “Yağmur yağıyor” dediğinde yazar, iliklerine kadar ıslanmalı okur. Bir kitap, okurun zihnine gönderilmiş birkaç işaret fişeği değil midir aynı zamanda...

 

Öykü, romanı çoktan geçip gitti.

 

‘Solcular TRT’yi ele geçirdi’

 

Dedikodunun yeni adı fısıltı gazetesi oldu. Kıraathanede oturan amca beyden devlet yöneticisine, futbolcusundan edebiyatçısına. fısıltı gazetesini yakından takip eder oldu. Öyle demeyin, ‘önemlidir’ dedikodu. Önemlidir çünkü çok tehlikelidir. Ama şu da bilinen bir gerçek ki tehlikeli olduğu kadar keyiflidir de. Hem dikkat edeceksiniz hem de çok eğleneceksiniz; birinden birini yapmazsanız vay halinize! Bu topraklarda başlar uçurmuştur dedikodu ve nice ayakları baş etmiştir...

 

Bu girizgâhı neden yaptım? Son günlerde keyifli olduğu kadar tehlikeli bir dedikodu dolaşıyor.

 

Dedikodu şu: “Solcular TRT’yi ele geçirdi.”

 

Ne olmuştu, nasıl olmuştu da ‘Solcular TRT’yi ele geçirmiş’ti?

 

Olay şu: TRT2’deki ‘Okudukça’ adlı program yayından kaldırılmış, yerine de ‘Açık Kitap’ adlı yeni bir program başlamıştı.

 

Diyibilirsiniz ki; e, ne var bunda, artık renksizleşmiş, izleyene keyif vermeyen bir program bitmiş yerine daha iyisini yapabilecek bir ekip kolları sıvamış. Haklısınız. Durum bu kadar basit.

Heyhat!

 

Komplocu kafa, insanları fikirlerinden dolayı yaftalamaya meraklı zihniyet değişmiyor. Hemen birilerini göreve çağırmalar, belden aşağı vurmalar falan filan.

 

İlk programı izledim, ‘Okudukça’dan daha çok beğendim ‘Açık Kitap’ı. (Yalnızca ‘Selim İleri’nin Not Defteri’ için izliyordum TRT2’yi. Şimdi ikiye çıktı bu kanalda izleyeceğim program sayısı.)

 

Bu dedikodunun altını üstünü karıştırmıyorum.

 

Dedim ya ben işin eğlenceli kısmındayım. Solcuların TRT’yi ele geçirdiğini duyunca kahkalarla güldüm.

 

Yaptıkları yarım saatlik bir kültür sanat programı altı üstü. Hem üstelik solcular olmasaydı, kültür, bu ülkede hâlâ bir mantar çeşidiydi. Bu da biline...

 

Şimdi...

 

“Solcular TRT’yi ele geçirdi” diye telaşlanan arkadaşlara bir dedikodu da ben vereyim:

 

“Komünizm bu kış kesin geliyormuş.”

 

Arka kapaktan

Savaş sonrası Viyana’sında tanıştılar: Toplama kampından sağ çıkmış bir Yahudi şair ve felsefe öğrencisi bir genç kadın. Birbirlerine âşık oldular. Celan’ın gönderdiği gelinciklerle dolu odasında ona aşk ve özlem dolu mektuplar yazdı Bachmann. Celan da ona. Biri yalnızdı, sahip olmak istedi, öteki başkalarına da gönül verdi zaman zaman. Farklı şehirlerde, farklı ortamlarda yalnızlıklarına çare aradılar. Koptular, birleştiler, ölene kadar birbirlerine yazdılar. Birinin ölümü sularda oldu, birininki ateşte. Geriye özlem dolu, hüzün dolu, şiir dolu mektuplar ve fotoğraflar kaldı. 20. yüzyıl Alman edebiyatının en önemli iki adı arasındaki aşk bugüne kadar bilinmeyenleriyle bu mektuplarda.

 

Kalp Zamanı: Ingeborg Bachmann-Paul Celan Mektuplar, Çeviren: İlknur Özdemir, Turkuvaz Yayınları, 336 sayfa.

Bir daha gelmem fuara

Bir kitap fuarını daha noktaladık. On günün dokuzunda fuardaydım. İlk hafta tam bir felaketti. Yağmurdu, yaştı, domuz gribiydi, falandı filandı derken ıssız sokaklara dönmüştü fuar alanı. Yayıncılar birbirleriyle dertleşip durdular. Tepebaşı’ndaki günleri andılar. Birkaçı, “Gelecek yıl katılmayacağız” dedi, “ettiğimiz masrafı bir yana bırakalım, buralara kadar gelip gittiğimize, kaybettiğimiz zamana yazık” dediler. Geçen yılki fuarın çok kötü geçtiğini ama bu yıl artık dibe vurduğunu söylediler.

En çok yakındıkları Beylikdüzü’nün kentin merkezine çok uzak olmasıydı. Yapılacak bir şey yoktu, çünkü kentin merkezinde fuar kurulabilecek bir alan yoktu.

 

Dertli olmasına çok dertliydi yayıncılar ama anladım ki şikâyet edip duracaklar ama değiştirmek için herhangi bir çaba göstermeyecekler.

Pazar akşamı kapanışta da oradaydım.

 

‘Bu yılki fuar sona ermiştir’ anonsuyla çılgın bir alkış koptu.

 

Yayıncıları bilmem ama bir okur olarak benim bu son fuarımdı.

 

 

Radikal KİTAP

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.