Φ ''biji tirkiye'' Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2009 Aslında oyun çok basitti. Sistemi “üç ayak” üstüne kurmuşlardı. Ordu, yargı, medya. Ve, bunlar gerçekle hiç alakası olmayan bir Türkiye tablosu çizip insanları buna inandırmaya çalışıyorlardı. Ordu, disiplinli, güvenilir ve şanlıydı. Yargı, bağımsız, tarafsız ve saygıdeğerdi. Medya, dürüst ve gerçekçiydi. Halkı da parçalara ayırıp biçimlendirmişlerdi. Kürtler teröristti, dindarlar yobazdı, solcular haindi, Aleviler ahlaksızdı. Sistemin hedefi olmak istemeyen bu gruptakilerin neler yapacağı, nasıl davranacağı da belirlenmişti. Kürt olabilirdin ama “aslında Türk” olduğunu söyleyecektin, dindar olabilirdin ama dinin gereklerini yerine getirmeyecektin, solcu olabilirdin ama hayatı “yüce Atatürk’ün ilke ve inkılâplarına” göre değerlendirecektin, Alevi olabilirdin ama Alevi olduğunu söylemeyecektin. İtiraf etmek gerekir ki bu oyun tuttu. Ezilenler, sistemin birbirleri hakkında söylediklerine inandılar çünkü. Kendine “yobaz” denen dindar buna kızdı, bunu haksız buldu ama Kürtlerin “terörist” olduğuna inandı. “Bana yobaz derken haksızlık eden biri, Kürt’e terörist derken de haksızlık yapmış olamaz mı” diye sormadı. İşkencelerden geçen, köyleri yakılan, insanları sokaklarda öldürülen Kürtler, kendilerine “terörist” denmesindeki haksızlığı görüyorlardı ama dinarların “yobazlığı” konusunda bir kuşkuya düşmediler. İnsafsız bir propagandayla “ahlakları” sorgulanan Aleviler, “insan sevgisini ibadetinin merkezine koyan birine ahlaksız diyenin, diğerleri hakkında söylediklerine inanmam doğru mu” diye sormadı. Her askerî darbede belleri kırılan, en büyük acıyı çeken solcular, “Kürtlerin emperyalizmin ajanı teröristler olduğuna, dindarların irticacı yobazlar” olduğuna inanmakta neredeyse hiç duraklamadı. Bu tabloyu olaylarla kanıtlamak için aşağılık oyunlardan da geri kalmadılar, Kürtler vahşi baskılarla dağlara sürüldü ve böylece boyunlarına “terörist” yaftası daha rahat asıldı. Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da kitle eylemleriyle Alevilere saldırıldı, bütün Sünnilerin “yobazlığı” hak etmesi sağlandı. Aleviliğin ne olduğunun anlatılmasına izin verilmedi ama onlar hakkındaki rezil propagandalar hep sürdürüldü. Sistemin bu “yalancı dürbününün” merceği medyaydı. Sistemin istediği görüntüler oradan yayılıyordu topluma. Orduyla yargı hiç sorgulanmıyor ama halkın bütün kesimleri sürekli yaftalanıyordu. Yalana ve çarpıtmaya dayalı bu sistem sonunda inanılmaz yolsuzluklar ve suçlar üretmeye başladı “sorgulanmayan kurumların” içinde. Dünya da değişmeye başlamıştı. Devletin her istediği suçu işleyebildiği, halkın sürekli baskı altında kaldığı ülkenin “bir çöplük” haline gelmesi, bütünleşmekte olan dünyayı da rahatsız etti. Ülkenin içi de huzursuzlanıyordu, sermaye el değiştiriyordu. Gerilim gittikçe artıyordu. Sonunda sistemin “üç ayağı” göbeğinden yarıldı. Ordunun içinden “darbeciliğe engel olmak” isteyen askerler çıktı, yargıda “hukuksuzluktan rahatsız olan” hukukçular hareketlendi, medyada bu sistemin dışında kalan gazeteler ve televizyonlar belirdi. Türkiye gerçekleri görmeye başladı ve ikiye ayrıldı. Ordunun içinde cunta kuran subaylarla, cuntalara karşı çıkan subaylar var ve “sistemden” yana olanlar “cuntacıları” gerçek ordu kabul edip, buna karşı çıkanlara “muhbir” diyor. Yüksek yargıçlar, Ergenekon savcılarını durdurmaya çalıştığında, sistemden yana olanlar “yüksek yargıçları” yargının temsilcisi kabul ediyor. Ordunun cuntacılarıyla, yargının “hukuksuzlarını” sahiplenen medya da kendine “merkez” medya adını takıyor. Ama bu sistem, “yarım ordunun, yarım yargının, yarım medyanın” taşıyamayacağı kadar ağır suçlarla yüklü, onun için de “üç ayak” bel veriyor, esniyor ve kırılmaya doğru gidiyor. Ordunun içindeki cuntaların planları ortaya çıkıyor, “askerî muhtıralara” karşı çıkmayan barolar “hoş geldin darbeci” pankartlarıyla karşılanıyor, Kafes planını görmezden gelen medyaya “senin asıl görevin ne” diye soruluyor. Şimdi sıra, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin, solcuların, bu baskıcı sistemin kendileri hakkında söylediklerini gözden geçirmesinde, “benim için yalan söyleyen, diğerleri için neden doğru söylesin” diye sormasında. Ezilenler bu soruyu sorduğunda bu sistem bitecek, bu ülkenin çocukları eşitsizlikten, esaretten, baskıdan kurtulacak. 1 Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2009 (düzenlenmiş) Hepimiz kendimizi sorgulayacağız önce. Bu "ben" işin neresinde? Sorumluluk bilincimiz olacak ki keyfimizle sınırlı kalmayacağız. Sorunları ordu-yargı-medya diye üç ayağa da yüklemeyeceğiz salt. Herkes kendisini görecek önce. Bununla birlikte "güçlü" sorgulanacak "ben" hazır olduğunda. Düşmüşe bir tekme daha atma meraklısı olunmayacak. Tarih: 26 Kasım , 2009 Düzenleyen: ali0_1 Alıntı
Φ kgurleyen Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 26 Kasım , 2009 Ordu+Medya+Yargı diye bir sacayağı kurmak baştan yanlış....herkes kafasına göre özellikle de kızdığı ve sevmediği kurumlar üzerinden böyle sacayakları kurabilir...örneğin ben de şöyle bir sac ayağı kurabilirim;hükümet+medya+emniyet... Doğru yöntem bilimsel olandır...Yargı+Yasama+Yürütme Diğer kurumları 4 ncü....5 nci vs.diye sıralayabilirsiniz... Uydurdukları sacayağının bir köşesine medya yı koyanların...hoşlanmadıkları medyadan söz ettikleri çok açık...bu genel sözcüğün sevdikleri medyayı da kapsadığını bilmez mi bunlar?... Yargı için ne diyelim peki?...Sevmedikleri YüksekYargıyı sacayağının öteki köşesine koyanlar...sevdikleri Ergenekon Savcılarını nereye koyacaklar?... Kısacası herkes kafasına,yüreğine göre sevdiği...inandığı ''şeyler'' üzerinden ahkam kesiyor... TSK ve Yüksek Yargı karşıtlığının... kavramları ve algıları nasıl çarpıttığını ibretle izliyoruz... Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 27 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 27 Kasım , 2009 (düzenlenmiş) Genelleyici konuşmaların yanlışa götürebilirliği doğrudur. Ancak sözleri iyi anlamak lazım "kavram ve algı çarpıtması" demeden önce. Devlet içinde devlet diyebileceğimiz bir oluşumun üzerine gitmekle tanınan "bir savcıyla" veya "bir kısım savcıyla" "Yüksek Yargı" aynı kefeye konmaz eleştiride. Neden? Yani; çok da açık işte. Adları yan yana getirsek ortaya çıkar. Birisi yukarıda diğeri aşağıda. Aynı şekilde olağanüstü durumda emniyetin de görevini üstlenecek olan ve teşkilatlanması çok daha ciddi bir savaş gücünü gerektiren orduyla(hem de darbe geçmişi var, bugüne dair işaretler bulunuyor) emniyetin karşılaştırılması da dengesiz olacaktır ve tabii burada okur kitlesi yüksek olup yıllardır ülkede "kamuoyu" oluşturan olarak bilinen "dev medya"(ki en yakın ve meşhur örnek 28 Şubat sürecindeki "ilginç" yayınlardır) karşısında yeni yeni güç kazanan ve karşıtlarınca "yandaş" olarak adlandırılan kendilerini etkili kılan tek şeyinse bazı konuları(mesela güncel darbe planları - bunların ciddiliği gelişmelerle ortaya çıkmıştır-) "daha açık" konuşmak olduğu medya da aynı kefeye konamaz. Bunları eleştirebilirsiniz. Ama tekrar söylüyorum önce "güçlü" olana bakılacaktır. Ordu dururken emniyetten darbe beklemek en azından dünün ve bugünün Türkiye'sinde hedef saptırmak olabilir sadece. He ileriye yönelik bir uyarıdır derseniz o zaman tarihteki örneklerle ciddi olarak düşünülebilir(ikinci silahlı gücün oluşumu meselesi). Aynı şekilde yeni bir "dev medya" oluşuyor diyerek de geleceğe yönelik tartışma mümkündür(burada eleştirilen medyanın da öncekiler gibi yanlı hale gelebilmesi sorunu). Ve yine hükümetin kendi başına baskıcı hale gelmesi de geleceğe yönelik tartışılabilecektir. Ama şu şartlarda Ordu, Yüksek Yargı ve benim Dev dediğim medya karşısında bunları ileri sürmek gerçek bir "baskı karşıtlığının" ifadesi olamaz. Dediğimiz gibi öncelikse dünde ve bugünde ülkenin "en güçlü kesimini oluşturanlardadır". Önce en güçlüyü sorgulamazsanız muhtemel tehlikelerle uğraşırken mevcut tehlikeleri görmezden gelmiş olursunuz. Eleştirinizde haklı bulduğum yansa genellemenin yanlışlığıdır. Orduda, yüksek yargıda ya da dev dediğimiz medyada herkes gerilim ve darbe sevdalısı demek yanlış olur. Bir diğer haklı nokta da sayılan diğer yönün de zamanla kendi "baskısını oluşturma" adına adımlar atmayacak bilinçte olduğunun şüpheliliğidir. Mevcut tehlike muhtemel tehlikeden önce gelir. Yine bu memleketin insanının yaptığı eleştirileri salt "TSK ve Yüksek Yargı karşıtlığına" bağlamak da hatadır. İlgili kurumlar her kesimden vatandaşın katkılarıyla varlığını sürdürebilir. Bu vatandaşların darbe kaynağı haline geldiğini gördüğü kurumları sorgulama ve eleştirme hakkı vardır. Tıpkı sizin de yazınızda bir başka "baskı" unsuru haline geldiğini ileri sürdüğünüz kurumları eleştirme ve sorgulama hakkınızın varlığı gibi. Tarih: 27 Kasım , 2009 Düzenleyen: ali0_1 1 Alıntı
Φ kgurleyen Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 29 Kasım , 2009 ''En yakın tehlike en büyük tehlikedir...''tırmalamaya hazır kedi...1Km ötedeki aslandan daha büyük tehlikedir... Nicelik ve hacim büyüklüğü Ordu'yu şu ''an''ın en büyük ''darbe girişimcisi''yapmaz...darbe sivil iktidar tarafından ABD + AB destekli ve ''demokrasi'' palavralarıyla yapılmış ve bitmiştir... Cambaza bak numarası...tüm başların ve işaret parmaklarının TSK ne çevrilmesi için yapılmaktadır... Resmin tamamını ve kompozisyonun anlamını kavrayamayanların...kavramlar üzerinden formel ve Aristo mantığı yürütmesi sadece vakti çok olanların yapacağı satranç açılımlarıdır ki...ben bu karşılaşmada yer almam... Alıntı
Φ ''biji tirkiye'' Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2009 Gerçekleri söylemenin “ihanet” sanıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Öyle bir ülke kurmuşuz ki “gerçeği” söylediğiniz zaman “hastalıklı” olduğumuzu da söylemiş oluyorsunuz. Ve, hastalığı teşhis etmek en büyük hainlik. “Hiç dokunmayalım, bu hastalık böyle devam etsin” diyorlar. Bu, geçerli bir yöntem olabilirdi eğer “hastalık” her geçen gün biraz daha ilerleyip ölümcül hale gelmeseydi. Hastalık en yoğun olarak, bu ülkenin sistemini ayakta tutan “üç kurumda” görülüyor. Orduda, yargıda ve medyada. Bu kurumlardaki hastalığın sürmesine izin verdiğimiz sürece bu kurumlar “yıpranıyor”, eskiyor, içten içe dağılıyor ve sistemi taşıyamaz hale geliyor; böyle devam etmesi halinde sistem olduğu gibi tepemize çökecek ve yeni sistemi üzerine kurabileceğimiz “kolonların” en önemlileri elden gidecek. Orduyu, yargıyı ve medyayı kurtarmamız gerek. Kurtarabilmek için de hastalığı açıkça dile getirip, derhal tedavisini sağlamalıyız. Ordunun hastalığı artık açıkça görülüyor. Disiplinsiz, hukuk tanımıyor, içinde cuntalar fink atıyor ve bu cuntalar “askerî bir iktidarı” sürdürebilmek için gittikçe daha çok “çılgınlaşıp” çocukları öldürme planları yapıyor. Ne yazık ki generallerimizin önemli bir kısmı bu gerçeklerin söylenmesini de, hataların düzeltilmesini de istemiyorlar. Daha önce yapılanları bir kenara bırakıp sadece şu son “Kafes” planına bakalım. Korkunç bir plan ele geçmiş. Planda “çocukları öldürmek için” müzeye “bomba” konulması ve “Poyrazköy’de cephaneliğin gömülmesi” öngörülmüş. Planı yapan askerlerin isimleri de o planda yazıyor. Planda söz edilen “bomba” da, “cephanelik” de söylenen yerde bulunmuş. Elimizde korkunç bir plan, o planı hazırladığı söylenen subayların isimleri, o planda sözü edilen bomba ve cephanelik var... Bu şartlarda bir ordu ne yapar? Yapacağı çok basit. “Biz bu planı, planda adı geçenleri, silahları araştırıyoruz, gerekenleri yapacağız” der ve gerçekten de gerekeni yapar. O bombayı müzeye kimin koyduğunu, o cephaneliği kimin gömdüğünü bulur. Peki, bizim ordu ne yapıyor? Böyle bir plan yokmuş, bomba bulunmamış, cephanelik ortaya çıkmamış gibi davranmak istiyor ve bunları ortaya çıkaranları, bunları halka duyuranları suçluyor. Dün akşam yaptığı gibi bir açıklama yayınlayıp, “ortaya atılan iddiayı peşinen kabul edenler” olduğunu söylüyor. Hangi peşinen? Ortada orduya ait bombalar ve silahlar var. Bence her şeyi “peşinen kabul edenlerden” değil, tam tersine “her şeyi peşinen reddedenlerden” bahsetmemiz gerekiyor. Ordu yönetimi, ele geçirilen planları ve silahları “peşinen reddederse” sonunda bütün Silahlı Kuvvetler “suçun parçası” olacak, ordu bütünüyle cuntalaşacak. O açıklamayı yapan Genelkurmay bunu mu istiyor, ordu cuntalaşsın, oraya buraya silah gömüp, çocukları öldürme planları mı hazırlasın? Böyle bir ordunun yıpranmaması mümkün mü? Ordu, hastalığını saklamaya çalıştıkça daha çok hastalanıyor, daha çok yıpranıyor, daha çok halkın öfkesini çekiyor. Ordu, Şemdinli’de yakalandı, Lahika’da yakalandı, İrtica Eylem Planı’nda yakalandı, Kafes’te yakalandı. Şemdinli’yi soruşturan savcıyı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun meslekten ihraç etmesini bir genelkurmay başkanının sağladığını, o generalin ağzından duyduk. Sadece bu tek olay bile orduyla yargının durumunu ve ilişkisini ortaya koyuyor. Bu organizmalar hastalandı ama gene bu organizmaların içinde “iyileşmek” ve düzelmek isteyenler var, buna yardımcı olması gereken de bugüne kadar birçok gerçeği saklayan medya. Bu ülkeyi ve kurumlarını yaşatmak istiyorsak gerçekleri söyleyeceğiz, hastalığı göstereceğiz, tedavisini anlatacağız ve yeni bir sistemi hastalıktan arınmış kurumlarla kuracağız. Hastalığı söylemenin değil, saklamanın ciddi bir “suç” haline geldiği günlerden geçiyoruz. Bu hastalığı saklamak için direnenler, çok ciddi bir suçun ortağı olmaya başladıklarını da görmek zorundalar. Bunu söylemek, onlara yapılabilecek en dostça uyarıdır. Ahmet Altan-Taraf 3 Alıntı
Φ AKHENATON Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2009 Gönderi tarihi: 30 Kasım , 2009 Bu ülkede insanların dürüst olamayacakları kavramış durumdayım, en azından yukarıdaki pentagon söylemlerinin derinliklerini biliyorlarsa. Biz bu filmi Türkiyenin natoya sokulma sürecinde izlemiştik. Malesef ki piyonlar her zamanki piyonlar, piyonları piyon yapanda vatansızlık özlemi. Tıpkı 1945 CİA raporu gibi. Yenilmeyeceğiz. !!!! Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2009 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2009 (düzenlenmiş) Siyasi yoruma dayanan iddiaları tamamıyla kabul etmememiz "kavrayamamak" olarak isimlendiriliyorsa bazı zihinlerde, aman ben onlara göre kavrayamamış olayım; hiç önemli değil gerçekten. Ama ben karşı tarafın "kavrama gücüne" güvenerek sözlerimi amacından çıkaran hatalı örneği düzeltmek isterim. Bahsettiğimiz şey 1 km. ötedeki aslan değil yavru aslanla birlikte yanı başımızda ya da daha güzel bir ifadeyle bizimle olan aslan. Mesele de bu! Yavru aslanın küçük hamleleri ne olur böyle bir kompozisyonda? İşte bütünlük! Büyük aslana yerini gösterecek küçük aslanı da fazla şımartmayacaksınız. Öyle ki bu iş küçük aslanın salt büyüğe karşı çıkar kavgası olmaktan korunacak. Aslanların hepimizle bağlantısı hatırlanacak. Büyüğü de küçüğü de terbiye edilecek. Böylece topluma rağmen toplumu zorlama ve baskı yoluyla kendi keyfine göre şekillendirecek tehlikeler yine toplumdan tepki görmüş olacak. Yanlışa düşmemek için aslanların darbe ya da baskı kaynağı haline gelebilecek "siyasal güç odaklarını" anlatan bütünleyici bir ifade olduğunu hatırlatmakta da fayda var. O yüzden büyük aslan mevcut küçük aslan ya da istenirse kedi de muhtemel tehlikedir. Tarih: 3 Aralık , 2009 Düzenleyen: ali0_1 Alıntı
Φ kaplan-200 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2009 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2009 Aslında oyun çok basitti. Sistemi “üç ayak” üstüne kurmuşlardı. Ordu, yargı, medya. Ve, bunlar gerçekle hiç alakası olmayan bir Türkiye tablosu çizip insanları buna inandırmaya çalışıyorlardı. Ordu, disiplinli, güvenilir ve şanlıydı. Yargı, bağımsız, tarafsız ve saygıdeğerdi. Medya, dürüst ve gerçekçiydi. Halkı da parçalara ayırıp biçimlendirmişlerdi. Kürtler teröristti, dindarlar yobazdı, solcular haindi, Aleviler ahlaksızdı. Bu yazıda Taraf gazetesinin Ahmet altan yazısıdır. ''Kürtler teröristti, dindarlar yobazdı, solcular haindi, Aleviler ahlaksızdı.''Diyerek kendni zihniyetini ortya koyuyor çünkü amaç ortyay kin tohumları serpiştirmek,beyinlere başka düşünceleri yerleştirmek. Ne ben nede çevremdeki insanlar bir kürdü terörist olarak görmüyor ,fakat bu dtp-Taraf ve Altan zihniyeti bunu böyle göstermeye çalışıyor. Ne ben nede çevremdeki insanlar geneli solcudur böyle düşünmüyorlar yine bu zihniyetler böyle düşünülmesi için o kanala yönlendiriyorlar.Aleviler ve dindarlarda ayni şekilde !Amaçları akıllarda bu ayrımın yer etmesi ..ve sonuç.Her gün kamu alanlarına saldırarak bebek katiline af diyerek, insanları tahrik etmek. Bu altan -dtp ve taraf zihniyeti bu tarikleri neden yazmıyor ? Zihniyet farkı işte.! 1 Alıntı
Φ Taner Bayram Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2009 Gönderi tarihi: 4 Aralık , 2009 Burada 4. ayaga deginmemissiniz: Turkiye'de her cunta'nin arkasinda onu kuzu kuzu destekleyen bir de HALK vardir. Milliyetcisi vardir, 'ulusalcisi' vardir, fasiti vardir, militaristi vardir... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.