Gönderi tarihi: 7 Mart , 2006 19 yıl Badem Ağaci Ve Güneş Nisan ayının başlarıydı. Doğa üstündeki miskinliği yavaş yavaş atmaya başlıyordu. Uzak diyarlarda tatilde olan Güneş geri dönmüş. Çapkınca tüm tabiata göz kırpıyordu. Tabiatta buna kayıtsız kalmıyordu. Sümbüller açıyor,çiğdemler bende buradayım diyordu. Tüm tabiat Güneşin kendilerine ilgi göstermesi için bütün güzelliğini ortaya seriyordu. Güneşse bu ilgiden gayet mutlu , ışıl ışıl ve heybetli duruşuyla tabiatla cilveleşiyordu. Bir gün Güneşin dikkatini çelimsiz, kuru bir ağaç dikkatini çekti. Dalları yeni yeni filizleniyordu. O kadar ürkek ve nazlı duruyordu ki... Daha fazla dayanamayan Güneş ona ismini sordu. Ağaçta tüm ürkekliğiyle sessizce Badem diyebildi. İlerleyen günlerde Güneş tüm ilgisini ve sıcaklığını Bademe vermeye başladı. Bu ilgi karşısında Bademde yavaş yavaş açılıyor, ürkekliğini üzerinden atıyordu. Güneşin sevgisiyle dallarındaki filizler yerini rengarenk çiçeklere bırakıyordu. Badem ve Güneşin aşkını tabiatta da ki diğer ağaçlar,çiçekler ve gökyüzünde ki bulutlar, yıldızlar kıskançlıkla izliyordu. Tabiatta Badem arkadaşları tarafından dışlanmış hatta onu Güneşin yalancı ilgisine kandığı için ağaçların aptalı seçmişlerdi. Ama bunların hiçbiri bademin umurunda değildi. Ve Güneşin sevgisine inanıyordu. Badem bunları yaşarken Güneşin durumu da farksız değildi. Gökyüzü de Güneşin Bademe olan aşkına inanmıyordu. Güneşin her zaman ki gönül eğlencelerinden biri olarak düşünüyorlardı. Ama değildi. Güneş Bademe gerçekten aşıktı. Her güzel şey sonsuza dek sürmez. Burada da böyle oldu. Bulutlar kıskançlıktan kapkara renge bürünüp gökyüzünü kaplayıp Güneşle Bademin birbirlerini görmelerini engelliyorlardı .Her yeni günde Badem ve Güneş birbirlerini görmek için çırpınıyorlardı. Ama kara bulutlar buna izin vermiyorlardı. Badem Güneşin sıcaklığını ve ilgisini hissedemediği her gün çiçekleri biraz daha soluyordu.Üşüyordu, korkuyordu. Diğer ağaçlar biz sana demiştik. Sen ağaçların en aptalısın. Güneşin sahte sıcaklığına kandın hemen çiçeklerini açtın gördün mü bak bırakıp gitti seni diyorlardı. Ama Badem tükenmeyen umuduyla Güneşi bekliyordu. Gelecekti O.Günler geçti ama Güneş gelmedi gelemedi.Artık Bademin dayanacak gücü kalmamıştı.Dalında son bir çiçek kalmıştı. Bu sırada Güneş bulutları atlatarak en güzel ışığıyla Bademe ulaştı. Ama artık çok geçti. Badem Güneşi görmenin sevinciyle tüm gücünü toplayarak ‘bu dünyaya tekrar gelsem yine sana aşık olur yine seni severdim’ dedi.Ve dalındaki son çiçekte toprakla buluştu. Ve Badem sözüne sadık kalırcasına her bahar Güneşin sahte sıcaklığına aldanır ve erkenden açar çiçeklerini o güzel aşkı yaşamak için, sonu ölüm olsa bile... ARKADAŞIM BADEM AĞACI Sen ağaçların aptalı Ben insanların Seni kandırır havalar Beni sevdalar Bir ılıman hava esmeye görsün Düşünmeden gelecek karakış.. Açarsın çiçeklerini .. Bense hayra yorarım gördüğüm düşü... Bir güler yüz bir tatlı söz.. Açarım yüreğimi hemen Yemişe durmadan çarpar seni karayel Beni karasevda Hemde bilerek kandırıldığımızı Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza Koo desinler bize şaşkın Sonu gelmesede hiç bir aşkın Açalım yinede çiçeklerimizi Senden yanayım arkadaşım Havanı bulunca aç çiçeklerini Nasıl açıyorsam yüreğimi Belki bu kez kış olmaz Bakarsın sevdan düş olmaz Nasıl vermişsem kendimi son sevdama Vur kendini sen de bu güzel havaya Aziz NESİN
Gönderi tarihi: 6 Haziran , 2006 19 yıl BİR KAYISI AĞACI Ben bir kayısı ağacıyım,kırşehir'in dinekbağı'ndan.Küçücük bir ev önünde yaşarım yapayalnız.Yılda bir çiçek açar,yılda bir kayısı veririm,avuç içi kadar. Yaz olur,bir kadın silkeler dallarımı,bir çocuk yerde bağırır, güler,bense hoşnut olurum.Hem, zaten benim ne söğütler gibi nezaketim vardır,ne kavaklar gibi gururum. Ben bir kayısı ağacıyım Kırşehir'in dinekbağı'ndan.Dinekbağı'nda üç insan severim,bir çocuk,bir genç kadın,bir genç adam, benim kadar sessiz sedasız,benim kadar halim selim. En güzel ay nisan ayı,toprak yumuşak yumuşak,en güzel ay nisan ayı.Yağmur yağdı, çiçek açtı,bir hoş oldu içerim, en güzel ay nisan ayı. Kavaklar uzakta upuzun,bir sağa, bir sola,başı döner kavakların. Ben bir kayısı ağacı,başımda çiçeklerim. Ben bir kayısı ağacı,üç insan severim:Bir çocuk,bir genç kadın,bir genç adam.Çocuğun adı Ahmet,kadının adı Fatma,adamın adı Ibrahim.Ahmet küçük ve sarı,Fatma tombul ve beyaz,İbrahim uzun ve narin.Bir tek toprak odaları var üçünün,toprak odanın penceresi. Ben bir kayısı ağacı,bazan eğilir bakarım odaya,yerde eski bir yatakla yorgan görürüm,duvarda bir eski kırık ayna,yerde bir eski kilim,bir eski hasır. Bir kayısı ağacı,bazan eğilir bakar odaya,ciçeklerinden utanır. Dün gece gaz yakmadılar,ayışığında gördüm üçünü. Üçünün suratı asık.Önce durup zeytin ekmek, taze soğan yediler,sonra baktılar birbirlerinin gözüne,sonra esnediler. Gökyüzü bembeyazdı.Gökyüzü çiçeklerimin renginde.Gökyüzünde kavaklar. Fatma uzandı ibrahim'in yanına,Sağa döndü.Tombul, beyaz yüzü pencerede, Gözleri açık durdu sabaha kadar. Çiçeği en önce kayısı döker.Ben bir kayısı ağacıyım, döküyorum çiçeklerimi.Yer beyaz beyaz, başım yeşil yeşil,kayısılarım memede. Haziran gelecek,güneş yakacaktır tepemi,kayısılarım balla, şekerle dolacaktır.Ben bir kayısı ağacıyım,haziran gelecek,avuç içi kadar kayısılarım Ahmet'in ekmeğine katık olacaktır. Ben bir kayısı ağacıyım.Kötü bir düşüncedir almış beni.Geçti bağları budama zamanı, dedim,dedim, İbrahim gene boşta,kesildi, dedim, İbrahim'in yevmiye iki lirası,dedim, çarşıda dört döner İbrahim, dedim, ekmek parası,zeytin parası,gaz parası. Dedim, insanlar neden yaşatılmıyor ağaçlar kadar olsun?Ben bir kayısı ağacı.Fatma'nın, İbrahim'in, Ahmet'in yumurtası, şekeri, eti.Gittikçe artmakta kederim.Günlerden pazartesi.Gene geldi, elinde çanta, o şişman adam.Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder, ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim. Durmuş İbrahim kapıda,yüzü dalgın ve sinirli, bakıyor eli çantalı şişman adama.Şişman adam uzattı gövdeme elini, pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet, büktü boynunu kuzular gibi. Ben bir kayısı ağacı, gövdemde sarı kâğıt.Yol parasını verememiş İbrahim, verilmiş haciz kararı. Yapmayın, dedim, yılda bir çiçek açarım, dedim. Etmeyin, dedim, ekmeğe katık oluyor kayısılarım, dedim. Bir öğle vakti baktım, kavaklar uzakta upuzun, bir sağa, bir sola.Ben kışlık odun,altı lira... A.Kadir Bilgin
Gönderi tarihi: 11 Kasım , 2006 18 yıl Yaşlı Kadın İle Meşe Ağacı Kuraklık o yıl, New Jersey’in yemyeşil çayırlarını kahverengine çevirmiş ve tüm New Jerseylilerin gurur kaynağı yüzyıllık dev ağaçların yapraklarının zamanından önce dökülmesine neden olmuştu. Kuraklığın kırküçüncü gününde, küçük bir kentin yoksullar mahallesinden geçen Tom Greenfield adlı genç bir tarım uzmanı, tozlu yolda bir kova suyu sürüklercesine taşıyan yaşlı bir kadına rastladı.Otomobilinin camını indirdi ve yaşlı kadına seslendi: "Sizi gideceğiniz yere kadar götürebilir miyim, bayan?" Yaşlı kadın teşekkür etti ve bir kilometre kadar geride kalan evini işaret etti: "Zaten şu kadar kısa bir yoldan geliyorum" dedi ve yüz metre ötedeki dev bir meşe ağacını göstererek "Zahmet etmenize gerek yok..." dedi. "Iki üç adımlık yolum kaldı. Greenfield, kadının bir kova suyu ne yapacağını merak etti. Onu arkasından izledi. Yaşlı kadının, zorlukla taşıdığı kovayı bahçenin uzak bir köşesindeki büyük meşe ağacına kadar sürükleyip, sonra da kovadaki suyla meşe ağacını suladığını görünce, hem hayran kaldı, hem de şaşırdı. Yanına yaklaştı ve sordu: "Bu ağacı sulamak için mi o bir kova suyu bir kilometre öteden taşıdınız? Güçlükle kaldırdığınıza göre kova galiba çok ağırdı." Yaşlı kadın, genç adama gülümseyerek baktı. "Tam 81 yaşımdayım. Bu ağaç ise, yaşamdaki tek dostum. Küçük bir kızken arkadaş olmuştum onunla. Şimdi hiçbiri yaşamayan tüm arkadaşlarımla bu ağacın çevresinde, bilseniz ne oyunlar oynadık, onun gölgesinde nasıl dinlendik... Bu ağaç kurursa ne yaparım, ben? "Genç tarım uzmanı, yüzyıllık dev meşe ağacına uzun uzun ve dikkatlice baktı. Deneyimli gözü, ağacın giderek kurumakta olduğunu görmekte gecikmedi.Yaşlı kadın, meşe ağacıyla arkadaşlığını anlatmayı sürdürdü: "Annem beni dövdüğü ya da azarladığı zaman bu ağaca tırmanırdım, onun kollarına sığınırdım" dedi. "Nişanlım, parmağıma nişanı ağacın altında taktı. Benim için böylesi anılarla dolu olan bu ağaç için, bir kilometre öteden bir kova su taşımamı gerçekten çok mu görüyorsunuz?" Yaşlı kadın ertesi gün elinde su kovasıyla yine meşe ağacına giderken, ağacın çevresinde beş altı işçinin çalışmakta olduğunu gördü. Kovayı yere bıraktı ve işçilere doğru koşarak "Bırakın ağacımı" diye bağırdı. "Dokunmayın benim ağacıma..." Işçilerin başındaki adam kasketini çıkardı ve yaşlı kadınısaygıyla selamladı: "Ağacınıza kötü bir şey yapmak için değil, onu kurtarmak için geldik, hanımefendi" dedi. "Ağacınızın köklerinin çevresinde kanallar açtık ve onları tankerimizin deposundaki suyla doldurarak, ağacınızı bol bol suladık. "Yaşlı kadı tankerinin üzerinde yazılı olan "Greenfield Fidanlığı" adına takıldı. "Fakat ben sizi çağırmadım ki?" dedi. "Kim gönderdi sizi buraya?"Adam, saygılı tavrıyla yanıt verdi: "Bizi buraya gönderen kişi, adını söylemedi, efendim" dedi. Yaşlı kadın, yeterli suya kavuşan arkadaşı meşe ağacının altında durdu ve işçilerin tek tek ellerini sıktıktan sonra bindikleri kamyonun arkasından yaşlı gözlerle baktı.
Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 18 yıl Yoksul Çocuk Ve Elma Ağacı Ulu bir dağın eteğinde küçük bir köy ve o köyün karşı yamacında, sık yemyeşil yaprakları ile parlak kırmızı elmaları olan dibine her yaz sıcağı gölge ve serinlik veren bir elma ağacı varmış bir zamanlar. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların arasında korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde. Bir de her gün bu elma ağacını ziyaret eden gülünce yüzünde güller açan Ali adında yoksul ve zeki bir çocuk varmış. “Ey güzel çocuk duyuyor musun beni?” Küçük Ali bu sesin nereden geldiğini anlayamamış şaşkın şaşkın etrafına bakınıp durmuş, sonra farketmiş ki üstünde yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı elmalarıyla görkemlice duran elma ağacı dile gelmiş konuşmakta. “ Ey sevgili elma ağacı sen konuşabiliyor musun?” diye merakla sormuş elma ağacına... - Tabii, demiş elma ağacı, “sen nasıl konuşabiliyorsan ben de öyle konuşurum ama kimse beni duymuyor çünkü durup dinlemiyor. Elmalarımdan alan hemen uzaklaşıyor burdan...” - Bağışla, demiş küçük Ali, “bunca zamandır altından gelir geçerim sesini hiç duymamıştım, durup dinlememiştim. Ama bugün karnım açtı elma yemek için geldim buraya, konuştuğunu duyunca önce şaşırdım ama şimdi seni anlıyorum. Çünkü benimde arkadaşım yok benimle de kimse konuşmuyor çok yalnızım...” Fakir ve yetim olduğu için kimsenin kendisiyle arkadaşlık yapmadığını söylemiş Ali. -Elma ağacı önce derin bir iç geçirmiş ve sonra küçük Aliye “benimle arkadaş olur musun sana her gün elmalarımdan veririm karnını doyurursun?” demiş. Küçük Ali öyle duygulanmış ki cevap verememiş, cevap yerine sarılıp elma ağacına iki damla gözyaşı dökmüş yanağından... Elma ağacı da çok duygulanmış,”benim de derdim bir candan arkadaşımın olmayışı elmalarımdan alan çekip gidiyor burdan” demiş. Küçük Ali ağaçtan aldığı iki elmayı hemen afiyetle indirmiş midesine. Sonra dönüp yeni dostuna teşekkür etmiş. - Gerçekten de bu güne kadar böyle lezzetlisini yememişti Ali. O günden sonra küçük Ali ile elma ağacı çok iyi dost ve iki candan arkadaş olmuşlar, hemen hergün buluşup kuşların cıvıltıları, suların çağıltıları arasında beraber güler, beraber ağlar, beraber oynar olmuşlar… O günden sonra bütün ağaçlarla, bitkilerle, çiçeklerle dost olmuş, kuşlarla, hayvanlarla konuşur olmuş Ali elma ağacının yardımıyla... Annesi ölünce babası ve kardeşleriyle ortada kalmış Ali. Her gün ırgatlığa gidip tarla, bağ ve bahçelerde çalışarak günlük rızkını temin eden babası, getirdiği üç beş kuruşla çocuklarının geçimini sağlarmış. Bir gün babası da hastalanınca eve bir şey getirecek kimse kalmamış, derken iş çocukların en büyüğü olan Ali’nin başına kalmış. Günler böyle sevgi ve neşe içinde geçip giderken bir gün Ali üzgün bir şekilde gelmiş elma ağacının yanına, bu defa çok hüzünlü ve endişeliymiş. Elma ağacı. “Söyle” demiş Ali kardeş”, “neden bu kadar üzgün ve telaşlısın, bir şey mi oldu acaba?” “Sorma elma kardeş babam hasta çalışan kimsemiz yok. kardeşlerim aç, hazır paramızda kalmadı. Ne yapacağımızı bilemez olduk?.” demiş. “Üzülme” diye yanıtlamış elma ağacı, her şeyin bir çaresi vardır. “Bak sana güzel elmalarımdan vereyim, götür çarşıda, pazarda sat, çok paran olur” diye teselli de bulunmuş. Sevincinden ne yapacağını bilememiş Ali, elma ağacına doğru akan kalbindeki sevgi sıcaklığını hissetmiş o an. O günden sonra Ali devamlı gelip arkadaşının sunduğu kırmızı sihirli elmaları götürüp satmış. Bir zaman sonra ihtiyacından çok daha fazla parası olmuş. Ve her zaman olduğu gibi yine sevinçle oynamaya devam etmişler. Ali bir gün yine çok dalgın ve üzgünmüş, canı hiç oynamak istemiyormuş. Elma ağacı canının sıkkın olduğunu gören Aliye “Söyle bakalım Ali kardeş canın yine bir şeye mi sıkıldı”. “Sorma elma ağacı kardeş, kerpiçten örülü küçüçük bir evimiz vardı yağmura dayanamayıp yıkıldı, babam ve kardeşlerimle açıkta kaldık”. “Bununda bir çaresi var Ali kardeş, yeter ki üzülme. Al bu dallarımdan götür, onlarla kendinize bir barınak yapın içine girin, rüzgardan, yağmurdan korunursunuz.” Deyip yine teselli etmiş Ali arkadaşını. Çocuk sevgiyle, minnetle bakmış elma ağacına. Başlamışlar oyunlar kurmaya yeniden... Aylar yel gibi, yıllar sel gibi geçip giderken küçük Ali büyük Ali olmuş derken hayalleri de büyümüş. Bir gün “yine dalgınsın Ali kardeş, acaba bilmediğim bir şey mi var”diye seslenmiş elma ağacı. “Ben çocuk değilim artık elma ağacı kardeş, büyüdüm, hayallerimde büyüdü, karşı koyları merak ediyorum, dağların öte yanını, dünyayı gezip görmek, tanımak istiyorum”... “Onunda bir çaresi var Ali kardeş. Kes dallarımın bir kısmını, sağlam bir kayık yap kendine, yanına da elmalarımdan bol bol al, gezip gör dünyayı. Gittiğin yerlerde bana haber sal kuşlarla, selam yolla ki, içim rahat olsun olur mu? unutma emi! Diye tembih etmiş ve de fazla uzaklara açılma ne olur ne olmaz bazı yerler tekin olmayabilir, sana bir şey olursa üzülürüm”. Deyip uyarmış arkadaşını. “Bu incecik filizlerimi, çekirdeklerimi yanına almanı ve gittiğin her yere dikmeni istiyorum. Büyüyüp ağaç olsunlar, meyve versinler, gölge olsunlar, yiyen herkes şifa bulsun, şifa dağıtsın dört bir yana… Benim tomurcuklarım her iklimi sever, nerde olursa olsun toprağın kucakladığı her filizim yemiş verir”demiş, elma ağacı. Elma ağacına sarılıp öpmüş, sevgi dolu gözlerle yüreği titreyerek bakmış Ali ve “sen meraklanma arkadaşım bana bir şeycikler olmaz, ayrıca uyarıların için de teşekkür ederim” deyip gülümsemiş kırmızı yanaklı elma ağacına “hey canım arkadaşım, sevgili elma ağacım, sen sonsuza yaşa emi”. Deyip fısıldamış. “En zor anlarımda hep yanımda oldun, yardım ettin, bana sonsuz sevgini verdin, doğruyu gösterdin. Ne mutlu bana ki, senin gibi candan bir dostum var…” Elma ağacının gövdesi ve dallarından, babasıyla beraber hazırladığı kayıkla ayrılmış oradan içi ağlayarak, o büyülü uzak yolculuk başlamış. Yemyeşil rengarenk pırıl pırıl nehirlerde ve derin mi derin vadilerde geçip giderken kalbinin en derinlerinde arkadaşı elma ağacını da götürüyormuş. Nehirin üzerinde arkadaşını düşünmüş, büyük bir sessizlik kaplamış, yalnızca ılık bir esinti hissediyormuş yanaklarında. Ali ağlamış en iyi arkadaşını terkettiği için, sessiz nehir gözlerinden yanaklarına akıyormuş sanki, keşke arkadaşını terketmeseydi diye geçirmiş içinden… Yalnızlık bir yana ama en iyi arkadaşının yokluğunu yüreğinde bir yara gibi hissetmiş. Gözyaşları öyle çoğalmışki, sanki nehir gözlerinin içinden akıyormuş… Uyumuş Ali’cik gözlerini açtığı zaman kendisini büyülü bir atmosferde bulmuş. Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini ve meyvalarını cömertçe sunduğu, renk renk çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü , pırıl pırıl suların aktığı, tertemiz havasıyla insanoğlunun pek uğramadığı bir yere gelmiş. Her tarafta ceylanlar boy boy çeşit çeşit hayvanlar biribiriyle oynayarak otluyorlarmış.… Ama candan arkadaşından uzak, sevdiklerinden ayrı bir büyümüş çocuk vardı… Elma ağacına kuşlarla haber iletmiş her gitti yere, elma ağacından haber almış kuş kanatlarında… Ali gittiği her yere elma ağacının tohumunu ekmiş, gittiği her yerde tohumlar filizlenmiş sevgiye. Sonra elma vermeye başlamışlar büyüdükçe. Kuşlar insanlar ve hayvanlar elma ağaçlarının altında buluştukça elma ağaçları da mutluluk dağıtmış etraflarına, böylece tüm canlılara elmalarından vermişler her yaz görkemli ve güçlü dallarıyla… Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Ak sakallı, karlı dağların tepesini andıran başıyla ihtiyar bir adam çıka gelmiş, elinde baston yavaş yavaş yürümüş elma ağacına doğru. Elma ağacının altına gelince, başını kaldırıp sonsuz bir sevgiyle bakmış. Elma ağacı tanımış o eski arkadaşını kırlardan topladığı bir demet papatyayı bırakmış gövdesinin yanına ve sarılıp usulca seni seviyorum demiş. 29.9.1981 Nuri CAN En zor anlarımda hep yanımda oldun, yardım ettin, bana sonsuz sevgini verdin, doğruyu gösterdin. Ne mutlu bana ki, senin gibi candan bir dostum var…” bu cümleyi herzaman diyebilmeniz dilegi ile...
Gönderi tarihi: 12 Şubat , 2007 18 yıl Dert Ağacı Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı... Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddetmişti... Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyordu... Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanışmam için davet etti... Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu... Kapı açıldığında; adam şaşırtıcı bir şekilde değişti... Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi... Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum... “O, benim dert ağacım,” dedi, “Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar evime, eşime ve çocuklarıma ait değil... Bunun için bu sorunları her akşam eve girerken o ağaca asıyorum... Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz?... Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum...” Öfkeyle geçen her dakikanız, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniyedir. Emerson
Gönderi tarihi: 14 Eylül , 2007 17 yıl Dut Ağacı Bu sabah doğup büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaştım Çocukluğumu, tekrar yaşamak istedim bu sabah Ve bir an keşke bugün hiç olmasaymış diye düşündüm keşke dün dün kalsaymış Şu sağda ki iki katlı ev Nezahat hanımlarındı galiba Yok yok bu Yekta beylerinki olmalıydı Nezahat hanımlarınkinin yanı, top oynadığımız boş arsaydı Iyi ama nerde boş arsa ya bakla tarlası, peki taş mektep nerdeler kimler götürdü kimler çaldı o güzelim anıları benden Birden Rıza amcayı gördüm, yine o dut ağacının altında oturuyordu.Koştum ellerine sarıldım önce tanımadı sonra Rıza amcanın, sımsıcak ellerinde çocukluğumu yeniden yaşamaya başladım Tam karşımızda ki evin üçüncü katında otururlardı. Ondört yaşında boyanmaya başladığından mahalleli sonunu iyi görmezdi doğrusu bu kız çok tango olmuş derlerdi Evlenmip iki sokak öteye taşınmışlar. Eskisi gibimi diye sordum Eskisi gibiymiş biraz kilo almış o kadar olsun, kim bilir kilolu olmak bile ne yakışımışdır ona, zaten ne yakışmazdı ki Rengini beğenmedim bugün Rıza amca üstelik bayağı süzülmüşsün. Tabi gece hayatı içki sigara bakmıyorsunuz ki kendinize Ilahi Rıza amca birlikler umumi katipliğinden emekli oluverdi.Gecesi gündüzü bu dut ağacının altında geçerdi Son üç sadrazamı ve Cumhuriyetten bu yana bütün başvekilleri sırasıyla ezbere bilir bize de saydırırdı çocukluğumuzda Hala hatırlıyor musun diye sordum Hatırlıyor muyum hiç unutmamıştım ki. Bilekten bağlı açık sandaletler giyerdi Nedense pek derin bir iz bıraktı bende bu sandaletler bir de kol altları genişçe oyulmuş pembe bulüzü Ilk sigarasını yakışımı hatırlıyorum da. Ne gururlanmıştım yarabbim nasıl bakmıştı gözlerime yıllar yılı bu bakışlarla yaşadım Onlarla uyudum onlarla uyandım şimdi kim bilir hangi eller yakıyordur sigarasını, oysa bu dut ağacın altında Söz vermiştim söz söz söz hep lafta kaldı dedi Rıza amca Yıkılmadık ev bırakmadılar mahallede evlerle beraber.Bahçeler de yok oldu.Bir şu dut ağacı kaldı onu da kesmeseler bari Birden gözleri parladı Sahi sen televizyona filan çıkıyorsun dedi. Tabi ya seni dinlerler bir seferinde Söyle çık pat pat söyle, şu dut ağacını kesmesinler de Aslında dizlerinde derman olsa nafa vekilini bile çıkarırdı. Rıza amca gençler ne güne duruyordu ki Söz verdim Rıza amcaya Dut ağacını kestirmeyeceğime söz verdim Dünü bilmeden bugünü yaşamanın bedeli öylesine ağırdı ki. Yarını bugünden kurtarmak için, hayatımda ikinci kez söz verdim Birinciyi tutamamıştım ama, ikinci sözümü tutacağıma söz vermiştim
Gönderi tarihi: 13 Ekim , 2009 15 yıl ZERDALİ AĞACI Havalar güzel gidiyor Sen de çiçek açtın erkenden Küçük zerdali ağacım, Aklın ermeden. Bak kurt gibi kalın yapılı Görmüş geçirmiş ağaçlara Küçük zerdali ağacım, Pişman olursun sonra. Şimdi okşar da hafif hafif Bir gün yerden yere çalar rüzgâr Küçük zerdali ağacım, Bakma güzel gitsin havalar. Sallansın dalların çocuklar gibi Bakma güneş ısıtsın varsın Küçük zerdali ağacım, Sonra donarsın. Zemheride bahar mı olur Akşamları seyret anlarsın Sakın erkenden çiçek açma Küçük zerdali ağacım. ~~ Kar yine başladı yağmaya Kücük zerdali ağacım Ne soran ne arayan bulunur Insan nacar kalmıya. Inceydin sevgilimin bileklerinden Daha maviydi damarların Üşümüyor musun karanlıkta Küçük zerdali ağacım. Düşün bir kere, yaz günlerini Insanlar dolmuş sokakları, Güneşle kucak kucağa Hafif bir toz kaplamış yaprakları Düşün bir kere, çiçek içindesin Bir kız alıp göğsüne takmış Düşün bir kere, meyve vermişsin Çocuklar üstüne cıkmış. Düşün bir kere, büyümüşsün, gelişmişsin Kayık yapmışlar Kücük bir bulut yelkenin sanki Denize bırakmışlar. Şimdiyse senin halin Ölümden acı, Karakış ortasında Kücük zerdali ağacı CAHIT KÜLEBI
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için şimdi oturum açın.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.