Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Genetiği Değiştirilmiş Organizma Açılımı


Misafir gelincik

Önerilen İletiler

Frankeştayn

 

 

Kürt açılımı yapılmasını anlarım... Çünkü, karşı çıkanlar olduğu gibi, destekleyenler de var. Ermeni açılımı da böyle...

 

Sen itiraz edersin belki ama, şahane diyen de var.

 

 

*

 

Peki, “Milletim öyle istiyor, açılım yapıyorum” diyen arkadaşlardan biri, bana izah edebilir mi lütfen, “genetiği değiştirilmiş organizma açılımı”nı niye yapıyoruz?

 

*

 

Ortalık toz dumanken... Ahali, PKK’lıların memlekete gelişiyle meşgulken, dikkatler darbe marbe iddialarına yoğunlaşmışken, ana-babalar domuz gribi endişesine kafa yorarken... Kaşla göz arasında, TBMM’yi bypass ederek, şak diye yönetmelik çıkardılar... Ve, “genetiği değiştirilmiş organizma”ların ithalatını

serbest bıraktılar.

 

*

 

Hangi millet istiyor bunu?

 

*

 

Her numaraya “Milletim öyle istiyor” diyorsunuz da... Mesela, genetiği değiştirilmiş domates istiyorum diyen Kürt var mı Türkiye’de? Genetiği değiştirilmiş çikolata istiyorum diyen Laz? Çocuğuma genetiği değiştirilmiş patates cipsi yedirmek istiyorum diyen Türk var mı aramızda? Kim istiyor bu işi kardeşim? Kim?

 

*

 

Genetiği değiştirilmiş organizma, eğer angutsan, entel bi sıfat gibi geliyor kulağa, bilimsel gibi duruyor... Aslında “frankeştayn gıda” onların adı!

 

*

 

Çünkü, normal yollardan insan evladı doğurmak varken; birinin kulağını birinin kafasına, birinin burnunu öbürünün suratına

takmak gibi bi şey...

 

*

 

Kabaca anlatırsak, dayanıklı olsun diye balık genini domatese, bakteriyi patatese monte ediyorlar... Sonradan tonla para verip ilaçlama yapılacağına, haşere ilacını daha tohumundan mısır genine kakalıyorlar. Sinek yuttuğu için böcek ilacı içen süper zekâ vatandaşımız gibi yani... Sevgili halkımız, adında domuz var diye, domuz gribi aşısı caiz mi diye soruyor ama, belki domuz genini soya fasulyesinde yiyor, haberi yok...

 

*

 

Peki, niye yapıyorlar bunu? “Açlığı önlemek için” diyorlar... İnsanoğluna gıda yetişmiyormuş, böylece verimi arttırıyorlarmış...

Raf ömrünü uzatıyorlarmış.

 

*

 

İyi de birader...

 

Buğday mı yetişmiyor bu ülkede? Pancar mı eksik? Pirinç mi yok? Yanlışlıkla elinden düşürsen, fışkırmıyor mu topraktan? Şapşal politikalar yüzünden, fazla geldiği için, para etmediği için, mahsulümüzü yakarken, derelere dökerken, hangi açlık?

 

*

 

Allah’ın bu millete lüftu Anadolu’da, şu ürün yetişmiyor, o yüzden genetiği değiştirilmiş organizmaya ihtiyaç var, denebilir mi, utanmadan?

 

*

 

Üstelik, sadece sebze-meyve değil hadise... O sebze-meyvelerle yapılan, bin küsur üründe var bu genetiği değiştirilmiş organizma... Çikolatadan cipse, meşrubattan ketçapa... Şeker ayaklarıyla, baklavada bile kullanıyorlar... Bebek mamasında var!

 

*

 

Yersen ne oluyor? Avrupa’da resmen kanıtladılar; bağışıklık sistemini çökertiyor, kansere yol açıyor, kan yapısını bozuyor, sindirim sistemini harap ediyor, karaciğeri haşat ediyor, erken doğuma-kısırlığa sebep oluyor... Antibiyotik şırınga ettikleri için, farkında olmadan bağışıklık kazanıyorsun, hastalandığında antibiyotik alıyorsun, havagazı.

 

*

 

İsviçre sokmuyor, Yunanistan sokmuyor, o beğenmediğin Sarkozy “Bunları Fransa’ya sokanı oyarım” diye yasa çıkardı...

Burası dingonun ahırı mı?

 

*

 

Aman yemeyelim dersen, nasıl yemeyeceksin? Nasıl ayırt edeceksin? Koklasan aynı, ellesen aynı, tatsan aynı, laboratuvara götürüp analiz ettirecek değilsin... Nereden anlayabilirsin? Etiketinden... Etiketin üzerinde “Bu üründe genetiği değiştirilmiş organizma var” yazmalı ki, bakıp anlayabilesin, di mi? Şimdi sıkı durun...

 

*

 

Bunların memlekete girişine izin veren yönetmelik diyor ki, “Etiketlere genetiği değiştirilmiş organizma içermez yazılamaz!”

 

*

 

Efendim?

 

Yazılamaz!

 

*

 

“İsteyen yemesin, baksın etikete görsün” diyeceklerine... “Etikete baksın, görmesin” diyorlar! İlla yedirecek.

 

*

 

Tekrar soruyorum:

 

Her numaraya “Milletim öyle istiyor” diyorsunuz da, bu açılımı hangi millet istiyor? Türk mü, Kürt mü, Rum mu, Ermeni mi, Laz mı? Bunu bu millete niye yapıyorsunuz?

 

 

Yılmaz Özdil

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Genetiği Değiştirilmiş Bitkiler Halka Ve Doğaya Karşı

 

Yazı: Tayfun Özkaya Hükümet, genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesine yeşil ışık yakmış. Önce Genetiği Değiştirilmiş Organizmaları (kısaca GDO diyoruz) tanımlayalım. Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” diyoruz.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

Genleri; canlıların kuşaktan kuşağa geçen özelliklerini (hastalıklara dayanıklılık veya yüksek verim gibi) şifreleyen birimler olarak düşünelim. Örnek olarak pamuğa başka türlerden (örneğin çilekten), hatta bakterilerden (yani düpedüz mikroplardan) veya hayvanlardan özellikler aktararak (genlerle bu aktarma oluyor) güya daha verimli ve gene güya hastalıklara dayanıklı, böylece daha az mücadele ilacı kullanılacak bitkiler elde edileceği ileri sürülüyor. Benzer şekilde hayvanlarda da GDO uygulamaları yapılabiliyor.

Bakanlar Kurulunda ele alınan tasarıyı açıklayan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek şunları söylemiş:

“Kanunun yürürlüğe girmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimine izin verilmesinin önü açılacak. Kanunla konulan değişik seviyelerdeki bilimsel eleklerden geçen ve sosyo-ekonomik değerlendirmede yeterli bulunan genetiği değiştirilmiş bitkiler ancak üretim hakkını elde edebilecektir. Genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, biyolojik çeşitlilik merkezleri ve organik tarım yapılan alanlara yakın üretimlerle bebek mamaları ve küçük çocuk besinlerinde özel amaçla geliştirilenler hariç kullanımı yasaklanmıştır.”

Açıklamadan anlaşılıyor ki GDO’lu bitkiler bebeklere, küçük çocuklara zararlıdır. Ayrıca organik tarım alanlarına ve biyolojik çeşitlilik merkezlerine (örneğin buğdayın yabani atalarının zengin olarak bulunduğu yerlere) de zarar vereceği kabul edilmektedir. Bebeklere ve küçük çocuklara zarar veren GDO’lar nasıl oluyor da yetişkinlere zarar vermiyor? Yetişkinleri gözden mi çıkardık? GDO’lu mısır ürünleri yiyen bir anne bebeğine süt verirse bu bebeğe zarar vermeyecek midir? Unutmayalım ki nişasta bazlı (mısırdan yapılan) şeker yüzlerce üründe kullanılmaktadır. Ülkemiz ayrıca dünyada tarımın ilk başladığı “verimli hilal”denilen bölge içindedir. Buğday, arpa, bezelye, mercimek, nohut gibi bitkiler bu bölgede kültüre alınmıştır. Ülkemiz biyolojik çeşitlilik merkezlerince çok zengindir. Ayrıca organik tarımı yaygınlaştırma istekleri mayınlı arazilerde de görüldüğü gibi bizzat yönetimce paylaşılmaktadır. Peki, nasıl olacak? Bir yandan organik tarım bir yandan onu ve geleneksel hatta endüstriyel tarımı tehdit eden GDO’lu ekimler?

GDO’lu tohumların üstün özellikleri olduğu, tarım ilaçlarının kullanımını azalttığı yönünde propagandalar yapılıyor. Bunlar ne kadar gerçek, yakından bakalım. Elimde bir kitap var. GDO’ları savunmak için basılmış. Adı “GDO Gerçeği”. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu tarafından 2004’de yayınlanmış ve bu konudaki bir konferansın metinlerini içeriyor. Adından eleştirel yaklaşan bir kitap olduğunu sanıyorsunuz, ancak değil. GDO’ları destekliyor. İşte bu kitapta yabancı bir kaynağa dayanılarak verilen bir istatistikten anlıyoruz ki 2001 yılında dünyada transgenik (yani GDO’lu) bitkilerin alan olarak %77’si herbisite (ot öldürücü ilaçlar) dayanıklılık, %15’i böceklere dayanıklılık, %8’i her ikisine dayanıklılık, %1’den azı ise virüslere dayanıklılık içeriyor. Toplarsak % 85’i herbisite dayanıklılık göstermektedir. Bilmeyenler için biraz açalım. Herbisitler otları öldürürken, ana bitkiye de (örneğin pamuk veya mısır) az çok zarar vermektedir. GDO’lu tohumu üreten firma aynı zamanda herbisiti de üretmektedir. Tohumunu sattığı çeşit herbisitten az zarar görmektedir. Çiftçi de rahatlıkla korkmadan herbisiti kullanabileceğini düşünüyor. GDO’lu tohumların ekildiği ABD ve diğer ülkelerde herbisit kullanımının roket gibi yükseldiği biliniyor. ABD Tarım Bakanlığı bu artışı açıklamaktadır. GDO efsanesinin ne kadar yanlış olduğu ve ilaç kullanımının azalmak şöyle dursun arttığı açıktır.

Belki bazılarınız böceklere dayanıklılık özelliği taşıyan GDO’lu tohumlarla üretilen bitkilerde böcek öldürücü kullanımının azaldığını zannedebilir. Bulgular bu konuda da efsane ile gerçeğin uyuşmadığını ortaya koyuyor. Örneğin GDO’lu pamuğu ele alalım. Toprakta bulunan bir bakteri (yani mikrop) olan ve kısaca Bt denilen Bacillus Thuringiensis’e ait bazı genler pamuğa aktarılmaktadır. Bu pamuk tohumuna Bt pamuk denmektedir. Böylelikle pamuk tırtılları öldürme özelliği kazanmaktadır. İddia böylelikle böcek öldürücü kullanmadan bitki yetiştirilebileceğidir. İlk yapılan denemeler bu yönde bir durumu ortaya koymuşsa da, çiftçilerin deneyimleri gerçeğin ters yönde olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin Hindistan’da iki araştırmacı normal pamuk ekenlerin, Bt pamuk ekenlere göre % 60 daha fazla gelir elde ettiklerini ortaya koymuşlardır. (Seedling, January 2007, “Bt Cotton- The Facts Behind the Hype” -http://www.grain.org/seedling/?id=45-) Bt pamuk ekenlerin ilaç kullanımını azaltamadıkları ve verimi arttıramadıkları araştırmacılarca saptanmıştır. Grain adlı saygın biyoçeşitlilik kuruluşunun yayınladığı Seedling adlı dergide başka pek çok ülkede yapılan araştırma ve gözlemlerin benzer yolda bulgular içerdiği ortaya konmuştur. Bt pamuk solgunluğa daha fazla eğilim göstermektedir. Bu gelişmeler sonucu Hindistan’da tohum satan dükkânlar yakılmıştır. 2003’ten bu yana bu nedenle intihar eden çiftçi sayısının 16 bini aştığı bildiriliyor.

Gene bir grup bilim insanı tarafından Nisan 2009’da yapılan bir araştırmada GDO’lu çeşitlerin bir verim üstünlüğü olmadığı, çevreye ve sağlığa zararlarının göze alınamayacağı belirtilmektedir. (http://www.ucsusa.org, Failure to Yield- Evaluating the Performance of Genetically Engineered Crops, Union of Concerned Scientists) Araştırmacılar organik tarım ve düşük girdili tarım gibi seçeneklerin tamamen bilgiye dayanarak çok daha yüksek verim artışları ortaya koyabildiğini vurgulamaktadırlar.

Verimi arttıracak ve tarımsal mücadele ilaçlarının kullanımını azaltacak, hatta sıfırlayacak başka teknolojiler bulunmaktadır. Bunlardan biri de “Entegre Zararlı Yönetimidir”. Buna ingilizce kısaca IPM deniyor. Pamuk dünyada da en fazla tarım ilacı kullanılan bir üründür. Bu yöntemde birçok yollar denenmektedir. Böceğin böceğe yedirilmesi bunlardan biridir. Mali’de 1140 çiftçinin katıldığı bir çalışmada bu yöntemleri kullanan çiftçilerin hiç ilaç kullanmadan, ilaç kullanarak pamuk yetiştiren çiftçilerden %21 daha fazla verim aldıkları saptanılmıştır. (Seeding, aynı makale) IPM denilen bu yaklaşımlar dev tarım şirketleri tarafından pek sevilmez. Çünkü bu yaklaşımlarla çiftçiye tohum, ilaç gibi satılacak bir şey yoktur. Çiftçiler bu yaklaşımla güç kazanırlar, kendilerine güvenleri artar.

Ülkemizde de bu yaklaşımın hala emeklemekte olduğunu kaydedelim. Ne yazık ki bazı büyük çiftçi kuruluşları bu tür çevreci ve çiftçiden yana yaklaşımlara rağbet göstermemekte, GDO’ya heves etmektedirler.

Dev tohum şirketlerinde sadece bir avuç hisse sahibinin çok kâr elde etmesi için, yeni bitkiler yarattığını düşünen teknokrat doğaya ve bütün bir insanlığa zulüm yapmaktadır. Bu yapılan işi bilim diye kutsamaya çalışmak, atom bombasının bol bol üretilip kullanılmasını savunmaktan pek farklı değildir. Yansız bilim insanları da var. İskoçya Rowett Enstitüsünde Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü. Pusztai sonucun açık olarak yıkıcı olduğunu gördüğünde gerçeği söylemekten kaçınmamıştı. Güçlüler Pusztai’yi işinden attırdılar.

Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sı, doğumdan 3 hafta sonra öldü.

Modern teknolojiden şüphesiz yanayız. Biyoteknoloji yararlı şekillerde kullanılacaktır. Buna şüphe yok. Ancak GDO’lu tohumlar şirketlerin elinde kâr makinesine dönüşmüştür. İlaç kullanımını azalttığı, verimi arttırdığı masaldır.

GDO’lu tohumlardan yarar sağlayacak olanlar büyük tohum ve ilaç şirketleridir. Çİftçiler bu tohumları bir daha kullanamayacaklarından ve bir süre sonra yayıldığı bölgede başka bir çeşidi yetiştirmeleri bulaşmalarla zorlaştığı için şirketin köleleri haline geleceklerdir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

GDO‘YA HAYIR PLATFORMUnun yaptığı basın açıklaması

 

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan "Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik" 26 Ekim 2009 günlü Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

 

GDO‘lar konusunda 10 yıla ulaşan bir zaman dilimi boyunca kamuoyunu aydınlatma çabası içinde olan meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, tüketici kuruluşları, çevreci kuruluşlar ve bilim insanları olarak bizler, ortaya çıkan yeni ve vahim durum karşısında, bir kez daha görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmayı görev sayıyoruz.

 

Yeni Yönetmelik ile GDO‘ların ülkeye girişine meşruluk kazandırılmış iken, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nın sanki bu ürünlerin ticareti yasaklanmış gibi bir yanlış kamuoyu algısı yaratma girişimleri, bizlerin yukarıda belirtilen görevini daha da acil bir niteliğe taşımıştır.

 

Bu çerçevede;

 

1 - Türkiye‘nin, yıllardır talep ettiğimiz doğru içerikli bir Ulusal Biyogüvenlik Yasa‘sı olmadan, GDO‘ların ticaretinin bir Yönetmelikle düzenlenmesi hukuk, egemenlik ve halk sağlığı açısından bir skandaldır. Çünkü;

 

•· Yönetmelikler Yasa ve Tüzüklerin uygulanmasını göstermek üzere çıkartılırlar. Ortada bir Biyogüvenlik Yasası yokken, sözü edilen Yönetmeliğin GDO‘larla ilgili hiçbir düzenleme içermeyen Tarım, Gıda ve Yem Yasaları, 4703 sayılı Yasa ve 441 sayılı KHK‘ye dayandırılmaya çalışılması, sürecin hukuksuzluğunu olanca açıklığı ile ortaya koymaktadır.

 

•· Türkiye‘de yaşayan tüm yurttaşların sağlığını ve haklarını ilgilendiren bir konunun, TBMM‘de, milletin vekilleri tarafından görüşülmesi ve bir Yasa niteliğinde düzenlemeye konu edilmesi gerekirken, Bakanlar Kurulu‘nda imzaya açılan tasarının TBMM‘ye indirilmeyerek konunun Yönetmelik ile düzenlenmesi, millet iradesi ve egemenliğinin ihlalidir. Böylelikle, konunun vahim içeriği, halkın ve parlamentonun dikkatinden kaçırılmaya çalışılmaktadır.

 

•· GDO‘ların ticaretinin birkaç küçük istisnayla serbest bırakılması, bu alandaki kararların devlet memuru ağırlıklı bir Komite‘ye bırakılması, yine Bakanlık tarafından seçilecek uzmanlar listesinden görüş alınması gibi hükümler, halk sağlığı alanındaki tehlikenin açık görünümleridir. Siyasilerin ve şirketlerin baskısına direnebilecek bağımsız bilim otoriteleri yerine güdümlü organizasyonlar yeğleyen Yönetmelik, bundan da öte, bir Bakan talimatı ile her an değiştirilebilecek konumdadır.

 

Yukarda sayılan temel yanlışlıklar yanında, bebekler için risk sayılan gıdaların yetişkinler için serbest tüketime konu edilmesi, GDO‘suz gıda maddesi üreten işletmelerin bu yönde etiket kullanmalarının yasaklanması gibi hükümler ve asıl olarak GDO‘lu ürünlerin her türlü ticaretinin meşru zemine çekilmesi, Yönetmeliği kabul edilemez konuma taşımaktadır.

 

2 - Konunun halkın bilgisine sunulması yolunda ortaya koyduğumuz özverili çabalar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı‘nı telaşa sürüklemiş olup, Bakanlık web sayfasında yapılan açıklamayla kamuoyu yanlış yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Bu alanda da gerçekleri kamuoyu ile paylaşmayı görev biliriz;

 

•· Bakanlık, bu Yönetmelik ile GDO‘lu tohumların Türkiye‘de kullanımının yasaklandığını ifade etmektedir. Oysa bu yasaklama, on yıla yakın bir süredir, bir Genelgeyle sağlanmaktadır. Bakanlığın hem bu durumdan hiç söz etmemesi hem de hazırlayıp Bakanlar Kurulu‘na sunduğu Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Taslağı‘nda, Hükümet sözcüsü Sn Cemil ÇİÇEK‘in de ifade ettiği üzere, GDO‘lu tohumların ekimini serbest bırakmaya çalışması, kamuoyunu yanıltma girişimlerinin açık göstergeleridir.

 

•· Bakanlık, işbu Yönetmeliğe aykırı davrananlara, dayanakta gösterilen yasalar çerçevesinde, izin iptali, para cezası vb. cezaların verilebileceğini belirtmektedir. Bu cezaların çoğu, ilgili yasaların GDO‘lara özel düzenleme içermemeleri nedeniyle, olayın ciddiyetiyle bağdaşır nitelikte değildir. Nitekim, hazırlanıp TBMM‘ye sevk edilmeyen Kanun Tasarısı taslağı, bu alanda açıkça hürriyeti bağlayıcı cezalara hükmetmekte idi.

 

•· Bakanlık, risk değerlendirmesinin, 11 kişilik bağımsız, bilimsel, teknik komite tarafından yapılacağını belirtmektedir. Oysa Yönetmelik, uzmanlar listesinden Bakanlık tarafından seçilecek Komite‘nin, TAGEM, TÜGEM, KKGM temsilcileri yanında üniversite, TÜBİTAK ve araştırma enstitüleri temsilcilerinden oluşacağını belirtmektedir. Gerek uzmanlar listesinin niteliği, gerekse hem uzmanlar listesinin hem de Komite‘nin Bakanlık tarafından seçilecek olması, bu organizasyonun bağımsız, bilimsel, teknik sıfatlarını daha baştan ortadan kaldırmaktadır.

 

Sonuç olarak, gen bankası niteliğindeki ülkemizin biyolojik çeşitliliği, tarım potansiyelimiz, halkımızın satın alma gücü ve tüketim alışkanlıkları değerlendirildiğinde, GDO‘lu ürünlere Türkiye‘nin ihtiyacının olmadığı, üstelik bu ürünlerin kullanımının halk sağlığı yanında halkımızın dinsel - kültürel inanç ve alışkanlıklarına da aykırı olduğu ortadadır.

 

Bizler, bu alanda yıllardır halk yararına çaba gösteren kurum ve kuruluşlar olarak, bir kez daha GDO‘ya Hayır diyoruz. Halkın ve ülkenin yarar ve çıkarları, şirketlerin kar hırsının üzerindedir. Ülkemiz yurttaşlarının büyük çoğunluğunun istemediği genetiği değiştirilmiş ürünlerin, ülkemizi bir genetik yıkıma sürüklememesi için, her türlü meşru mücadelenin sürdürüleceğini ve GDO‘ları yasallaştırmaya çalışanların deşifre edilmeye devam edileceğini belirtiriz.

 

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

 

 

 

GDO‘YA HAYIR PLATFORMU BİLEŞENLERİ

 

-TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası -TMMOB Çevre Mühendisleri Odası

-TMMOB Peyzaj Mimarları Odası -TMMOB Mimarlar Odası

-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şubesi

-TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi

-Türk Tabibler Birliği

-Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF)

-Tüketici Örgütleri Federasyonu (TÖF)

-Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER)

-Tüketici Hakları Derneği -Tüketici Bilincini Geliştirme Derneği

-Çiftçi-SEN

-Ekoloji Kollektifi

-DOĞADER

-EKODER

-KESK Tarım Orkam-Sen

-Nilüfer Yerel Gündem 21

-Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği

-İçanadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP)

-Marmara Çevre Platformu (MARÇEP)

-Ege Çevre Platformu (EGEÇEP)

-Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi

-Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmeleri

-İmece Evi İmece Ekoköyü Dogal Yasam ve Ekolojik Çözümler Derneği

-Imece Ekoköyü Kooperatif Girişimi

-Eskişehir Çevre Koruma ve Geliştirme Derneği

-Muratpaşa Dostları Derneği

-Konyaaltı Dostları Derneği

-Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi

-PDA Pembe Domates Ağı

-Akçaeniş Köyü Çevre Kültür Kalkınma ve Dayanışma Derneği

-Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği

-Bornova Sivil Toplum Platformu (BORPLAT)

-Greenpeace Türkiye

-Sinop Çevre Dostları Derneği

-Doğu Akdeniz Çevre Bileşenleri

-Yeni İnsan Yayınevi

-Buğday Derneği

-Slowfood Yağmur Böreği Birliği

-Slowfood Fikir sahibi Damaklar Birliği

-Slow Food Gençlik Gida Hareketi

-Slow Food Ankara Birliği

-Slow Food Kars Birligi

-Boğatepe Çevre Yaşam Derneği

-Aromaterapi Derneği (AROMADER)

 

(www.gdoyahayir.org)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

* Güngör Uras Olayların içinden

3 Kasım Salı

 

ABD’de bazı şirketler var. Bu şirketlerde dünyanın en cin uzmanları çalışıyor. Bu uzmanların “cinliği” canlının hücre yapısıyla oynayarak “pireyi deve yapmak”. Örneğin, tavuk yumurtadan çıkar. İnek doğum yaparak ürer. Onlar farelerin hücre yapısıyla oynuyor, fareden tavuk yapıyor. Kargaların hücre yapısıyla oynuyor, kargalar inek oluyor.

İnsanlar tavuk yerine fare, inek eti yerine karga eti yiyor.

İyi de bunları yapan şirketlerin, bunları yapmaktan yararı ne? Yararı: Para... Çünkü insanlar buna alışırsa, bundan sonra tavuk yumurtadan çıkmıyor. İnekler doğum yapmıyor. Tabiatın doğal üretim sistemi çöküyor. Tavuk yetiştirecekler her seferinde o şirketin fareden üretilmiş civcivini, inek yetiştirecekler kargadan üretilmiş buzağıyı satın almak zorunda oluyor.

Canlıların hücre yapısıyla oynanması ve doğal yapının değiştirilmesi sonunda elde edilen ürünlere “genetiği değiştirilmiş organizmalar“ (Kısaca: GDO) deniliyor.

 

Sağlık ve doğa tehlike altında

Şimdilerde mısır, soya ve pamuk üretiminde giderek daha fazla GDO esaslı tohum kullanılıyor. GDO esaslı tohum kullandığımızda iki sorun var: (1) Bu tohumla tarım yapılırsa, tarladan 5-10 km çevreye yayılan polenler o alandaki her türlü bitkiyi zehirliyor. Kısırlaştırıyor. (2) Bu tohumlarla üretilen mısır ve soya ve de pamuğun yağı değişik gıda ürünlerinde ve de özellikle çocuk mamalarında kullanıldığında, insan vücudunun dengesini bozuyor. İnsanı bir anlamda zehirliyor.

İşte bu nedenle, dünyada her ülke GDO’lar konusunda “halkını koruyucu” önlem alıyor.

(1) Genel önlem: Halkı GDO’lu ürünler konusunda uyarmak oluyor. Satılan gıda maddelerinin üzerinde GDO içerip içermediğinin yazılması zorunluluğu konuluyor. Bunun için devlet GDO’lu ürünleri sıkı denetim altına alıyor.

(2) Özel önlem: Bazı ülkeler GDO’lu ürünlerin kullanımını, ülkeye girişini sınırlıyor. Özellikle Avrupa ülkeleri bu konuda çok duyarlı.

Bizim hükümetimiz bugüne kadar GDO konusuna ilgisiz kaldı. Bilindiği gibi, biz yurtdışından (1) Hem tohum olarak (2) Hem de yetişmiş şekilde mısır ve soya ithal ediyoruz. Bugüne kadar ithal ettiğimiz tohumlar, bugüne kadar ithal ettiğimiz mısır ve soya ürünleri GDO’lu mu, değil mi bilemiyoruz.

 

Hükümet kapıyı açtı

GDO‘lu tohum ve ürün konusunda bir kanunla düzenleme yapılması beklenirken, bir yönetmelikle hükümetimiz GDO‘ya ülkenin kapılarını açtı.

Yayımlanan yönetmeliğe göre, GDO’lu ürünler (örneğin GDO’lu mısır,soya,pamuk yağı ve bunlar ile üretilen gıda maddeleri)bundan böyle ülkeye girebilecek.Satılabilecek. Şimdilik GDO’lu tohum ithalatı ve GDO’lu tohumdan üretim yok ama…İleride “dışarıdan alıyoruz,neden biz üretmeyelim” diyerek o da başlayacak.

Yayımlanan yönetmeliğe göre, (1) Bir ürünün içinde binde 9’a kadar GDO’lu madde varsa, bunun etikete yazılmasına gerek yok. Halkımız bilmeden GDO’lu ürürünü afiyetle yiyebilir.

 

Yönetmelik satıcıyı destekliyor

(2) GDO’lu ürüne karşı olan bir üretici halk sağlığına önem verir ve de ürününün üzerine GDO’suz üründür diye yazmak isterse yazamaz. Çünkü bunu yazarsa halk hangi ürün GDO’lu hangisi değil diyerek sağlığına dikkat eder. GDO’lu ürünler satılamaz.

Açık anlatımıyla, yönetmelik halk sağlığını korumayı değil, yabancı GDO’lu ürün satıcılarını desteklemeyi hedef alıyor.

Bu olağandır. GDO’lu tohum üreten az sayıdaki şirket, bu kazançlı işi büyütebilmek için dünyanın her yanında büyük harcamalar yapıyor. Adam tavlıyor. Medyaya yansıyan haberlere göre, bizim ülkemizden de çok sayıda politikacı ABD’ye davet edilerek “beyin temizliğine tabi tutuldu”. Böylece “alelacele” yönetmelik çıktı.

Ne yazık ki GDO’lu ürünler halkımızın sağlığını, Türkiye’nin doğasını nasıl bozacak bunu tartışan yok.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Tarım ilaçlarının çeşitliliği(tam 80.000..seksenbin..evet)insanoğlunun kendi başına ördüğü en tehlikeli çorap..bu seksenbin kimyasal hava koşulları ve diğer nedenlerden dolayı bir araya geldiğinde o yerdeki hilkat garibesi bitkiler insan sağlığını büyük ölçüde tehdit ediyor..şimdilerde bu kimyasallara nasıl bir filitre buluruz çalışmaları yapılıyor..az ilaç kullanmak amaçlardan sadece biridir..genetiği değiştirmenin ana başlığı Ticaridir..bence.. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

GDO yeni olan birsey yok daha once misir soya ve pamuk gibi bazi GDO urunleri dogrudan ulkeye giriyordu ve hic bir yasagi yoktu simdi tamamen yasallastiriliyor diger urunleri ama hic kimse nedense bunu bugune kadar tartismadi.. Birakin GDOyu bugun iyi bakarsaniz Turkiye bugun tarim urunlerinde encok hormon kullanan ulke ve kim halkin sagligini dusunmekte birakin devleti devlet halkini dusunmuyor peki ya uretici halki dusunmuyor demekki paranin tadi baldan ve halktan daha tatli...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl`ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntılarını açıkladığı üprertici iddialarla şok olacaksınız!

 

 

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç`teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? `Kıyamet tohum deposu` olarak da bilinen Svalbard hariç dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen `kıyamet`i kim koparacak? Engdahl sorularımızı yanıtladı.

Yeni Aktüel Dergisini 29 Kasım - 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında `Kıyamet Kapısı` başlığıyla kapak konusu olarak işlediğimiz ve 26 Şubat 2008`de tamamlanacağını duyurduğumuz `proje`, tamamlandı. Norveç`in kuzeyindeki Spitsbergen adasında `Svalbard Küresel Tohum Deposu` adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu`na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna `kıyamet tohum deposu` da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl`ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var.

Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen`in buzlaşmış kayalıklarının altında `dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme` planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. İlk baskısı 2007`de yapılan, Nisan 2009`da Türkçe`ye çevrilen `Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar` adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile `kıyamet muhafızları` dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştuk.

Kıyamet muhafızları

- Svalbard Küresel Tohum Deposu`nun finansörleri kimler?

Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust(GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma`da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998`e dek New York merkezli Nüfus Konseyi`nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller`ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952`de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation`a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD`nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation`ın da kurul başkanıydı.

Örgütün finansörleri ise;

- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika`daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft`un kurucusu Bill Gates!

- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD`li DuPont / Pioneer Hi-Bred!

- Yine bir ABD`li GDO devi Monsanto!

- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!

- 1970`lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla `Yeşil Devrim` diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!

- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada`dan da devlet fonları aktarılıyor.

Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.

Dünyanın pek çok ülkesinde `zaten var olan` tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard`a muhtaç kalınacaktır?

Ebu Garib tohumları nerede?

- Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?

Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak`a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib`de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard`da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.

`Ari ırk yaratma projesi`

- Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?

Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971`de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR`ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) `modern tarım ürünü` kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD`de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO`lu `Gen Devrimi`nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı`nı ve Dünya Bankası`nı da işin içine dâhil etti.

gidahareketi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.