Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Yeraltı Dünyası:Agarta


Aries

Önerilen İletiler

33499782.jpg

 

Dalay Lama

Agarta kelime olarak Budist kökenlidir. Bütün imanlı Budistler yeraltında bir dünya veya kudretli bir imparatorluk olduğuna inanırlar. Bu inanca göre, yer altı dünyasında milyonlarca kişi yaşamaktadır. Başkenti Şamballa olan bu imparatorluğun yöneticisi doğuda “Dünyanın Kralı” olarak bilinir.

 

 

“Dünya Kralı”nın yeryüzündeki temsilcisi Tibetli Dalay Lama’dır.

 

Doğuda Tibet ve batıda Brezilya dünyanın iki ayrı ucunda tünel şebekelerine sahip iki ülkedir. Mısır’daki Gize Piramit’inin altında bulunan gizli odaların da yer altı dünyası ile ilişkisi olduğu iddia edilir. Firavunlar bu tüneller vasıtası ile yeraltında tanrılar veya süper,insanlarla temas kurabiliyorlardı.

 

Mısır tanrıları ve krallarının dev heykelleri ile doğudaki Buda heykellerinin, insan ırkına yardım etmek üzere yerüstüne çıkan yer altı Süpermenleri ırkını temsil ettiği ileri sürülür.

 

Bu cinsiyetsiz Agarta temsilcileri, yeraltındaki ütopik bir cenneti temsil etmekteydiler.

 

İddialara göre, Hz. Nuh gerçekte bir Atlantisli idi ve Atlantis sulara gömülmeden önce kurtarılmaya değer bir grup insanı bu felaketten kurtarmıştı. İnanca göre, Atlantislilerin çıkardığı NÜKLEER SAVAŞ sonucu meydana gelen tufan felaketinden kurtulan bu grup, önce Brezilya’nın yüksek platolarına gelmişler daha sonra da radyasyondan korunmak için, yüzeyle bağlantılı tünelleri olan yer altı şehirlerine yerleşmişlerdi.

 

Agarta yer altı medeniyeti, Atlantis medeniyetinin bir devamı niteliğindeydi. Geçmişteki korkunç nükleer savaştan ders aldıkları için, devamlı barış içinde yaşamaktaydılar. Bu insanlar bilimde yeryüzü insanlarının binlerce yıl ilerisindeydi. Agarta medeniyeti binlerce yıllıktı. (Atlantis 11.500 yıl önce sulara gömülmüştü)

 

Yeraltındaki bilim adamları, bizim bilim adamlarımızın bilmediği enerji türlerini bilmekteydiler. Bu enerjiler hem uçan, hem de karada giden taşıtlarda kullanılmaktaydı.

 

Ossendowski, Agarta İmparatorluğu’nun birbirine tünellerle bağlı yer altı şehirleri ağına sahip olduğunu ve bu tünellerde (Karada veya denizde) harekete edebilen olağanüstü süratli araçlardan söz eder.

 

Agarta’daki halk “Dünya kralı”nın başkanlığında bir hükümet tarafından yönetilmekteydi. Bu insanlar, Lemurya, Atlantis ve tanrılar ırkı Hyperborluların temsilcilerinden oluşmaktaydı.

 

Tarihin birçok döneminde Agartalı Süpermenler ve tanrılar yeryüzüne çıkarak, insan ırkına rehberlik etmişler ve onları savaşlardan, felaketlerden ve yok oluşlardan kurtarmışlardı.

 

Hiroşima’ya ayılan ilk Atom bombasından sonra, ortaya çıkan uçandaireler işte böyle bir nedenle gelmişlerdi. Ancak tanrılar kendileri yerine temsilcilerini göndermişlerdi.

 

Hint destanlarından “Ramayana”da Rama’nın Agarta’dan uçan bir araçla –muhtemelen bir uçandaire ile- geldiği anlatılır. Aynı şekilde İnka hanedanlığının kurucusu Manco Copac da uçan bir araçla gelmişti.

 

Amerikadaki Agartalı öğretmenlerin en büyüklerinden biri, Maya’ların, Aztek’lerin ve genel olarak Kuzey ve Güney Amerika’daki yerlilerin en büyük efsanevi önderi Quetzalcoatl’dır. Başka bir ırktan (Atlantis’ten) gelen bu beyaz adam, Mexico, Yukatan ve Guatemela’daki yerliler tarafından “büyük kurtarıcı” diye anılmaktadır. Aztekler ona “Sabah yıldızı” ve “Bereket tanrısı” derlerdi. Quetzalcoatl, “Tüylü Yılan”, yani yılan şeklinde sembolize edilmiş “öğretici bilge” anlamına geliyordu. Bu isim ona uçan bir araçla geldiği için verilmişti. Muhtemelen o, yer altı dünyasından geliyordu. Quetzalcoatl, geldiği gibi esrarengiz bir şekilde kayboldu. İnanışa göre, geldiği yer altı dünyasına dönmüştü.

 

Mısır inançlarındaki Osiris başka bir yer altı tanrısıdır. Donely, “Atlantis the Antediluvian World” (Atlantis, Tufan Sonrası Dünya) adlı kitabında Yunan mitolojisinde geçen tanrıların Atlantisli yöneticiler olduğunu ileri sürer.

 

• “The Hollow Earth” by Dr. W. Bernard, Chapters: I-8 (Internet)

• Turgut GÜRSAN, Yeraltındaki Gizli Dünyalar s. 64-66

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 yıl sonra...
  • 1 yıl sonra...

..

 

kadîm bir kavram olan "AGARTHA" bu günlerde
çokça gündeme gelmeye başladı.

bazı çevrelerce belli bir durumun ve hadiselerin
ortaya çıkış nedenlerini off bir ifade tarzıyla
anlatmaya çalışıyor.

uzun yazmayacak ve ancak meraklısını bir parça
yönlendirmeye çalışacağım.

Agartha; "güruhet" veya "derinti" terimleri ile de
ifade edilebilir.
(bağlantı: güruh=derinti=derin=dip=bathys=
  bat=batı=batıcı=zapadnik..

ve aynı bağlantıda "zab"= gizli olan, görünmez
kalan, suyun derinliklerinde saklanan..
anlamlarını da içerir..)

bu boyutta ele alındığında, "zapadnik" ve karşıtı
olan "slavofil" kavramlarını araştırmak gerekir.
basitçe, Google arama motoru aracılığı ile bilgiye
ulaşabilirsiniz.

her nedense, "slavofil" kavramı,  
bana "ashab-ı fil"  ifadesini anımsattı!.
 
kim bilebilir?.


 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

.

Ölümsüzler Ülkesi Agarta - Jean Paul Bourre

 

634937716099800000.jpg

Kendini dünyadan bir süre için geri çekmiş bilgelik üstatlarının ya da

günün birinde, yani Kali Yuga'nın (Demir Çağı) sona erişinde ortaya

çıkmaya davet edilmiş olan, insanlığın gerçek okült rehberlerinin;

yaşamlarını sürdürmekte oldukları bir "ölümsüzler ülkesinden" tüm

geleneklerde söz edilir. Ulaşılması imkansız olan bu yeraltı dünyası

değişik bölgelerde kurulmuş olup, ismi de inanışlara ve geleneklere

bağlı olarak çeşitlilikler göstermektedir. Gobi çölünü tasvir eden

seyyahlar, bunun için "sonsuza uzanan bir kara kum denizi" tabirini

kullanırlar. Gündüz vakti güneş her yanı kavurur; sığınabilecek tek bir

gölgelik köşe bulamazsınız, toprak adeta eritilmiş kurşun gibi sonsuza

dek sürecekmişcesine kaynayıp durmaktadır. Ufuk çizgisi bile bu ölüm

çölünü sınırlayamamakta, gece çöktüğünde buzlanıveren bu kum deryası,

ilerledikçe insanın karşısına yeni yeni ufuk çizgileri çıkarıvermekte ve

yolculuk giderek sonsuz bir ateş ve buz cehennemine dönüşmektedir.
 

Nicolas Roerich "Asya'nın Kalbi" adlı eserinde, "Gün gelir, bir kum duvarı

göğe yükselir ve dünyayı bir manto gibi örter. Güneş, bu örtünün ardında

dev bir kırmızı balona dönüşüverir. Kum fırtınası başladığında hayvanlar ve

insanlar panik içinde, ne yapacaklarını bilemezler." diye yazmaktadır.
Bu sessizlik denizini geçen yolcunun kimi zaman garip hatta ürkütücü bazı

fenomenler yaşaması da hayli sık meydana gelen bir olaydır. Bazı yolculuk

kroniklerinde "bir tapınağın tütsüleri gibi hoş kokulu" seyyalelerin aniden

beliriverdikleri yazılıdır. Ancak tüm bu uçsuz bucaksızlıkta ne bir eve,

ne de bir insana rastlamazsınız. Bazıları, Gobi çölünün belirli bir bölgesine

yaklaşıldığında, buranın sebebi anlaşılamaz bir korku yarattığını belirtirler.

Atlar korkudan titreyerek yere yatarlar, sürücüleri ise sanki bilinmeyen bir

ilah, üzerlerine görünmez mevcudiyetini yüklüyormuşcasına dizleri üstüne

çöküverirler. Kervanın daha ileriye gidebilmesi imkansızdır. Yanınızda size

eşlik etmekte olanlar bir adım daha atmayı reddederler. Onlara, dünyanın

altınını da teklif etseniz fark etmez. Burası bir büyük tehlikenin, insanoğlunun

cezasız kalmadan giremeyeceği bir dünyanın eşiğidir adeta. Tercümanınız

size hamalların ve rehberlerin görüşlerini aktarır: Şayet bu maceraya atılmayı

göze alıyorsanız, bu sizin için büyük bir risktir. Çünkü birkaç metre ilerinizde

tüm Asya efsanelerinde sözü edilen o imparatorluk başlamaktadır artık.

Gerçi sınırı gözle görülmemektedir ancak, beşeri limitlerin ötesine geçmeniz

için bir adım atmanız, bedeninizin yerini azıcık değiştirmeniz yetip de artacaktır.

Bu noktadan itibaren "saf sular" ülkesi Belovodye başlamaktadır ve sınırı,

Türkistan ile Moğolistan'ın da bir bölümünü içine alır.

 

ÖLÜMSÜZLER ÜLKESİ:

 

"Parlak Horoz Devri geldiğinde, büyük üstatlar Agarta'nın mağaralarından çıkacaklardır."

Bu dünyanın gerçek üstatlarının, yani Demir Çağı'nın (Kali Yuga) başlangıcından ya da

diğer bir ifadeyle inisiyatik gerçeklerin yitirilişinden itibaren yerkürenin en gizli bölgelerine

çekilmiş bulunan "ruhun prenslerinin" geri dönüşleri, çeşitli tradisyonlarda bu şekilde

bildirilmektedir.
 

Büyük inisiye varlıklar tarafından yönetilen yeraltı imparatorluklarından, çevresinde hayalet

gemilerin dolanıp durduğu efsanevi adalardan, insan tahayyülünün dahi sınırlarının çok

ötesinde kalan ve ağaçları daima yeşil olan, buzulların ardındaki esrarengiz Kuzey

ülkelerinden bahsedilen ezoterik tradisyonların yalan söylediğini kim iddia edebilir ki?

Sanskrit kronikleri de yerkürenin içinde bulunan ve Atlantis'in son hatıralarının saklandığı

Agarta'dan bahsederler. Bu, Moğolistan'daki Şamballa'dır. Burası, sadece arı bir ruhun

ulaşabileceği Beyaz Ada'dır. İskandinav efsaneleri de Tule'nin hikayesini anlatırlar.

Ve ölümsüzlerin yaşadıkları “son topraklar adası” olarak geçer. Eski Mısır’ın rahiplerine

göre de beşeri dünyanın ötesinde, denizlerin ardında ve çok uzakta Pount Ülkesi’nin

kapıları açılmaktadır. Rusya’da ise bazı yaşlı insanlar, Tatar fetihçilerinin Moğolistan’a

giderken izledikleri hattı takip edenlerin, dev dağ zincirlerinin ardında yer alan

“beyaz sular” (ya da saf sular) ülkesine ulaşacaklarını iddia ederler.

Sovyet yazarı Chinchkov (Şinkov) bu gizli imparatorlukla ilgili imada bulunur:

 

alıntı:

İRAD

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

“Belevodye isminde bir harikalar ülkesi vardır. Onun hakkında yazılmış pek çok şarkılar ve

masallar mevcuttur. Bu ülke Sibirya’da yer alır; belki de daha ötesinde veya bir başka yerdedir.

Oraya ulaşmak için stepleri, dağları ve yaşı belirsiz ormanları aşmak ve daima güneşin doğuş

istikametine doğru yol almak gerekir. Şayet, doğuşunuzdan itibaren böyle bir kadere sahipseniz,

Belovodye’yi görebilirsiniz. Bu ülke kimseye ait değildir. Pek eski zamanlardan beri tüm hakikat

ve lütuf orada hüküm sürmüktedir...” Rus folklorunda da yalnızca “bilenlerin”, yani şuur seviyeleri

yüce ifşaata layık olanların ulaşabilecekleri yeraltı şehri Kitij’den söz edilir. Yahudi tradisyonunda

bu saklı şehrin adı Luz’dur. Bu, ışık imparatorluğudur; inisiyasyonun yeşil zümrütüdür.

Yeşil, inisiyasyonu temsil ettiğinden ötürü, daima yeşil olan ada’nın kışı asla tanımayan ülke’nin

ne anlama geldiği anlaşılmaktadır. Bu ülkede Uyanık Şuur’un cehalet ve zamanın etkisiyle asla

bozulmadığı anlamı çıkmaktadır.
İmtiyazlı bölgeler insanın öylesine canı isteyip de ulaşabileceği yerler değildir. Gobi çölünün

yalnızlığının ve çetin imtihanlarının, Himalayalar’ın aşılmazlığının ve meskûn bölgelerin ötesinde

kalan Kuzey’in buzlarının üstesinden gelebilmeyi başaran kişi neticede olsa olsa ancak soğuk,

delilik ve ölümle karşılaşabilir. Fakat bu saklı imparatorluklar pekala mevcutturlar. Bu kanaati

edinmek için eski geleneklerle ve “öte dünyaya” bir adım atabilmeyi başarmış olan bazı ender

yolcuların anlattıkları ile yüz yüze gelmek yeterlidir.
Henrich Schliemann antik Truva kentini aramaya gittiğinde bilim dünyası kendisiyle alay etmişti.

Schliemann’ın çağdaşları için Truva sadece Homeros’un hayal dünyasının bir ürününden ibaretti.

Ancak tradisyona dayanarak ve Homeros’un eserini adım adım izleyerek, İlyada’da adı geçen

efsanevi kentin kalıntılarını bulmayı başardı. Sadece Truva’yı değil, üstüste inşa edilmiş dokuz

kentin daha kalıntılarını keşfetti. Homeros yalan söylememişti.
 

Aynı macerayı Minotor efsanesini gerçek kabul eden Arthur Evans da yaşadı. Yaptığı kazılar

sonucu Kral Minos’un görkemli sarayı gün ışığına çıkmıştı. Aynı şey 1898 senesinde Babil Kulesi’nin

kalıntılarını bulan Robert Koldewey için geçerlidir. Bir kere daha efsane gerçeğe dönüşmüş ve

tradisyon (gelenek) da çocuklar için yazılmış harika bir masal değil, insanlara ait ancak unutulmuş

birtakım hakikatlere dayandığını kanıtlamıştır.
 

Bu gerçekleri yeniden elde etmek, aynı zamanda hakiki bir görüşe kavuşmak ve dünyaya onun

saklı olan çehresini, başka bir ifadeyle hepimizin içimizde şuuruna varamadığımız ve zaman zaman

anımsayarak ürküntü duymamıza neden olan birtakım hatıralar halinde tezahür eden gerçek yüzünü

tekrar kazandırmak değil midir?
 

Böylece insan aniden çocukluğunda kendisini uyutmak için okunan masalları anımsar, unutmuş

olduğu sihirli bir alemde uyanır, içinde bir ışık prensesinin uyuduğu, kahramanımızı çetin imtihanlarla

dolu bir yoldan sonra eşiğinde ejderhanın beklemekte olduğu o esrarengiz ve kimsenin bilmediği

şatoyu ve ejderhanın insanüstü bir iradeyle yenilmesi gerektiğini anlatan hatıra parçaları teker teker

su yüzüne çıkıverir. Gariptir ama, bu tip hikayelerin hatıraları bizlerde kayıp bir cennetin özlemini

uyandırır ve çok daha derinlerimizdeki bir “ben”, sadece rüyalarımızda görmüş olduğumuz bir ülkeden

ayrı düşmüş olmanın ıstırabını duyuverir.
 

İşte bu özlem duygusu, bu dokunaklı nostalji, inisiyasyonda çağrı, uyanış, yolculuğa davet anlamı taşır.

Ancak günümüz insanı bunu anlayamamakta, dilini kavrayamadığı bir gecenin ortasında yatağının

kenarına oturmuş olarak donup kalmakta, içindeki bu değişik ıstıraba bir mana verememektedir.

Çağlar ötesinden kendisine ulaşan bu çağrıya cevap vermeyi reddetmekte, çünkü içten içe bu tesirlerin

gerçekliğinden şüphe etmektedir. Ancak eskiden bazı efsanevi arayışların, Graal’ın (İsa’nın son yemekte

kullandığı ve çarmıha gerildikten sonra akan kanlarının toplandığı kutsal kase) Ebedi Gerçeğin bulunmasına

yönelik çılgın yolculukların başlaması hep böyle bir etkiyle olmuştur. Bazı insanlar içlerindeki bu çağrıya

cevap vermişler ve yaşadıkları çağdaki insanların iddialarına ve çevrelerinin alaylarına kulak asmamışlar,

içlerinde canlanıveren bazı hatıraların rehberliğini kabullenerek muammaya ve heyecana gözü kapalı atılmışlar,

bunu yaparken de tek bir amacı bellemişlerdir: Varlıklarının manasını, dünyanın nedenini, diğer kainatların

realitesini bilmek ve anlamak... Bu macerada hayatlarını kaybedenlerin sayısı kabarıktır; bir çölün göbeğinde

susuzluktan ölmüşler, Himalayalar’ın uçurumlarından yuvarlanmışlar ya da dönüş umudunu yitirmişler, kimi

zaman da bazı uzak ülkelerde haydutlar tarafından katledilerek bedenlerini terk etmek durumunda kalmışlardır.

Bazıları çok tedbirli davranmışlar ve binlerce tehlikeden sonra geri dönebilmişlerdir. Bunlar da yolculuğun

dehşetini doğrulamışlar, kendilerindeki güç, irade ve iman eksikliğini itiraf etmişlerdir. Bazılarının Şamballa’ya

ulaştıklarını ve bir daha asla geri dönmemek üzere Agarta’nın labirentlerine indiklerini söylemişlerdir.

1923 senesinde, ezoterik Tibet Budizmi’nin lideri Tashi Lama politik nedenlerden ötürü Çin’e kaçmak zorunda

kalmıştı. Kendisi en layık olan lamalara Şamballa’ya giriş pasaportu verme yetkisi olan en yüksek lama olarak

kabul ediliyordu.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

BEYAZ SULAR” YOLU

 

Tibetli lamalara göre saklı imparatorluk mevcuttur.

İçlerinden bazıları, Şamballa’nın Büyük Üstatları ile ve yeraltı dünyası

Agarta’da hüküm süren büyük inisiyelerle sürekli ilişki içinde bulunduklarını

iddia etmektedirler. Tibet el yazmaları, dünyanın bu bölgesinin alelade

insanlar için ulaşılmaz olduğundan bahsederler.

 

Söylendiğine göre Kanjur’da Tibet rahipleri tarafından Şamballa’dan

doğrudan alınmış bir metnin kopyası bulunmaktadır. Bu metinde Tarim

ırmağının civarında yer alan ve daima Kuzey yönüne doğru gidildiğinde

Şamballa’nın ruhsal sarayına ulaştıran bir “mavi yol”dan söz edilir.

(Not: Kuzey’in tradisyondaki önemi bilinmektedir.

Burası Kutup yıldızının ekseninde yer alan manyetik bölgedir.

Mu ve Atlantis kıtalarının doğuşundan çok önceleri üzerinde “ilk uyanmışların”

yaşamış oldukları Hiperborea kıtasının yer aldığı bölgedir.)
 

Lamalar’a göre, “İstenmeyen kişi Şamballa’ya ulaşamaz. Sadece imtihanları

başaran zat (tüm inisiyasyonlarda olduğu gibi) Ebedi Kent’e kabul edilir.”
Andrews Thomas, “Şamballa” hakkındaki eserinde, “Yeryüzünün en bilge

insanlarının vadisine ancak Şamballa’nın ‘rüzgar ile’ yollanmış çağrısını

ya da diğer bir ifadeyle Büyük Üstatlar tarafından telepatik olarak yollanan

çağrıyı duyanlar tam bir emniyet içinde ulaşabilirler.” diye yazmaktadır.
 

Nicolas Roerich seyahatnamelerinde, gizli dünyanın girişine ulaşabilmek

için dar bir yeraltı dehlizinde sürünerek ilerlemek zorunda kalan bir lamanın

hikayesini anlatır. Turfan ve Türkistan’da bulunduğu sıralarda keşişler

Roerich’e bazıları hiç kimse tarafından keşfedilmemiş olan birtakım

mağaraları göstermişlerdi. “Şamballa Aşramları’na bu yollarla ulaşılabilir mi?”

diye sormuştu Roerich. Lamalar ise kendisine bu ülkenin sınırlarının

meraklılardan bir hayli garip yöntemlerle korunduğunu söylediler. Kayalardaki

yarıklardan çıkan zehirli gazlar korunmayı sağlıyordu.

Bazı anlatılara göre ise esrarengiz ışınımlar insanlarda (ve hayvanlarda)

sarsıntılı titremeler meydana getiriyordu.
 

Sayısız Moğol efsanelerini toparlamış olan Ossendowski, garip bir

rastlantı(!) eseri bir yeraltı mağarasına giren ve bir duman perdesi ile

korunmakta olan salonlarla karşılaşan bir avcının hikayesini anlatır.

Avcı geri döndüğünde başından geçenleri anlatmaya karar verir, ancak

lamalar onun bu keşfini açıklamasını engellemek için derhal dilini kesiverirler.
 

Tesadüf diye bir şeyin olmadığını biliyoruz. Böylece bu talihsiz avcının

hikayesi burada bitmemektedir, çünkü böyle bir geçidin girişini, şayet

çağırılmamış olsaydı asla keşfedemezdi. Lamalar tarafından yapılan

işkenceyi kabullenmekle konuşma yeteneğini yitirmeyi kabullenmiş oluyordu.

Bu şekilde yıllar boyunca, sakatlığından ötürü asla kederlenmeksizin yaşadı.

Kendi iç sessizliğinde, yeraltı tapınağında yaşadığı unutulmaz hatıraları tekrar

tekrar görüyor, yıllar geçtikçe birtakım gerçekleri, tıpkı kendisine yapılan

işkencenin sebebini anlamaya başladığı gibi daha iyi kavrıyor, etlerini kesen

ve dilini koparan ellerin sahiplerine olan duyguları minnete dönüşüyordu.

Tüm bunları anlayabilmek için bir ömür geçmesi gerekmiş,

saçları beyazlandığında da alelade insanların dünyasını terk etmiş ve o

mağaraya geri dönmüştü. Bunun içerisinde kayboldu gitti ve bir daha da

asla geri dönmedi.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

GÖKTEN GELEN TAŞ

Nikolas Roerich, Gobi çölünde gece olduğunda gökyüzünde şimşekler
ve ışık sütunları oluştuğunu görmüştü. Lamalar kendisine bunların
Şamballa Kulesi’nden yollanan ışık huzmeleri olduğunu belirtmişlerdi.
"Bu kulenin üzerinde elmas gibi parıldayan ve ışıklar saçan bir taş
 bulunmaktadır."
diye iddia etmekteydiler.

Tibetli rahiplerce iyi bilinen bu taşa Sanskritçe'de Chintamani/Şintamani.
Tibet dilinde ise Norbi Rinpoch adı verilir.

Andrews Thomas, "Tibet’de, M.S. 331 yılında kral Tho-thori Nyan Tsan
hükümdarlığı sırasında içinde Şintamani taşının da olduğu dört kutsal
obje bulunan gökten düşen bir sandığın mevcudiyeti herkesçe bilinirdi."
diye yazmaktadır. Tibet efsanesi bu mücevheri sırtında taşıyan kanatlı
attan ya da Tibet dilindeki adıyla bir Lung-Ta’dan bahseder.
"Yukarıdan Gelen Bilgi" nin sembolü olan bu taş, demek ki Şamballa’nın
en yüksek kulesinin tepesinde ışıldayacaktı.

İşte bu noktada bir kez daha evrensel bir mit ile karşılaşıyoruz:
Yukarıdan düşen yıldırım/Bilgi taşı, Yuvarlak Masa şövalyeleri tarafından
bıkmadan yorulmadan aranan Graal, tüm simyagerlerin arayıp durdukları
filozof taşı, düşüşü sırasında, yani enkarne oluşu esnasında Lüsifer, yani
Işık Taşıyıcısı tarafından kaybedilen yeşil zümrüt, gökten gelen kahramanlar
tarafından samimi ve içten insanlara armağan edilen bu ateş, tanımlamayı

başaramadığımız içimizdeki saf ve parlak alevle şuurlarımızın derinlerinde
yanıp durmaktadır.

Tibetliler; "Gökten Gelen İlahi Haberci"nin, bu taşın bir parçasını Atlantis'in
imparatoru Tazlavu’ya vermiş olduğunu anlatırlar. Taşın parçalarından biri
bir parmak uzunluğundadır ve zihinsel titreşimlere karşı duyarlı bir frekans
yaymaktadır. Üzerinde dört esrarengiz işaret kazınmıştır. Taş karardığında
bulutların bir araya toplaştığı, ağırlaştığı zaman ise kan döküldüğü söylenir.
Bazıları Cengiz Han’ın bu taşı parmağında taşıdığını ve taşın kendisine tüm
savaşlarda zafer kazandırdığını iddia ederler.
Hindistan’da Akbar, Yahudiye’de Süleyman ve Çin imparatorlarından biri de
bu sihirli taşın kısa süreli sahipleri arasında gösterilirler.

Bu mücevherin titreşimleri ve astral renkleri de yeryüzünün devrelerine göre
değişir. Kali Yuga (bugünkü) Çağı’nda inisiyasyonun bu yeşil taşının üstünde
uzun ve kanlı hatlar oluşmuştur. Bir zümrüt saflığına, günün birinde insanlar
Bilgi’nin sırlarını ifşa etmek ve onlarda dünyaüstü görüşün gözünü, aynı anda
hem içe ve hem de dışa bakmayı sağlayan "üçünçü gözü" uyandırmak için arı

yüksekliklerden inmiş bulunan Işık Taşıyıcısı’nın parlaklığına kavuşacağı Kova
Burcu Çağı’na dek böyle kalacaktır.

Çigan inisiyelere göre (Agarta’dan gelen çingeneler) Kali Yuga, Vampirler Çağı
olmaktadır ve gene onların kehanetlerine göre; bu vampirler hükümranlığının
ardından Parlak Horoz/Kova/Delv Devri gelecektir.
.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

KAN TAŞI

 

Nekromansi (*) ayinlerinde kullanılan büyülü taş yeşildir ve üzerinde kırmızı damarlar vardır.

Bu vampirik güçlere adanmış olan taştır, kan simyası tarafından elde edilmiş olan kırmızı ve

siyah Graal’dir. Günümüzde de Transilvanya dağlarının ardında kaybolmuş vaziyette, Işık

Şamballası’na uzun yeraltı tünelleriyle bağlı olan ve insanların ulaşamayacakları bir

Vampirizm Şamballası mevcuttur. İnisiyelere göre bunda şaşacak bir şey yoktur.

Bu, “iyi” ile “kötü”nün birbirlerine bağlı oluşları ve Bilgeliğe gerçek çehresini kazandırmaları

ile aynı yasaya bağlıdır. Kötü ile iyi aslında tek ve aynı şeydir, aynı parlaklığı paylaşmaktadırlar,

çünkü hakikat, düalizmi ortadan kaldırır. Kötü ile iyi, ne başlangıcı ne de sonu olmayan

Ezeli-Ebedi Tanrı’nın, insanlara Evrensel Şuur’a ulaşmaları için verdiği ve imtihanları için

gerekli olan görünümlerden ibarettir. Kan Taşı ve Zümrüt de aslında iki ayrı taş değildir.

Bunlar aynı mücevherin çeşitli halleri, sayısız titreşimleri içindeki durumlarıdır.
 

Vampirizm hizmetkarlarının parmaklarında taşıdıkları Kan Taşı, aslında okültistlerce gayet

iyi bilinen bir Heliotrop’tur. Batıl inançlara göre bu taşın kanamaları durdurma, şiddetli

adet sancılarını azaltma, burun kanamasını durdurma ve şayet bir büyü ayini esnasında

kullanılmışsa büyüleme ve hatta öldürme gibi yetenekleri olduğu söylenmektedir.
Şayet gümüş (ay madeni) bir yüzüğe takılırsa ve üzerine de bir vampir işareti kazınmışsa,

ölüler ülkesine dalabilmeyi, Karpatlar’daki yuvalarına çekilmiş ve izole vaziyette yaşayan

bu gaddar prenslerin, bu “gecenin senyörlerinin” esaretine canlı girebilmeyi sağlamaktadır.

Aynı şekilde yeşil taş da nur varlıkları davet etmeyi ve dağların ötesinde yer alan Şamballa’ya

girebilmeyi temin etmektedir.
 

Jacques Bergier, Transilvanya’nın hayli esrarengiz bir coğrafya üçgeninde bulunduğunu açıklar.

Beşeri tarihin son asırlarına damgasını vuran bazı dehalar bu üçgen içinde doğmuşlardır.

 

(*)Nekromansi: Yunanca’daki Nekros (ölüm) ve Manteia (kehanet) kelimelerinden türetilmiştir.

Çeşitli ifşaatlarda bulunmalarını sağlamak amacıyla ölülerin ruhları ile temas kurma ilmidir.

Nekromansi’de amaç daha çok geleceğe ilişkin bilgiler elde etmektir. Kökeni eski Mısır’a dek

uzanır.

.

..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

YASAK DÜNYANIN KAPILARI

 

Yasak ülkeye götüren binlerce yolu anlayabilmek için sayısız ezoterik geleneklere

ve çeşitli yörelerin folkloruna göz atmak yeterlidir. 20. yüzyılda, çağların ötesinden

kendisine ulaşan çağrıyı duyan “asil yolcu”yu daima bekler vaziyetteki bu saklı

eşikleri, bu efsanevi girişleri açıklamaktan memnuniyet duyulması kaçınılmazdır.

 

Bu konudaki en bilinen metinler Moğolistan’dan, Tatarlar’ın istila sahalarından,

korunmuş vadilerden, Himalaya dağlarından ve Kuzey Kutbu’nun yakınlarında

(Kadim Tule’nin bölgesinde) ve yeryüzü manyetizminden yalıtılmış bir bölgeden

söz ederler. Kızılderili tradisyonlarına dayanan diğer bazıları , Ölüler çölünde

yer alan, yeraltı şehirleri ile bağlantısı bulunan “esrarengiz kuyular”dan, ve de

sayısız insanların, bir altının (hiç şüphesiz ki başka türlü bir altının) peşinden

koşarken kaybolup gittikleri Amazon’un en ücra bölgelerinden bahsederler.

 

Transilvanya’nın yüksek dağlarında, Curtea da Arges civarlarında yeraltı aleminin

girişleri olan bazı mahzenleri sakladığı söylenmektedir.
İngiltere’de, Broceliande ormanının, Agarta’ya götüren gizli geçitleri saklamakta

olduğu ifade edilir. Bu kapılardan biri, iddiaya göre “kayıp kuyu” denilen

bölgede bulunmaktadır. İşte böylece, eski inisiyelere göre, dünyanın her parçasında

insanlarca bilinmeyen bu kapılardan mevcuttur ve buna layık olan kişi, Şamballa’nın

da çağrısıyla ve rehberliğiyle, binlerce kilometrelik ve bitmek tükenmek bilmez yeraltı

koridorlarından ve dehlizlerden geçerek “Mutlular” ülkesine ulaşır.

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.

AGARTA’NIN HABERCİLERİ

 

Şamballa krallığı zaman zaman insanlar arasına bir haberci yollar ve ona

“garip ve sihirli biçimde ortadan kaybolmadan önce” tamamlanmak üzere

okült bir misyon verir. Ezoterik gerçekleri ellerinde tutan bazılarının iddiasına

göre yakın tarihin üç asrı boyunca ortalıkta görünmüş olan St. Germain Kontu

da Agarta’dan yollanmış bir zattır. 15. Louis’nin danışmanı olan kontun,

Marie-Antoinette’e de ihtilalin yakın olduğunu bildirdiği ve yaşının da üç yüz

olduğunu söylediği anımsanmaktadır.

Bilgisinin evrenselliği, çağının asilzadelerini çok şaşırtmıştı.

Transilvanya (!) kökenli bir soydan geldiğini iddia ediyordu.
Andrews Thomas, “Onun, Aix-en-Province yakınlarında bir inziva evi olduğu ve

burada bir Buda heykelinin karşısında tıpkı bir yogi gibi oturarak yoğun ve derin

düşünce ve temaşa saatleri geçirdiği anlatılır.” diye yazmaktadır.
 

St. Germain Kontu’nun son sözleri Franz Gräffer’in hatıratında kayıtlıdır:

“Himalayalar bölgesine gitmek üzere Avrupa’dan ayrılacağım.

 Orada dinleneceğim.

 Zaten dinlenmek zorundayım.

 85 sene sonra beni yeniden görecekler.”

 

Bu sözlerin söylendiği tarih 1790 senesidir.
19. yüzyılın sonunda Teozofi Cemiyeti’nin üyeleri St. Germain Kontu’na Venedik’de

rastladıklarını söylemişlerdi. Kontun -şahitlerin belirttikleri üzere- Büyük Kanal’ın

kenarında bir sarayı vardı.
Sulara batık Venedik kenti de yeraltı dünyasının bir uzantısı mıdır yoksa?

Bu nokta, Kazanova hakkındaki bir araştırma sonucu aydınlanabilir.

Bu maceraperest ve simyagerin, St. Germain Kontu ile yakın ilişkileri olmuştu.

Kazanova bu konuda “Bir okült dehanın çağrısına cevap verdim.” demiştir.
 

Yoksa bu deha, onun ziynet eşyası gibi üzerinde taşıdığı garip büyülü taşlarda

mı yatıyordu?

 

Giacomo Kazanova çok genç yaştayken, kendisini Okült Sanatın ilk safhalarına

inisiye eden ve yaşlı bir kasaba büyücüsü olan mürşidi ile tanıştı. Bu, bir kadındı.

Muranolu bu büyücü kadın onun burun kanamalarını iyileştirmişti. O devirde

köy büyücülerinin kanamaları durdurmak için “Kan Taşı”nı kullandıkları bilinir.

Benzer bir taş bu Venedikli okültiste de armağan edilmiş olamaz mı?
 

Yeraltı aleminin vazifelileri, her devrenin sonunda, yeni bir çağın sökmekte olan

şafağını müjdeleyen haberciler misali ortaya çıkıvermektedirler.
Böyle varlıklarla karşılaşılması ancak yüksek amaçlarla olmaktadır.

Fakat insanoğlu, şuurunu sarıp sarmalamış illüzyonların neden olduğu körlükle

gerçek amacının ne olduğunu görememekte, el yordamı ile yürümekte ve düşüp

durmaktadır. İmkansız olana duyduğumuz özleme ve içimizdeki çağrıya kulak asmalı,

keşif yolculuğumuza hemen vakit kaybetmeden başlamalıyız. İşte tıpkı Graal’ın peşine

düşmüş eski şövalyeler gibi, efsanelerde sözü edilen ve kendi öz maceralarını

kabullenmeyi bilmiş bu “asil yolcular” gibi olabilmek için üzerinde durmamız gereken

gerçek değerler bunlardır. Belki böylece görünümlerin ötesinde, illüzyonun binlerce

örtüsünün ardındaki gizli kapıyı keşfedebilir, hakikatler ülkesinin ışıltılarına layık olabiliriz.
 

(L’Autre Monde Dergisi No:26)

 

Bu konudaki eserler:
Andrews Thomas:

“Şamballa, Işık Cenneti.”
Yayınevi: Robert Laffont.

 

David Neel:

“Tibet Mistikleri ve Majisyenleri Arasında.”

Yayınevi:Plon.
 

N.Roerich:”Asya’nın Kalbi.”

New York 1930
 

St.Yves D’Alveydre:

“Avrupa’daki Hint Misyonu.”

Yayınevi: Dorbon.

 

Çeviren: Haluk Özden

.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.