Gönderi tarihi: 23 Şubat , 2006 19 yıl . HERŞEYE MAYDONOZ OLMA... Kimliğimiz, kişiliğimiz, mesleğimiz ve mesnedimiz her ne olursa olsun; yaşamımız boyunca karşımıza çıkan ve adeta bizi yönlendirmeye çalışan birtakım sözler, deyimler vardır: “her şeye maydanoz olma!”... “etliye, sütlüye karışma!”... “suya, sabuna dokunma!”...”görme, duyma, söyleme!”...”fasulye gibi kendini nimetten sanma!”... “sus konuşma!”... “sınırları, çizmeyi aşma!”...”baş olup ta başından olma!”...”kimsenin tekerine çomak sokma!”...”arı kovanına başını sokma!”...”her taşın altına elini sokma!”...”kadının karnını sıpasız, sırtını sopasız bırakma!”... “bugünün işini yarına bırakma!”...” her kuşun eti yenir sanma!”...”çimlere basma!”... “çiçekleri koklama-koparma!”...”her tatlı söze inanıp, kanma!”... ... gibi daha çok sayıda örnek bulmak ve vermek mümkün. Dikkat ederseniz bu gibi sözlerle hep bizleri ‘yapma – etme’ gibi kısıtlayıcı, yasaklayıcı bir anlayışla dar kalıpların içerisine sokmaya çalışanlarla; barındırdıkları çelişkiyle birlikte hiç farkında olmadan da karşımıza çıkmak durumunda kalabiliyorlar. ÖRNEĞİN; .___ Bir taraftan, toplumun ve o toplumu oluşturan insanların, sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik, çevresel ve özellikle düşünsel boyutta hızla kirlendiklerini söyleyeceksin. Diğer taraftan; “suya, sabuna dokunma!” diyeceksin. Suya –sabuna dokunmadan kim temiz kalmış ya da kalabilirmiş ki? .___ Yine “bırakınız yapsınlar! Bırakınız etsinler!” mantığıyla hareket ederek “görme- duyma, söyleme!” diyecek ve başka bir deyimle de “bırak atı alan Üsküdar’ı geçsin!” diyeceksin. .___ Fasulyenin faydaları ve nasıl faziletli bir nimet olduğuna dair neredeyse destan yazacaksın, sonra da oturup “fasulye gibi kendini nimetten sanma!” diyeceksin. .___ Her fırsatta açık, şeffaf ve konuşan toplum haline gelebilmenin ne kadar önemli olduğunun altını çizeceksin sonra “sus konuşma!” diyeceksin. .___ İnsanın yeni ufuklara doğru yol alabilmesi için, sınırları aşması gerektiğine inanacaksın, düşünce ve ifade özgürlüğünden dem vuracaksın sonra dönüp; “haddini bil! Sınırları aşma!” diyeceksin. .___ Her anlamda kalkınma için “bize elini taşın altına koyacak insanlar lazım!” diyeceksin. Diğer taraftan; “her taşın altına elini sokma!” diyeceksin. .___ Özellikle kadın ve çocuklara yönelik olarak ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyeceksin. Diğer taraftan; “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme!” diyeceksin. .___ Neredeyse her işini Allah’a havale edeceksin. Diğer taraftan; “bugünün işini yarına bırakma!” diyeceksin. Evet değerli arkadaşlar, bütün bu veciz sözler için; yaşamın her alanında çoğu zaman karşımıza bir şekilde çıkan,çıkabilen ya da çıkacak olan; aynı zamanda kendi tez ve antitezini de üretebilen ve bizlerin bazen “aman Tanrım! Ne yaman çelişki!” dememize de neden olabilen ve bizlerden içerisinden birtakım dersler, kıssadan hisseler çıkarmamız da beklenen, çoğu zamanda yerli, yersiz kullandığımız sözler, özdeyişler olsalar gerek diye de düşünmeden edemiyorum. Neyse Oğlu okula gitmek istemeyen anne çocuk diyaloğu; Sabah anne, oğlunun odasına girdi ve onu uyandırdı: “Hadi oğlum uyan artık! Okula geç kalacaksın!..” ___Oğlu yarı açık gözlerle annesine baktı ve uykulu bir sesle: “ Fakat anne, bugün okula gitmek istemiyorum” dedi. ___Anne oğlunun bu isteğine karşı çıktı: “Okula neden gitmek istemiyorsun bakayım!” dedi. “İki ciddi neden söyle bana...” ___Oğlu bir yandan esnerken, bir yandan da annesini yanıtladı: “Okuldaki tüm öğretmenler benden nefret ediyorlar, bir... tüm öğrenciler benden nefret ediyorlar, iki...” “Bu iki ciddi neden yeter mi anne?” ___Annesi oğlunun nedenlerini geçerli bulmadı: “Bunlar okula gitmemen için neden olamaz!” dedi. “Şimdi kalk ve çabuk hazırlan!”... ___Bu kez oğlu iki ciddi neden göstermesini istedi annesinden: “Sen de bana, okula kesinlikle gitmemi gerektirecek iki ciddi neden gösterebilir misin anne?” dedi. ___Sabrı tükenme noktasına gelen anne, oğlunun üstündeki yorganı hızla çekti ve oğlunun istediği iki ciddi nedeni açıkladı: _“Birinci ciddi neden, 52 yaşında koskoca kadınsın... ikinci ciddi neden ise, sen okulun dekanısın”..... Bektaşi fıkrası... Bir gün Bektaşi’nin biri dua etmekte olan kalabalığı görünce, hemen aralarına girip, saf tutar. Bir yandan da yanında yüksek sesle dua etmekte olan softanın birine kulak verir; bakar ki softa yüksek sesle “Allah’ım din iman ihsan eyle! Allah’ım din, iman ihsan eyle!” diye dua etmekte. Bektaşi de durur mu hiç o da başlar, yüksek sesle; “Allah’ım şu kuluna bir şişe rakı ihsan eyle! Allah’ım şu kuluna bir şişe rakı ihsan eyle!” diye dua etmeye. Bu duruma daha fazla dayanamayan Bektaşi’nin yanındaki softa başlar söylenmeye; “Bre zındık! Allah’tan din, iman isteyeceğin yerde bir de utanmadan rakı mı istersin?” Bektaşi biraz düşündükten sonra; “Vallahi ben onu, bunu bilmem! Herkes Allah’tan kendinde olmayanı ister. Ben de rakı olmadığı için bir şişe rakı istedim. Sende de din, iman yok ki, sen de din, iman istersin ” diyerek; softanın şaşkın bakışları arasında oradan uzaklaşır. Elbette bunları düşünürken; sakın ola ki, ne maydanozun saymakla bitmeyecek yararlarını ve her şeye maydanoz olma durumlarını küçümsediğimi, ne fasulyenin adeta bir protein deposu olduğunu unutarak kendisini nimetten saydığı varsayımına inanarak hafife aldığımı ve ne de çaya-çorbaya limon derken de o canım limonun hiçbir kıymeti-harbiyesi olmadığı gibi bir düşünceye kapılarak bu sözleri işkembe-i kübradan söylediğimi sanmayın sakın! “Eee Bu arada sakın anneme her şeye maydanoz olduğumu söylemeyin! O benim fasulye gibi nimetten olduğumu sanıyor!” Sevgiyle kalın dostlar... .
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.