Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Aşk

ya da

O

 

Benim gibi aşkı inkâr edebilir yok sayabilir sevebilirsin de[1]. Saçmalama hakkımızı kullanarak; aşkın "çok ulvi bir duygu" ya da "çok komik bir şey" olduğunu da söyleyebiliriz.

Ama

Benden uzak olsun sensizlik... sen evet sen...

Sen okumuyorsun nasıl olsa... seni yazdığımı bilmeyeceksin ve sana çok yakınken ne kadaaaar hasret kaldığımı sana. Belki çok yıllar sonra torunlarından dinleyeceksin ve belki de sadece yazmam bana kâr kalacak.

Seni sana anlatmama bir türlü razı olmuyordu dilim, cesaretim de ilk kez dikildi karşıma. Şimdi itiraf ediyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi yazıyorum... ve dayanılmaz özlemimi sana...

Senin görmeyişini yazacağım, bakarken ıskaladığını beni. Hiçbir şey yokmuş gibi "hoşça kal" deyip gitmenin kolaylığını yazacağım.

Beni ne kadar kendimsiz ve kendinsiz bıraktığını, gecelerimi aydınlatmana rağmen karanlıkları çok gördüğünü yazacağım.

Seni öyle yazacağım ki sana olan sevgimin ne kadar essah, ne kadar derin, ne kadar kavurucu ve ne kadar, ne kadar, ne kadar olduğunu bilmeyen kalmasın gök kubbenin altında...

Hep kendimi kandırıyorken asırlar önceden oluvermiş olan bana rağmen. Sadece seni bekliyormuşum bir imdat sesine gelen melek gibi dünyama...

Ben senden (sana) kaçmak, kalbini zorlamamak için gönlümü avutuyordum aşksızlığımla... Ben senden kaçtıkça; daha uzağa daha daha uzaklara kaçıp kurtulmaya! çalışırken düşmüşüm deli divane gibi orta yerine derin gözlerinin beyazlığına.

Sen bana "merhaba" derken kaç milyon tane çarpıyor(du) biliyor muydun kalbim, ya da "nasılsın" sorusunun ömrümün hiçbir sınavında zorlanmadığım bir cevapla karşı karşıya bıraktığını?

En gerekli anlarda bile gözlerine bakamadığımı nasıl görmezden gelebildin?

Nasıl fark etmedin ayrılırken inceldiğimi koparcasına?

Nasıl gülerken gözlerinde boğulduğumu görmedin nasıl?

Ama Allah var ne güzel saklamıştım bütün bunları!?!

Ya da sen ne güzel saklamama izin vermiştin duygularımı?

Çünkü sendin ab-ı hayat bana, sendin bütün türkülerime konu.

Seni hiçbir dilde, hiçbir bestede, hiçbir hikâyede bulamadım.

Masallara konu olan seni.

Leyla bütün güzelliğiyle sendin, Zühre dediğimde sendin söylemek istediğim. Aslı takma adındı kimseler bilmesin seni, çalmasın diye. En son Şirin derdim ey en şirin...bala kaynak, şekere ilham olmuştun bakışlarınla.

Senin için söylenmedik söz bırakmamıştım. Ama hiçbir söze sığmamıştın. Şimdi diyeceksin ki "ama ben bunları hiç duymadım." Dedim ya çok iyi saklamıştım seni. Duymaman için çok çabalamıştım, demek ki büyük başarı!..

Ya da sen duymadığını iyi başarmıştın...

Belki sana sevgimi başka isimlerle anlatıyordum. Şöyle başlıyordum: "adamın biri sevmiş, uğruna..." diye devam ediyordu sözlerim, veya "öyle aşık olmalı ki adam..." diye başlıyordum kendimi anlatmaya. (sen de tecahul-i arif yapıyordun gibime geliyordu) İşte o bendim! İtiraf ediyorum benden dinlediğin tüm aşk kahramanlarım sadece bendim... Sadece ve yalnızca kendimi anlatıyordum sana. "O sevdiği için..." diye başlayan hikayelerdeki de ben. Bendim "Kendini asla avf etmeyen.." de bendim. Şimdi hatırladın mı? O "sevdiğinin yollarına baka baka ömür geçireni..." o bendim. En büyük yemini "seni görmek bana nasip olmasın ki..." olan bendim hiç yemin etmememe rağmen beddua olur diye...

Sana doğru gelirken sen yerinde durduğun halde gök kuşağı misali ulaşamıyordum sana... ben geldikçe sen uzaklaşıyordun hareketsiz...

Sen bakışınla dünyamdan neleri değiştirdin bir bilsen; renkler daha güzel, sesler daha ahenkli, kokular daha anlamlı olmuştu. Bütün yemeklerin, içeceklerin tadı değişmişti... hatta hatta ömrümde yemediğim "kısır" bile en güzel tadla bana buyur diyordu... bütün bunlar o gözlerinin eseri, bakışlarının...

Şimdi sadece gözlerinden bahs edeceğim beni kınayanlara!..

Senin gözlerin ya da benim bütün dünyam!!!

Senin gözlerin siyahın en koyu kahvesi, içilerek doyulmayan. İçim içim en demli çaydan farksızdı. Bir yudum çaydan alır doyasıya gözlerine bakardım bütün engellere rağmen...

Zeytin ve kömür ne kadar kıskanırsa kıskansın öyle güzeldi karası gözlerinin!

Rengâ renkti sanki en tatlı ela, en güzel yeşili vardı gözlerinin bütün dünya yemyeşil olurdu baktığımda, Şerafettin Dağlarının yamaçları mübarek... Hiç bir erik, hiçbir üzüm o güzelliğe tanıklık etmemişti...

Gökyüzünün maviliğini bir gözüne, deryaların maviliğine diğer gözüne işlerdin ilmik ilmik, nakış nakış. Boğulurcasına bakardım ama sen sörf yaparken fark eder kaçırırdın sanki bitermiş gibi...

Biliyor musun bütün renkleri sadece gözlerinin rengini bilmesinler diye sayıyorum. Kıskançlık işte, yoksa milyon tane göze bakap bulamazlar ya seni... Olsun kutsal bir duygu kıskançlık benim için.

Sahi sen okumayacaksan ben niye yazıyorum bunları???

Hatırlıyor musun bazen şarkı mırıldanırdım: "Hiçbir şeyde gözüm yok sen yanımda ol yeter" diye, o sanaydı aslında. Ya "canımın yoldaşı ol" derken kimi kast ediyordum sanıyorsun? " tu jı biramın nari" yi söylediğimde sesimi sana duyurmak için ne kadar zorlandığımı fark etmemiş olamazsın sağır sultan... "Xezal Xezal" söylerken Şıvan PERVER seni söylüyordu. Ahmet KAYA'dan "Canım Nerdesin" sana söylenmişti, duymadın mı?

Bana bunu çok görenler; sakın bu kadar da olmaz demeyin diyen birileri varsa geri kalan kısmını okusun...

Demek bu kadar da olmaz, öyle mi? o zaman ona olan tutkunu, sevdanı nasıl izah edersin?

Neden asırlarca "seni seviyorum" demesini istiyorsun bıkmadan usanmadan dünyanın en güzel şarkılarına tercih ederek dinlemek istersin?

Neden bütün şarkıların, türkülerin onadır neden?

Neden gökyüzüne bakarken onu, denizlere dalarken ve yeryüzüne bakarken onu görüyorsun. Nasıl bir bağlantı kuruyorsun gerçekten biliyor musun?

Peki ya ‘o'na duyduğun uzay boşluğundan daha engin ve derin olan o "şey"in adını koyabilir misin?

Peki, onu gördüğünde yerinden fırlayıp onun ellerine düşmek ve avuçlarında lahza lahza erimek isteyen kalbini zapt edebilir misin tek saniye bile?

Hadi geçtin bu sınavları;

Sana masum bir gülüşle nazar etmesinin o çok güvendiğin mantığının "lâl", o her zaman sana yön veren aklını gönüllü askerlik misali gözlerine "esir" edişine ne buyurursun?

Hiç beklemediğin anda ‘cennet bahçelerinin salkımlarından çalıntı' saçlarının dalgalandığını hayal ederken yüreğinde depremler, tsunamiler oluşmasını -vazgeçtim makul oluşundan- hangi gerekçeyle izah edebilirsin?

Ona ait bir mendil veya yazma bir lodos savurması sonucu yüzüne değdiğinde gönül kulelerinin 11 Eylül'ü yaşayan "İkiz Kuleler"den beter hale düşüşünü ne ile izah edersin peki?

Ayrılırken arkası sıra olduğun yerde çakılı kalmana rağmen neden ip gibi uzadıkça uzuyorsun en ince yerinden kopma pahasına?

Neden "geceleri düşlerinde, gündüzleri hayalinde" olmasına rağmen bir türlü yüzüne doyma zevkinden bir gram fire vermiyorsun?

Neden seninle ve elleri iki elinde/avuçlarındayken milyon tane elin daha olsun istiyorsun?

Gözlerini -saniyenin dörtte bir kadar süre- kapatırken nasıl oluyor da ışıl ışıl güneşe rağmen dünyanla kapkaranlığa bürünüyorsun?

Ve neden bakışlarını yana çevirdiğinde toz gibi savruluyorsun beraberinde?

Neden yere baktığında toprak oluyorsun, oldun da neden hep orada kalmaya razı oluyorsun yeter ki o baksın diye, neden?

Neden o uzaklara daldığında Atlas Okyanusuna batan "roj" misali gözlerinde batıyorsun onunla beraber boğulma pahasına?

Hadi diyelim ki battın ve boğuluyorsun; peki niçin bu boğulma anı sana ömrünün hiçbir döneminde tatmadığın zevki ve güzellikleri tattırıyor dersin?

Ya onun bir başkasını sevdiğini duyduğunda bütün eş, dost, konu-komşu, anne-baba, aile-akraba, iş arkadaşı-meşk arkadaşına rağmen kocaman dünyada kendini bir başına yapayalnız hissetmene ne buyurursun? Ha!

Ne dersin?

Ya baktığın her yerde onu görüşüne ne dersin? Onlarca, yüzlerce, binlerce kilometre uzaklarda iken, hatta hatta ayrı dünyalarda iken bile "çekilse de biraz televizyon seyretsek" dediğin hiç olmadı mı?

Onu (kirpiklerine asılı tuttuğun için) her nereye baksan onu gördüğünde neden şikâyetçi olmuyorsun?

Neden kalbin de dâhil ona layık hiç bir yer bulamıyorsun, oysa onu her hücrende taşıyorsun değil mi?

Neden kocaman dünya onsuz dar, küçücük bir asansör onunla cennette bir saray? Bitmesini istemezsin o yolculuğun düşme pahasına asansör boşluğuna neden?

"Gelse de gözlerimi getirse" diyecek kadar gözlerini yollarına esir etmişsin de neden bıkmıyor usanmıyorsun? Neden gittiğinde gözlerini de gönderiyorsun aklınla beraber onunla?

İşte böyle dostum!

Yoksa yalnızca ben mi böyleyim?

Olsun, razıyım...

Haftaya buluşuncaya değin

Sevgiyle dolu kalın

[email protected]

________________________________________

[1] Bu cümleyi özellikle anlaşılmaması için mi bu hale getirmişler klavyemin tuşları!

[2] Bu cümle de güme gitti!

Gönderi tarihi:

AŞK ya da

O

 

"Leyla bütün güzelliğiyle sendin, Zühre dediğimde sendin söylemek istediğim.

Aslı takma adındı kimseler bilmesin seni, çalmasın diye.

En son Şirin derdim ey en şirin... bala kaynak, şekere ilham olmuştun bakışlarınla." ACAİP Bİ DUYGU!

SANKİ

BİLMEMMİ???

EVET HERŞEY VE YERLERDE O O O

DOYUMSUZ YAZİ SAĞOL BU YÜREKLE......

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.