Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:
vizor.jpg

 

 

 

Vizörden İstanbul fotoğrafları

Türkiye'nin duayen fotoğrafçılarından Sabit Kalfagil, hiçbir zaman fotoğraflarını gösterme konusunda 'heveskar' olmadı.

 

Birkaç sergi ve neşrettiği kitap-albümler onun birikiminin çok azını gün ışığına çıkarıyor.

 

Fotoğrafevi Yayınları'ndan yayımlanan son eseri 'İstanbul' kendi deyimiyle bir dönemin atmosferini bugüne taşıyor.

 

Fotoğraf bir dildir, bunun öğrenilebilir bir alfabesi olmalı

 

Sabit Kalfagil ile konuşuyorsanız bilin ki siz öğrencisiniz, O hoca. İster doğa fotoğrafçılığı yapın, ister foto muhabirliği,

 

fark etmez... Hangi alanda fotoğraf çekiyorsanız çekin, Sabit Hoca'nın fikri bellidir.

 

Önce fotoğrafın görsel diline sadık kalacaksın. Sonra anlatmak istediğini anlatabilir, çekmek istediğini çekebilirsin.

 

Çok fotoğraf çeken, çok fotoğraf anlatan Sabit Kalfagil maalesef fotoğraflarını gösterme konusunda 'heveskar' değil.

 

Birkaç sergi ve neşrettiği kitap-albümler onun birikiminin çok azını gün ışığına çıkarıyor.

 

Fotoğrafevi Yayınları'ndan yayımlanan son eseri 'İstanbul' kendi deyimiyle bir dönemin atmosferini bugüne taşıyor.

 

Biz de bu vesile ile o büyülü atmosferde Sabit Hoca'nın net ve keskin fikirleri üzerinden fotoğraf konuştuk.

 

Hayatınız fotoğraf çekmek kadar, bir hoca olarak başkalarının fotoğraflarına bakmakla da geçti.

 

Tercihiniz zor?

 

Kimilerine göre fotoğrafın tarifi "Bakın ben ne gördüm?" demekmiş. Bence bu fotoğrafı çok iyi tarif ediyor.

 

Bir başka tanıma göre de insanlar 'yaşayanlar ve seyredenler' olarak ikiye ayrılıyor.

 

Fotoğrafçılar seyredenler takımındandır, dolayısıyla fotoğrafçının misyonu bir şey görmek ve gördüğünü göstermek.

 

Fakat siz bu konuda pek heveskâr değilsiniz ?

 

Bizim gibi ülkelerde özdeyişler gelişmiş, 'Hayat başkadır, okul başkadır.' diye.

 

Türkiye'de belli bir fotoğraf birikimi ve kalitesi var, bunu biliyoruz.

 

Ama dergilerde ve gazetelerde basılan fotoğraflar bunun böyle olmadığını söylüyor. Orada başka bir realite var.

 

Dolayısıyla halkın beğenisiyle akademik doğrular birbirine uymayabiliyor.

 

Bu yüzden değer verdiğiniz fotoğrafları paylaşmanız o kadar da kolay olmuyor.

 

Bir yerden sonra siz de kendi sırça köşkünüze sığınıp, 'Ben çekerken mutlu oluyorum.

 

Bunu da 3-5 arkadaşımla paylaşıyorum.' demekle yetiniyorsunuz.

 

O bakımdan böyle bir şeyin basılıyor olması hiç de hesapta olmayan ekstra bir olaydır benim için.

 

Türkiye'de fotoğraf için başka mecralar aramak, basın dışında sergi açmak, kitap yayınlamak çok mu zor ?

 

Biz kantitatif bir yaşam sürüyoruz. Yani her şeyin nasıl olduğu ile değil ne kadar olduğu ile ilgiliyiz.

 

Kaç tane serginiz var, kaç tane kitabınız var gibi miktarı ile ilgiliyiz daha çok.

 

Ben onun için sayısal bir çokluk arayışında değilim. Ayrıca Türkiye kitap yapılmamak üzerine programlanmış bir ülkedir.

 

Bunu her zaman söylüyorum. Batı'da bir kitap yaparsanız, bir kitabınız yayınlanırsa aldığınız telifle belki kendinize bir ev

 

alabilirsiniz.

 

Ama Türkiye'de kitabınızı evinizi satarak bastırabilirsiniz.

 

Sergilerin fotoğrafa katkısı nedir ?

 

Şimdiye kadar topu topu üç tane sergi açtım. O da birilerinin itelemesiyle oldu.

 

Neden, çünkü o sergiyi topladığınız zaman bir defa ne oluyor; açılış günü kalabalık bir yer oluyor, zaten o kalabalıkta

 

fotoğrafların önünü kapattığı için o gün bir şey görünmüyor.

 

Eş dost selamlaşıyoruz, yiyip içiyoruz falan. Cenazelere benzetiyorum ben sergileri.

 

Görüşme tanışma vesilesi oluyor. Sonra sergilerin çoğunu o açılış gününden sonra sineklerle melekler ziyaret ediyor.

 

Gidiyorsunuz, galeride tek bir kimse yok.

 

Çektiğiniz fotoğrafları hangi kaygılarla çektiniz ?

 

Etrafınızdaki değişimi belgelemek mi, farklılaşan İstanbul'un belgeselini yapmak mı ?

 

Kitapta da göreceğiniz gibi fotoğraflarda herhangi bir aktüalite derdi, bir tespit gayreti yok. Kitabın önsözünde yazdım;

 

bu İstanbul'a karşı yoğun bir duyarlılığın dile getirilmesinden ibarettir. Yani İstanbul'un belli bir atmosferi var.

 

O atmosferi yansıtan fotoğraflar bunlar.

 

Etraftaki bu yozlaşmalar, bu bozukluklara rağmen, kültür mirasının tarumar edilmesine rağmen

 

İstanbul'un hâlâ o kendisinden aldığı kendi doğasından ve topografyasından aldığı özellikleri

 

dolayısıyla muhafaza ettiği bir gizemi var.

 

Burada onlar yansıtılıyor başka bir şey yok. Haber verme, bir mesaj iletme, karşılaştırma, bir değişim gösterme kaygısı

 

duymadım.

Gönderi tarihi:

Fotoğraf çekmeye hâlâ devam ediyorsunuz.

Bu çok fazla bilinmiyordur ama ben hiçbir zaman fotoğraf çekmeye ara vermedim.

 

Ta ki geçen seneki ameliyata kadar. Şu anda benim canımı sıkan şey odur, eskisi kadar yürüyememek.

 

Eskisi kadar yürüyebilsem alıp sokağa çıkacağım.

 

Neler çekiyorsunuz ?

 

Çok çeşitli şeyler çekiyorum. Benim birtakım kulvarlarım var çalıştığım.

 

Size de söylüyorum, öğrencilerime de söylüyorum. Benimsediğiniz belli bir konu varsa ona bir şey diyemem.

 

Fakat önerim kendinize klasörler açın. Gezerken dolaşırken o klasörlere atılabilecek malzemeleri toplayın.

 

Sonra o malzemeler biriksin. Günün birinde baktığınız zaman o birikimlerin her birisi kendi içinde bir bütün oluşturabilir.

 

Bunu niye söyledim, çünkü benim fotoğrafa başlamam daha ziyade mimari aracılığı ile oldu.

 

Mimari belgecilik ve arkeoloji çıkış noktam oldu. Bu ilgi hâlâ devam ediyor.

 

Kent peysajları ya da yapılar arkeolojik eserleri gördüğüm yerde çekiyorum.

 

Kültür mirasına ait her şeyi çekiyorum. İnsan çekiyorum.

 

Mesela içeride tarla, harman diye bir klasör var, çarşı pazar diye bir klasör var. Manzara çekiyorum.

 

Oldukça geniş tutuyorum alanımı. Çok dar bir alanda yürümüyorum.

 

Hocam siz muhteva kadar, belki de daha fazla biçim üzerinde duruyorsunuz ?

 

Fazla biçim, yani teknik ve estetik özellikler üzerinde durmak içeriği ikinci plana itmez mi ?

 

Fotoğrafın çok bireysel ve çok kişiye özgü olduğu konusundaki görüş çok fazla taraftar buluyor.

 

Fotoğrafın normları üzerine konuşulmasını reddeden bir anlayış var. Halbuki fotoğraf bir dildir.

 

Bunun bir alfabesi olmalı, bir yazısı olmalı. Her yazı gibi bu yazı da öğrenilebilir. Fotoğrafın da bir dili var.

 

Fotoğrafın dili yapısallığından geçiyor. Fotoğraf ışıktır, fotoğraf lekedir, hacimdir, dokudur... Bunlarla konuşmuyorsak bir

 

fotoğrafı konuşmak ya da bir fotoğrafı anlatmak mümkün olmaz.

 

Bir fotoğrafı değerlendirmek de mümkün olmaz.

 

Onun için benim fotoğraf konusundaki yaklaşımım ve görüşüm tamamen yapısalcı bir görüş.

 

Bu yapısallığı görsel öğelerin kullanımını yapan adama da üslup sahibi diyoruz.

 

O ışığı böyle kullanır, o lekeleri böyle kullanır falan gibi bir şey oluyor bir yerden sonra.

 

Gerçekten kişisellik o zaman oluyor.

 

Fotoğrafçının üslubu imzası demektir.

 

Biçim üzerinde fazla durursak anlam ve derinlik kaybolmaz mı ?

Tam tersine yani anlamı biçimle güçlendiriyoruz. Yani biçimi anlamın emrine veriyoruz. Eğer biçim hizmet etmiyorsa nakıştan ibarettir.

 

Ama anlam var fotoğrafta ifade edilememişse kekemece bir anlam varsa o da bir şey değil, eser olmamış demektir.

 

Yani bu fotoğrafta şunu anlatmak istiyorum ama etkili anlatmak zorundayım.

 

Yani kimse o fotoğrafın içinde kazı yapıp tahmin yürütüp, fikir yürütüp anlamak zorunda değil.

 

Öyle bir vurgulayacaksın ki, karşındaki hemen anlayacak. Fotoğraf biçimdir.

 

Türk fotoğrafçıları için 'ülkelerini tanımazlar, turist gibi memleketi gezerler' diye yapılan bir de eleştiri vardır.

 

Sizin bu konuda düşünceniz nedir ?

 

 

 

Turist gibi gezmek kendine kültürüne yabancılaşmak ile ilgili bir şey.

 

Yani kendini onlardan saymamaktır. Kendi ailesinden utanmak, kendi köklerinden utanmak gibi bir şey.

 

Ama meselenin başka bir boyutu var, yani oryantalistleri hep nasıl tabir ediyoruz; 'başkalaştırmak', 'ötekileştirmek' gibi tarif ediyoruz ama eğri oturup doğru konuşalım, fotoğrafçılar biraz oryantalisttir.

 

Çünkü başta da söyledim hayat yaşayanlar ve seyredenlerden ibarettir.

 

Fotoğrafçılar seyredenler takımındandır. Seyredenler takımına geçince bir parça oryantalist olursunuz.

 

Çaresi yok. Olayın çok da içinde olursanız olayı anlatma şansınız da kalkar.

 

Hani cerrahlara kendi analarının babalarının ameliyatını vermezler ya, onun gibi.

 

Yani çok içine girerseniz duygusallaşırsınız, hareket edemezsiniz. Bir miktar objektifliğinizi koruma ihtiyacı vardır.

 

Onun için bir parça olayın dışında olmak lazım, büsbütün de yabancısı olmamak lazım elbette.

 

vizor02.jpg

 

 

 

vizor03.jpg

 

vizor04.jpg

Gönderi tarihi:

istanbul_by_ottoman611.jpg

 

Şu fotoğrafın güzelliğine bakın!

  • 5 ay sonra...
Gönderi tarihi:

Şu fotoğrafın güzelliğine bakın!

 

clover.gif

Doğal olduğu için güzel...yapmacık değil

 

Birde bu yazıya denk geldim... sonuc ne kadar olumlu olur bilemem smile.gif

 

 

 

Birçok insanın derdidir poz vermek. Çoğumuz baktığımız fotoğraflarda kendimizi beğenmeyiz. İşte güzel poz vermenin 10 kuralı...

 

 

 

Istanbul- Mankenler fotoğraflarda nasıl mı güzel çıkıyor? Ya da fotoğraflarda kusurlarınızın kapanmasını mı istiyorsunuz ?

 

Birçok fotoğraf tekniğinin yanı sıra işte sizin için e-kolay'ın bilgilerine göre güzel poz vermenin 10 kuralı;

 

 

1. Bakışlarınızı odaklayın. Poz verirken gözlerinizi kamera lensinin biraz üzerine odaklayın. Başınızı hafifçe öne çıkarıp, çeneninizi aşağı indirin.

 

2. Dilinizi dişlerinizin hemen arkasına yerleştirip gülümseyin. Bu hareket ifadenizi rahatlatacaktır.

 

3. Omuzlarınızı vücudunuza hizalayın ancak kendinizi kasmayın. Daha doğal bir görüntü vermek isterseniz omuzlarınızı hafifçe geride tutabilirsiniz.

 

4. Beyaz duvara karşı kıyafet denemesi yapın. Bir ağaç altında ya da pencere kenarında doğal bir ışık kaynağının altında durun.

 

Yalnız bu noktada küçük bir detaya dikkat edin. Doğru renginizin ne olduğuna iyi karar verin.

 

5. Kendinize kural edinin! Şekilcilikten uzak durun.

6. Fotoğraflarda herşey olduğundan daha abartılı görünür. Bu yüzden kadınlar makyaj yaparken çok dikkatli olmalı.

 

30 yaşın altındaki bayanlar için biraz maskara ve dudak parlatıcısı; 30 yaş üstü bayanlar için ise kusurları biraz saklamak fotografta güzel çıkmak için

 

yeterli olacaktır.

 

7. Klasik fotoğraf verme pozunu sık sık tekrarlayın.Vücudunuzu kameraya göre biraz yan döndürün.

 

Bir ayağınızı diğerinin önüne koyun ve omuzunuzu fotoğrafçıya yaklaştırın. Eğer yüzünüz önde olursa bedeniniz çok daha büyük görünür.

 

8. Boydan çekilen pozlar için göbeğinizi içinize çekin ve omuzlarınızı geriye atın. Düz bir sırt ile kameraya gülümseyin.

 

9. Fotojenik insanları ve güzel çıktığınız fotoğrafları inceleyin. En iyi açınızı belirleyin.

 

En güzel çıktığınız fotoğraflara bakarsanız hep gülerken yada iyi zaman geçirirken çekilmiştir.

 

En iyi sonuçları kameradan korkmadığınız zaman alırsınız.

 

10. Fotoğraf çekilmeden önce gözlerinizi kapatın ve tam çekmek üzereyken yavaşca açın.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.