Zıplanacak içerik

Featured Replies

Gönderi tarihi:

İlgisi ve bilgisi olanlardan bir konuda yardım talep ediyorum:

 

Bildiğim kadarıyla Kurân'ın kendisinden önceki kitaplardan (İncil, Tevrat, Zebur...) bir farkı var: Kendi ifadesiyle Allah kelamı olduğunu, değiştirilmeden aktarıldığını belirtiyor. Yani Cebrail de getirmiş olsa kelime kelime, teknik terimle motamot, yani bir sekretere mektup dikte ettirilir gibi, getirip aktarıyor, değil mi?

 

Diğerleri öyle değil. Rivayete dayalı bir yapıları var. Onlarda yazılı sözler "Rab buyurdu:...." şeklinde, yani İslam'daki kutsi hadis formatına benzer şekilde aktarılıyor. Yani örneğin İsa, rabbim böyle buyurdu, böyle emretti şeklinde kendi kelime ve cümleleriyle aktarım yapıyor. Hatta bunun da ötesinde, havarilerin ağzından "İsa rabbin böyle buyurduğunu söyledi" şeklinde araya daha da çok aktarıcı giriyor. Doğru düşünüyorum değil mi? İncil'de bu formatı çok görüyorum. Örneğin Kurân'da sık raslandığı halde İncil'de bir "De ki:..." formatına raslamadım.

 

Aslında çok detaylı şekilde okumuş da değilim. Hele Tevrat'ı daha da yüzeysel okudum. Çünkü satır satır incelemek pek mümkün değil, ne vakit var, ne sabır. Bu hiç entelektüel değil ama, itiraf edeyim okuyamadım, sıkıldım. Emin olamayışımın ve sormamın nedeni de bu.

 

İncil'i az, Tevrat'ı çok az incelememin bir nedeni de, Kuran'ı inceleyince hepsini incelemiş olacağımı düşünmem. Fakat ayrıntıları kurcalamak isteyen bir içgüdü, bu yüzeyselliği kendime yakıştıramayışıma yol açıyor. Yardımcı olan olmazsa işi gücü bırakıp oturup İncil Tevrat hatmedeceğim. Çünkü bir konuyu yüzeysel bırakmış olmaktan rahatsızlık duyuyorum. İşin gücün arasında da bu işe zaman ayırmak bayağı bir strese yol açacak.

 

Yardımcı olacaklara olmayacaklara şimdiden teşekkürler...

Gönderi tarihi:

İncillerin yazılış tarihlerinin tesbit edilmesinde karşılaşılan en büyük zorluk, her İncilin üzerinde yazarının adı bulunduğu halde, yazıldığı tarihin bulunmamasıdır. Eğer yazar adı ile beraber yazılış tarihleri de kitapların üzerinde bulunsa idi, fazlaca problem kalmazdı. Hz.İsa ve İncil yazarı oldukları iddia edilen kişilerle çağdaş olan birçok tarihçi eserlerinde, ne Hz.İsa'dan ve ne de İncillerden söz etmemektedirler. Gould'un eserinde Hz. İsa ile çağdaş oldukları halde ondan hiç bahsetmeyen şu Romalı tarihçilerin isimleri geçmektedir: Seneca (M.S.3-65), Petronius (öl.M.S.66), Büyük Pliny (M.S. 23-97), Juvenal (M.S.60-İ40), Martial(M.S.40-104), Quintilian (M.S. 40-118), Epictetus (M.S. 40-120), Apion (M.Ö. 20-M.S.48) vb. kişiler. Ancak Genç Pliny (M.S.61-105), Tacitus (M.S. 55-120) gibi yazarların, sadece Hristiyan toplumun varlığından bahsettikleri ifade edilmektedir. Bunlarda da İncillerden geniş olarak bahis yoktur. İki meşhur Yahudi yazar İskenderiyeli Philo (M.Ö.20-M.S.60) ile Josephus (M.S. 37-100), eserlerinde Hristiyanlıktan hiç bahsetmemişlerdir. Ancak bu iki yazarın eserlerine sonradan birtakım ekler yapılmak sureti ile, sanki onlar Hristiyanlıktan bahsediyormuş gibi gösterilmek istenmiştir. Clement'in (M.S.95-140 yılları arası) Korintoslulara yazdığı mektupta, İncillerden hiç bahis yoktur, sadece Pavlos'un mektubuna işaret vardır. Bu mektupta Hz. İsa'nın sözlerinin yorumları vardır, ama onun hayatı hakkında biyografik bilgi yoktur. Görüldüğü üzere çağdaş Roma tarih kaynaklarında incillerin varlığı ve onların yazılış tarihleri hakkında yeterli bilgi yoktur.

 

Daha önce Pavlos'un mektuplarının İnciller yazılmadan önce yazılarak kutsallık kazandıklarını belirtmiştik. Bu konu aslında çok önemlidir. Niçin Pavlos'un Mektupları İncillerden önce yazılarak kutsal yazma muamelesi görmüştür? Pavlos mektuplarını 57-62 yılları arasında yazmıştır. O, yazmış olduğu mektupların Hristiyan cemaatler tarafından korunduğunu çok iyi biliyordu. Acaba o, bunları kutsal kitap tesis etmek gayesi ile mi yazmıştı? Bu gaye ile yazmadı ise, bunların korunup saklanmasına niçin engel olmadı?

 

Dört İncilden hangisinin önce yazıldığı konusunda kesin bir sonuç alınamamıştır. Bazılarına göre ilk yazılan İncil, Matta'dır, diğer bazılarına göre ise Markos'tur. Matta mı önce yazıldı, yoksa Markos mu? Matta, Hz. İsa'nın öğrencilerinden, Markos ise onun öğrencilerinden değildir. Buna rağmen nasıl Markos bazıları tarafından Matta'nın önüne geçirilebiliyor? Yine Yuhanna, Hz.îsa'nın Havarilerinden, fakat İncillerin sıralanmasında onun İncili dördüncü sırada yer alıyor. En azından Havari olmadığı bilinen iki kişinin İncili, nasıl Havari Yuhanna'nın İncilinin önüne konulabiliyor? Bazı Hristiyan ilim adamları Matta'nın, Logiayı M.S. 50 yılında, Markos'un da İlk İncilini 55-75 yılları arasında yazdığını söylüyorlar. Hristiyan müfessir Lowther Clarke'ye göre Markos İncili 65 yılında, Matta ile Luka, 80-90 yılları arasında, Yuhanna ise 1001ü yıllarda yazılmışlardır. Art-hur Headlam, Markos'un 60 yılından önce, Matta'nın, 70 yılı civarında, Luka'nın 64 yılından sonra yazıldığının rivayet edildiğini, ancak bu incillerin belirtilen tarihlerden çok daha geç yazıldıklarını söylüyor. Raymond C.Knox'a göre, Matta 70 yılından az sonra, Luka 80 yılından sonra, Yuhanna ise 80 ile 120 yılları arasında yazılmıştır.

 

İncillerin yazılış tarihleri hakkında ittifak sağlayan iki müellif dahi yok gibidir. Bu kitapların ne zaman kaleme alındıkları konusunda herkes ayrı ayrı rakamlar vermektedir, Hristiyan kaynağı Mürşidü't-Talibinde Markos İncilinin 61 yılında yazıldığı ifade edilirken, Hristiyan araştırmacı Horn'a göre Markos İncili, 56 veya 60, yahut 63 yıllarında yazılmış olabilir. Hristiyan araştırmacı Bost'a göre Luka İncili, 58-60 yılları arasında yazılmıştır. Bu İncil Horn'a göre 53 veya 63, yahut 64 yıllarında yazılmış olabilir. Bost'a göre Yuhanna İncili, 95-97 yılları arasında yazılmıştır. Horn'a göre Yuhanna İncili 68-70 yılları arasında veya 89 yılında, yahut 98 yılında yazılmış olabilir. Diğer bir Hristiyan müellif Cercis Zevin'e göre bu İncil, 96 yılında kaleme alınmıştır. Mürşidü't-Talibin ise bu İncilin 65-98 yılları arasında yazılmış olabileceğini ileri sürüyor. W.Durant'a göre Matta İncili 85-90 yılları arasında, Markos İncili ise 65-70 yılları arasında yazılmıştır.

 

Batılı araştırmacı Schuyler Brown, Markos ve Luka'da yer alan Kudüs'ün tahribi kehanetinin esasında bir kehanet olmadığını, aslında yazarların Kudüs'ün tahribini gözleri ile gördükten sonra ona bir mucize ve kehanet havası vererek İncillerinde yer verdiklerini, onların bu olayı İncillerinde aktarmalarının, aslında bu incillerin yazılış tarihini ele verdiğini ve bu tarihin hiçbir şekilde Kudüs'ün tahribinden önce olamıyacağını belirtiyor. Ona göre Markos 70 yılında, muhtemelen tahripten hemen sonra, Matta ile Luka, 70 yılından sonra yazılmışlardır.

 

Bu dört İncil ne zaman yazılmışlardır? Eski ve yeni hiçbir araştırmacı bu konuda kesin birşey söyleyememektedir. Burada kesin olarak bilinen bir nokta vardır. Bu İnciller, Hz, İsa'dan en az 25-30 sene sonra kaleme alınmışlardır. Pavlos'un Risalelerinin, İncillerin önüne geçirilmesi ve bu kitapların Hz. İsa'dan bu kadar sonra yazılmaları İncillere duyulan güveni sarsmaktadır. Ortalama olarak Hz. İsa ile İnciller arasmda 35-40 yıllık bir boşluk vardır. İnsanlar arasında sadece üç sene gibi çok kısa bir süre kalan Hz.İsa'nın yaptıklarının, otuzbeş sene sonra yazılması sırasında unutmalar, değişmeler ve yanılmalar olamaz mı? Bu süre her ne kadar bazı Hristiyan müelliflere göre çok uzun ve unutmak için kâfi bir süre sayılmasa da, aslında durum onların dedikleri gibi değildir.

 

Hristiyan inancına göre Hz.İsa, öğrencilerine kendi hayatını ve sözlerini yazmalarını emretmemiş, kimseyi bu tür bir görevle görevlendirmemiş, bu yüzden o sırada kimse böyle bir hazırlık yapmamış, gördüklerini, duyduklarını ileride yazacakmış gibi dikkatlice inceleyip hafızasına kaydetmemiştir. Bazılarına göre durumun böyle olmasına tesir eden esaslı bir sebeb var. Başta Hz.İsa olmak üzere bütün Hristiyanlar, Hz.İsa'nın öldükten kısa bir süre sonra geri gelip "Tanrının Krallığı"nı tesis edeceğine inanmakta idiler. Uzun süre bu beklenti içinde olan ilk dönem Hristiyanları, gelen giden olmadığını görünce 30-35 senelik bir aradan sonra "Hz.İsa geri gelmedi, bari onun sözlerini yazalım" diyerek incilleri yazmaya başladılar. Belki başlangıçta bir hazırlık olsaydı bu 30-35 yıllık arayı telafi mümkün olabilirdi, ama başlangıçta kimsenin beklemediği birşey, uzun bir bekleyiş döneminden sonra gündeme gelince bu boşluğu telafi etmek çok güçleşmiştir.

 

İncillerin verdiği bilgiye göre Hz.İsa, dünyada olduğu sırada bütün Hristiyanlar, daha kendi nesilleri yok olmadan, dünyanın sonunun geleceğine inanıyorlardı. Onlara göre Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesinden kısa bir süre sonra büyük felaketler olacak, Hz.İsa "Tarı'nın Krallığı"nı kurmak üzere geri gelecek, dünyanın sonu gelecek, herkes cezasını çekecek. Kimsenin bundan başka bir beklentisi yoktu, kimse ilerde Hz.İsa'nın sözlerine ihtiyaç duyulacağını bilmiyordu. Ama o kişinin yakında olacak dediği şeylerin hiçbiri gerçekleşmeyince bazı öğrencileri, birdenbire onun sözlerini, mucizelerini, vaaz ve nasihatlerini, anlattığı meselleri ve hayatını yazmaya koyuluyorlar. Bu şartlar altında sağlıklı bir rivayet ve nakil mümkün olabilir mi? Onlar bu kadar hazırlıksız ve tedbirsiz başladıkları bu işte bazı şeyleri unutmuş olamazlar mı, bazı şeyleri yanlış hatırlayamazlar mı? Bunun mümkün olduğu ve gerçekte bunların meydana geldiği İnciller arasında görülen farklılık ve çelişkiden kolayca anlaşılmaktadır. Bu yorum muharref incillerin yazmış oldukları şeylere dayanılarak yapılan bir yorumdur. Gerçekte Hz. İsa hakkında "Yakında geri geleceğim" dediği halde geri gelmedi, dolayısı ile onun söylediği şeyler vukua gelmedi demek doğru değildir. Yanlışlık onda değil, muharref İncillerdedir.

 

İşin tekrar başına dönerek İncil yazarlarının durumuna yeniden bir göz attığımızda, Hristiyan müelliflerin onlar için "görgü tanıkları" dediklerini görürüz. Yani onlar, bizzat gözleri ile gördüklerini, kulakları ile işittiklerini yazmışlardır. Onların bu iddiasına rağmen, en az iki İncil yazarının görgü tanığı olmadığı açıkça biliniyor. Markos ve Luka, direkt olarak Hz.İsa'ya öğrenci olmadıklarından, bunların bizzat görgü tanığı olarak gözleri ile gördüklerini ve kulakları ile işittiklerini yazmaları mümkün değildir. Öyleyse bu iki yazarı Hz. İsa'ya ulaştıran senet silsilesi nedir? Bunlar kimler kanalı ile bu haberleri almışlardır? Bunların ravileri kimlerdir? Ne adı geçen yazarlar ve ne de diğer Hristiyan kaynaklar bu konuda hiçbir bilgi vermemektedir. Diğer iki İncilin yazarları, iddia edildiği gibi Havari değil iseler, bu sorular onlar için de sorulabilir. Onlar kendilerini Hz.İsa'ya ulaştıran bir rivayet silsilesine sahip mi idiler? Eğer sahip idiler ise bu silsile kimlerden oluşmuştu?

 

Yazar Yuhanna, İncilinde Hz.İsa'nın çarmıha gerilme olayını anlatırken, kendisinin Zebede oğlu Havari Yuhan-na'dan başka bir Yuhanna olduğu intibaını uyandıran bir anlatım tarzı sergiliyor. O, bu konuyu şöyle naklediyor : "İsa Taberiye denizi kenarında yine şakirtlere kendini gösterdi. Simun Petrus, Didimos denilen Tomas, Galilenin Kana şehrinden Natanel, Zebedi'nin oğulları ve onun şakirtlerinden ikisi ile birlikte idiler.". Burada Zebedi oğulları ile kasdedilen Yuhanna ile Yakub'dur. Bu ifadelerin içinde geçtiği İncil, eğer Zebedi oğlu Yuhanna'nın yazdığı İncil olsaydı, herhalde yazar burada "ben ve kardeşim" tabirini kullanırdı. Halbuki sanki yazarın kendisinin, bu Zebedi oğlu Yuhanna ile alakası yokmuş gibi "Zebedi'nin oğulları" diye onlardan gaip (üçüncü tekil şahıs) sığası ile bahsediyor. Bu ifadeler Yazar Yuhanna'nın, Zebedi oğlu Havari Yuhanna olmadığını ele vermektedir.

 

XIX. yüzyıldan itibaren Batıda konu üzerinde yapılan araştırmalar neticesinde bugünkü Yuhanna İncilinin yazarının, Havari Yuhanna olmadığı ortaya konmuştur. Bu görüşü ilk olarak ileri sürenler "Tübingen Okulu" mensupları olup bunların başında Baur vardı. Baur ve arkadaşlarına göre, ikinci yüzyılın ortalarında sürgünde doğan bir Yahudi Hristiyan (isminin Yuhanna olduğu tahmin ediliyor), kendi yazdıklarına güven ve itimad sağlamak için, kitabının başına Havari Yuhanna'nın ismini yazmıştır. Baur'un bu iddiasına karşılık, diğer bazı araştırmacılara göre bu İncil, bu kadar erken dönemlere (Baur'a göre ikinci yüzyılın ortaları) ait olamaz. Çünkü bu İncilde İskenderiye felsefe okulunun bir takım helenistik fikirleri, özellikle Plotinos'un (M.S. üçüncü asrın sonları) fikirleri yer almaktadır. Dolayısı ile en iyimser bir tahminle bu İncil, üçüncü asrın sonlarına doğru yazılmış olmalıdır. Durum bu şekilde olunca Matta, Markos ve Luka gibi, Yuhanna'nın da görgü şahidi olarak İncilini yazmış olduğu ifadesi askıda kalmaktadır.

 

Hristiyanlıkta Hz.İsa'nm varlığı bir bütün olarak vahiy kabul edilmekle beraber o, Havarilerine, diğer öğrencilerine ve kitap yazarlarına görme ve duyma olmaksızın vahyeden bir Tanrı durumunda değildir. Hristiyanlıktaki vahiy ve ilhamın ana kaynağı Hz.İsa'nın hayatı ve sözleridir. Kimse İncil ve Risale yazarlarının, Hz. İsa'yı görmeden, sözlerini işitmeden, onun hayatını, vaaz ve nasihatlerini sadece vahiy kanalı ile yazdıklarını iddia etmiyor. Hristiyanlar, yazarların görgü tanıkları olarak hadiselere şahit olduklarını, Hz. İsa'nın yaptıklarını gözleri ile gördüklerini, onun söylediklerini kulakları ile işittiklerini, bundan sonra onlardan akıllarında kalanları yazdıklarını söylemektedirler. Hristiyan ilim adamlarına göre yazarlar, incilleri yazarlarken, kendi insiyatiflerini kullanmışlar ve diğer kaynaklardan da istifade etmişlerdir.

 

Bu yazarların, hem vahiy ürünü olarak yazdıkları iddia edilecek, hem de bunların vahyin ana kaynağı dışındaki diğer kaynaklardan da istifade ettikleri söylenecek, bunu mantığın kabul etmesi mümkün değildir. Eğer bu iddia doğru ise, vahiy ürünü olan İncillere, vahiy dışı diğer kaynaklardan bazı şeylerin ilâve edildiği açıkça itiraf edilmiş, olmaktadır. Hristiyanlar, İncil yazarlarına gelen vahiy ve ilhamı bu ithamdan kurtarmak için bambaşka bir yorum yapmaktadırlar. Onlara göre, yazarlara gelen vahiy veya ilham, dikte ettirici bir vahiy veya ilham değildir, bu vahiy onların gördüklerini, duyduklarını ve başkalarından aldıkları bilgileri yazarken bu yazarları hata etmekten koruyan bir vahiydir. Mademki durum böyledir, öyleyse İnciller arasında neden bu kadar farklılıklar ve çelişkiler vardır? Hata etmekten, yanlış yazmaktan koruyan vahiy, niçin ortaya çıkan bu çelişkilere engel olmamıştır?

 

İnciller ve Risaleler bütünü ile Hz.İsa'nın hayatına ve sözlerine yöneldiklerine göre bunların esas ana noktası, Hz. İsa'nın yaptıkları ve söylediği şeyler olmalıdır. Bu sözlerin ve hadiselerin hatasız ve eksiksiz aktarılması esas olduğu halde, neden bunlarm yazılması ondan an az 25-30 sene geciktirildi? Niçin Hz.İsa kendisi dünyada iken, daha önce Hz. Musa'nın yaptığı gibi yaparak bunları kaleme almadı? En azından onun dünyadan ayrılışından hemen sonra bu yazma işine başlana-maz mıydı? Onları yazmaya o zamanlarda ihtiyaç yok idi ise, neden daha sonraları bu ihtiyaç hasıl oldu? Bu soruya "Görgü tanıklarının azalmaya başlaması yüzünden bunların yazılmasına ihtiyaç hasıl oldu" şeklinde bir cevap verilebilir.

 

Ama zaten yazarların bir çoğu görgü tanığı değil, üstelik ruhu'l-kudüs her zaman onlarla beraber olup, Hz. İsa hakkında konuşurken onları sürekli hatadan alıkoyacağına göre, bu bir gerekçe olarak öne sürülemez. Haydi bunu bir mazeret kabul edelim. Hz.İsa ile İnciller arasındaki 25-30 yıllık boşluk ne olacak? Bu zaman zarfında unutulan, yanlış hatırlanan şeyler olamaz mı? Zamanın geçmesi ve görgü tanıklarının yok olması ile bu tehlikeler söz konusu olabiliyorsa ve ilham ve vahiy bu tehlikeleri ortadan kaldıramıyorsa, 25-30 yıllık zaman boşluğunda bu tehlikeyi vahiy veya ilham nasıl engelleyecektir? Kaldı ki bazı Batılı araştırmacıların yaptıkları tesbitlere göre, bugün elde mevcut olan en eski İncil ile Hz. İsa'nın zamanı arasındaki boşluk, 25-30 sene değil, en azından üç asırdır. Bu boşluğu bir rivayet silsilesi ile doldurmak tamamen imkânsızdır. Çünkü böyle bir silsile yoktur.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Yahudilik bir DİN olmasına rağmen zaman zaman bir millet gibi de algılanıyor. Bunun tarihi arka planı ve günümüz gerçekliği içinde de bir alt yapısı var. Yahudilik konusunda çok değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşler ve yorumlar nedeniyle Yahudilik çoğu kez bir "milli din" gibi anlaşılmıştır. "Milli din"in temeli Tevrat'a dayandırılabilir. İlk önce Tevrat'tan yola çıkalım. Tevrat'ta bile "Yahudi"nin birkaç anlamı var. Mesela "Yehuda", "Mısır'dan çıkış" yapan kavimlerden, en büyük semitik kavimdir.

Mısır'dan çıkıp "40 yıl çölde yol aldıktan sonra" Filistin'e yerleşen bu kavimler, Filistin'de devletleşirler. Hz. Davut Krallığı zamanında tek devlet iken; sonra güney ve kuzeyde iki ayrı devlete bölünür. Güney Yehuda-yehudiye, kuzey ise İsrail olur. Böylece Yehuda bir devlet olarak çıkar karşımıza.

 

Ve bir de Yahudilik DİN'ini sayarsak şimdiden Yahudi (Yehuda)nin dört anlamı çıktı karşımıza. Hz. Musa'yı kendi peygamberleri kabul edip, onun Din'ine inanlara Yahudi (ya da Musevi) deniyor.

"Yahudi"ye dair değişik görüş ve tanımlar var. İngilizce'de, Almanca'da ve Fransızca'da "Yahudi" sadece din değil, başka anlamları da çağrıştırıyor. Yahuda bu dillerde juda-judaism, jewis vb. biçiminde yazılıyor. Bir anlamı Yahudilik-Musevilik. Fakat "Tüccar, Tefeci, Kuyumcu", "Arkadaşına ihanet eden. Hain" gibi anlamları da var. Hiç kuşkusuz bunun nedeni Avrupa'daki Yahudilerin ticaret ve bankerlikte uzmanlaşmalarıyla ilgilidir. Ayrıca "hain" ya da "arkadaşına ihanet eden kimse"de Hz. İsa'ya ihanet eden 12 havariden birinin Yehuda ismini taşımasıdır. Dolayısıyla Hıristiyanlar, bunu Yahudi ile özdeş tutmuş, birkaç anlamından biri haline sokmuşlardır.

Diyanet İşleri Vakfı, Bakara Suresi'nin 62. ayetini yorumlarken "yahudi" için şöyle demiştir: "Yahudi kelimesi buzağıya tapmaktan tövbe ettikleri vakit İsrailoğullarına takılmış bir addır. Bir rivayete göre de Hz. Yakub'un en büyük oğlu Yahuda'ya nispet edilmiştir."

Filistin'de (Kenan) iki devlet olarak İsrail ve Yahudiye diye bölünen "12 kabile"nin devlet isimleri ilginçtir: İsrail ve Yehuda.

İsrail (İsrael); Hz. Yakub'dur ve tanrı ile güreşince, kendisine Tanrı tarafından "Tanrı ile güreşen ve onu yenen" anlamına gelen İsra-el denmiştir. Yani bir kişi ismidir. Bu durumda Yehuda'nın da Yakub'un oğlu olması ve Yehudiye'ye ismini vermiş olması da mümkündür.

"Yahudi" konusunda ("Musa ve Yahudilik" kitabından) Hayrulah Örs şöyle diyor: "İsrailoğullarının bir soydan gelmiş oldukları bir hikayedir. Onlar çeşitli Arami kabilelerden meydana gelen bir birlikti. Yakub'un on iki oğlunun adı, aslında farklı kabile adlarıdır. Ve her biri bir kişi adı değil; o kabilelere adını veren dağ ya da bölge adıdır." (Yarın dergisi - Ocak 2004)

İsrailoğullarının bir soydan olup olmadıklarına kısaca değineceğim birazdan, fakat şunu da belirteyim ki; bu on iki isim hem birer kişi ismi, hem kabile isimleri, hem de bölge-dağ isimleri olabilirler. Bunun tarihte çok örneği var. Kabilelerin çoğu kişi-önderi-ismi ile (ya da oradaki kutsal varlık ismi ile) adlandırılmışlardır.

Şerif Mardin, Yahudi ve Tevrat'ta geçen isimlere dair yeni bilgiler veriyor: "Semitik dillerin en eskisi olan İbranice'deki Mabet dilinde geçen Yahvef, Yeho'da, Yahu'da, Adonia ve Saddi gibi kelimelerin hepsi Hurrice'dir. Peygamber Musa başta olmak üzere ona yakın tüm akrabalarının Hurri isimler taşıdıkları görülmektedir. Gerson, Maryam, Midyan, Jericho, Jordan ve Parbar... gibi ...... Hurriler Kürtlerin atalarıdır." (Berfin Bahar - Nisan 2004).

Yahudi kelimesi (ismi)'nin kökeni buraya mı dayanıyor bilmiyorum. Hurriler konusunda da tartışmalar devam ediyor. Kürtler, Farslar, Samiler birbirlerini çok etkilemiş, kültürleşmiş ve sentezler yaratmışlardır. Mezopotamya topraklarındaki kültür ve dil yapıları birbirine çok bezemektedir. Hangi kelimenin, hangi dilden geçtiğini çözmek oldukça zor -imkansız değil-. Tüm bunlara rağmen; bugünkü Kürt dilinde Huda; tanrı demektir. Dua ederken "Ya Huda" denir yani "Ya Tanrım."

Tekrar sorumuzu soracak olursak; nedir Yahudi? Bunun bu kadar karmaşa haline getirilmesi neden?

Kendisi de bir Yahudi olan Yusuf Besalel, "Yahudi Tarihi" kitabında Yahudiliği tanımlıyor:

"Yahudi kimliği tam kapsamlı ifade ile, dinsel, geleneksel, tarihsel ve ulusal öğelerin girift bir tarzda birbirlerine kaynaşmış olması ile tanımlanabilir. Bu öğelerin herhangi bir tanesinin zayıflaması Yahudi kimliğini tümden sarsar."

İşte size "milli bir din." Ne demek "dinsel-geleneksel-tarihsel ve ulusal"? Açıkçası Yahudilik bir ırk-kavim-ulus dinidir! Bundan, başka bir mana çıkmaz. Yani Tevrat'takileri kabul etmek ve ibadet etmek yetmiyor! Ne diyor Y. Besalel "Bu öğelerin herhangi bir tanesinin zayıflaması Yahudi kimliğini tümden sarsar"! Fazla söze gerek yok. Sanırım bu ruh halini en iyi Freud anlamış. Ki Freud da bir Yahudiydi.

Freud, Yahudiliğin bir alt bilinç patlaması olduğunu belirtmiştir. Yahudiler yaşadıkları acıları bastırmış daha sonra da çevrelerindeki efsane ve mitleri kendilerine mal ederek "Yahudilik" şeklinde "nevrotik bir saplantı" olarak dışavurmuşlar. Freud, "Yahudilik"i böyle açıklıyor -psikolojik analiz-.

Freud'un bu belirlemesi yanlış değildir. Bunun için Tevrat$ın yazılış tarihi önemlidir. Tevrat'ın yazılışına dair çok şey yazılıp-söylenmiştir. Fakat genel olarak Tevrat'ın iki kısım halinde yazıldığı belirtiliyor. Birinci kısım Yehovacı metin, ikinci kısım ise Elohimci metindir.

Tarihi bir kesinlik yok ama Tevrat'ın ilk kısmının (beş bölümden oluşuyor) MÖ 9-8. yy'da yazıldığı tahmin ediliyor. Elohimci kısmının ise 6. yy'da yazıldığı belirtiliyor. Bu tarihlerde yazılmış olmasının mümkün olduğu ve mantıki nedenleri de oluştuğu görülebilir. Çünkü tam da bu tarihlerde Babilliler ve Asurlular İsrail ve Yehuda'yı yıkarlar ve oradaki Yahudileri sürgüne gönderirler. Bu sürgün ve dağılma olgusu, Yahudileri bir tarih yazımına sokmuş olabilir. Zaten Tevrat'ta İsrailoğullarının bir soydan geldiği belirtilmiştir. Dağılmış olan semit kavimlerinin bir "resmi" tarih oluşturma çabası olarak anlaşılabilir bu durum. Çünkü Tevrat'a göre Yahudiler semitiktirler. Hz. İbrahim de, Hz. Musa da ... semitiktir.

Tevrat'ın Yehova'cı ve Elohimci Metin ayrımı gözden kaçamayacak kadar belirgin bir ayrılığı belirtiyor. İlk beş bölümde Yehova Tanrıdır. Ama gözle görülür, insanla güreşen, yenilen bir tanrıdır. Bunu da Hz. Yakub ile güreşirken rahatlıkla anlayabiliyoruz.

"Ve Yakov (Yakup) yalnız başına kaldı ve seher sökünceye kadar bir adam O'nunla güreşti. Ve O'nu yenemediğini görünce, uyluğunun başına dokundu ve O'nunla güreşirken Yakov'un uylukbaşı incindi.... Ve O'na dedi: Adın nedir? Ve O dedi; Yakov. Ve dedi: Ve artık sana Yakov değil ancak İsrael denilecek. Çünkü Tanrı ve insanlarla uğraşıp yendin." (Tevrat-Tekvin).

Elohimci Metin'de ise Tanrı Yehova değil Elohim-Eloah'tır. Burada artık tanrı insan değildir - soyuttur.

Bu durumu Freud; Mısır'dan çıkan ve sonra birleşen iki ayrı topluluğun (Mısır ve Filistin'deki toplulukların) farklı din ve tanrı anlayışlarının yansıması olduğu şeklinde belirtiyor.

Zaten Tevrat'ın yazıldığı yıllardan 1000 yıl önce yaşadığı kabul edilen Hz. İbrahim ve devamının doğru bir tarih zinciriyle aktarılması mümkün değil. Bugün, bir yığın bilgi-belge, araştırma var iken bile bu tarih sürecini kesin belirlemelerle ifade etmek mümkün olmamıştır.

Eldeki yetersiz bilgiyle Tevrat'ı yazanlar olsa olsa "tarihsizliklerine" bir "resmi tarih" bulmak-yaratmak için yazmışlardır. Tevrat, İncil ve Kur'an'ın tarihsel olarak Sümer uygarlığından, gelenek, kültür, mitlerinden esinleme olduğu ortaya çıkmıştır.

Hikmet Kıvılcımlı "Allah-Peygamber-Kitap" adlı yapıtında konuyla ilgili şunları belirtmiş; "Tek tanrı dini; İbrahim dininin tek yazılı kaynağı Tevrat'ın Tekvin bölümüdür. Ama o da İbrahim'den bin yıl kadar sonra kaleme alınmıştır. Yüzlerce yıl, çok uzun kuşaklar silsilesidir. Bu yüzyıla dört kuşak sığdığına göre 40 kuşak boyunca olay değiştirilmeden nasıl yazıya ulaşmıştır? Tevrat'a ne kadar inanabiliriz?"

Bir başka yerde de Tevrat'ın sürgünde yazıldığını ve mitolojinin yazılı hale getirildiğini belirtiyor. "Asur medeniyeti ile Hz. İbrahim'den 1500 yıl sonra bile Filistin Yahudiliğinin, tek tanrı'çalığından ibaret olamaz. Ama İbrahim köküne sıkıca bağlanan Yahudi ulemaları xxx köklerini geleneklerini taşırdıkları ölçüde Asur medeniyetinin çok tanrı gelenekleriyle sentezleşirler. Tevrat'ı, nakli mitolojiden yazılı kitap haline getirirler."

Biraz daha gerilere gidilirse, Mısır'dan Hz Musa öncülüğünde çıkan kavimlerin hepsi semitik-sami kavimler değildir. Mısır'da semitler de var elbet. Fakat o zaman İbrani denilen köleler için Mısırlılar "suyun öte yakasından gelenler, köle, üstü başı pis, kirli" anlamına gelen şeyler söylüyorlar. Mısır'da köle olanlar salt sami kavimler değildir Ayrıca "İbrani" de, semitleri ifade etmiyor. "Suyun öte yanından" gelen geçen herkes neden semit olsun ki? Hz. Musa'nın bile "semit" olup olmadığı net değildir. Fakat bir gerçek var ki tarihte bir kavmin kendi denetiminde birçok kavmi birleştirdiği ve ortak isimle anıldığıdır. Yehuda kavmi semitlerin en büyük kavmidir. Dolayısıyla diğer kavimleri kendi bünyesinde birleştirip, Yahuda'yı ortak isim kılmış olabilir. Mesela Medler sadece bir aşirettir. Fakat Medya denilince birçok aşireti de kapsıyor. Göktürkler bir federasyondu...

Kutsal Kavim-Kutsal Topraklar

Tevrat'ta, semitik kavimler (yahudiler) Tanrı tarafından kutsanmış, seçilmiş kavimdirler. Ve bu seçilmiş halka Tanrı tarafından Kenan-Filistin toprakları ebediyen verilmiştir. Yani Tevrat'ı yazanlar niyetlerini iyice açığa vurmuşlardır. İlle de Kenan toprakları onların olacaktır. Bunun için de, Kenan topraklarının Tanrı tarafından kendilerine verildiğini kutsal içeriğe büründürmüşlerdir. Tevrat'ın yazılış tarihinin Babil ve Asur sürgünü sonralarına denk gelmiş olması "vaat edilmiş topraklar" tezini daha da güçlendirmiştir. Bu kutsallaştırma büyük olasılıkla sürgünler sonrası yazılmıştır.

Hz. İbrahim Ur'dan çıkıp Kenan'a gelir. Tanrı Kenan'da (Filistin'de) Hz. İbrahim'e görünür ve şunları söyler:

"Ve RAB Abram'a görünüp dedi: bu memleketi senin zürriyetine vereceğim. ..... şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale-cenube-şarka garbe bak. Çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana ve senin zürriyetine vereceğim...." (Tekvin)

Tanrı'nın Hz. İbrahim'e verdiği topraklar, günümüz Filistin'i değildir. Eskiden Kenan (Filistin) denilen bölge, günümüzün Filistin, Ürdün, Suriye ve Lübnan'ın bir kısmıdır. Böylece Yahudilerin "ebedi yurdu" Filistin'dir! Nil'den Fırat'a değin!

Hıristiyanlık ve İslamiyet de Museviliğin devamıdır. Bunu Hz. İsa da, Hz. Muhammet de belirtmiştir. Hz. İbrahim'in kutsallığını Kura'an-ı Kerim'de de bulabiliyoruz:

"Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı." (Al-i İmran Suresi)

Kendini ve yaşadığı toprakları kutsallaştırma meselesi aslında tüm toplumlarda görülmüştür. Bir çok kavim kendini tanrının kavmi, tanrının halkı, topraklarını da tanrı vergisi kabul etmiştir.

Kendini başka kavim ve halklardan üstün tumanın bir çok nedeni olabilir. En önemli nedenlerden biri kültürel yapılardır. Diğerinin-ötekinin kültürüne yabancı olduğundan, kendini iyi, güzel, ahlaklı bulur. Kendisi doğrudur. Diğeri-öteki yanlış, ahlaksız, çirkin ve kötüdür. Bunun kutsallaşmış hali de tam bir ırkçılık-faşizm, sömürgecilik olmuştur. Bu kutsal üst insan kimliği aile içinde de erkek egemenliğine girerek devam etmiştir. Alt ve üst kimlikler. Büyük, zengin, güçlü uluslar ve "alt" uluslar vb. Yahudiler "seçilmiş halk" olmanın avantajını kullanarak, yaşadıkları onca acıdan sonra, başka halklara büyük acılar yaşatmaktadırlar. Nasıl olsa bunun nedenini tanrısallığa bağlıyorlar. Böylece günahlarına bile kılıf buluyorlar.

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

Domuzbağı, oldukça faydalandım, teşekkürler...

Gönderi tarihi:

Bilgiler, Der Spiegel dergisinin tespitiyle "Dünyanın en çok korkulan kitabı" ünvanını Kurânın neden almış olduğunu ve değişime en fazla kapalı olan dinin neden İslam olduğuna açıklık getiriyor.

 

Yoksa, Tevrat çok daha yüksek dozda şiddet içeriyor. Ama en çok korkulan kitap ünvanını eline geçirmekten çok uzak kalıyor. Çünkü insanlar biliyorlar ki Tevrat'taki sözler insanların tanrının bildirdiklerini kendi anladıklarınca, kendi dillerinin döndüğünce "aktarma"ları inancına dayalı oluşmuş. Hata, kusur, yanlış veya eksik aktarım olasılığı daima akılda.

 

Ama sekretere dikte ettirir gibi motamot yazdırıldığı iddiası işin rengini bambaşka yapıyor. Bir hata görsen bile korkudan görmezden gelme bir yana, hata olmadığını, tam tersine mucize olduğunu savunacaksın!

 

Bu kültür, müride, şeyhi en olumsuz durumda görsen şeyhin bir kerameti vardır anlayışını, sorgulamasız teslimiyet anlayışını, görür körlük hastalığını ortaya çıkarmıştır...

Gönderi tarihi:
Bu kültür, müride, şeyhi en olumsuz durumda görsen şeyhin bir kerameti vardır anlayışını, sorgulamasız teslimiyet anlayışını, görür körlük hastalığını ortaya çıkarmıştır...

Daha düne kadar en büyük şeytan olduğuna inandığın en büyük düşman bellediğin gücün kanatlarının altına sığınmış, orada korunuyor bile olsa, onun taşeronluğuna devam edip direktifleriyle hareket edebilir, kendi ülkende onun adına "derin" formatlamalara kalkışabilirsin.

 

Dünyanın en korkunç vudu büyüleri bile, böyle itaatkar zombiler yaratamaz...

 

Bant kaydını kulaklarımla dinledim. Bu ABD vatandaşı, CIA koruma kanatları altında yaşayan zatı muhterem, 1987 de mi neydi, Amerikan askerleri Kabe'ye baskın yapıp isyancıları öldürdüklerinde "Haremi Şerifine kafir ayağı bastı Allahım! Kâben saldırıya uğradı Allahım! Evin çiğnendi Allahım!" diye bas bas bağırıyor ve cemaati salya sümük ağlayarak yerlerde sürünüyorlardı!

 

Ha, yok tabii canım, kafir derken Suudi rejimine baş kaldıran İslamcı militanları mı kastediyordu ki? Suudi yönetiminin verdiği izinle, ağızlarındaki sakızları lakayt tavırlarla çiğneyerek formalite icabı kağıtlara yazılan kelimei şahadeti tekrarlayan ve böylece haremi şerife gayrimüslim giremez yasağının usulen delinmesini sağlayan, sonra da isyancıları Kabe içinde teker teker avlayan, sağ kalanları yakalayıp idam edilmek üzere Suudilere teslim eden Amerikan tactical timlerini kastetmiş olamaz, öyle değil mi?

Gönderi tarihi:
İlgisi ve bilgisi olanlardan bir konuda yardım talep ediyorum:

.

.

.

Yardımcı olacaklara olmayacaklara şimdiden teşekkürler...

 

 

kardeş İslam'da var diye bahsedilen hadisi kutsiler uydurmadır,tarikatçıların kitaplarında bulunur,ALLAH kelamı değildir ve KURAN'LA hiçbir alakası yoktur yani kısaca uydurmadır,hadislerinde KURAN'A uyanların dışında vahyi bir tarafı yoktur,onlarda uydurmadır.

Gönderi tarihi:
hadisi kutsiler uydurmadır

Ben böyle bir soru sormadım...

Gönderi tarihi:
Daha düne kadar en büyük şeytan olduğuna inandığın en büyük düşman bellediğin gücün kanatlarının altına sığınmış, orada korunuyor bile olsa, onun taşeronluğuna devam edip direktifleriyle hareket edebilir, kendi ülkende onun adına "derin" formatlamalara kalkışabilirsin.

 

Dünyanın en korkunç vudu büyüleri bile, böyle itaatkar zombiler yaratamaz...

 

Bant kaydını kulaklarımla dinledim. Bu ABD vatandaşı, CIA koruma kanatları altında yaşayan zatı muhterem, 1987 de mi neydi, Amerikan askerleri Kabe'ye baskın yapıp isyancıları öldürdüklerinde "Haremi Şerifine kafir ayağı bastı Allahım! Kâben saldırıya uğradı Allahım! Evin çiğnendi Allahım!" diye bas bas bağırıyor ve cemaati salya sümük ağlayarak yerlerde sürünüyorlardı!

 

Ha, yok tabii canım, kafir derken Suudi rejimine baş kaldıran İslamcı militanları mı kastediyordu ki? Suudi yönetiminin verdiği izinle, ağızlarındaki sakızları lakayt tavırlarla çiğneyerek formalite icabı kağıtlara yazılan kelimei şahadeti tekrarlayan ve böylece haremi şerife gayrimüslim giremez yasağının usulen delinmesini sağlayan, sonra da isyancıları Kabe içinde teker teker avlayan, sağ kalanları yakalayıp idam edilmek üzere Suudilere teslim eden Amerikan tactical timlerini kastetmiş olamaz, öyle değil mi?

 

 

sayın demirefe, GERÇEK KURAN VE İSLAM anlayışına göre şuanda KURAN VE İSLAM'A uyan yok denecek kadar azdır,(haremi şerife gayrimüslim giremez) yasağı çok saçma bir arap kanunudur,Peygamberimiz ve arkadaşları Mekke'yi feth ettikleri zamanda,müşrik olanlar yine Mekke şehrinde yaşamışlardır.

 

Suudi ve bizim Diyanet işleri GERÇEK KURAN VE İSLAM anlayışına göre fetva vermezler,kendi kafalarına göre yada uydurulmuş hadislere göre fetva verirler.

Gönderi tarihi:
Ben böyle bir soru sormadım...

 

 

böyle bir soru somadığınızı biliyorum,GERÇEK KURAN VE İSLAM anlayışına göre uydurmalardır,buna göre beyan ettim.

Gönderi tarihi:
Peygamberimiz ve arkadaşları Mekke'yi feth ettikleri zamanda,müşrik olanlar yine Mekke şehrinde yaşamışlardır.

İşte sizin gerçek İslam, gerçek Kurân anlayışınız bu şekilde. Gönlünüzden geçen. Kesinlikle Kurânda yazan değil. Kuranda benim gönlümün çektiği gibi mi yazıyor, farklı mı yazıyor diye açıp bakmaya bile gerek görmeden gönlünüzün çektiğini geçek İslam kabul ediyorsunuz.

 

Kuranda müşrikler necis (pis) olarak tanımlanır ve artık bundan böyle Mescidi Haram'a yaklaşmalarının yasak olduğu Tevbe 28 de yazar. Ayrıca aynı sûrede, müşriklere anlaşmaları olanlar hariç süre tanınır ve bu süre içinde müslüman olmazlarsa öldürülecekleri bildirilir. Anlaşmaları olanlar da anlaşma süresi dolunca aynı akibete uğrayacaklardır. Eğer müslümanların öldürmek istemedikleri, (akraba oldukları ya da acıdıkları) müşrikler varsa, onlar da İslam toprağı dışına sürüleceklerdir. Tevbe suresinde yazılı olan Muhammed'in emri budur.

 

Bu emir doğrultusunda tüm Arabistan kılıç zoru ile boyun eğdirilerek İslamlaştırılmıştır. Aynı sûrede ehli kitaba cizye vererek dinlerinde kalma hakkı tanınmış, fakat ehli kitap oldukları halde Yahudiler tehlikeli bulunarak toplu kıyımlarla yok edilmişlerdir...

Gönderi tarihi:
sayın demirefe, GERÇEK KURAN VE İSLAM anlayışına göre şuanda KURAN VE İSLAM'A uyan yok denecek kadar azdır,(haremi şerife gayrimüslim giremez) yasağı çok saçma bir arap kanunudur,Peygamberimiz ve arkadaşları Mekke'yi feth ettikleri zamanda,müşrik olanlar yine Mekke şehrinde yaşamışlardır.

 

Suudi ve bizim Diyanet işleri GERÇEK KURAN VE İSLAM anlayışına göre fetva vermezler,kendi kafalarına göre yada uydurulmuş hadislere göre fetva verirler.

 

merhaba arci

müslümanlar bu konuda ictihad etmemiş ilahlarının emrini ifa etmişlerdir

demirefe arkadaşım meseleyi kısaca anlatmış tevbe suresi 28 ayet meseleyi hükme bağlamıştır

tevbe 28 ayet

Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.

 

allah isimli ilah kendisine inanmayan veya ortak koşan müşriklerin birer ****** olduğunu beyan ederek kendince

onların temiz saha olan haremeyne girmesini men etmiş ve bu görevi müslümanlara vermiştir.

 

çok saçma dediğiniz nokta bilakis allah adını verdiğiniz ve varlığına iman ettiğiniz ilahın emridir

 

sevgiler

Gönderi tarihi:

Yok şimdi, ben bu İslam'ı şirin göstereceğiz diye inandıkları tanrının ayetlerini olmadık kılıklara sokan, değiştiren, yeri gelince "yok öyle bir ayet" diye inkar eden arkadaşları hep uyarıyorum:

 

İnkarcı biz değil, siz oluyorsunuz, dikkat edin! Hurilere kavuşacağınıza inanan sizsiniz, inancınıza göre huriler elden gitti, tanrınızın ayetlerini inkar ettiniz! İnancınıza göre inkar edenler cehenenem gidecek, gidiyorsunuz!

 

Ama buna da bahane ürettiklerine eminim! "Gerçeği gizliyorsak Allah rızası için gizliyoruz!" :lol:

 

Atmıyorum, dini kanallarda çıkan bayan sunucuların açık baş, açık göğüs çıkmalarına "bakın İslam hoşgörülüdür" kandırmacalarına alet olmaları için, bu eylemleriyle değil günah, "CİHAD SEVABI" kazandıkları fetvalarını bol keseden kesiyorlar.

 

İktidarın ellerine geçmesi için şeytana ruhlarını satarlar. Nasılsa iktidarı ele geçirince tanrı ruhlarını şeytandan geri alır! Şeytan Allahın yaratığı değil mi canım, elbette Allahın dediği olur! Her yere boşuna mı yazıp asıyorlar bu cümleyi? "Maşaallah! Allahın dediği olur!"

 

"Ilımlı İslam" projesi emin adımlarla Türkiye'yi şeriat ülkesi yapmaya yürüyor...

 

Entelektüeller ya satın alınmış, ya uyuyorlar. Halkın hiç umru değil, "inceldiği yerden kopsun" noktasına gelmiş. Ben durumu göstereyim, sorumluluk benden gitsin, durum aynen bu!

Gönderi tarihi:
Yok şimdi, ben bu İslam'ı şirin göstereceğiz diye inandıkları tanrının ayetlerini olmadık kılıklara sokan, değiştiren, yeri gelince "yok öyle bir ayet" diye inkar eden arkadaşları hep uyarıyorum:

 

İnkarcı biz değil, siz oluyorsunuz, dikkat edin! Hurilere kavuşacağınıza inanan sizsiniz, inancınıza göre huriler elden gitti, tanrınızın ayetlerini inkar ettiniz! İnancınıza göre inkar edenler cehenenem gidecek, gidiyorsunuz!

 

Ama buna da bahane ürettiklerine eminim! "Gerçeği gizliyorsak Allah rızası için gizliyoruz!" :lol:

 

Atmıyorum, dini kanallarda çıkan bayan sunucuların açık baş, açık göğüs çıkmalarına "bakın İslam hoşgörülüdür" kandırmacalarına alet olmaları için, bu eylemleriyle değil günah, "CİHAD SEVABI" kazandıkları fetvalarını bol keseden kesiyorlar.

 

İktidarın ellerine geçmesi için şeytana ruhlarını satarlar. Nasılsa iktidarı ele geçirince tanrı ruhlarını şeytandan geri alır! Şeytan Allahın yaratığı değil mi canım, elbette Allahın dediği olur! Her yere boşuna mı yazıp asıyorlar bu cümleyi? "Maşaallah! Allahın dediği olur!"

 

"Ilımlı İslam" projesi emin adımlarla Türkiye'yi şeriat ülkesi yapmaya yürüyor...

 

Entelektüeller ya satın alınmış, ya uyuyorlar. Halkın hiç umru değil, "inceldiği yerden kopsun" noktasına gelmiş. Ben durumu göstereyim, sorumluluk benden gitsin, durum aynen bu!

 

 

öyle bir niyetim yok,şirin gösterecek bir konuda yok,ben kurana göre konuşurum,müşriklerin mekkeye girmemeleri kunusu gözümden kaçmış bir konudur,ateist arkadaşlara tşk.ederim ayet ile uyardıkları için,ALLAHA TŞK.ederim,bu konu için,çünkü müşrikler müslümanlara çok büyük zulüm yapmışlardır,doğru müşrikler pisliklerdir,size aynı şey yapılsa siz ne yaparsınız???

 

Ilımlı islam değil biz KURANDA ALLAH ne emrediyorsa ona uyarız,siz ister inanın ister inanmayın.

Gönderi tarihi:
müşrikler müslümanlara çok büyük zulüm yapmışlardır,doğru müşrikler pisliklerdir,size aynı şey yapılsa siz ne yaparsınız???

Tipik dogmatik tavır. İşte bu dogmatizme karşı ben uyarıyorum. Herkes kendi dogmasında berikini **** ilan ederse dünya nereye varır, bir düşünün. A'ya göre B,C,D *****. B'ye göre de A,C,D ****. C'ye göre ise A,B,D pislik. D'ye sorarsan ona göre ise A,B,C ****... Bu dünyanın nereye gideceğini bir düşünün...

 

Fıkranın zamanı geldi, gerçi bunun fıkra değil, gerçek olduğu söyleniyor.

 

İkinci Dünya savaşı bitmiş ve muzaffer Amerikan ve Rus kurmayları bir kokteylde bir araya gelmişlerdir. Amerikan kurmayı General Paton, Ruslarla birlikte savaşmış olsalar da Ruslardan hoşlanmamaktadır. Bu yüzden tercüman aracılığı ile birlikte kadeh kaldırmayı teklif eden Rus generale sert bir yanıt verir:

 

-"Ben köpeklerle birlikte içmem!" Tercüman bunu Rus generale nasıl tercüme edeceğini şaşırınca Paton ısrar eder:

 

-"Aynen tercüme et!" Bunun üzerine tercüman söyleyince Rus general küplere biner:

 

-"Ben de köpeklerle birlikte içmem o halde!" diye dönüp gidecek olur. Paton kolundan tutar:

 

-"Tamam general, şimdi iki köpek birlikte içebiliriz!"

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.