Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2009 16 yıl Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. Planın mimarı olan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall Haziran 1947'de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yaparak Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program önerdi. Marshall Planı buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, malzeme ve makinasını içeriyordu. Türkiye dahil, 16 Avrupa ülkesinin üyeleri 22 Eylül'de Amerika'ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine Amerika 3 Nisan 1948'de Dış Yardım Kanunu'nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16'lara (İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara ulaştı. Marshall planı, Sovyetler Birliği ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Doğu Bloku üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Avrupa'daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14'lük bir artış gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948'de Avrupa Ekonomik işbirliği Teşkilatı'nı kurdular. Marshall Planına karşılık Sovyetler de uyduları arasındaki ekonomik ilişkileri ve işbirliğini sıkılaştırmak için, Sovyet Dışişleri Bakanı'nın adına gönderme yapan Molotof Planı ikili ticaret düzenini kurdular. Zira, Çekoslovakya başta olmak üzere bazı uydu ülkeler Marshall Planı'na katılmak için büyük istek göstermişti. 1948 Şubat'ındaki Çekoslovak darbesinde bunun büyük etkisi vardır diye kısa olarak anlattıktan sonra şimdide Almanya ve İtalya'nın, I. Dünya Savaşı sonrasında oluşan dünya düzeninden memnuniyetsizlikleri neticesinde statükonun lehlerine değiştirilmesi amacıyla başlattıkları saldırgan tutumları, II. Dünya Savaşı'nın en önemli sebeplerindendir. Bu gelişmeler dünyanın yeni bir savaşa sürüklenmesine, Türkiye'nin ise bir çok alanda hızlı bir değişime uğramasına sebep olmuştur. Özellikle Faşist İtalya'nın Balkanlar ve Doğu Akdeniz'deki saldırgan tutumu, Türkiye'de güvenlik endişesi yaratmıştır. Türkiye gelişmeler üzerine, güvenlik endişesini gidermek ve “barışı” korumak amacıyla, Balkan Antantı (1934) ve Sadabat Paktı'nın (1937) kurulmasına öncülük etmiş, Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin (1936) imzalanması için çaba göstermiş, İngiltere ve Fransa ile ittifaka (1939) gitmiştir. Bu ittifak, Türkiye'nin 1923 yılından beri Batı ile yaptığı ilk ittifak olması sebebiyle oldukça önemlidir. Bu antlaşmanın asıl önemi, Alman ve İtalyan saldırganlığına karşı yapılmasından çok, kredi antlaşması olması sebebiyle Türkiye'yi Batı'dan borçlanma noktasına getirmesidir. Yukarıda bahsedildiği üzere, Türkiye'nin her alanda hızlı değişimi bu tarihten itibaren daha net olarak hissedilmiştir. Bu tarihe kadar kendi dinamikleriyle hareket eden Türkiye, özellikle II. Dünya Savaşı'nda ve sonrasında yaşanacak gelişmeler sonucunda Batı, özellikle de Amerika odaklı bir tavır sergilemeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı boyunca Türkiye tarafsızlığını korumaya çalışmıştır. Savaşta Türkiye'nin amacı, savaşa katılmadan toprak bütünlüğünü korumak, maceracı bir politikadan uzak durmak ve büyük devletler arasında bir denge unsuru olma politikasını yürüterek saldırılardan korunmak olmuştur. Türkiye'nin II. Dünya Savaşı yıllarındaki politikası, Deringil'e göre, görece küçük bir devletin diplomatik başarısı sayesinde en kritik zamanlarda dahi dünyanın büyük güçlerine sözünü geçirebildiğinin en canlı kanıtlarındandır. Türkiye savaşa girmeyerek büyük bir yıkımdan kurtulmuştur. Türkiye'nin savaşın dışında kalma başarısının faturası, savaşı kazananların isteklerinin yapılmamasından dolayı onların tepkilerini çekmesi ve ülkenin savaş sonrasında yalnızlaşmasıdır. Bu yalnızlık, Türkiye'nin geleceğini etkileyecek olan bir devletle, Amerika'yla ittifaka gidilerek giderilmeye çalışılacağı için oldukça önemli sayılmalıdır. Bulunan çözüm, özellikle de çözümün uygulanış biçimi bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu/bunaldığı olumsuzlukların temellerini atmıştır
Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2009 16 yıl Yazar SONUÇ Tarihe baktığımızda, büyük güçlerce kurulan dünya düzeninin sürekli olarak aynı kalmadığını; statükoyu kendi lehine değiştirmek isteyen başka güçlerin egemen güçlere karşı gelerek, çatışmalara sebep olduklarını görürüz. Dünya, büyük güçlere karşı birleşenlerin sebep olduğu çatışmaların en kitlesel ve sanayileşmiş olanlarına 20. yüzyılda tanıklık etmiştir. Sebep olunan çatışmaların kitleselliği ve etkilerinin gücü, Sanayi Devrimi ile birlikte büyümüş, öyle ki bu çatışmalara etkileri yüzünden Dünya Savaşları denilmiştir. Sanayi Devrimi önemli bir kesittir, çünkü bundan önceki gelişmeler ne kadar güçlü olursa olsunlar, o güne kadar Amerika ve Avrupa dışındaki dünyada büyük bir etki yaratmamışlardı. İlk Dünya Savaşı'nın yarattığı sonuçlara bakılıp, bir daha savaş çıkmaması için yapılan girişimler başarılı olamamış, II. Dünya Savaşı'nın çıkması engellenememiştir. II. Dünya Savaşı'nın büyük güçleri olarak doğanların istekleri/çabaları, kendilerine hizmet edecek yeni bir uluslararası düzen kurmaları içindir. Her iki dünya savaşından da güçlenerek çıkan Amerika ile dünyaya yeni bir alternatif/düzen sunan Sovyetler arasında kutuplaşan dünya, aynı zamanda etkileri uzun yıllar sürecek bir savaşa yol açmıştır. Bu savaş, çatışılmayan ama zihinleri düşmanlaştıran Soğuk Savaş'tır. II. Dünya Savaşı'nın sonlanmasından sonra, dünya o güne kadar örneği yaşanmamış yeni bir tip savaş türüne, Soğuk Savaş'a başlamış ve uzun süre de sahne olmuştur. Bu savaş, sıcak çatışmalar içermemesi yüzünden soğuk olarak adlandırılmıştır. İdeolojik kökenli olmasından dolayı ve insan zihnine işleyen niteliğiyle etkileri büyük olmuştur. Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı'nın sonuçlanmasıyla oluşan iki kutuplu dünyayı ve kamplaşmayı ifade eder. Bu kampların aktörleri, bir tarafta liberalizm ideolojisine sahip kutbun lideri Amerika, diğer yanda sosyalizm ideolojisine sahip kutbun lideri Sovyetler'dir. Ara renk, görüş kabul etmeyen bu savaş, insanlar-toplumlar arasında düşmanlaşmalar yaratmıştır. Daha genel kabul gören tanımıyla Soğuk Savaş, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, savaştan galip çıkmış iki büyük devlet ve bu devletlerin çevresinde kümelenmiş küçük devletler arasındaki anlaşmazlık ve çatışmanın, doğrudan birbirlerine karşı silah kullanmadan sürdürüldüğü belirli bir tarihsel döneme verilen addır. Ya da, iki blok arasındaki ilişkilerde, blokların ve üyelerin davranışlarını denetlemeye yönelik, taraflarca benimsenmiş kuralların bulunmadığı ve ilişkilerde tamamıyla güce dayanan davranışların başat olduğu, diplomasinin bloklar arasında hemen hemen ortadan kalktığı bir dönemdir. Bugün ortadan kalktığını söylememize rağmen, etkilerini hala sürdürmekte olan Soğuk Savaş, devam ettiği sürece karşılıklı korkuya sebep olan unsurları içermiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler'in yayılmacı politikalar izlemesi, Amerika tarafından kaygıyla karşılanmış, özellikle Truman'ın Başkan olmasıyla da sert tepkiler içerecek politika değişikliğine gidilmiştir. Truman'ın çevreleme politikası ve doktrinler zinciri, Soğuk Savaş'ın hızlandırılmasının, aynı zamanda da Amerika'nın çıkarlarının gerçekleştirilmesinin araçlarını yaratmıştır. İlki Truman Doktrini olan bu zincire, ekonomik amaçların (ancak etkileri her alanda görülecek olan) yerine getirilmesi için Marshall Yardımları halkasının eklenmesine sebep olmuş, arkasından da diğer ideolojik kurumların oluşturulması yoluna gidilmiştir. Amerika, II. Dünya Savaşı'ndan harap bir şekilde çıkan Avrupa'nın tekrar eski ekonomik ve siyasal gücüne kavuşmasını hedeflemekteydi.
Gönderi tarihi: 28 Ocak , 2009 16 yıl Yazar Truman'a göre, savaş sonrası dönemde ülkesinin üç temel görevi vardı: Avrupa'nın askeri, ekonomik ve siyasal istikrarını sağlamak, bu kıtayı Amerika'nın koruyucu nükleer şemsiyesi altına almak, Amerika'nın önderliğinde Avrupa'nın gücünü dünya ölçüsünde bir savunma için örgütlemek. Bu amaçlara ulaşmak için ise, daha sonra Marshall Planı olarak adlandırılacak olan programın hazırlık çalışmalarını başlatmıştır. Türkiye, kurulduğundan hatta Osmanlı'nın son dönemlerinden beri Batıcılık, Modernleşme ideali taşımış; II. Dünya Savaşı'ndan sonra ise, hızla kutuplaşan dünyada, iç ve dış bir çok etmenin sebep olmuşluğu yüzünden, baştan beri yüzünü döndüğü Batı kutbunu seçmiştir. Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'na girmek istememiş olduğu bir gerçektir. Ülke, büyük bir yıkımdan bu sayede kurtulmuştur. Ancak, savaşa girilmemesinin faturası ağır olmuştur. Bu, savaşı kazananların isteklerinin yapılmamasından dolayı onların tepkilerini çekmekti ve ülkenin yalnızlaşmasıydı. Bu yalnızlık, Türkiye'nin geleceğini etkileyecek olan bir devlete, Amerika'ya yaslanılarak giderilmeye çalışılacağı için oldukça önemli sayılmalıdır. Bir nevi bu fatura, II. Dünya Savaşı dışında kalma başarısının, savaşın bitiminde Türkiye'yi içinden çıkılması zor koşullarla karşı karşıya bırakmasıydı. Bulunan çözüm ise, özellikle de çözümün uygulanış biçimi, bugün, Türkiye'nin içinde bulunduğu olumsuzlukların temellerini atmıştır. Bu yüzden, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanılanlar Türkiye'de bu gün olup bitenin sebepleridir aynı zamanda. Savaş sonunda, Türkiye'nin ekonomik, iç-dış siyasal ve toplumsal durumu tam bir iç içe girmişlik özelliği göstermekteydi. Bu sonucu, başlangıcı daha da gerilere dayanan bir takım iç ve dış gelişmeler hazırlamıştır. Bu anlamda, dünya için olduğu kadar, Türkiye bakımından da 1945, her alanda bir dönüm yılı sayılabilir. 1940'lı yılların sonlarına yaklaşıldığında, ekonomi ve siyasal sistem üzerine yapılan tartışmaların odağında, biraz da zorunluluktan, (Sovyet istekleri, ekonomik durum) tercihini Amerika'dan yana kullanan Türkiye, Soğuk Savaş'ı algılayabilmek için de incelenmesi gereken bir örnektir. Kutuplaşan ve sürekli hızını artıran bu yeni savaş, dünya gündemini Sovyet kutbunun dağılmasına kadar belirlemiştir. Türkiye, bu savaşta tercihini Batıdan/kapitalizmden yana kullandığı için de bu kutbun örgütlenmelerinde (Truman Doktrini, Marshall Yardımı, IMF, Dünya Bankası v.b.) yer almış, geleneksel olarak Doğu'ya ait nitelikleri yüzünden ise, ne oraya ne de buraya uyum sağlayabilmiştir. Kuruluşundan itibaren uluslararası alanda izlediği Batılılaşma çizgisini, bağımsızlık orijini üzerine kuran Türkiye, II. Dünya Savaşı sonrasında iç-dış siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel bir çok değişim geçirmiş, başlangıçtaki bu özelliğini kaybetmiştir. O günün Türkiyesi, Soğuk Savaş'ta Batı kutbunun üyesi olmasıyla, bu dönemde aldığı tüm kararlarıyla bugünü şekillendirmiştir. Soğuk Savaş, doktrinler, planlar, şartlanmalar yaratmıştır. Dünya liderliği özelliği, Amerika'ya, savaş sonrası yıkılan Avrupa'nın imarını, talep edebilme vasfı kazandırma görevi yüklemiştir. Bu görevi için de, aslen kendisi için faydalı olması düşünülen önce askeri yardımlar içeren Truman Doktrini'ni, sonra bu doktrinin tamamlayıcı/ekonomik planını, Marshall Yardımları'nı, uygulamaya koymuştur. Batı'nın bu Soğuk Savaş araçlarına Sovyetler de kendi örgütlerini ve planlarını çıkarmışlardır. Devletlerin tek tek kutuplara yaklaştığı, seçeneksiz davrananın yalnızlaştığı bu ortam, en çok da merkez-çevre ilişkisinde asıl kaybedenler (ikincil ülkeler) yaratmıştır. Her alanda bağımlılık yaratan ilişkiler ağı, çevre ülkelerin zarar görmesine yol açmıştır. Sanayileşmiş ülkelere hammadde taşıyan çevre ülkeler, bu savaşın asıl kaybedenleri olmuştur. Bu savaşta çevre ülke niteliği açık olan Türkiye için de kazançlı bir durumu olmamıştır. Batı kutbu üyeliğinin gereğini, koşulsuz yerine getiren Türkiye, önce Truman Doktrini, daha sonra Marshall Yardımı ile ödüllendirilmiş, askeri örgüt NATO'ya üye olması ile de bu misyonunu devam ettirmiştir. Özellikle Marshall Yardımları ile ekonomisini, planlarını Amerikalı uzmanların raporları üzerine kuran Türkiye, sonuçları bugüne taşınan kararlar almak zorunda kalmıştır. Olabildiğince serbestleşen, tüm korumacı politikaları sorgusuz terk eden, tarıma ağırlık verip, Avrupa'nın manavı olarak adlandırılmaya değer bulunan, ağır sanayiye dayanan kalkınmayı bırakıp, dış yardım alma/borçlanma yoluna giderek bağımlılaşan, eğitimden, ulaştırma politikasına kadar Amerikan etkisine giren Türkiye, kurucu unsuru olan bağımsızlığından ödünler vermiştir. 1950'li yılların ortalarına kadar devam eden, bunlar gibi daha bir çok uygulamanın neden olduğu, neredeyse her alanda Amerikan nüfuzu altına girildiği süreç; bu tarihlerden itibaren kutuplaşmanın yumuşaması, yeni güç odaklarının doğması, Amerika'nın eski görevlerini sürdürmesinin zorlaşması ve artık liberal dünyanın kızıl tehlike yaşamayacağına olan inancı ile değişim göstermiştir. Türkiye'nin özellikle OP ile flörtü, değer saydığı dış politik konularda, örneğin Kıbrıs'ta kendi inisiyatifini koyması; kutuplaşmanın yumuşamasının daha doğrusu Amerikan etkisinin biraz da olsa hafiflemesinin işaretleridir. Bu yüzden Batı zihniyetinden değil, ağırlıklı Amerikan etkisinden sıyrılabilen Türkiye, içinde bulunduğu durumdan dolayı yeni bir yön çizmiştir, bu dahi en azından birkaç gelişme de inisiyatif kullanabilmesi sonucunu yaratmıştır. Ağırlıklı olarak Batı kutbunun politikalarını destekleyen, bölgesinde yalnızlaşan, bağımlılık yaratıcı her türlü ekonomik, iç-dış siyasal, askeri v.b. ilişkilere giren incelediğimiz dönem Türkiyesi, bağımsızlık savaşı vererek kurulan Türkiye değildir artık. Yüksek Lisans Tezi Öğrencinin Adı Ulaş ALTUN Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. A. Emin YAMAN Ankara-2007
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.