Gönderi tarihi: 24 Ocak , 2006 19 yıl Sabahın ilk ışıkları odasına vurduğunda gözlerini kırpıştırıp dışarı baktı. Aman Tanrım, amma da kar yağmış ve yağmaya devam ediyor diye mırıldandı. Bir an kendi kendine konuştuğunun farkına vardı ve bu durum tuhafına gitti. Son zamanlarda gariplikler hissediyordu kendinde. Zoraki tebessümlerle ve diyaloglarla örülmüş yaşamın getirisi bu olmalıydı herhalde. Yeniyol taraflarından gelen o klasik kırmızı belediye otobüsünü beklerken irdeleyici kişiliğinden dolayı yine civardaki binalara, yollara ve insanlara göz atıyordu. Hayal dünyası zengindi. Bak işte atabarası geliyor. Bu onu heyecanlandırdı. Artık bu tür arabaların yok olduğunu sanıyordu. Ama, hâlâ vardı işte. Siteler'e gidiyor olmalıydı. Bir an üzerindeki kirli sakallı sürücünün yerine koydu kendini. Korkunç bir hayat mıydı?! Bilemem diye düşündü. Onun dünyasında bugün birkaç sefer tahta, sunta ya da benzeri bir şeyler taşıma heyecanı vardı belki de. Belki de bu heyecan kaybolmuştu ve yaşamı sürdürebilme, ilkokula giden kızına çok istediği şu boyama kitabını alabilme kaygısı vardı. Kimdi bu adam? Türk müydü, Kürt müydü ya da herhangi bir kökenden herhangi bir insan mıydı? Evet Türk'tü. Hani şu tarihi kendileri yazan, barbarlıklarıyla nam salmış ulustan bir fert. O kenar mahalledeki dışı maviye boyalı evde iki günde bir sulu patates yemeği pişen. Bunu düşününce bir an utandı kendinden. Otobüs geldi ve tıka basa dolu olan dünyaya kendini bıraktı. Şoföre baktı. O klasik mavi ve kürk yakalı belediye paltosuyla onun dünyasına girdi bir an. Yine şu barbar Türklerden olmalı! Gözü yolda olsa bile aklı kimbilir neredeydi? Belki Çorum, belki Sıvas, belki de Yozgat civarlarında yaşayan yoksul zavallı babasındaydı. Hastaydı uzun zamandır. Ah barbar Türkler! Hiç de seçkin bir dünyada yaşamıyorsunuz siz. Oysa, tarih mühendisisiniz, diğer etnik gruplara yüzyıllarca baskı ve zulüm uygulamış bir milletsiniz! İşyerine geldiğinde sağa sola tebessümler verdi. Kimi içten kimi değil; kimi güleryüzlü, kimi somurtkan... Bilgisayarının başına geçtiğinde bu kez elleri gitmiyordu tuşlara. Her gün içinde yaşadığı ulusa küfürler, hakaretler, yalan dolan suçlamalar yapan bu adamın elleri gitmiyordu tuşlara. Maskesini atmalıydı artık yüzünden. Bu sahte, pamuktan kaideler üzerine oturtulmuş düşünce dünyasını yıkmak istiyordu artık. Lavaboya gitti yüzünü yıkadı ve aynaya bakarak; -Bozo, oğlum, artık kendine gel. Zorlama ve yalan suçlamalarla içinde yaşadığın topluma ihanet etme! Ayıp, sana yakışmıyor.
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.